Başlangıçta sadece tek bir güç vardı.. tek bir nur vardı.. ezeli ve ebedi idi.. onda herhangi bir hareketlilik ve kıpırdama yoktu.. o sonsuzdu.. başlangıcı ve sonu yoktu.. sonsuz bir sevgi gücü idi..
bu güç tam anlamıyla hareketsiz bir ihsan ve sevgi gücü idi..
bu güç birden bire, ezeli ve ebedi olduğu halde bir varlık yaratmayı düşündü, planladı ve uyguladı.. başlangıçtan bitişe kadar.. bakın buraya dikkat edin! düşündü ve hemen oluverdi.. ol dedi ve oldu...
biz bu güç hakkında ne biliyoruz? onun özünü asla bilemeyiz.. biz onu sadece yaptıklarından biliriz.. bizim dünyamıza tecellilerinden, ayetlerinden ve işaretlerinden bilebiliriz.. onu başka türlü bilmemize imkan yoktur..
bu güç sonsuz, ezeli ve ebedi idi.. sonsuz bir nur idi.. sonsuz zenginliğe sahipti.. o gerçektende sonsuz bir zenginliğe ve sınırsızlığa sahip idi.. o sebepten ötürü onun sonsuz zenginliğini, sınırsızlığını ve nurunu alacak bir nefs yarattı.. bir arzu yarattı.. kendisi sınırsız verme niteliğinde idi.. o yüzden kendisine karşıt sınırsız alma niteliğinde bir arzu ve nefs yarattı.. yani insanı yarattı..
insanı ve onun nefsini yarattı.. onu sonsuz nuru ile doldurdu.. insanın nefsi onun nuru ile doldu ama aynı zamanda bir uyanışta yaşadı.. ben doluyorum fakat beni dolduran bir yaradan var, bir üst güç var dedi.. kökü o olduğu için almaktan utanç duydu.. yani insanın kökü, doğası, fıtratı aslında almak değildir.. egoizm değildir.. insanın kökü, fıtratı vermektir.. ihsan etmektir.. işte insan bu ilk izlenimde onu dolduran nur ile arasındaki form eşitsizliğini kavradı ve bundan rahatsızlık duydu.. utanç duydu.. haya duydu.. hiç nur almamaya karar verdi.. halvete çekildi..
daha sonra ise şöyle düşündü; madem bu yaradan beni nur ile doldurmak istiyor öyleyse ben o nuru alayım.. fakat o nuru kendi nefsim için almayayım.. o nuru onun rızası için alayım.. sırf yaradan beni nurla doldurma düşüncesinde olduğundan ötürü o nur ile dolayım ama bu dolma asla kendim için olmasın.. ona memnunluk verme ve onun verme arzusunu karşılama düşüncesi ile olsun.. bu tıpkı şuna benzer.. bir arkadaşınız sizi evine davet eder ve sizin bütün hoşlandığınız yemekleri ve eğlenceleri hazırlar.. siz onun evine girdiğiniz zaman bir utanç duyarsınız.. onun size yaptığı iyilik karşısında ezilirsiniz.. size sunduklarını kabul etmekte nazlanır ve gitmek istersiniz.. fakat birde baktınız ki arkadaşınız size ısrar ediyor.. ben bunca yemeği ve eğlenceyi, hediyeyi senin için hazırladım fakat sen gidiyorsun der.. kalbi kırılır.. işte siz tam o anda sırf dostunuzun kalbi kırılmasın diye size sunduklarını kabul edersiniz ve faydalanırsınız.. büyük bir zevkle faydalanırsınız.. ama burada birşey değişti.. sizin niyetiniz değişti.. siz dostunuzun size sunduklarını şapdadanak kabul etmediniz.. vahşi bir hayvan gibi size sunduklarına atlamadınız.. tam tersi size sundukları yüzünden utanç duydunuz.. almaktan utanç duydunuz.. gitmeye karar verdiniz fakat giderseniz dostunuzun kalbinin kırılacağını anladınız.. bu yüzden dostunuzun size sunduğu nimetler için orada kalmadınız.. sadece dostunuz için orada kaldınız.. aranızdaki sevgi ve hatır bağı için orada kaldınız.. böylece dostunuz size ziyafet dizmiş olmadı.. siz dostunuza ziyafet dizmiş oldunuz.. dostunuz size vermiş olmadı.. siz dostunuza vermiş oldunuz..
böylece yaradan sizi nurla doldurmadı, siz yaradanı nur ile doldurdunuz.. yani siz niyetinizi değiştirdiniz.. yalnızca yaradana memnunluk vermek için o ziyafeti kabul ettiniz.. sırf Allah razı olsun diye.. onun gönlü olsun diye öyle yaptınız.. öyle yaptınız çünkü kökünüzde almak yok.. kökünüzde ihsan var.. her insan yaradandan bir parça taşır.. yaradanın yarattığı hiç birşey ondan ayrı olamaz.. yaradandan ayrı bir varlık düşünülemez.. bu şuna benzer..; iki tanrı var gibi olur o zaman.. eğer bir yaradılan varsa oda yaradan gibi olur.. yani kökü, doğası, fıtratı ona aittir..
