Hastalıklar ve sistem dizilimleri

yare-i yarim

Moderator
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
2,247
Tepkime puanı
879
İş
Sanatsal tablolar oluşturmak/Mutfak eşyaları dalında ticaret
“Baş olmadan göz, beden olmadan baş tedavi edilemeyeceğine göre beden de ruh göz önüne alınmadan tedavi edilemez” demiştir Socrates M.Ö. 4000 yılında.

“Ruh” anlamına gelen “psiko” ve “beden” anlamına gelen “soma” kelimelerinden oluşan “psikosomatik” terimi ilk olarak 1881 yılında Johann Christian Heinroth tarafından insomnia (kronik uykusuzluk) için kullanılmıştır. Daha sonra Alman psikiyatr Maximilian Jacobi ile psikosomatik bilimdeki yerini almıştır.

Psikosomatik tıp; fiziksel sağlığı etkileyen psikolojik faktörler ve tıbbın yeterince açıklayamadığı, bedensel belirtiler (ağrı, acı, allerji gibi) ile kendini gösteren ruhsal sorunlar için kullanılmaktadır.

Amerikan Psikiyatri Derneği; “tıbbi durumu etkileyen psikolojik etmenler” için “genel tıbbi durumun sürecini ve sonucunu olumsuz yönde etkileyen, tedaviyi engelleyen, dolayısıyla riski artıran bir veya birden fazla psikolojik ve davranışsal etmenler” tanımını kabul etmiştir. Bu görüşe göre bütün fiziksel hastalıkların oluşumunda ve gelişiminde psikolojik etmenler farklı derecelerde rol oynamaktadır. Majör Depresyon’un oluşturduğu duygusal çökkünlük halinin kanser tedavisine olumsuz etkisi, anksiyetenin (endişe hali) astımı kötüleştirmesi, öfkeli tutumun kalp hastalığı riskini artırması veya olumsuz başa çıkma yöntemi olarak kullanılan çok yemek yemenin obeziteye yol açması gibi durumlar psikolojik etmenlerin fiziksel hastalık sürecindeki yıkıcı etkilerine sadece birkaç örnek oluşturmaktadır.

Modern tıpta kronik ve ağır stresin çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadığını düşünülse de psikosomatik terimi çok geniş veya kısıtlı anlamda kullanılmaktadır. “Stres”in çeşidi, altta yatan psikofizyolojik etmenler, genetik yatkınlık, organ hassasiyeti, duygusal çatışmanın çeşidi ve bu çatışmanın hastalık oluşumundaki etkileri tartışılmaya devam etmektedir.

Holmes ve Rahe (1978) ortalama insan hayatında genel sağlık durumunu olumsuz yönde etkileyebilecek 43 tane risk oluşturan hayat olayı belirlemişlerdir. Eş ölümü, boşanma, hapishaneye girme, evlilik, doğum, işten atılma, taşınma, tatil bunlardan sadece birkaçıdır. Bununla birlikte, bazı kişilik özelliklerinin hastalıklar üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Friedman ve Rosenman’ın (1959) öfkeli ve rekabetçi olarak tanımladığı “A Tipi” kişilik yapılanmasının kalp hastalıklarını büyük ölçüde tetiklediğini bulmuştur.

Akne, alerjik reaksiyonlar, koroner kalp hastalıkları, solunum sistemi hastalıkları (astım gibi), ülser, kolit, obezite, felç, beyin tümörü, epilepsi, migren, romatoid artritis, multiple skleroz, sistemik lupus, fibromiyalji, herpes, bağırsak enfeksiyonları, tüberküloz, kanser, cilt hastalıkları, şeker hastalığı, hipertansiyon, mide bulantısı, mantar, ağrılı menstürasyon gibi komplikasyonlar psikolojik durumun tetiklediği hastalıklar arasında sayılmaktadırlar.

Madalyonun bir diğer yüzü de “somatoform bozukluklar” dediğimiz fiziksel belirtilerle baş gösteren fakat hiçbir tıbbi tetkiğin tam olarak açıklayamadığı hastalıklardır. Ruh adeta bedeni teslim almıştır ve “acısını” beden üzerinden yaşamaktadır.

