Şeytan; Hür ve Sadık Bir Aşık

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
İslam içrekçiliğinde, iblis'in Adem'in önünde secde etmemesinin sebebi olarak iblis'in kibri gösterilmez. Tam tersine o, Tanrısını, başka bir varlığa, onun tarafından yaratılmış bir varlığa secde etme saygısızlığını gösteremeyecek kadar çok sevmektedir. Yani bazı ravilerin söylediği gibi iblis, Tanrılık taslamamış tam tersine Tanrının tekliği ilkesine her ne pahasına olursa olsun sadık kalmıştır. Emre karşı gelmiştir ama Tevrat'ın sınayıcı meleğinin tam tersine, sınandığını düşünen bir melektir; itaatsizlik ederek sadece inancına olan bağlılığını ispatlamıştır. Böylece iblis, bir değişmezlik simgesi olarak belirir, bu anlamda insanın karşısında yer alır. Çünkü insan değişip bozulur. O sınavı geçmiştir ve işte Allah'ın iblis'in Kıyamete kadar yaşamasına izin vermesindeki anlam budur. Ve Tanrının bir hizmetkarı olarak görevine devam etmektedir. O sadakatini göstermek için itaatsizlik etmiştir. Ne trajiktir ki, imanını imansızlıkla göstermek zorunda kalmıştır.



Bu tür bir yoruma temel oluşturan ilk fikir, ehlibeyt imamlarından Caferi Sadık'a (öl. 148/765) atfedilir. Bu fikir, Allah'ın kullarını sınayıcı davranışlarının varlığına dayandırılır.İblis'e, Adem'e secde etmesini emrettiği halde aslında secdenin yapılmasını irade etmemiştir. Eğer iblis'in secde etmesini gerçekten isteseydi, iblis'i secde ettirmeye gücü yeterdi. Aynı şekilde, Adem'in, malum ğaçtanyemesini yasaklamıştı; ama iradesi ağaçtan. yenmesi yönünde idi. Eğer ağaçtan yenilmesini istemeseydi Adem yemeyecekti.



Caferi Sadık'a atfedilen bu sözleri daha da geliştirilmiş bir şekilde Hallac'ın düşüncelerinde buluyoruz. O bu noktadan hareketle iblis figürünü ters çevirmiş, ona itibarını iade etmiştir. ,Böylece Tanrı hizmetkarı Şeytan imgesi geri dönmüştür. Allah bir sınayıcı olarak, bazen tuzak da kurmakta ve gerçek inananların bu tuzaklara yakalanmamasını arzulamaktadır. Bu yüzden bir irade ve emir ayrımı ortaya çıkmaktadır. Hallac, ibilis konusundaki islam içrekçiliğininfarklı görüşünü, işte bu temel prensibe dayandırmıştır. Ona göre, Allah'ın emri ile gerçek gayesi her zaman örtüşmeyebilir. Yani bazen emri başka, iradesi başkadır. Bir şeyi istemediği halde onu emredebilir. İçrekçilere göre bu inceliği anlamak evrene derin bakmayı gerektirir. Hallac'tan etkilenen Abdülkerim el-Cili (ö. 1428) bu kavrayış inceliğini yine ince bir yorumla ifade eder. Ona göreiblis'in bu kavrayış duyarlığını gösteren incelik şu noktada düğümlenmektedir: Allah ona,niçin secde etmediğini sormamıştır; ona, engel olan şeyin mahiyetini sormuştur. iblis de emrin sırrına uygun bir cevapla: "Ben ondan hayırlıyım" demiştir. Yani Allah ve iblis diyalogu son derece derinden işleyen bir diyalogtur aslında. Konuşmanın yüzeyinde ne olup bitiyorsa derinliğinde tam tersi olmaktadır.



Hallac, iblis'e verilen Azazil ismini de şöyle yorumluyor: "Azazil kelimesindeki 'ayn' [ayn, Arapça 'u lvi' ve 'ali' kelimesinin ilk harfi] 'iblis'in gayesinin ululuğuna, 'za' ['ziyade' kelimesinin ilk harfi] Ihimmetindeki değerin fazlalığına, 'elif ['ülfet' kelimesinin ilk harfi] ülfetinin büyüklüğüne, ikinci 'za' [zühd] makamı için gösterdiği zühde, 'ya' [ben, beni, bana] kendi ululuk ve yüksekliğine sığınmasına, 'lam' ['mücadele' ve 'bela'] ıstırap ve imtihanındaki mücadelesine işarettir.



İblis'e yönelik bu düşünceler, tasavvuftaki şu düşünceyi çağrıştırıyor. Bedreddin Simavni, Varidarında şöyle dile getirmişti bunu: "Bir salik, küfür katına ulaşıp da o katı aşmadıkça tam Müslüman olamaz. Bu kat iki çeşit islam (Müslümanlık) arasında bir geçit olduğundan, orada duran salik zındık olur. Bu duruştan Tanrıya sığınırız. Ben de o kata ulaştım ve orada birçok zamanlar kaldımsa daçok şükür inayet-i ezeliyenin yardımıyla orayı geçerek selamet kıyısına çıktım"Tasavvufa göre, kötülük, iyiliği tamamlayan bir şeydir imtihan ancak onunla mümkündür. Muhasibi ve Hallac derler ki, 'yaradılış (hilkat) inayetin eseridir. Eğer Allah insana tecrübe hürriyetini vermeseydi aksiyonun ne değeri kalırdı. Allah kendine hizmet edeni (Hadim) sevdiği zaman onu tecrübe eder.'



Tasavvuf doktrininde ıstırap, felaket, doğal itaat kanunundan daha geneldir. Istırap bizzat varlıktır; saadet ondan doğar.

Çünkü varlık fiildir ve fiil mihnettir. Ancak tahakkuk ettiği zaman saadet olur. işte bu tahakkuka mistikler ayn-ül-cem diyorlar. Allah, sevdiğine ıstırap çektirir hükmü mutasavvıfları paradokslara sevk etmiştir. Allah'tan en uzak olan, ona ulaşma şevkini en çok duyandır. Şu halde AlIah'ın sevgilisi iblis'tir.



HaIlacın görüşlerini daha başkaları da izledi ve ondan etkilendiler. Ferideddin Attar, Ilahiname isimli eserinde, iblis'i vefakar bir muhib, sadık bir aşık ve fedakar bir yiğit olarak tasvir eder. Onu, Hak'tan başkasına boyun eğmeme ve secde etmeme uğrunda ebedi azabı göze alan bir aşk kahramanı olarak tanıtır. Ihya'nın yazarı imam Gazali'nin oğlu Ahmed Gazali, Hallac'ın aşk ve 'iblis yorumlarından etkilenerek aynı düşünceyi sürdürdü. iblis'i sadık ve kararlı biraşık olarak tasvir etti. iblis, Ianetlenmeyi göze alarak, Allah'a secdeyi ikinci bir varlıkla paylaşmamış, Allah'a aşkını bir başka varlıkla bölüşmeyi kabullenmemiştir. Ona göre, "Tevhidi, iblis'ten öğrenmeyen kafirdir:' Dolayısıyla iblis velilerin en büyüklerindendir. Başka bir ifadeyle iblis kovulmadan önce nasıl Allah'ın dostuysa, itaatsizliği yüzünden kovulduktan sonra da yine öyle kalmıştır. Çünkü o AlIah'ln emrini doğru anlamış, emri, yerine getirmeyerek yerine getirmiştir. Bir günahkar haline gelerek günahsızlığını göstermiştir. Kısacası, Gazali'ye göre, iblis'in suçu aşkının bir eseridir. Bunun içindir ki iblis'i: "Ayrılığa düşmüşlerin, aşıkların yüz akı" diye anmıştır. Ahmed Gazali'nin "öğrencisi Aynulkudat, Muhammed'in nurunu güneşe benzetiyor, iblis'in ışığını ise güneşten sürekli ışık alan ayın aydınlığına benzetiyor Söylemeye bile gerekyok, bu iblis yorumları bir iblislik olarak yorumlanmış ve bu, düşünürlerin çoğunun katline neden olmuştur.



Muhammed ikbal de yine Hallac'tan hareketle Cavidname'de şunları söylüyor iblis hakkında: "Biz cahiliz ama o, varı ve yoğu bilir; bize o sırrı, onun küfrü açtı Aşık olmak onun ateşi sayesinde yanmak demektir; onun ateşi olmadan yanmak, yanmamak demektir. O, aşk ve hizmette daha eski;.olduğundan dem onun sırlarına mahrem olamamıştır. Kendisinden tevhidi 'öğrenmek için taklit gömleğini yırt!"



Ayrılık ehlinin üstadıdır iblis. O, aşkı daha heyecanlı, aklı daha kavrayışlı kılmıştır. Baştan başa yanlıştır o ve yalnızdır. Ama neyse de odur. Bu anlamda hem rint ve molla, hem hakim ve derviştir; amellerinde çok gayretli zahidier gibi davranır. Onun yaratılışı vuslat zevkini bilmez; onun zühdü, sonsuz cemali terk etmektir.Yanlışlıkta dosdoğrudur. Karanlığıyla ışıtan iblis, Hakk'ın varlığını inkar etmemiştir; gözü dışa değil içe açmış, sözü dışa değil içe etmiştir.



Adem'in yoldaşıdır; yol dışında yürüyen bir yoldaş,.dikenli bir yolda yalın ayak bir yolcudur. ,Allah'a yaklaşmak için Şeytandan uzaklaşmak gerekir ama yine de Tanrı kadar yakındır bize. telkinleri ile asıl niyeti bir mıknatısın iki ayrı kutbu gibidir. Telkini kendisine çeker sizi, niyeti -tanrıya doğru iter. Kendini terk edecek dostlar aramaktadır o. Yalnızlığı da buradadır. O öyle bir avcıdır ki, avını ölümsüzleştirmek için tuzağına yem olarak kendini koyar. Av yöntemi, her av için kendinden bir parçayı yem yapmayı gerektirir..



İslam içrekçiliğinin iblis'i kendini Tanrıya kurban etmiş bir melek, trajik bir kahraman, yalnız bir bilge, sadık bir aşıktır. Tanrı- Şeytan kutupsallığı varoluş için gerekli görülmektedir. Bu anlamda iblis, karşıt kutup olarak, özlem, özgürlük, ayrılık, isyan gibi niteliklerle belirmektedir.



Muhammed ikbal, Cavidname'sinde, iblis, Tanrının birliğine inanmakla kalmaz, aynı zamanda insanlara seçme özgürlüğünü öğretir. Onun itaatsizlik etmesi ve Adem'i baştan çıkarıp cennetten kovdurması, insana iyi ile kötü arasındaki farkı görme ve bunların arasından seçim yapabilme yeteneği kazandırmıştır. ikbal'in eserinde iblis hiçbir zaman Allah'ın düşmanı değil, insanın düşmanıdır. Ama bu insan kötücül bir insandır. Adem'in ilk günahı insanın seçme özgürlüğü içingerekliydi ve bu yüzden de Kuran'da bu ilk günah affedilmiştir. Ama insan günah işlemeye devam ediyor; dünyada yaşadığı sürece de edecek. Fakat ikbal bir çelişkiye düşer sonunda, iblis'in onu Müslüman etmekle öldürüleceğini söyleyerek yapar bunu. Ama o Müslümanlığını gayrimüslimliğine borçlu tek Müslüman değil midir. O değil midir küfürle övgüler yağdıran. Onu Kur'an'ın kılıcıyla öldürelim diyor ikbal. Bir Müslümanı katletmek olmaz mı bu? Sonra hiç adil değil. Çünkü o hiçbir zaman doğrudan katletmedi.İçimizdeki katilin ihbarcısı o; o katilin katli yine bizim elimizde. Bizi bize ispiyonlamıyor mu iblis.



İblis'i öldürmenin yolu İdris'i öldürmekten geçmiyor mu? Bu da onun varlığını kaçınılmaz kılmıyor mu? Şeytanı öldürmek demek başlangıçtaki, bilgisiz, özgür iradesiz insanlık durumuna dönmek demek değil mi? Şeytani telkin, içinden geçeceği kulak bulamadığı gün iblis de ölmüş oIacak. Şeytanı taşlarken ağlamıyorsa bir insan, müslim değildir. İşte budur Müslümanın trajedisi.



Ergun KOCABIYIK



"Açtığım yerden emin değilim, affola "
 

can-dan

Kayıtlı Üye
Katılım
12 May 2010
Mesajlar
310
Tepkime puanı
66
Konum
İZMİR
Bakalım yarattıklarını en iyi bilen Yüce ALlah şeytanı bizlere nasıl anlatıyor.

SAD SURESİ

71. Hani, Rabbin meleklere şöyle demişti: "Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım."

72. "Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin."

73. Derken bütün melekler topluca saygı ile eğildiler.

74. Ancak İblis eğilmedi. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu.

75. Allah, "Ey İblis! "Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?" dedi.

76. İblis, "Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın" dedi.

77. Allah şöyle dedi: "Öyle ise çık oradan (cennetten), çünkü sen kovuldun."

78. "Şüphesiz benim lanetim hesap ve ceza gününe kadar senin üzerinedir."