böylece günümüz maddi dünyası yaratıldı.. 4 element ile sabitlenmiş fiziksel dünya.. bu dünyaya tasavvufta nefsi emmare denir.. burada yaradandan, yani kökten tam anlamıyla kopukluk vardır.. bu dünyada sadece nefsimizi hissederiz.. arzuyu ve sonsuz ihtirası hissederiz.. sadece kendi bedenimizi ve egoizmimizi hissederiz.. fakat Allahu teala böyle bir kaba alemden ona ulaşmamızı istiyor.. onu bulmamızı istiyor.. kökümüze dönmemizi istiyor...
bu dünyada 4 çeşit arzu vardır.. cansız arzular, bitkisel arzular, hayvansal arzular ve insansal arzular.. cansızlar yemek, içki ve cinselliktir.. bitkisel; para kazanma eğilimidir.. tıpkı bitkilerin yükselme eğilimi gösterdiği gibi.. buradada insansal anlamda para kazanma arzusu, büyüme arzusu vardır.. hayvansal arzular ise; politik güç edinme tutkusudur.. günümüzde sanatçılık ve instagram fenomeni olma arzusuda bu kategoriye aittir.. son olarak insansal arzular var.. oda hayatın anlamını arama arzusudur.. filozoflar, bilim adamları, araştırmacı yazarlar vs bu kategoridedir.. bilim adamı veyahut ünlü filozof olmaya gerek yok.. yani dünyadaki tüm entelektüeller bu seviyedir diyebiliriz..
son olarak ruhani bir arzu gelir ki oda her insanın içinde vardır.. kalbinde vardır.. herkes sorar.. yetişkinlikte diğer nefsani arzulara yönelip en can alıcı soruyu unutsa bile en azından çocukluğunda ve erken gençliğinde sorar.. neden varım? neden bu dünyadayım? yaradılışımın amacı ne vs sorular.. kişi bu soruları güncel tutmalıdır.. yani ruhunu güncel tutmalıdır.. bedenini ise güncel tutmamalıdır..
kişi en azından matematik ve cebir bilir.. şöyle düşünmelidir.. hayatımın maksimum süresi 80-90 yıl.. bu koca ömrün yarısından fazlası haz almadığım işleri yapmakla geçiyor.. haz aldığım işlere ise doğa, yani yaradan izin vermiyor.. vermezde.. bu dünyada bir kural vardır.. haz daima arzuyu iptal eder ve arzu ölür.. arzu edilen şeye kavuşur kavuşmaz haz ölür ve elde koca bir sıfır kalır.. daha sonra daha fazlasını arzularsın.. mesela çok zengin olmak istiyordun ve oldun.. banker oldun diyelim.. zenginliğin dillere destan.. hemen haz kayboluverir.. neden politik hükmetme gücümde olmasın ki dersin.. bir ülkenin başkanı olabilirim dersin.. diyelim ki bir ülkenin başkanı oldun.. daha sonra hemen dersin ki neden dünyaya hükmetmeyeyim? neden ülkemi süper güç hatta dünyaya hükmeden devlet yapmayayım? hadi diyelim oda gerçekleşti.. bu seferde neden galaksiye hükmetmeyeyim diyeceksin.. galaksiye hükmetsen bu seferde evreni isteyeceksin.. evrenide alsan bu seferde neden yaradan ben değilimde o diyeceksin,, nefsaniyetin sınırsızca büyüyecek ve daima bir hayaleti kovalayacaksın..
aslında doğanın, yani Allah'ın kanunları basittir.. insan almak için değil vermek için yaratılmıştır.. bu öyledir çünkü kökü öyledir.. onun kökünde almak değil vermek var aslında.. yani insan mutluluğu yanlış yerlerde arıyor.. insanın kökü yaradandır, doğadır, Allah'tır.. insanın fıtratında almak değilde vermek olduğuna göre kişi şöyle düşünmelidir.; cansız seviyedeki arzularım bana doğanın, yani yaradanın bir zorlaması.. illede almamı söylüyor.. fiziksel mevcudiyetimi sürdürmek için almalıyım.. fakat kendim içinde değilde yaradanıma memnunluk vermek için almalıyım.. Allah rızası için almalıyım.. kendim için olan tüm arzularımı onun içine çevirmeliyim.. bir çeşit hidayet ve ıslah programına girmeliyim.. çünkü akıllı insanlar öyle yapar demelidir.. zaten hastalık ve yaşlılık gerçeği varken bundan daha akılllıca bir karar alınamaz demelidir.. gerçektende öyledir...