Bazıları mide ağrısı, başağrısı, göğüs ağrısı gibi bedenlerinin çeşitli bölgelerinde çeşitli şikayetler nedeniyle doktor doktor dolaşır. Kimilerinin ise zaman zaman vücutları kaskatı kesilir, titreme ve baygınlık içinde yığılırlar. Bazıları ise “Ben kesin kanserim”, “Beynimde tümör var biliyorum”, “Bu ben de nereden çıktı? Sakın deri kanseri olmayayım. Bak rengi de kötü gibi” diyerek adeta bir hafiye gibi bedenlerinde hastalık ararlar. Bir diğer grup ise fiziksel görüntüsüyle adeta savaş halindedir. Burnu eğridir, göğüsleri küçüktür, bacakları çarpıktır, kulakları eğridir… Bu kişiler hayatı, hem kendilerine hem de bitmek bilmeyen serzenişleri ile çevrelerine zehir etmektedirler. Kişi rahat hareket edememektedir. Bütün bu “kusurların” acilen düzeltilmesi gereklidir. İşte plastik cerrahların en çok ve sıklıkla kapılarını çalanlar da bu kişilerdir. Bir diğer durumda ise kişi sürekli “ağrı ve acı” içindedir ve ne yaparsa yapsın bu şikayetlerinde bir azalma olmamaktadır. Kimileri ise hep yorgun, hep dalgın…

Socrates’in bundan binlerce yıl önce farketmiş olduğu beden ve ruhun karşılıklı etkileşimleri günümüzde ne yazık ki psikiyatri ve psikoloji alanında en dirençli hastalık grubunu oluşturmaktadır.

Düşüncenin bu kadar idealize edildiği ve düşünce gücünün hayatı şekillendirdiğine dair inancın bu denli kuvvetli olduğu bir dönemde “beden” nerede konumlanmaktadır?

Düşüncenin ve her türlü duygunun çıkış noktası olan beden değil midir? Aslında düşüncelerimiz ile ilk şekillendirdiğimiz…

h1 SOMATOFORM BOZUKLUKLAR

Somatoform bozuklukların temel özelliği, hastada yapılan tıbbi incelemeler ve değerlendirmeler sonucunda organik bir nedenle açıklanamayan fiziksel belirtilerin bulunmasıdır. Bu durum bazen hastada hiçbir organik patolojinin olmaması, bazen de belirtinin şiddetinin varolan organik patolojiye göre aşırı olması ve bu patoloji ile açıklanamaması şeklinde görülmektedir. Somatoform bozukluk tanısı koyabilmek için hastanın yakınmalarının hastada belirgin bir sıkıntıya yol açması ya da toplumsal, mesleksel veya işlevselliğin diğer alanlarında bozulmaya neden olması gereklidir.

Somatoform bozuklukların etiyolojisinde modelleme ve kültürün etkisini de gözardı etmemek gerekir. Çocukluk döneminde aynı ev ortamında kronik bir hastalığı olan birisiyle uzun bir süre yaşayan kişilerin, erişkin olduklarında somatizasyona eğilim gösterdikleri bulgulanmıştır. Erken çocukluk deneyimleri çocuğa hastalanıldığında kuvvetli ilgi alındığını göstermiştir.

Somatoform bozukluklarının oluşmasında yardım çağrısı, odak noktası olma, çevresindekileri kontrol etme, yönetme ya da hasta olmakla elde edilmiş avantajları sürdürme çabasının rolü büyüktür.

Somatoform bozukluklar Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yedi tanı kategorisine ayrılmıştır:

(1) Somatizasyon bozukluğu (2) Farklılaşmamış somatoform bozukluk (3) Konversiyon bozukluğu (4) Hipokondriyazis (5) Vücut dismorfik bozukluğu (6) Ağrı bozukluğu (7) Başka türlü adlandırılamayan somatoform bozukluk.