79. İblis, "Ey Rabbim! Öyle ise bana insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver" dedi

80, 81. Allah şöyle dedi: "Sen o bilinen vakte (kıyamet gününe) kadar mühlet verilenlerdensin."

82, 83. İblis, "Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım" dedi.

84. Allah şöyle dedi: "İşte bu gerçektir. Ben de gerçeği söylüyorum:"

85. "Andolsun, cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım."

86. (Ey Muhammed!) De ki: "Bundan (tebliğ görevinden) dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ben kendiliğinden yükümlülük altına girenlerden değilim."

87. "Bu Kur'an âlemler için ancak bir öğüttür."

88. "Onun haberlerinin doğruluğunu bir süre sonra mutlaka öğreneceksiniz."

Yani,'' Andolsun, biz Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?[KAMER 17, 22, 32, 40]

'' Düşünesiniz diye Allah size âyetlerini böyle açıklamaktadır.!'' [BAKARA 242]

diyen Yüce Allah'ım şeytanın kovuluşunun kesinlikle büyüklenmekten,kibirden kaynaklandığını ,Allah ''Neden ?''diye sorunca da yalana başvurarak ''ben daha hayırlıyım ''diye cevap verdiğini görüyoruz.

Sad suresinde yazılanları da apaçık olarak anlarsak, herşey ortada zaten .Farklı yorumlara ,zorlama anlamlara girip şeytanı melekler üstüne çıkarmanın ne büyük haksızlık ve günah olduğuna kesinlikle inanıyorum.

Bence bunlar satanistlerin uydurmaları.Bu tuzaklara düşmemek için kitabımızı gerçekten öğrenmek ve uygulamak amacıyla derin derin okumalıyız diyorum.
Allah'ım hepimizin de ilmini arttırsın ,hayırlara erdirsin inşaAllah..AMİN....Sevgiyle kalın...
 

La-edri

Kayıtlı Üye
Katılım
21 Haz 2010
Mesajlar
2,195
Tepkime puanı
509
Seytan kibirlenip Allah'in emrine ters düsmüs..
Sebebi ise Adem'in seytandan ustun yaradilisidir.
Sana en yakin ben olmaliyim, sana halife ben olmaliyim derken, esasinda kibirlenip itatkarsizlik etmistir. Ask ise böyle bir sey degil. Ask karsiliksiz ve bir bir amac gütmeden siddetli muhabbettir.
Ayet-i kerimede Allah Riza'dan bahseder, riza icin önce kulun Allah'dan razi olmasi lazim.Sonra Allah razi olur.
Kul ise asik ise razidir, razi ise asiktir..
Peki seytan razimi? Yada Razi olmus olsa idi acaba Ya Rabb Sen bilirsin demesi icab etmezmiydi, secde meselesinde... Razi dahi olamamiski, asik olsun..

Buda benim fikrim..
 

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Değerli arkadaşlarım, katılımlarınız için teşekkür ediyorum.Alakalı bulduğum iki yazı daha eklemek istiyorum.


"İblis ve Şeytan kelimeleri büyük bir ihtimalle, Grekçe diabolos ve İbranice satan kelimelerinden türetilmiştir. Satan kelimesi Arapçaya Habeşliler vasıtasıyla girmiştir. Bu kelimenin yabancı menşei göz önünde bulundurulduğunda şeytan düşüncesinin tamamen Arap çok tanrıcılığa yabancı olduğu, gerçeğe oldukça uygundur.

Bazı kelamcılar, iblis ve şeytanın iki ayrı varlık olduğunu açıklasalar da; açık bir şekilde bazı ayetlerde bu iki kelimenin, birbirlerinin yerlerine kullanılıyor olması bu düşünceyi çürütmektedir. Bununla birlikte İblis terimi Şeytan teriminden daha az kullanılmıştır; Kur’an-ı Kerim’de sadece dokuz yerde geçmektedir. Bunlardan birisi hariç, her zaman Âdem aleyhisselâma, secde etmekten kaçınan “asi varlık” (iblis) kıssasında geçmektedir. Bu istisnada Şeytan ismi, basit bir sıfat olarak kullanılmıştır. [27]Dünyâya anlar gelmedi, geldiyse de eğlenmedi,
Şeytân oları görmedi, anda olar pinhân kamû

Dünyâya onlar gelmedi, geldiyse de eğlenmedi,
Şeytân oları görmedi, dünyada gizli olur kamû

“Dünyaya anlar gelmedi”, evet Ahadiyet-üs-seyr olanlar, yani vahdet zevkiyle Hakk’a ulaşanlar hiç dünyâya gelmedi demektir. Onları dünyâda görürsün velâkin onlar çocukluğundan Hakk’ladır. O gibi kimse şimdi dünyâda olur mu? Olmaz, geldi ise de eğlenmedi


“Şeytan onları görmedi”, de olan zahiri durum dâimi zikir sahibinden şeytân bir mil mesâfeden uzak durmasıdır. Bu mesâfe Dörtbin adımdan fazla olup, daha yakından yaklaşamaz. Bazı muvahhid dâimî zikirde olmayınca kalbi gâfil kalır. İşte o kimseye şeytan Cem makâmına kadar musallat olur. O kimse Cem makâmına ayak basınca çekilir. İşte dünyaya gelip de eğlenmeyen ve şeytânın kendilerini görmedikleri kimseler bunlardır.



Türkelili Küçük Hüseyin Efendi anlatıyor ki:

Mürşidim Hacı Hasan Darendevî (hyt: 1984) kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz efendim bir ziyaretimde evvelki sohbetlerimizdeki gibi çay yaptırdı. 2 saat sohbet buyurdu ve dedi ki:

“Allah Teâlâ başımdaki saçlarım teli adedince sırlarını keşfedecek zekâ akıl nimeti ihsan etti. Acizliğimi de bilmeyi de lutfetti. Bu güne kadar Hakk’tan ayrı olmadım. Şeytan bizi görmedi. Salihleri Allah Teâlâ hıfz eyledi ve miraçta Allah Teâlâ buyurdu.

“Habibim hiçbir nebiye nasib olmayan lütfum sana nasib oldu. Birde ümmetini araya koydun. Ümmetinin salihlerini de nebilerimle bile ümmetinin salihlerini de namazda andırdın.”



Bu sözlerden anlaşılıyor ki, salihlerin şeytan tarafından görülmediğidir. Bu görmeme deki mana ise şeytanî ve şerli işlerin salihler tarafından işlenilmemesidir. Bu kuvveti bulamamak demektir.



Muhyiddîn İbnu’l-Arabî kaddese’llâhü sırrahü’l-azîze göre iblis, Bu hususiyeti ile âlemleri kuşatmıştır ve onun hükümranlığı altında sayılamayacak kadar ruhlar mevcuttur ki, hepsi idlâl ve iğvaya memurdurlar. Bu ruhlar, tabiat âleminde bütün eşyaya, her şeye sirayet etmiştir ve hatta insanın tabiatında dahi şeytanî bir “kuvve” vardır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin:

“Her kimse ile beraber bir şeytan doğar ve ben, benimle beraber doğan şeytanı İslâma getirdim” buyurmaları da insan nefsindeki bu “kuvve”ye, yani “vehm”e işarettir. (Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi, c.I, s.30)[28]

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, “ Ben şeytanımı Müslüman ettim,” demedikçe kimse ona iman etmedi. [29]



Beyit:

Bu yolda yüz bin tane Âdem yüzlü İblis var.

Her insan yüzlüyü sakın insan sanma.[30]



Bir şeyin tecelli etmesi o sıfatın zuhur edeceği vücudu bulması gerekmektedir. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği üzere şeytanın etkisi avanesi olduğundan salihlerin şeytan ile bir birlikteliği olmamaktadır.

İblis: “Ya Rab! O halde insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.” dedi.

Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Haydi sana mühlet verildi!” O belli vaktin gününe kadar. İblis:

“Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka aldatır, saptırırım.” “Ancak içlerinden ihlâs ile seçilmiş has kulların müstesna.” dedi.[31]



Ana girerse bir kişi gider gönülden teşvişi,
Başına bu devlet kuşu konan olur Sultan kamû.

Ona girerse bir kişi gönülden karışıklığı gider,
Başına bu devlet kuşu konan olur Sultan kamû.



“Gönülden teşvişi” bırakmak öyle bir noktaya varır ki rızkını dahi talep etmekte tevekkülün son derecesine kavuşur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;

“Eğer sen onun peşine gitmezsen o sana gelecektir. Yani gönderilecektir.” [32] “Müstağni olanı Allah Teâlâ zenginleştirir
 

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Alıntı 2


“(…)Hallac’ın konuşmaları Şeytan’ın savunulması değil, “ŞEYTAN” ismi ile ne anlamamız gerektiğidir.

Hallac, Şeytan’ın varlığını inkar etmemiştir. Tam aksine İslam’daki Şeytan kavramının, Allah ile çatışmaya giren ilkel dinlerin ve tekrar ilkelleşmiş olan tek tanrılı dinlerin şeytan anlayışından tamamen farklı olduğunu kanıtlamıştır. Kur’an’daki anlatımın mecazlardan sıyrılarak anlaşılması gerektiğini izah etmiştir…”

* * *
11-) Ve lekad halaknaküm sümme savvernaküm sümme kulna lil melaiketiscüdu liAdeme, fesecedu illâ ibliys lem yekün mines sacidiyn;

(Ey Ademoğlu) andolsun (ki) sizi halkettik (insani manayı takdir ve izhar ettik)… Sonra sizi tasvir ettik (sûretlendirdik)… Sonra melaike’ye (kuvvelere): “Secde edin Adem’e” dedik… İblis (vehim) hariç (hepsi) secde ettiler… (O) secde edenlerden olmadı.

12-) Kale ma meneake ella tescüde iz emertük kale ene hayrun minhu, halakteniy min narin ve halaktehu min tıyn;

Buyurdu: “Sana emrettiğimde seni secde etmekten ne menetti?”… “Ben daha hayırlıyım ondan; beni Nar’dan (manyetik beden?) halkettin, onu tıyn’den (hücresel yapıdan) halkettin” dedi.

13-) Kale fehbıt minha fema yekûnü leke en tetekebbera fiyha fahruc inneke mines sağıriyn;

Buyurdu: “(O halde) in oradan!.. Orada büyüklük taslamak senin için olacak şey değildir… Çık!.. Muhakkak ki sen küçülenlerdensin”.

14-) Kale enzırniy ila yevmi yüb’asun;
“(İnsanların) ba’solacakları güne (vefatlarına) kadar bana mühlet ver” dedi.

15-) Kale inneke minel münzariyn;
Buyurdu: “Muhakkak ki sen mühlet verilmişlerdensin”.

16-) Kale feBima ağveyteniy leak’udenne lehüm sıratakel müstekıym;
“Beni (B sırrınca) sapıttırmana (mukabil, sebebiyle, onun gereği) yemin ederim ki (Hakkın Zatından gafil?), elbette senin sırat-ı müstakiym’ine onlar için oturacağım (onlara engel olacağım; da vasıl olamayacaklar)”. ( A’RAF SURESİ- B MEAL H. GÜLER)

Hallac’ın başını derde sokan açıklamalarından birisi, belki de en başta geleni, Azazil’in yani sonradan “İblis ve Şeytan” olarak isimlenenin savunmasını yapmış olmasıdır.

Hallac’ın bu savunması karşısında dönemin devlet idaresinde etkin olan “yüzeysel şeriat bilginleri” verecek cevap bulamamışlardır. Ancak; “Bu sözler küfrü icâp ettirir ve katli câizdir” fetvasını tekrar ederek zaten ölümü kesinleşmiş olan Hallac’ı bir kez daha ölüme mahkum etmişlerdir.

“Derme çatma mahkeme” heyetinden başka “asil bir mahkeme” daha vardır ki asıl yargılama ve hüküm orada verilir. Bu mahkeme insanlık ile birlikte kurulan “halk mahkemesi” olan “halkın gönlüdür”. Hallac’ı halkın gönlü öyle bir yargılar ki “şehit” hükmünü verir ve “ halkın gönlüne defnedilir”. Şehitlerin diri olma sırlarından biri de budur. Halkın gönlüne giren Hak’kın gönlüne girmiş olacağı için “ebedi diri” hükmünü alır. Şimdi Hallac’ın muhteşem “savunmasını” inceleyelim.

Azazil ve Âdem ve diğer melekler yok iken,
sadece Allah var idi.
Allah, kendisine ibadet edecek ve isyan edecek
kendinden “başka”
iki varlık daha olsun diledi.
O’nun dilemesi “olmak“ tır.
Olan O’nun ilmidir.
Olmak, başkasını yaratmak değildir
Yaratmanın sırrı budur.
Allah,
ezeli itaat ve ebedi kulluk halinde kalan melekler olarak
teklik’ten
(ahadiyetten);
sayısız sonsuz melekler olarak
çokluk (kesret) âleminde tecelli etti.
Bundan dolayı “melekler” Hak’tır.
Allah;
kendisine “evvel”de itaat
“şimdi”de isyan
ve
sonsuza kadar da isyanına devam edecek
varlık olsun diledi.
Allah’a, kendisine ezelde isyan eden bir varlık olamazdı.
Çünkü ezelde sadece kendisi vardı.
Fakat Allah’da
ezelde kendisi ile birlikte var olan
“isyan”edeceklerin ilmi mevcuttu.
Bu isyan ilmi ile birlikte mevcut olan “itaat” ilmi de vardı.
İsyanın itaate, itaatin isyana dönüşebilmesi de vardı.
Tüm bu ilimler birleşerek ”AZAZİL“ mânâsı ZAHİR oldu.
Bundan dolayı
AZAZİL’in
BÂTIN’ı, ZÂHİR’i, EVVEL’i ve ÂHİR’i
HAK’tır.
HAK kendisindeki “ÂSİYE” (isyan eden itaat etmeyen, başkaldıran) mânâsına İBLİS libasını giydirerek
“BÂTIL” boyutuna Şeytan yansıması yarattı.
Hak, ona “secde et” diye emir verdi;
İblis, “Senden gayrıya secde etmem” dedi.
Hak, “O halde ebedi olarak ben’den uzaklaştırılacaksın” dedi.
İblis, yine aynı cevabı verdi; “Sen’den başkasına secde etmem!“
Ve İblis şu şiiri okudu:

“İnkârlarım seni takdis
aklım, önünde tehvis (hevesle itaat halinde)
senden ayrı bir şey mi ki Âdem?
orta yerde kimmiş iblis?
senden başkasına yok benim yolum
seni seven boynu bükük bir kulum”

“Secde et” emrine “melekiyet” tecellileri hemen uydu.
Çünkü melekler sadece itaat kökenli esmadandı.
Bu arada;
evvel, âhir, zâhir, bâtın…
zât, sıfat, esmâ, ef’al
ve
itaat ve isyan…
vahdet ve kesret…
asıl ve tecelli…
gibi bir ayrıma düşmeden
Allah,
Hak olarak
İNSAN gerçeğinde
kendisine secde eden ve secde etmeyen mânalarını seyrediyordu.
İnsan;
tüm esmayı kendisinde seyretti.
Hiçbir var oluş ve tecelli ile sınırlanamayan
Allah ismi ile işaret olunanın
Hak, Batıl, Âdem, Melek ve İblis
olarak kendi nefsinde “cem” olduğunu fark etti.

Hak, Şeytan’a sordu; ”Kibirlendin mi?”
Şeytan cevap verdi;
“Seninle birlikteliğim sonradanlık şeklinde olsaydı
senden ayrı fakat senin mahlukun olarak kibirlenmek bana yaraşırdı.
Halbuki benim seninle olan birlikteliğim ezelidir.
Bundan dolayı kibirlenen ben değilim sensin ! “
Ve şu şiiri okudu;
“Ondan üstünüm ben!
Hizmetim ondan kıdemli
Şu âlemlerde seni benden iyi tanıyan var mı ki?
Benim sende muradım
Senin de bende muradın var.
Ve senin beni isteyişin daha eski.
Ya senden başkasına secde etseydim?
Secde etmeyince aslıma dönmem gerekti.
Çünkü sen beni ateşten yaratmışsın.
Bu bir gerçek.
Ve ateş ateşe dönecek
Netice olarak,
Takdir edip seçme senin elinde.
Ne kaldı kopacak, ne var korkacak?
Nasıl olsa uzak düşmüşüm sana
Anladım bir bana, yakınla uzak,
Sevgiyle ayrılık olur mu yoldaş?
Ayrıldım, ayrılık oldu arkadaş.
Ey tek kudret, sana hamd sana senâ
Seçkin bir kul eğilmez başkasına.”

Şeytan’ın kendisinin Âdem’den eski olduğunu, hizmetinin daha kıdemli olduğunu söylemesi zamansallıkla ilgili değildir.
Üstünlük iddiasında da (kendine göre) haklıdır. Bazı yönlerden (kendine göre) üstündür.
Mesela tenzih;
(Allah’ın varlığı yanında başka varlıklar kabul etmemek)
ve
teşbihte
(varlıkların Hak’kın tecellileri olduğunu kabul etmek)
o an için Âdem’den daha üst bilgiye sahiptir.

Tenzih ilminde, kendi varlığının Allah’dan ayrı bir varlık olmadığını bilir. Allah’ı başka varlıkla var olmaktan böylece tenzih eder.

Teşbih ilminde, kendi sanal varlığının ÂSİ kökenli esmâ topluluğu olduğunu bilir. Böylece kendi varlığının Hak olduğunu teşbih eder.

Âdem, Şeytan’ın bu ilmine onda olmayan başka bir ilimle cevap verir. Bu ilim aslında tenzih ve teşbih ilminin birleştirilmesi olan TEVHİD ilmidir.

Âdem; Allah’ın tecelli etmek (teşbih) ve tecelli etmemek(tenzih) gibi bir durumu olmadığını, her an kendisi olarak var olduğunu TEVHİD ilmi ile bilir. Böylece melek ve şeytan kavramlarının kendi hakikatindeki itaatkarlık ve isyankarlık kuvvetleri olduğunu fark eder.

Şeytan’ın kendisine secde ettiğini görür
ama Şeytan secdesinin Allah için olduğunu itiraf edince
“secde etmedi” kabul eder.

Ve şeytan’ın secdesinde
“Ey âdem! Zâhiren secdem seni meydana getiren esmâ topluluğunadır.
Yoksa senin toprak varlığına değildir.
Secdem sana değil Hak’kadır.
Sen kendini Âdem olarak görüyorsan secdem sana değildir.
Sen kendini Hak olarak biliyorsan secdem Hak’kadır.
Her halükarda secdem sana değil Hak’kadır !”
Dediğini işitir.

Melekler ise hiçbir yorum yapmadan secde etmişlerdir. Çünkü melekler Hak’kın varlığını hangi isim ve resim altında olursa olsun tanırlar ve secde ederler. Meleklerin boyutunda tek varlık Hak’tır. Hatta melekler hâlâ Âdem’in varlığından dahi haberdar değillerdir.

Âdem ise meleklerin, Şeytan’ın ve kendisinin var olmadığını, var olanın Hak olduğunu TEVHİD ederek ezeli ve ebedi yalnızlığını yaşamanın hüznü ile dolu olarak GÖZ YAŞI (ilim, irfan) dökmektedir.

Hallac, varlığın hakikatini “ ÇIPLAK KELİMELERLE ” ortaya dökünce birazcık aklı olan herkes MÂRİFET’den payına düşeni anlar.
Hallac’ın meczub olmadığını, hakikata tam uyanmış olduğunu, aklı başında hatta “ilahi akıl”a (küllî akıl-evrensel akıl) ulaştığını anlarlar.

Hallac’ın konuşmaları Şeytan’ın savunulması değil “ŞEYTAN” ismi ile ne anlamamız gerektiğidir.

Hallac Şeytan’ın varlığını inkar etmemiştir. Tam aksine İslam’daki Şeytan kavramının, Allah ile çatışmaya giren ilkel dinlerin ve tekrar ilkelleşmiş olan tek tanrılı dinlerin şeytan anlayışından tamamen farklı olduğunu kanıtlamıştır. Kur’an’daki anlatımın mecazlardan sıyrılarak anlaşılması gerektiğini izah etmiştir.

Yine de tek tanrı inancından ALLAH gerçeğine yükselemeyen din adamlarının ve din adamlarının güdümündeki saltanatın,
“Şimdi de Şeytan’ın varlığını ve Tanrı’ya kafa tutuşunu inkar ediyor,
Kur’an’ı sapıkça yorumluyor,
bir kez daha ölüme mahkum edildi zındık!”
fetvası ile şehid olmaktan kurtulamamıştır
 

Immortality

Kayıtlı Üye
Katılım
21 May 2011
Mesajlar
21
Tepkime puanı
1
Bunları okuyunca insanın kafası çok karışıyor gerçekten. Bende bir alıntı yapayım :