1- SOMATİZASYON BOZUKLUĞU

Somatizasyon bozukluğu ilk kez 1980 yılında DSM (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) – III’e girmiştir. Çok yakın zamana kadar histeri kapsamında değerlendirilmiştir. Somatizasyon bozukluğu ilk kez 1859 yılında Paul Briquet tarafından tanımlanmış olmakla birlikte 1951 yılında “Briquet sendromu” adıyla tekrar gündeme gelmiştir. DSM-III’e kadar yaklaşık 30 yıl boyunca tablo “Briquet sendromu” olarak isimlendirilmiştir.

DSM-IV’de somatizasyon bozukluğu tanısının konulabilmesi için dört ayrı sistemin her birindeki şikayetlerin rahatsızlığın değişik dönemlerinde her hangi bir zaman ortaya çıkmış olması gerekmektedir:

1) Dört ağrı semptomu: en az dört değişik sistem ya da işlevle ilişkili ağrıların olması (baş, karın, sırt, eklem, kol ve bacaklar, göğüs, makat, adet sırasında ağrı, cinsel ilişki sırasında ağrı, idrar yaparken ağrı gibi)

2) İki gastrointestinal sistem belirtisi: ağrı dışında iki GIS belirtisinin olması gerekir (bulantı, şişkinlik, gebelik sırasında olmayan kusma, diyare, değişik yiyeceklere duyarlılık)

3) Bir cinsel semptom: ağrı dışında en az bir seksüel ya da üreme sistemiyle ilişkili belirtinin olması ( cinsel duyarsızlık, erektil ya da ejakülasyon bozukluğu, adet düzensizliği, aşırı adet kanaması, gebelik boyunca kusma)

4) Bir psödonörolojik belirti: ağrıyla kısıtlı olmayan, nörolojik bir durumu telkin eden bir belirtinin olması (dengesizlik, felç ya da lokalize güçsüzlük, yutma güçlüğü ya da boğazda düğümlenme hissi, ses kısıklığı, sağırlık, nöbetler, amnezi gibi dissosiyatif belirtiler, bayılma dışında bilinç kaybı).

Somatizasyon bozukluğunun genel nüfustaki yaşam boyu sıklığı %0,1-0,5 arasındadır. Somatizasyon bozukluğu 30 yaşından önce başlaması ile çoğunlukla da ergenlik döneminde başlaması ile tanımlanır. Kadın/erkek oranı 5/1’dir. Bu tanıyı almış kişilerin anne ve kız kardeşlerinde Somatizasyon Bozukluğu %10-20 dolayında görülür. Bu bozukluk sosyal durum ile ters ilişkilidir, en sık olarak düşük eğitim ve ekonomik seviyedeki hastalar arasında ortaya çıkmakta; gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelere oranla daha fazla görülmektedir. Tek ebeveyn olma, yalnız yaşama ve işsizlik de riski artıran faktörlerdir. Kişilerin yaşam koşulları ağırlaştıkça daha şiddetli semptomlar gösterir, hatta semptomlarına yenileri eklenmektedir. Yakınmaların hafiflediği iyilik dönemleri genellikle bir yılı aşmaz.

Bu bozukluğu yaşayan kişiler şikayetlerini sözel olarak ifade edemezler. Kendi söyleyemediklerini bilinçaltı bir seçimle bedenlerine söyletmeye çalışırlar.

Kişinin Somatizasyon Bozukluğu geliştirmesindeki dinamiklerin tanınmasından sonra, kişinin duygularını fark edip kelimelerle ifade etmeyi öğrenmesi, terapinin en önemli kısmıdır.

2- FARKLILAŞMAMIŞ SOMATAFORM BOZUKLUK

Ayrımlaşmamış somatoform bozukluk tanısı bilinen bir tıbbi durumla açıklanamayan veya bir medikal durumda beklenen yakınmaları aşan fakat somatoform bozukluk için tanı ölçütlerini karşılamayan bir veya iki fiziksel yakınması olan hastalar için uygundur. Semptomlar altı aydır mevcut olmalı ve hastada belirgin duygusal sorunlara yol açmalı veya hastanın sosyal veya mesleki işlevselliğini bozmalıdır.

Farklılaşmamış somataform bozukluk 2 çeşit semptom kalıbı görülebilir; otonomik sinir sistemi içerenler ve yorgunluk veya güçsüzlük durumlarını içerenler.