İblis’in Kur’an’daki hikayesine muttali olduktan sonra, bu hikayedeki ilginç diyalogun gerçekten vukû bulup bulmadığı meselesini tartışmak gerektiği kanaatindeyiz. Müfessirlerin yazdıklarına bakılırsa Allah ile İblis karşılıklı konuşmuştur. Hatta müfessirler Allah’ın İblis ile bizzat konuştuğuna o kadar inanmışlar ki, bu konuşmanın ne anlama geldiğini kavramak için zihinlerini epeyce yormuş-lardır. Mesela Fahreddîn er-Râzî (ö. 606/1209) kendince çok önemli olan şu soruyu cevaplamaya çalışmıştır: “Büyük peygamberlerden hiçbiri İblis’in konuştuğu kadar Allah’la konuşamamıştır. Oysa Allah Musa’yı, ‘Ne zaman ki Musa belirlediğimiz vakitte geldi ve rabbi ona hitap etti.’ (7/A‘râf 143) ve ‘Allah Musa ile konuştu’ (4/Nisâ 164) demek suretiyle ona kendisiyle konuşmasından ötürü değer atfetmiştir. Allah ile konuşmak büyük bir şeref-onur sahibi olmak anlamına geliyorsa, bu büyük onur niçin en yüksek düzeyde İblis’e verilmiştir? Yok eğer bu büyük bir şerefe nâiliyet değilse, Allah bunu niçin Musa için tam bir teşrif sadedinde zik-retmiştir?”
Râzî hikayeyi gerçekten vukû bulmuş bir diyalogun aktarımı olarak telakki ettiği için ister istemez şunları da söylemek zorunda kalmıştır: “İblis’in Âdem’e saygı göstermeye yanaşmaması ve ona düşmanlığı sebebiyle lanetlenmesinden dolayı Âdem İblis’i çok iyi tanımasına rağmen nasıl oldu da aynı yer ve ortamda İblis’in sözüne kandı ve nasıl oldu da rabbi ve yardımcısı olarak bildiği Allah’ın sözüne kulak asmadı? Her kim bu mesele üzerinde kafa yorarsa derin hayretlere düşer ve sonuçta kıssanın şu gerçeği vurguladığını idrak eder: Delil (kılavuz-akıl) ne kadar açık ve güçlü olursa olsun, Allah takdir etmedikçe hiçbir fayda sağlamaz.”
İblis’in hikayesi lafzen yorumlandığında Razî’nin ulaştığı sonuç mukadder-dir. Fakat, kullukla sınanma tecrübemizin startını ilâhî iradenin tamamen keyfî tasarrufuna ircâ etmek, dolayısıyla İblis ve Âdem’i irade ve eylem yönünden görünüşte hür ama gerçekte mecbur olan birer piyon mesabesinde görmek ve nihayet işin içinden çıkamayıp, “Ne yapalım, Allah böyle takdir etmiş” demek, hem insanı zavallı bir varlık durumuna düşürmekte, hem de bu dünyadaki varoluş tecrübemizi anlamsız kılmaktadır. Oysa hakikat böyle değildir. Daha açıkçası, ibadet ve ubûdi-yetle imtihanımızın menatı, Allah ile İblis arasında cereyan eden polemiğe indir-genebilecek kadar basit ve yüzeysel olmamalıdır. Bu sebeple, söz konusu kıssa/ hikaye literal düzeyde anlaşılmamalıdır. Aksi halde İblis’in, adeta bir Bektâşî man-tığıyla ürettiği şu çetin sorulara cevap bulma zarureti hâsıl olur:
İblis [meleklere]: “Ben Allah Teâlâ’nın hem benim hem de insanların ilahı olduğunu, O’nun [her şeyi] bildiğini ve her şeye gücünün yettiğini, kudret ve meşîetinden sual olunmadığını, bir şeyi yaratmayı dilediğinde ona sadece “Ol” dediğini ve o şeyin vücut bulduğunu ve O’nun hikmet sahibi olduğunu kabul ettim. Ancak Allah’ın hikmetine ilişkin bazı so-rularım var.” deyince melekler, “Soruların nedir ve kaç tanedir?” diye karşılık verir. Bunun üzerine İblis “yedi tane” der ve şöyle devam eder:
1) Her şeyden önce, Allah, yaratmadan önce ne yapıp edeceğimi bildiği halde beni niçin yarattı? Beni yaratmasındaki hikmet nedir?
2) İradesinin muktezasınca beni yarattı. Peki, [Allah açısından] itaatimin bir faydası, isyanımın da bir zararı olmadığı halde beni niçin kendisini bilip tanımak ve itaat etmekle mükellef kıldı? Böyle bir mükellefiyetin hikmeti nedir?
3) Beni yarattı ve mükellef kıldı. Ben de mükellefiyetim gereği O’nun [ulûhiyyetini] tanıdım ve itaat edilmesi gerektiğini anladım. Peki öyleyse beni niçin Âdem’e secde etmekle yükümlü kıldı? Benim Allah’ı bilip tanımama hiçbir katkı (ziyadelik) sağlamadığı halde böyle bir özel tek-life muhatap olmamın hikmeti nedir?
4) Beni yarattı ve genelde [kendisini bilip tanımakla] mükellef, özelde de Âdem’e secde etmekle mükellef kıldı. Peki Âdem’e secde etmeyince beni niçin lanetledi ve cennetten kovdu. Tek günahım (!) “Senden başka hiçbir varlığa secde etmem” demek olduğu halde Allah’ın beni lanet-leyip cennetten kovmasının hikmeti nedir?
5) Beni yarattı ve hem genel hem de özel olarak mükellef kıldı. İtaat etmeyince de lanetleyip [cennetten] kovdu. Peki öyleyse beni niçin ikinci kez cennete girip Âdem’e ulaşmama ve onu vesvesemle aldatmama izin verdi? Eğer beni cennete girmekten men etseydi, Âdem kesinlikle benden yana rahat eder ve orada ebedî yaşardı. Böyle olmadığına göre bu işin hikmeti nedir?
6) Beni yarattı ve hem genel hem de özel olarak mükellef kıldı. Beni lanetledi ve ardından [tekrar] cennete girmeme müsaade etti. Kapatıl-ması gereken hesap Âdem ile benim aramda iken niçin onun evladına beni musallat etti? Hem de öyle bir musallat etme ki, ben onları [insanları] beni görmedikleri yerden görüyor, onlara vesvesemle tesir ediyorum. Buna karşılık onlar, sahip oldukları güç ve kuvvetle bana hiç bir tesirde bulunamıyorlar. Allah insanları kendilerini aldatacak/ayartacak bir varlığın bulunmadığı bir ontik düzlemde selim fıtrat üzere yaratsa ve onlar da tamamen itaatkar kullar olarak yaşasaydı, bu durum elbette çok daha hikmetli olurdu? Böyle olmadığına göre bu işin hikmeti nedir?
7) Tut ki bütün bunları, yani Allah’ın beni mükellef kılmasını, kendisine itaat etmeyince lanetleyip cennetten kovmasını, cennete girmek isteyince oraya girmeme müsaade etmesini, Âdem’e ilişmeme imkan vermesini, onun evladına musallat etmesini anladım ve kabul ettim. Peki öyleyse ben izin isteyince niçin bana mühlet verdi ve ben, “İnsanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” deyince bana niçin, “Sen bilinen vakte/kıyamet gününe kadar mühlet verilenlerden-sin” diye mukabele etti? Beni şu an yok ettiği takdirde Âdem ve diğer insanların derin bir “oh” çekeceğine, âlemde kötülükten eser kalmayacağına ve dahi âlemin bekası da hayır ve güzelliklerle dolu bir nizamla kâim olduğuna göre, [benden sâdır olan] kötülüklerin kol gezdiği bu âlemin mevcudiyetindeki hikmet nedir?
İblis’in kıssasında lafzî manâya itibar edildiğinde bu sorulara -ki bu sorular gerçekte insanoğluna aittir- verilecek yegane cevap, “Ben kâdir-i mutlak Allah olarak yapıp ettiklerimden hiç kimseye hesap vermem” şeklinde olur. Nitekim Şehristânî de (ö. 548/1153) bu pasajı naklettiği yerde Allah’ın aynen böyle bir cevap verdiğini belirtmiştir. Hiç kuşku yok ki, bu cevap Allah’ın değil, İslâmî gelenekte Allah’ı mutlak kudretle özdeşleştiren Eş‘ârî kelamcılarına aittir. Zira Eş‘arîlere göre iyilik ve kötülük akılla değil, nakille (sem‘-vahiy) bilinir. Buna göre iyi ve kötü gibi değerler ancak Allah’ın beyanıyla sabit olur. Sözgelişi Allah, “zina etmek güzeldir; hırsızlık yapmak fazilettir” deseydi, zina ve hırsızlık bu ilâhî beyan üzere pekâla hasen (güzel) olurdu. O’nun kudreti hiçbir sınır tanımadığı için fiillerinde sebeplilik (hikmet, illet) yoktur. Yapıp ettiklerinden hiç kimseye hesap vermediği ya da O’nu hesaba çekecek hiçbir merci bulunmadığı için, sözgelişi, cenneti hak etmiş bir mümini cehennemde yakabilir. Adalet, cenneti hak edeni cennete göndermek değil, Allah’tan sâdır olan fiilin kendisidir. Yani O ne yapıyorsa adalet odur. Nitekim sıkı bir Eş‘arî taraftarı olan Fahreddîn er-Râzî de Bakara suresindeki Âdem kıssasının tefsirinde İblis’in yukarıdaki sorularına cevap meyanında aynen böyle söylemektedir. Bu konuyla ilgili sözlerine, “Geçmiş ve gelecekteki tüm insanlar bir araya gelip iyilik ve kötülüğün (hüsun-kubuh) aklen bilinebilir olduğuna hükmetseler, yine de [İblis’in dile getirmiş olduğu] şüphelerden kurtulacak bir sığınak bulamazlar.” ifadesiyle başlayan Râzî’ye göre bu şüpheleri bertaraf etmenin tek formülü, Allah’ın İblis’e verdiği cevaptaki, “Ben, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah’ım ve yaptıklarımdan dolayı sorgulanmam” (lâ üs’el ‘ammâ ef‘al) cümlesinde saklıdır. Zira Allah nasıl ki vâcibü’l-vücut (varlığı zorunlu) bir varlıktır; yani varlığı kendinden olup bir başkasına muhtaç değildir; aynı şekilde fiillerinde de her türlü müessir ve müreccihten bağımsızdır. Böyle olması hasebiyle O’nun fiillerinde sebeplilik (hikmet, illet, menât) söz konusu olamaz; neyi niçin, ne maksatla yarattığı sorgulanamaz ve hiçbir itirazda bulunulamaz. Hâsılı, Allah’ın ulûhiyyeti Mutezile’nin akıl terazisinde tartılamaz.
 

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Günlük rep limitim dolduğu için konuya katıldığınız için teşekkürlerimi buradan gönderiyorum sevgili Immortality.

Kulaktan dolma ( okumadığım) bir bir anlatıya göre insan yaratılmadan evvel, cinler ya da türkçeye cinler olarak geçmiş bir başka uygarlık isyan etmişler ve Azazil göğün ötesine dek isyancıları takip etmiş ve emrindeki ordu ile isyanı bastırmış. Bununla ilgili bilgiye türkçe de peygamberler tarihi olarak bilinen bir eserde rastlamak mümkünmüş ve hadiseden Tevrat ve İncil de bahsedildiği söyleniyor, her ikisini de okumadım, bilmiyorum. Ancak bu kısım Kur'an a alınmamış.Yine anlatılana göre sonrasında insan yaratıldığında Azazil evvelki isyandan yola çıkarak yaratıcısına asi olmuş ve bunun altında yatanın aslında evvelki yaratılmışların ihaneti ve yaratıcısının tekrar üzülmesinden duyacağı üzüntü ve aynı şekilde belki isyan yatıştıran güçlü komutan kisvesinin sakladığı kibir yatıyormuş.

***
Sorulara yanıtın aslında Kur'an da yattığını düşünüyorum ama yanıt olduğunu sandığım ayetleri dillendirmede çekimserim çünkü "sadece bir kaç zamandır okumaya başladığım için" bana göre çok açık olan yanıtların başka gözlerden kaçmış olması bana akıllıca gelmiyor, yanlış yorumlamış olabilirim ve mutlaka daha fazlasını okumam gerek. Ayrıca bulduğum yanıtların başka soruları getirmesi zaten kendi içerisinde daha çok okumam gerektiğini işaret etmekte.

Aynı şekilde yazıda belirtildiği gibi sorular Şeytan'dan ziyade insanların soruları. Şeytan zannımca zaten görevinin bilincinde olduğu için bu soruları kendisi hiçbir zaman sormayacak ancak görevi dahilinde insanlara bu vesveyi vererek kendisine düşen rolü hakkıyla yerine getirmeye devam edecektir.Zaten kaynaklarda Adem'e secde emrine karşı gelmesinin haricinde başkaca bir isyan ve ihmalkarlığından bahsedilmemekte.

"Sen bilinen vakte/kıyamet gününe kadar mühlet verilenlerden-sin” den şu aşamada anladığım Kıyamet gününün Adem'e secde hadisesinden çok daha evvelden belirlendiği.
Böyle ise, Şeytan Adem'e secde etmiş olsaydı bile Adem ve tabii ki sınava tabii diğer varlıklar bir başka vesile ile yine imtihan edileceklerdi. Bu açıdan baktığımda Şeytan'ın en temel hatasının VARSAYILAN tüm sevgisine ve tekliğine iman etmiş olmasına rağmen burada ( secde olayında) ki kusurunun yaratıcısından, kudretinden pozitif nedenlerle de olsa kuşku duymuş olması ve belki de kendince korumacı bir tavır içerisine girmiş olması ki bu, bugün kibir dediğimiz had bilmezlik olarak karşımıza çıkmakta ve belki de her birimizin de kendimizde yüzleşmemiz gereken cezalandırılmasında ki en temel etkenlerden birisi olmaktadır.
 

Immortality

Kayıtlı Üye
Katılım
21 May 2011
Mesajlar
21
Tepkime puanı
1
Çok teşekkür ederim sevgili gümüş. :) Zaten yaptığım alıntıda ki olayların gerçek olduğuna pek inanmıyorum, bunlar günlük hayatta biraz yalnız kaldığımızda kendimize sorduğumuz sorulardan ibarettir bana göre.

Kıyamet günü konusunda ise bende size katılıyorum. Zira İblis Adem'e secde etseydi, yine bir kıyamet günü söz konusuydu. Yani insanlar iki türlüde sınanacaktı.
 

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Çok teşekkür ederim sevgili gümüş. :) Zaten yaptığım alıntıda ki olayların gerçek olduğuna pek inanmıyorum, bunlar günlük hayatta biraz yalnız kaldığımızda kendimize sorduğumuz sorulardan ibarettir bana göre.

Kıyamet günü konusunda ise bende size katılıyorum. Zira İblis Adem'e secde etseydi, yine bir kıyamet günü söz konusuydu. Yani insanlar iki türlüde sınanacaktı.

Bu durum da garibim şeytan başını taşlara vurmuş mudur diye düşünmeden edemedim bir an ;)

Ve evet, sizinle aynı düşüncedeyim, kendimize sorduğumuz sorular sadece.Yansımalarının kendimizi ve etrafımızı daha fazla tanımaya vesile olması dileğiyle, tekrar teşekkürler ;)
 

can-dan

Kayıtlı Üye
Katılım
12 May 2010
Mesajlar
310
Tepkime puanı
66
Konum
İZMİR
Allah'ın selamı üzerinize olsun arkadaşlar ..Ben de bildiğimce ve Kur'an da Yüce Allah'ımın anlattıklarından anladığımca kendi fikirlerimi sunmak istiyorum .

Sevgili gümüş,Allah ,şeytan ile yaptığı açıklamalarda mecaza yer bırakmayacak şekilde apaçık olayı ortaya koymuş.Burada mecaza kayacak birşey yok..

alıntı 2 'de A'raf suresi 16.ayette

Kale feBima ağveyteniy leak’udenne lehüm sıratakel müstekıym;

“Beni (B sırrınca)SAPTIRMANA (mukabil, sebebiyle, onun gereği) yemin ederim ki (Hakkın Zatından gafil?), elbette senin sırat-ı müstakiym’ine onlar için oturacağım (onlara engel olacağım; da vasıl olamayacaklar)”. ( A’RAF SURESİ- B MEAL H. GÜLER)

CEVAP
Büyük harflerle yazdığım ''saptırmana '' kelimesinden de gördüğmüz gibi ,şeytan hala kendini temize çıkarmaya çalışmakta ve kendisinin neyi neden yaptığını en iyi bilen Allah'a karşı bile yalan söylemekte ,hatta suçu haşa Allah'a yüklemeye çalışarak '' beni saptırmana ''demiştir..Kendisini temize çıkarmak için çarpıtmalar suçlamalar yanıltmaya çalışmalar şeytanın özelliklerinden bazılarını gösteriyor bize.
--------------------------------------------------------------------------------
Derme çatma mahkeme” heyetinden başka “asil bir mahkeme” daha vardır ki asıl yargılama ve hüküm orada verilir. Bu mahkeme insanlık ile birlikte kurulan “halk mahkemesi” olan “halkın gönlüdür”. Hallac’ı halkın gönlü öyle bir yargılar ki “şehit” hükmünü verir ve “ halkın gönlüne defnedilir”. Şehitlerin diri olma sırlarından biri de budur. Halkın gönlüne giren Hak’kın gönlüne girmiş olacağı için “ebedi diri” hükmünü alır.

CEVAP:
:Bir mahkemenin derme çatma ya da asil oluşuna kim karar veriyor .Buradan anlaşılıyor ki Hallac'a karşı çıkanlar derme çatma ,Hallacın fikrini savunanlar ise asil oluyor .
Halbuki ,asıl mahkeme olan MAHKEME-İ KÜBRA vardır ki ,işte asıl mahkeme odur.. Amell
erin ortaya döküldüğü ve zerre kadar haksızlık yapılmayacak o mahkeme .
Zilzal suresinde 7. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir.
8. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir. Der .Allah herşeyi hakkıyle bilendir .
____________________

Halkın gönlüne giren Hak’kın gönlüne girmiş olacağı için “ebedi diri” hükmünü alır.

CEVAP:
Hak'kın gönlünü ancak O'na en yakın olanlar alır .İnsanların gönlünü yalan dolanla da alabiliriz istersek .Ama Allah'ı kandırmak mümkün değildir .Allah ikiyüzlüler hakkında diyor ki;
Sana “baş üstüne” derler. Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden birtakımı, geceleyin; (senin gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar. ALLAH, onların geceleyin kurduklarını yazmaktadır. Sen onlara aldırma. ALLAH’a tevekkül et. Vekil olarak ALLAH yeter. (NİSA suresi 81. ayet)
İnsan Allah nazarında şehit olabilmeli kul nazarında değil ...Savaşta ölenlere de şehit deriz ama bakıyoruz ki bazısı canıyla kanıyla savaşırken, bazıları da savaştan kaçarken vurulmuş.Şimdi bunların hepsi de gerçekten şehit mi oluyor??
_________________________________________________
Azazil ve Âdem ve diğer melekler yok iken,
sadece Allah var idi.
Allah, kendisine ibadet edecek ve isyan edecek
kendinden “başka”
iki varlık daha olsun diledi.
O’nun dilemesi “olmak“ tır.
Olan O’nun ilmidir.
Olmak, başkasını yaratmak değildir
Yaratmanın sırrı budur.
Allah,
ezeli itaat ve ebedi kulluk halinde kalan melekler olarak
teklik’ten
(ahadiyetten);
sayısız sonsuz melekler olarak
çokluk (kesret) âleminde tecelli etti.
Bundan dolayı “melekler” Hak’tır.
Allah;
kendisine “evvel”de itaat
“şimdi”de isyan
ve
sonsuza kadar da isyanına devam edecek
varlık olsun diledi.
Allah’a, kendisine ezelde isyan eden bir varlık olamazdı.
Çünkü ezelde sadece kendisi vardı.
Fakat Allah’da
ezelde kendisi ile birlikte var olan
“isyan”edeceklerin ilmi mevcuttu.
Bu isyan ilmi ile birlikte mevcut olan “itaat” ilmi de vardı.
İsyanın itaate, itaatin isyana dönüşebilmesi de vardı.
Tüm bu ilimler birleşerek ”AZAZİL“ mânâsı ZAHİR oldu.

CEVAP:
Burada yazılanların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur,dolayısıyla hükmü de yoktur.Bunlar sadece Halla'ın kendi düşünceleridir ve kimseyi de bağlamaz .Hele gerçeğin yerine hiç konamaz.Kesin gerçek sadece Allah'ın dediğidir ve Yüce ALlah bize böyle bir bilgilendirme yapmıyor.
_________________________________

Hak, ona “secde et” diye emir verdi;
İblis, “Senden gayrıya secde etmem” dedi.
Hak, “O halde ebedi olarak ben’den uzaklaştırılacaksın” dedi.
İblis, yine aynı cevabı verdi; “Sen’den başkasına secde etmem!“
Ve İblis şu şiiri okudu:

“İnkârlarım seni takdis
aklım, önünde tehvis (hevesle itaat halinde)
senden ayrı bir şey mi ki Âdem?
orta yerde kimmiş iblis?
senden başkasına yok benim yolum
seni seven boynu bükük bir kulum”

CEVAP:
Allah şeytana 'secde et 'deyince şeytan ''senden başkasına secde etmem ''demedi.Tam tersine , Yaratıcısına bile karşı çıkacak kadar kibrinin büyüklüğüne yenilerek 'beni ateşten ,onu çamurdan yarattın''dedi .Allah'a isyan etti.

şiirin geri kalanı da Hallac'ın kendisini haklı çıkarmak için uydurduklarıdır.Bu da Kur'anda yazılanların doğruluğuna engel değildir ..Zamanı gelince herkes kendi hesabını kendisi verecektir.
_____________________________________________________
Şeytan’ın kendisine secde ettiğini görür
ama Şeytan secdesinin Allah için olduğunu itiraf edince
“secde etmedi” kabul eder.

Ve şeytan’ın secdesinde
“Ey âdem! Zâhiren secdem seni meydana getiren esmâ topluluğunadır.
Yoksa senin toprak varlığına değildir.
Secdem sana değil Hak’kadır.
Sen kendini Âdem olarak görüyorsan secdem sana değildir.
Sen kendini Hak olarak biliyorsan secdem Hak’kadır.
Her halükarda secdem sana değil Hak’kadır !”
Dediğini işitir.

CEVAP:
Şeytan Ademe secde etmedi ki Adem bunu görsün .Hadi diyelim ki Adem görmedi peki haşa haşa Allah'ta mı görmedi???

_________________________________________________________

Hallac, varlığın hakikatini “ ÇIPLAK KELİMELERLE ” ortaya dökünce birazcık aklı olan herkes MÂRİFET’den payına düşeni anlar.

CEVAP:
Asıl Kur'anda herşey apaçık anlatılıyor .Ve Allah,'hiç akletmez misiniz ,düşünmez misiniz ?''diye bizi doğruyu düşünmeye akıl etmeye davet ediyor .İşte asıl MARİFET SAHİBİ bu sözü hakkıyle işitip ,yerine getirebilenlerdir.

Kuran'da akıl ile alakali tahmini 75 ayet geçiyor

2:13 - Onlara: "İnsanların (müslümanların) inandığı gibi inanın." denilince, "Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?" derler. İyi bilin ki, asıl beyinsiz kendileridir fakat bilmezler.

2:44 - İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitab (Tevrat)ı okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?

2:73 - İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.

2:75 - Şimdi bunların, size hemen inanacaklarını ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi.

2:76 - Üstelik iman edenlere rastladıklarında inandık derler, birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman, "Rabbinizin huzurunda aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi tutup Allah'ın size açıkladığı gerçekleri onlara da söylüyorsunuz? Hiç aklınız yok mu be?" derlerdi.

2:170 - Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun." dendiği vakit de: "Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız." dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?

2:171 - O kâfirlerin hali, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıranın haline benzer; onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.

2:179 - Ey temiz akıl sahipleri! Kısasta sizin için bir hayat vardır. Ümit edilir ki, korunursunuz.

2:197 - Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin.Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun!

2:242 - İşte akıllarınız ersin diye, Allah size âyetlerini böylece açıklıyor.

2:269 - Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.

2:282 - Ey iman edenler! Belli bir vade ile karşılıklı borç alış verişinde bulunduğunuz vakit onu yazın. Hem aranızda doğruluğuyla tanınmış yazı bilen biri yazsın. Yazı bilen biri, Allah'ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Bir de hak kendi üzerinde olan adam söyleyip yazdırsın ve herbiri yazarken Rabbi olan Allah'dan korksun da haktan birşey eksiltmesin. Şayet borçlu bir bunak veya küçük bir çocuk veya söyleyip yazdıramıyacak durumda biri ise velisi doğrusunu söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden hazırda olan iki kişiyi şahit de yapın. Şayet iki tane erkek hazırda yoksa, o zaman doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın ki, birisi unutunca, öbürü hatırlatsın, şahitler de çağırıldıklarında kaçınmasınlar; siz yazanlar da az olmuş, çok olmuş, onu vadesine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun olduğu gibi; hem şahitlik için daha sağlam, hem şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Meğer ki, aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret olsun, o zaman bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alım satım yaptığınız vakit de yine şahit tutun. Ayrıca ne yazan, ne de şahitlik eden bir zarar görmesin. Eğer onlara zarar verirseniz, o işte mutlaka size dokunacak bir günah olur. Üstelik Allah'dan korkun. Allah size ayrıntılarıyla öğretiyor ve Allah her şeyi bilir.

3:7 - Sana bu kitabı indiren O'dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyflerine göre te'vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, "Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır." derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez.


3:65 - Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?

3:118 - Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Düşünürseniz, biz size âyetleri açıkladık.

3:190 - Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için gerçekten açık, ibretli deliller vardır.

4:5 - Allah'ın, sizi başına diktiği mallarınızı aklı ermezlere vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.

5:58 - Namaza çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayıdır.

5:100 - De ki:"Pis olan şeyle temiz olan şey bir olmaz, pis olanın çokluğu hoşuna gitse bile". Ey selim akıl sahipleri Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.

5:103 - Allah, ne "bahîre"yi, ne "sâibe"yi, ne "vesile"yi ve ne de "hâm"ı meşru kılmıştır. Fakat küfredenler, Allah'a yalan iftira etmektedirler. Onların çoğunun akılları ermez.

6:32 - Dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?

6:140 - Bilgisizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek haram kılanlar muhakkak ki, ziyana uğradılar. Bunlar, doğru yoldan sapmışlardır; hidayete erecek de değillerdir.

6:151 - De ki: Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin de onların da rızkını biz veriyoruz. Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haksız yere Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın. Düşünesiniz diye Allah size bunları emretti.

7:66 - Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: "Biz seni bir çılgınlık içinde görüyoruz, ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz."


7:67 - (Hûd), "Ey kavmim! Bende çılgınlık yok, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim." dedi.


7:169 - Derken kitabı (Tevrat'ı) miras alan bozuk bir nesil bunların yerini aldı. Bize nasıl olsa mağfiret edilecek diyerek, şu alçak dünya malını alıyorlar, yine onun gibi bir mal ve rüşvet gelse onu da alırlar. Allah'a karşı haktan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden o kitabın hükmü üzere misak alınmamış mıydı? Ve onun içindekileri okuyup öğrenmemişler miydi? Oysa ahiret yurdu Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?


8:22 - Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir.


10:16 - De ki, "Eğer Allah dileseydi ben onu size okumazdım. O da onu hiçbir şekilde size bildirmezdi. Bilirsiniz ki, ben sizin içinizde bundan önce yıllarca bulundum. Siz hâlâ aklınızı başınıza toplamayacak mısınız?"


10:42 - İçlerinden seni dinlemeye gelenler de var. Sen, sağırlara, üstelik akılsız da olanlara dinletebilir misin?


10:100 - Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah bir uğursuzluk yükler.


11:51 - "Ey kavmim! Bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak beni yaratana aittir. Artık akıllanmayacak mısınız?"


11:78 - Daha önceleri çirkin işler yapmış olan kavmi harıl harıl koşup geldiler. Lut onlara: "Ey kavmim! İşte size kızlarım, onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah'tan korkun, beni misafirlerime rezil rüsvay etmeyin. İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?" dedi.


11:87 - Dediler ki; "Ey Şu'ayb, atalarımızın taptıklarını terketmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa ki sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın."


12:2 - Muhakkak ki, biz onu anlayasınız diye Arapça bir kitap olarak indirdik.


12:109 - Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de o memleketlerin halkındandı, onlar da kendilerine vahiy verdiğimiz birtakım erkeklerden başkası değillerdi. Şimdi o yerlerde şöyle bir gezip görmediler mi? Kendilerinden önce gelip geçenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bir baksalar ya!... Elbette ahiret yurdu müttakiler için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza toplamayacak mısınız?


12:111 - Gerçekten de onların kıssalarında üstün akıllılar için bir ibret vardır. Bu Kur'ân uydurulmuş herhangi bir söz değildir. Lâkin kendisinden önce gelen kitapların tasdiki her şeyin ayrıntılarıyla açıklayıcısı ve iman edecek bir kavim için hidayet ve rahmettir.


13:4 - Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar vardır. Üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, hepsi bir tek su ile sulanır. Halbuki meyvelerinde birini öbürüne üstün kılıyoruz. Aklı eren bir kavim için bunda muhakkak ibretler vardır.


13:19 - Şimdi Rabbinden sana indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen bir kimse, kör olan bir kimse gibi olur mu? Fakat bunu ancak üstün akıllı ve temiz vicdanlı kimseler idrak ederler.


14:52 - Bu Kur'ân, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir tebliğdir.


16:12 - Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.


16:67 - Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.


21:10 - (Ey Kureyş topluluğu!) And olsun, size öyle bir kitab indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?


21:67 - "Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun, siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?"


22:46 - Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.


23:80 - Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun eseridir. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?


24:61 - A'maya güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur. Sizin için de gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına malik olduğunuz yerlerden, yahut dostlarınızın evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu halde veya ayrı ayrı yemenizde de bir güçlük ve günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (birbirinize) selam verin. İşte Allah düşünüp anlayasınız diye size âyetlerini böyle açıklar.


25:44 - Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllanacağını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta gidişçe daha sapıktırlar.


26:28 - Musa devamla şöyle söyledi: "Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir."


28:60 - Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve debdebesidir. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ buna aklınız ermeyecek mi?


29:35 - Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır.


29:43 - İşte biz bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.


29:63 - Andolsun ki onlara, "Gökten su indirip, onunla ölümünün ardındanyeryüzünü canlandıran kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah " derler. De ki: (Öyleyse) hamd de Allah'a mahsustur. Fakat çokları akıllarını kullanmazlar.


30:24 - Yine O'nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir kavim için nice ibretler vardır.


30:28 - Allah, size kendinizden bir misâl verdi: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde elleriniz altındaki kölelerinizden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur, aranızda birbirinizi saydığınız gibi, onları da sayar mısınız? İşte biz, düşünecek bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz.


36:62 - Böyle iken o sizden birçok nesilleri yoldan çıkardı. Ya o zaman düşünmüyor muydunuz?


36:68 - Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu (güçve kuvvetini alarak) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?


37:47 - Onda ne bir zararlı sonuç vardır, ne de sarhoşluk verir.


37:138 - Ve siz elbette sabahleyin ve geceleyin onlara uğrar ve üzerlerinden geçersiniz. Hâlâ akıl edip düşünmez misiniz?


38:29 - Bu, sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır ki, insanlar onun âyetlerini düşünsünler ve temiz akıl sahipleri ibret alsınlar.


38:43 - Ve ona, bütün ailesini ve beraberlerinde bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, akıl sahipleri için bir ibret olsun.


39:9 - Yoksa o, gece saatlerinde kalkan, secdeye kapanıp, kıyama durarak daima vazifesini yapan, ahireti hesaba katan ve Rabbinin rahmetini uman kimse gibi olur mu? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar.

39:18 - O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir. İşte temiz akıllılar da onlardır.

39:21 - Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki menbalara koyduğunu görmedin mi? Sonra onunla türlü renklerde bir ekin çıkarır, sonra onun olgunlaşıp sarardığını görürsün. Sonra da onu bir çöpe çevirir. Elbette bunda temiz akıllılar için bir ihtar vardır.

39:43 - Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (böyle yapacaksınız)?"

40:54 - (Bunu) Aklı başında olanlara bir yol gösterici ve bir hatırlatma olsun diye (böyle yaptık).

40:67 - "Sizi (önce) bir topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir aleka (embriyo)dan yaratan, sonra sizi bir bebek olarak çıkaran, sonra güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız için yaşatıp büyüten O'dur. İçinizden kimi de daha önce vefat ettiriliyor. (Bunları Allah) belirli bir süreye ulaşasınız ve aklınızı kullanasınız diye (böyle yapıyor)."

43:3 - Apaçık kitaba andolsun ki biz onu iyice anlayasınız diye Arapça bir Kur'an yaptık.

45:5 - Gece ile gündüzün değişmesinde ve Allah'ın gökten bir rızık sebebi olan yağmuru indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde ve rüzgârları yönlendirmesinde aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır.

49:4 - (Resülüm!) Sana odaların arkasından bağıranların çokları, aklı ermez kimselerdir.

56:19 - Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.

57:17 - Biliniz ki Allah yer yüzünü ölümünden sonra diriltir. Belki aklınızı kullanırsınız diye size âyetleri açıkladık.

59:14 - Onlar toplu olarak sizinle savaşamazlar, ancak, müstahkem şehirlerde yahut duvarların ardından (sizinle savaşmak isterler). Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, oysa onların kalbleri dağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.

65:10 - Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey inanan akl-ı selim sahipleri! Allah'tan korkun, Allah size bir uyarıcı gönderdi.

67:10 - Ve derler ki: "Eğer biz dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık şu çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık!"

89:5 - Nasıl, bunlarda bir akıl sahibi için yemin var değil mi?

Ey yerin ,göğün ve ikisi arasındakilerin Yaratıcısı Yüce Allah'ım .Bizleri hakkıyle aklını kullanabilenlerden eyle.Bir an bile gaflette kalmamıza müsaade etme .AMİN ,..
Sevgiyle kalın..

Euzübillahimineşşeytanirracim .Bismillahirrahmanirrahim..

Selam arkadaşlar .Biliyorsunuz ,Hallac-ı Mansur'un asıl öldürülme sebebi '' ENEL HAK''yani ''BEN HAK'kım'' demesiydi..Bildiğimiz kadarıyla Allah yolunda bu kadar yol almış ,inançlı birisinin ,şeytanı bu şekilde anlatmasını garip buluyorum .BU anlatımların ,Hallac üzerinden satanistler tarafından uydurulduğuna inanıyorum ..
Sevgiyle....
 

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Sevgili Can-dan arkadaşım,

Önce titiz karşılamanız için teşekkür ederim.
Ardından sanırım doğru anlaşılmadığım bir noktayı izninizle düzeltmek istiyorum.Şeytan'ın kovulmuş olması, kibirli davranmış olması ve isyan eden tutumu hakkında sizlerle hemfikirim bunlarla ilgili hiç bir sorum zaten yok. Hem aynı hem farklı düşündüğümüzü sandığım bir noktaya değinmek istiyorum;

Sad suresi ;

71 - Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben çamurdan bir insan yaratmaktayım."

72 - "Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın."

73 - Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.

74 - Yalnız İblis etmedi, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.

75 - Allah: "Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?" dedi.

76 - İblis dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."

77 - Allah: "Hemen çık oradan, artık sen kovuldun."

78 - "Ve elbette lanetim ceza gününe kadar senin üzerindedir." buyurdu.

79 - İblis: "Ya Rab! O halde insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver." dedi.

80-81 - Allah: "Haydi belirli bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin" buyurdu.

82 - İblis: "Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka aldatır, saptırırım."

83 - "Ancak içlerinden ihlas ile seçilmiş has kulların müstesna" dedi.

84 - Allah buyurdu ki: "O doğru, ben hep doğruyu söylerim."

85 - "Andolsun ki, cehennemi mutlaka senden ve onların sana uyanlarından, topunuzdan tıka basa dolduracağım."

Dikkatinizi ayet 82 den 85 e kadar ki kısma çekmek isterim ,

82 - İblis: "Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka aldatır, saptırırım."

83 - "Ancak içlerinden ihlas ile seçilmiş has kulların müstesna" dedi.

84 - Allah buyurdu ki: "O doğru, ben hep doğruyu söylerim."

85 - "Andolsun ki, cehennemi mutlaka senden ve onların sana uyanlarından, topunuzdan tıka basa dolduracağım."

Bu ayetleri referans alırsak 83 ve 84 nolu ayetlerden Şeytan olmasa idi bile aramızda ihlas sahibi olan ve olmayan ayrımı yapılacağı anlaşılıyor, aksi halde "Allah buyurdu ki, o doğru, ben hep doğruyu söylerim" ayetine gerek kalmazdı.

78 ve 79 nolu ayetler ise zaten ceza günü ve dirilişin evvelden bilindiğini haber veriyor.Öyle olmasa Şeytan o güne dek izin istemezdi, isteyemezdi. Meğer ki ceza günü kavramı isyanı ile beraber ortaya atılmış olmasın.


"O, öyle bir Allah'dır ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yarattı. Arşı da su üstündeydi. Onlara "öldükten sonra tekrar dirileceksiniz" dersen, o kâfirler de kesinlikle sana: " Bu apaçık bir sihirden başka birşey değildir." diyecekler"

"Biz gökleri, yeri ve aralarındaki varlıkları ancak hak ve hikmetle yarattık ve elbette ki, kıyamet kopacaktır. (Ey Peygamber!) Şimdi sen onlara yumuşak davran ve güzel muamele et."

"Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Gerçekten insanların çoğu, Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler"

"Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ile ve belirli bir süre için yarattık. İnkâr edenler uyarıldıkları şeyden yüz çeviriyorlar"

Bu durumda eğer o an şeytan Adem'e secde etmiş olsa idi bile biz yine de bir imtihana tabii olacaktık görüşünü savunmam abes karşılanır mı bilmiyorum, ama şu aşamada böyle düşünmekle muhtemelen alıntılarını verdiğim kişilerden de ayrılıyorum zira imtihan olma durumumuzu sadece şeytanın isyanına bağlamıyor aksine bunun zaten şeytan olsun olmasın yaradılışımızdan itibaren yaşamamız gereken bir süreç olduğuna inanıyorum. Şeytan da hasbelkader belki kendi yazgısı belki de iradesini hatalı kullanması sonucu bu süreçte (imtihanda) bir şekilde rol almış bir karakter olmanın ötesinde ayrıca var oluşu ile belki de gerçekten sorumluluğumuzun farkında olmamızı sağlayan , zararlı görünmesine rağmen aslında faydalı da olan bir gereklilik olarak karşımıza çıkıyor .
 

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Ve Araf'tan ayet vermiştiniz Can-dan arkadaşım, ona bakıyordum nette, aşağıdaki tefsiri buldum , sizi daha iyi anladım. Kimi paragraflarda da kendi söylemek istediklerimi buldum.


13- Allah buyurdu ki öyleyse in oradan, o bulunduğun cennetten, yahut melekler toplumu içinden. Çünkü senin orada büyüklenip gururlanman olmaz. O yüce makam, haddini bilen taat ve tevazu sahibi kimselere mahsustur. O halde çık, sen artık küçülenlerdensin. Kibirlenmek küçüklüktür; büyüyecek olan büyüklenmez, büyüklenen mutlaka küçülür, alçalır, küçük düşürülür. Yücelik sıfatları kendisine ait olan Yüce Allah, bu emirle onu bulunduğu makamdan derhal azledip indirdi. Kibirine karşılık küçüklüğe ve hakarete mahkum etti. Aslının ateş olmasına güvenerek, hayırlılık ve fazileti kendisinde aslından intikal eden bir miras, elinden alınmaz bir kişisel özellik gibi varsayarak bu imtihan zamanına kadar bulunduğu o mutluluk makamından düşmeyeceğini zanneden ve bu zannıyla: Yaratıcı'nın emrini eleştirmeğe kalkışan İblis'e bu ilâhî emir, eşyanın bütün özelliklerinin sadece bir Allah vergisi olduğunu, bu şekilde bir defada fiilen anlatıverdi.

14-Bu öfke hitabı karşısında, yaratıkların, varlığının hiçbir şey olmadığını anlayan İblis, derhal yok edilmesinden korkarak, zillet ve hakaretle olsun hayatı ölüme tercih ederek beni onların tekrar diriltilecekleri güne kadar geciktir ve süre tanı, dedi. Yani, Âdem ve soyunun ölümden sonra diriltilmeleri zamanına kadar öldürme de ecelimi geri bırak, diye yalvarıp yakardı ki o gün "Sonra ona bir daha üflendi, birden onlar kalktılar, bakıyorlar." (Zümer, 39/68) buyruğunca "O gün insanlar, âlemlerin Rabbi'nin Divanında dururlar." (Mutaffifin, 83/6) olan ikinci üfleme zamanıdır. Bundan anlaşılır ki, İblis aslında Yüce Yaratıcı'yı inkâr etmediği gibi, öldükten sonra dirilmeyi de inkâr ediyor değildir; o biliyormuş ki, Âdem'in nesli ve soyu olacak, bir müddet yaşayacaklar, sonra ölecekler ve bir gün gelip diriltilecekler. Şu halde İblis'in küfrü Allah'ı ve ahireti inkâr şeklinde değil, emir ve yükümlülüğü ve amelin gereğini inkâr ile tartışma şeklindedir. Dikkate değer bir husustur ki İblis, bu dirilme gününe kadar zaman isteği içinde birinci nefha (üfürme) devresini atlatıp süresiz olarak ölümden kurtulmayı ve zillet ve hakaret içinde de olsa yok olmadan sonsuzluğa ermeyi arzu etmiş ve fakat bunu açıkça söylemeyip, kurnazlık etmek istemiştir. Çünkü öldükten sonra dirilme sonrasında ölüm yoktur. Şu halde bu derece hayata yönelmek de İblis'in hissi demektir.

Hiçbir yaratığın herhangi bir dilek ve duasını toptan reddetmek, şânından olmayan ve "göğüslerde olanı bilen" yüce Allah, huzurundan kovduğu İblis'in bile ricasını mutlak suretle reddetmiyerek şüphelenme, sen munzarindensin. Yani eceli tehir edilenlerdensin buyurdu. Fakat gayesine müsaade etmedi, aksine, Hicr ve Sâd sûrelerinde de geleceği üzere bilinen vaktin gününe kadar bir ecelle geciktirdi ki, "Sûra üflendiği gün, göklerde ve yerde bulunan kimseler, hep korku içinde kalır. Yalnız Allah'ın diledikleri müstesna." (Neml, 27/87) buyruğu üzere ilk nefha (sûra üfürme) günüdür. Âdem'e secde emri İblis'in iç yüzünü ortaya koyan ve meleklerden ayırdeden bir imtihan olduğu gibi İblis'in geri bırakılması (zaman tanınması) da Âdem ve soyu hakkında bir imtihan olacaktır. İblis isyandan tevbe ve kurtuluşu düşünmeyip zillet içinde hayat hırsıyla ilgili olan bu istek ve duasında, Âdem'in hemen tevbeye acele edip bağışlanma ve rahmet istek ve duasıyla kıyaslanınca, aradaki farkın ne kadar önemli olduğu anlaşılır.

İblis, dileğinin kabulünü gördükten sonra, o uzun ömrünü tevbe ve şükür ile kurtuluşa kullanacak yerde şöyle dedi: Öyleyse beni azıtman, azdırma ve saptırmama izin vermen hakkı için elbette ben onlar için, o Adem cinsini azıtmak için senin doğru yoluna oturacağım. Sana, senin nimetine götüren iman, İslâm ve doğruluk yolunu kesip pusuya duracağım.

Sonra da mutlaka önlerinden ve arkalarından, sağlarından, ve sollarından onlara varacağım, dört yönden, yani düşmanın saldırabileceği her taraflarından saldıracağım. Doğru yoldan çevirip sapıtmak, şaşırıp soymak için ne yapabilirsem yapacağım. Sen de çoğunu şükr eden, itaatkâr kimseler olarak bulmayacaksın. İblis, bu son kısmı "Şüphesiz İblis, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı." (Sebe, 34/20) âyetinin delaletine göre zannen söylemiştir. Çünkü insan cinsinden kötülük için birçok, hayır için bir başlangıç görmüştür. Bazı tefsircilerin nakline göre de bunu meleklerden işitip söylemiştir. Onun bu kötülük azmine karşı:

Allah buyurdu ki çık oradan yenilmiş ve kovulmuş olarak çık. And olsun ki, onlardan her kim sana uyarsa, sizden, sizin hepinizden Cehennem'i doldururum, buna asla şüpheniz olmasın. Demek ki İblis'e uyanlar ondan, onun uydularından oldukları gibi onun âkıbetine de mahkûmdurlar.

Görülüyor ki Yüce Allah, İblis'i önce isyanından dolayı kovuvermemiş, sorguya çekmiştir. Sorgusunda özür beyan etme yerine kibir ve gururla gösterdiği inat ve küfürden dolayı da bulunduğu makamdan indirmiş, yerinden çıkarmış "in oradan çık, artık alçaksın, küçüksün" diye yerinden atıp düşürerek, aşağılamış ve alçatmış, birinci "çık" emrinin mutlak oluşuna göre o anda bu çıkarmanın henüz ebedî bir kovma olmadığı anlaşılmaktadır. Eğer İblis uslanıp edebini takınsa, düzelmeye yüz tutsaymış affı muhtemel bulunuyormuş. Nitekim, zaman tanıma ricası bir dereceye kadar yerine getirilmiştir. Fakat bunun üzerine şükür ve düzelme yerine bütün bütün şımarıp hak yola ve iman edenlere ve doğru yolda bulunanlara karşı kötülük etmeye ebediyyen, azmettiğini ortaya koyduğu zamandır ki emriyle tamamen kınanmaya, kovulmaya ve ahirette de kendisine uyanlarla beraber ebedî azaba mahkûm edilmiştir. Allah bunu, İblis'in kötülük kararına ceza olarak belirlemiş ve ona uyanları da ona katmıştır. Âdem'in yaratılmasıyla gerçekleşen bu imtihanda İblis'in kişisel duygularına tabi olarak, melekler içindeki mutluluk makamından bu bedbahtlık çukuruna düşmesi ne kadar acı ise, hiç şüphe yok ki, meleklerin secde etme şerefine kavuşan Âdem cinsinin böyle apaçık bir düşmanı bulunan yerilmiş, kovulmuş İblis'in izine, huyuna uyarak, o yüce makamdan düşmesi ve onun kötü sonuna ortak olması, ondan daha acı olacaktır. İblis'in, yaratıcıyı ve ahireti inkar etmediği halde bu düşme ve bedbahtlığına sebep kibir ve gurur ile hissiyata tabi olması ve bu şekilde arzusuna uygun olmayan hususlarda, ilâhî emre sataşıp saldırma fikrinde bulunması olmuştur. Onda bu hasletin ortaya çıkmasına da, insanın özel bir şeref ile yaratılması ve secde emrini kazanması sebep olmuştur. Buna karşılık İblis'in ecelinin tehir olunmasında da insanın düşmesine yakın sebep, kendi hatalarıdır. Fakat bu hataların karşılıklı olarak birbirleriyle ilgili yönleri vardır. Allah'a karşı serbest kalmak isteyen İblis insan ile imtihan olmuş bulunduğu gibi, İblis gibi serbest kalmak sevdasına düşecek olan insanlar da İblis ile imtihan kılınmışlardır. Şu halde yaratılışlarıyla İblis'in düşmesine sebep olmuş insanlar, kendi iradeleriyle onun akıbetine düşmemek için yaratılışlarına bahşedilen bu ezelî nimetin şükür hakkını yerine getirmeli ve İblis'in izine gitmekten son derece sakınmalıdır. Ve bilmelidir ki, şu kıssada İblis'in gösterdiği huylardan hangisi bir kimsede varsa, onda şeytandan bir huy var demektir. Ve onun düzeltilmesine çalışmalıdır.

İnsanın yaratılışının aslındaki mevkii böyle yüksek ve naziktir. Melekler secde ettiler, İblis etmedi böyle oldu. Ve dedik ki, ey Âdem! Sen eşinle o cennette otur: İblis'in kovularak çıkarıldığı o cennette dur. Bu cennetin Huld (ebedilik) cenneti veya gök cennetlerinden bir cennet veya yeryüzü cennetlerinden bir cennet olması hakkında bazı görüşler vardır ki, Bakara Sûresi'nde buna dair bazı açıklamalar geçmişti (Bakara, 2/35). Burada da şunu kaydedelim ki İblis'in emriyle indirilip çıkarılan cennet hakkında İbnü Abbâs, (r.anhüma) "Huld cennetinde değil, Adn cennetinde idiler." demiştir. Şu halde Adem'in yerleştirildiği de Adn cenneti demektir. "Dâl" harfinin sükünuyla "adn" ikâmet demek olduğuna ve "mâdin" kelimesinin de aslı bu olduğuna göre "Cennet-i adn" ismi hilkat madeni ve aslî ikametgâh olan cennet anlamına işaret eder. Bu ise Âdem'in ilk varoluş nimetini kazandığı yaratılış cenneti mânâsına işaret eder. "Cennet-i adn" dahi Cennetü'l-Me'vâ, Cennetü'n-Naîm, Cennetü'l-Firdevs, Dârü's-Selâm, Cennetü'l-Huld, Cennetü'l-Vesîle gibi ahiret cennetlerinden sayılmış olduğuna göre Âdem'in ilk meskeni olan Adn cennetinin ahirette Huld cenneti geçidinde ilk cennet olacağı ve bunda "İşte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur." (Zuhruf, 43/72) âyetinin mısdakınca (dosdoğru delaletince) başlangıç ile sonun bir kavuşma yeri bulunacağı anlaşılabilir. Daha iyisini Allah bilir. Oturunuz da, neresinden dilerseniz yiyiniz, mübahtır. Ancak bir şu ağaca yaklaşmayınız, ki zalimlerden olursunuz, haddinizi tecavüz ve kendinize yazık etmiş bulunursunuz. Demek ki Âdem ve Havva, cennette diledikleri gibi hareket edebilecek ve istedikleri yerde istediklerini yiyip nimetlenebilecek bir serbestlik ve helâl kılma ile iskân edilmiş olmakla beraber bu yetki ve izin hiç sınırı olmayan sonsuz bir hürriyet ve mülk edinme olmayıp, bir sınıra kadar idi ki, şahsen veya cins olarak tek olan bu ağaç ve bunun meyvesi o sınırı belirlemiş ve ona yaklaşmak, kendileri için yaradılışça mümkün ise de dinen ve hukuken yasaklanmıştı. Malumdur ki ağaç örfte yer sınırlarından bir sınırı, onun meyvesinden yemek de, davranış sınırlarından bir sınırı gösterir. Bu nokta, Âdem'in cennette bile sorumluluktan kurtulmuş olmadığını ve bu ağaç civarı, aslında cennetten sayılmakla beraber, Âdem ve Havva için bir cennet değil bir imtihan alanı olacaktı. Ve her kim olursa olsun ona yüce Allah'ın tayin ettiği sınıra ve hukuk çizgisine tecavüz ederse haksızlık ve böylece kendine zulmetmiş olacağından Âdem ve Havva'ya da buna yaklaşırsanız zalimlerden olursunuz buyurmuştur.

Bu iskân ve tebliğ üzerine şeytan, kendilerinden örtülüp gizlenen yerlerini meydana çıkarmak: cinsel organlarının bulunduğu yerleri açmak için ikisine de bir vesvese (kuruntu, şüphe) verdi. Âdem ve Havva, bu zamana kadar yaradılışlarında kendilerini utandıracak ve tiksindirecek çirkin pis şeylerin çıkmasına yer olacak ve çıkacak kötü yerlerini ne kendilerinden, ne de birbirlerinden görmüyorlar ve hatta bilmiyorlardı. Ayıbları örten yüce Yaratıcı başlangıçta onu örtmüş, kendilerinden gizlemişti. Bir rivayete göre bir nur ile görüşlerine kapalı idi. Diğer bir rivayete göre de tırnak çeşidinden bir örtü ile örtülü idi. Anlaşılıyor ki insan ne kadar yüksek olursa olsun, bilkuvve ayıptan uzak değildir. Ve yaratılışın bütün kuvvetleri şöyle dursun, fiilen ihtiva ettiği parçalarına bile tamamen vakıf olamaz. Bu şekilde insanın yaradılışı iyiye de kötüye de yeteneklidir. Ve bu yeteneğin gelişmesi yaratılıştan sonra Allah'ın emir ve yasağıyla belirleyip sınırladığı faaliyet hududuna uyması ölçüsüyle orantılıdır. Şu halde yaratılışın öncesi, emir sınırıyla denk olduğundan yaratılış, ahsen-i takvim (en güzel biçim) üzerine olmakla beraber, iradî kuvvetin ortaya çıkmasından itibaren emre muhalefet imkân dahilinde olduğundan, o ahsen-i takvimin içinde bir de esfel-i safiline (aşağılar aşağısına) düşme yeteneği vardır ki, işte din ve ilâhî emirler, insanlığı bu düşüşten korumaya yönelik olduğu gibi, şeytanın azim ve kararı da bu insanlarda o ayıpların ortaya çıkarılmasıyla bu düşüşe yöneltmektir. Ve bunun için ilk yaratılış gereğince cennette olan Âdem ve Havva'ya, kapalı olan ayıp yerlerini açmak için bir vesvese vermiştir.

VESVESE lugatte hışırtı, fışırtı, fısıltı gibi gizli ses demektir. Bu münasebetle gönülde birbiri arkasından gelip tekrar eden gizli söze vesvese ve bir nefse böyle söz bırakmaya da vesvese vermek denilir.

Şeytan, Âdem'e ve Havva'ya böyle bir vesvese verdi ve dedi ki: Rabbiniz sizi bu ağaçtan başka bir sebeple değil ancak iki melek olacağınızdan veya ebedî kalacağınızdan dolayı men etti. Yani bundan yerseniz, ya yemek içmek ihtiyacından melekler gibi müstağnî olursunuz (ihtiyaç duymazsınız), yahut ölüm yüzü görmez, ebedî kalırsınız, diye bir taraftan onları Âdem'e secde ile emredilmiş olan meleklere imrendirmek, bir taraftan da maddî sebebin, ilâhî takdiri değiştirebileceği şüphesiyle ne olursa olsun bir sonsuzluk ve devamlılık sevdasına düşürmek istedi. Burada meşhur bir suâl vardır: Şeytan cennetten kovulup çıkarılmış olduğu halde cennetteki Âdem ve Havva'ya nasıl vesvese verebilmiştir?. Buna karşı, bir yılan aracılığıyla girdi diye bir kıssa nakli şöhret bulmuş ise de, bunu büyük tefsirciler uygun görmemişler ve başlıca üç şekilde cevap vermişlerdir:

1- Hasan Basrî hazretleri demiştir ki: Yüce Allah'ın vermiş olduğu bir kuvvet ile, yerden göğe veya cennete vesvese ulaştırabilmiştir. Bu mânâya göre "hayye" (yılan) tabirinin, insan için yılan gibi zehirli bir hayatî kuvvetten kinâye olması söylenebilir.

2- Ebû Müslim İsfehânî: Bu cennetin, yeryüzü cennetlerinden biri olduğu görüşünde olduğu için, Âdem ve İblis ikisi de cennette idi demiş. Ancak bunun suâle uygun olmadığı açıktır.

3- Diğer bir takım tefsirciler de demişlerdir ki: "Âdem ve Havva, bazan cennetin kapısına yakın gelirler, İblis de dışardan gözetir, yaklaşırdı; vesvese bu şekilde meydana geldi." Âyetlerin delaletine bakarak, İblis'in kovulması ve çıkarılmasının, dört yönden vesvese vermesi imkânını yok eder bir şekilde olmadığı anlaşılıyor. Bunun için vesveseye imkân bulup o maksatla öyle yaptı.

21- Ve inanınız ben sizin öğütçülerinizden, iyiliğinizi isteyenlerdenim, diye yeminleşti. Yani yemin etti de

22- ikisini de aldatarak sarkıttı. Âdem ve Havva, hiçbir kimse yalan yere Allah'a yemin etmez sandılar, aldandılar.

Şu halde ne zaman ki o ağacı tattılar, kendilerine kötü yerleri beliriverdi. İsyanın uğursuzluğu yüz gösterdi, kapalı ve gizli olan cinsel yerleri açılıverdi, bunun üzerine utançlarından derhal üzerlerine cennet yaprağından yamalar yamamaya başladılar. Denilmiş ki bu yaprak incir yaprağı idi. Rabb'leri yüce Allah da kendilerine şöyle seslendi: Ben sizi o ağaçtan men etmedim miydi? Ve mutlaka şeytan size açık bir düşmandır, demedim miydi? Ki birincisi yasağa karşı gelmekten dolayı, ikincisi de düşman sözüne aldanmalarından dolayı darılma ve azarlamadır. Şeytanın düşman olduğunun hatırlatılması, bu sûrede açıkça geçmemiş ise de bu sorunun gereğine ve Tâhâ Sûresi'nde "Bu senin ve eşinin düşmanıdır." (Tâhâ, 20/117) âyetinin belirttiğine göre, demek bu hatırlatma da yapılmıştı.

23-Bu azarlamağa karşı Âdem ve Havva bakınız ne dediler: Ey Rabbiniz, biz nefsimize zulm ettik, kendimize yazık ettik. Ve eğer sen bize mağfiret ve rahmet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan olacağımız şüphesizdir, dediler. Derhal durumu anlayıp hatalarını itiraf ve tevbe ve istiğfara teşebbüs ederek ilâhî rahmete sığındılar ki, bu yalvarış kelimeleri Bakara Sûresi'nde "Âdem Rabbinden birtakım kelimeler aldı (tevbe etti) bunun üzerine (Allah)

Onun tevbesini kabul etti." (Bakara, 2/37) âyetinde işaret olunan kelimelerdir. İlâhî suale karşı İblis'in sözü geçen cevabıyla, Âdem ve Havva'nın bu cevaplarını mukayese etmeli (karşılaştırmalı) de bu kelimelerin derhal Âdem'in kalbine gelmesi ne büyük ilâhî bir lütuf olduğunu ve Âdem'in mizacı ile İblis'in içyüzü arasında ne büyük bir fark bulunduğunu anlamalı ki, İblis'in ateş ve çamur kıyaslamasındaki cehaletinin sırrı bu noktada açıkça görülmektedir. Denilmiştir ki, Âdem beş şey ile bahtiyar (mutlu) oldu. Emre karşı gelmeyi itiraf etmek, pişmanlık duymak, nefsini kötülemek, tevbeye teşebbüs etmek ve rahmetten ümidi kesmemek, İblis de beş şeyle bedbaht (mutsuz) oldu. Günahını kabul etmedi, pişmanlık duymadı, kendini kınamayıp azgınlığını Allah'a bağladı ve rahmetten ümidini kesti. Bununla beraber ilâhî emir ve yasaklara karşı gelmekle işlenen herhangi bir günah affedilmiş bile olsa, günahı işleyeni nezâhet-i mutlaka (mutlak temizlik) mertebesinden indirmeğe sebep olacak demektir.
 

can-dan

Kayıtlı Üye
Katılım
12 May 2010
Mesajlar
310
Tepkime puanı
66
Konum
İZMİR
Sevgili gümüş,ilk bölümü okudum ve ''zaten şeytan olmasaydı da biz yine imtahan olacaktık''sözlerinize içtenlikle katılıyorum .

Çünkü ,Yüce Allah'ım Ankebut suresi 2.ayette

E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).

İnsanlar, "amenna (îmân ettik)" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?

Ankebut Suresi 3. ayet

Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).

Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de) tekzip edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir.

Ve ben diyorum ki belki de, bu şeytanın da imtahanıydı.Allah kimin doğru kimin yalan dediğini elbette bilir ama ileride biz itiraz etmeyelim diye bunu bize de bir şekilde gösteriyor olabilir diye düşünüyorum .Tüm bunlara rağmen ,şeytanın yararlı bir kimlik olarak karşımıza çıktığına inanmıyorum .Sizin hangi anlamda bunu dediğinizi çok iyi anlıyorum ama yine de şeytana faydalı bir kimliği tüm Kuran ayetlerinden sonra yakıştıramıyorum..
Diyorum ki şeytan kendi sınavını verdi ve imtahan sonucu da belli oldu ki, ALlah bu yolla ,şeytanın arkasından gidenlerin de sonlarının ne olacağını bizlere bildirmiş oluyor.
Doğrusunu Yüce Allah'ım bilir.
İyilikler sizinle olsun ..
 

can-dan

Kayıtlı Üye
Katılım
12 May 2010
Mesajlar
310
Tepkime puanı
66
Konum
İZMİR
İkinci mesajınızda yazdıklarınıza aynen katılıyorum .Sadece iblisin cennete bile nasıl girebildiğine gelince ,ayetlerden kendi hesabıma anladığımca ,ruhu şad olsun Hasan Basri büyüğümüz gibi düşünüyorum.Şeytan cismen cennete geri dönmedi,yılan şeklinde döndüğüne dair ise hiçbir bilgi Kur'anda mevcut değil .Şeytan her zaman yaptığı gibi sadece fısıldadı , vesvese verdi ve bindbir yalanla ademi ve eşini kandırdı.Allah anlatıyor ki:

A'raf suresi:

20- Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: "Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti." dedi.

21- Ve onlara: "Elbette ben size öğüt verenlerdenim." diye de yemin etti.

Açıklamalarınız için teşekkürler sevgili gümüş..İyilikler sizinle olsun ..
 

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Ben teşekkür ederim, hem emek verdiniz, hem bir dolu nokta üzerine düşünmeme vesile oldunuz. Huzur sizinle olsun +)
 

can-dan

Kayıtlı Üye
Katılım
12 May 2010
Mesajlar
310
Tepkime puanı
66
Konum
İZMİR
Allah sizden , fikirlerini paylaşan bütün arkadaşlardan ve cümle inanmış kullarından da razı olsun sevgili gümüş .Konuyu siz açtınız ,sizin sayenizde irdeledik,fikir paylaşımında bulunduk , tek ve gerçek yol olan Kur'an da birleştik..Huzur hepimizle beraber olsun .Allahım bizlerin bir an bile gaflette kalmamıza müsaade etmesin .Kur'anı layıkıyla öğrenebilmemizi ve yaşayabilmemizi nasip etsin .AMİN ...
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
herşey zıddıyla var olduğuna ve bilindiğine göre şeytanın önemli bir fonksiyonu olsa gerek öyle bazı bağnazların dediği gibi o böbürlenip kibirlenmiştir ve bu sebepten cezalandırılmıştır ve mutlaka cehennemde yanacaktır şeklinde kestirip atılan bir yorum ancak aklını süs olarak yanında taşıyanların yapabileceği bir yorumdur hallaç bugün bile pek çok kimsenin cesaret edip dile getiremeyeceği çok fazla kuşkuya yer bırakmayan kendi içinde mantık bütünlüğü olan gayet net bir açıklama yapmıştır daha net anlaşılması için şöyle bir tasvir yerinde olur sanırım:İblise iki emir verildi bunlardan ilki ademe secde et emriydi diğer emir ise bu ilk emrin tam zıddı olan ademe secde etme emriydi iblisin gücü ve yeteneği sadece ikinci emri algılamaya yetti oysa adem her iki emride duymuştu ,,yani iblis kibirlenip isyan etmemiştir ve bu yüzden cezalandırılmayacaktır eğer bir ceza alacaksa bu ceza onun cehaletinden dolayı verilebilir ama ben onun affedilebileceğini düşünüyorum,,herkese saygılar

Allah 2 emir verir ilki secde et emridir ikincisi secde etme emridir ,,iblis secde etme emrini duyar ve gereğini yerine getirir melekler ise secde et emrini duyar ve gereğini yerine getirir adem ise her iki emride duymuştur bu sebepten hem iblis hem melekler kusurludur,,yani eğer iblis cezalandırılacaksa buna meleklerde dahil olacaktır ve bu ceza onlara cehaletlerinden dolayı verilecektir ..,bir şey daha ,adem her iki emride duymuştur duymasına ama ,o an için bunu başarmıştır sonradan cennetten kovulup malum yeryüzüne gönderilmiştir yani ademoğullarının kudreti ve iradesi onları meleklerden ve iblisten üstün bir mevkiye taşıyabilir,,,
 

can-dan

Kayıtlı Üye
Katılım
12 May 2010
Mesajlar
310
Tepkime puanı
66
Konum
İZMİR
Sn.la79 , şeytan böbürlenmiştir ve kovulmuştur şeklindeki açıklamaları yapanlara bağnaz diyorsunuz.Bunu söyleyenler uydurmuyorlar,Kurandan öğrenerek aktarıyorlar.Buyurun okuyun,

(28)وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ

(29)فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ

(30)فَسَجَدَ الْمَلآئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُون

(31)إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى أَن يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ

(32)قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلاَّ تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ

(33)قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ

“Hani Rabbin meleklere demişti ki: «Ben muhakkak kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve rûhumdan üflediğim zaman, derhal onun için secdeye kapanın!» Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler. Fakat iblîs hâriç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı. Allâh: «Ey iblîs, sana ne oldu ki secde edenlerle berâber olmuyorsun?» buyurdu. İblîs: «Benim, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insana secde etmem mümkün değildir.» dedi.” (el-Hicr, 28-33)

Başka bir ayet,

“…«Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.» dedi.” (el-A‘râf, 12)36

Ve bir çok ayette yine bu konu üzerine açıklamalar vardır..


Siz Kurana inanmıyorsunuzdur ,o başka mesele...Yine de düşüncesinden ve inancından dolayı insanlara bağnaz demeniz size hiç yakışmadı.

Ayrıca Allahın 2 emir vermesi ,ilk emri ''secde et'',ikincisi de ''secde etme ''demek nedir ve bunu nereden ,hangi kaynaktan aktardınız onu da anlayamadım .Açıklarsanız sevinirim...

Dua ile...
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Sn.la79 , şeytan böbürlenmiştir ve kovulmuştur şeklindeki açıklamaları yapanlara bağnaz diyorsunuz.Bunu söyleyenler uydurmuyorlar,Kurandan öğrenerek aktarıyorlar.Buyurun okuyun,

(28)وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ

(29)فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ

(30)فَسَجَدَ الْمَلآئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُون

(31)إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى أَن يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ

(32)قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلاَّ تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ

(33)قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ

“Hani Rabbin meleklere demişti ki: «Ben muhakkak kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve rûhumdan üflediğim zaman, derhal onun için secdeye kapanın!» Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler. Fakat iblîs hâriç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı. Allâh: «Ey iblîs, sana ne oldu ki secde edenlerle berâber olmuyorsun?» buyurdu. İblîs: «Benim, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insana secde etmem mümkün değildir.» dedi.” (el-Hicr, 28-33)

Başka bir ayet,

“…«Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.» dedi.” (el-A‘râf, 12)36

Ve bir çok ayette yine bu konu üzerine açıklamalar vardır..


Siz Kurana inanmıyorsunuzdur ,o başka mesele...Yine de düşüncesinden ve inancından dolayı insanlara bağnaz demeniz size hiç yakışmadı.

Ayrıca Allahın 2 emir vermesi ,ilk emri ''secde et'',ikincisi de ''secde etme ''demek nedir ve bunu nereden ,hangi kaynaktan aktardınız onu da anlayamadım .Açıklarsanız sevinirim...

Dua ile...
Ben bu vermiş olduğunuz ayetlerin yazdıklarımla çelişen bi tarafını göremiyorum kaldıki çeliştiğini varsayalım kuranın ayetleri yada bırakın kuranın ayetlerini herhangi bir sözün bile manası kişiden kişiye farklı yorumlanabilir üstelik kuranın ayetleri okunduğu gibi yüzeysel bir anlam çıkarılamayacak kadar derindir ve tefsire muhtaçtır ve islam aleminde birbirinden çok farklı tefsirler ortaya koyan müfessirler türemiştir yani herkesin genelgeçer bir kabulu yoktur,,Allahın 2 emir vermesi (ki bu emirler birbirinin zıddıdır)onun tevhid ilmiyle ilgilidir(hallacın savunmasını okuyun lütfen)bu iki emir birleşip bir mana oluşturur ki bu mana bizim ona neredeyse ulaşamayacağımız kadar derindir ama imkansız değildir , bununda en somut kanıtı adem(as)dir,adem (as)bu ilmini yitirdiği için şeytan ve melek mertebesine düşmüştür,,,şeytan ve melek birbirinin zıddıdır ancak konumları eşittir,yani birinin diğerine üstünlüğü yoktur ve mevcudiyetleri birbirine bağlıdır yani biri yoksa diğeride yoktur biri varsa diğeride vardır,dolayısıyla şeytan bir nevi kendisine verilmiş rolünü oynayıp yerine getirmekle görevlendirilmiştir tıpkı melek gibi dolayısıyla eğer cezalandırılacaksa (ki buna meleklerde dahil) bu ceza onların cehaletinden ötürü verilecektir ,,yeterince açık oldu sanırım
 
Üst