Bu hastalar ruhsal ve fiziksel yorgunluk, fiziksel güçsüzlük ve tükenmişlik, ve semptomları nedeniyle günlük aktivitelerinin çoğunu yapamamaktan yakınırlar. Bu sendrom klinisyenler ve diğer tanı sistemlerince “nevrasteni” olarak adlandırılır.

3- KONVERSİYON BOZUKLUĞU

DSM-IV konversiyon bozukluğunu bilinen bir nörolojik veya tıbbi hastalıklarla açıklanamayan bir veya daha fazla nörolojik semptomun (örn. paralizi, körlük, parastziler) bir arada olması ile karakterize bir bozukluk olarak tanımlanır. Ek olarak, tanı için semptomların başlangıcı veya alevlenmesi psikolojik etkenlerle ilişkili olmalıdır.

Konversiyon bozukluğun yıllık insidansı 100.000’de 22 olarak bildirilmiştir. Erişkin hastalarda kadın erkek oranı en az 2’ye 1, en fazla 5’e 1’dir. Çocuklarda da üstünlük kızlardadır.

Konversiyon bozukluğu çocukluktan ileri yaşlara kadar herhangi bir yaşta başlayabilir, fakat ergenlerde ve genç erişkinlerde daha sıktır. Veriler, konversiyon bozukluğunun kırsal nüfusta, az eğitimli kişilerde, düşük zeka düzeyi olanlarda, düşük sosyoekonomik grupta ve çatışmalara katılmış askeri personelde daha sık görüldüğü belirtilmektedir. Konversiyon bozukluğu olan erkekler sıklıkla mesleki ve askeri kazalar geçirmişlerdir.

Psikoanalitik teoriye göre, konversiyon bozukluğu bilinç dışı ic çatışmanın bastırılması ve anksiyetenin fiziksel bir semptoma dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkar. Çatışma, içgüdüsel uyaranlar ile bunların ifade edilmesine karşı engel olması arasındadır.

Felçler, körlük ve mutizm en sık görülen konversiyon bozukluğun semptomlarıdır. Konversiyon bozukluğunda özellikle ekstremitelere ait anestezi ve paresteziler sık görülür.

Yalancı nöbetler konversiyon bozukluğunda bir diğer semptomdur. Yalancı nöbeti olan yaklaşık üçte bir hastada ayrıca beraberinde epileptik bozukluk da vardır. Yalancı bayılma sonrasında pupilla ve öğürme refleksleri korunmuştur ve nöbet sonrası hastada prolaktin konsantrasyonunda artış olmaz.

Konversiyon bozukluğu tanısı almış hastaların yaklaşık %25-50’si sonuçta erken dönemdeki semptomların nedeni olabilecek nörolojik veya psikiyatrik olmayan tıbbi bozukluk tanısı almışlardır. Konversiyon bozukluğu olan hastaların büyük çoğunluğunda başlangıç semptomları birkaç gün veya bir aydan kısa bir sürede ortadan kalkar. Hastaların %75’inin başka bir epizod geçirmeyeceği belirtilir, ancak hastaların %25’i stres dönemlerinde ek epizodlar geçirebilirler.

Konversiyon bozukluğunun semptomları genellikle kendiliğinden gerilese de, bu gerilemeyi İçgörü merkezli destekleyici veya davranışçı terapi kolaylaştırır; terapinin en önemli özelliği ilgi ve otoriter teropatik ilişkidir.

4- HİPOKONDRİAZİS

Hipokondriyazis, bilinen tıbbi bir nedeni bulunamayan ciddi bir hastalığı olduğuna dair korku ve aşırı uğraşma ile giden, hastanın gerçek dışı fiziksel semptomlarının veya hislerinin yanlış çarpıtmasından kaynaklanır.

Genel tıp klinik popülasyonunda altı aylık prevalansı %4-6 olduğu bildirilmiştir. Erkek-kadın oranı eşittir. Semptomlar herhangi bir yaşta başlayabilmekle birlikte en sık 20-30 yaşlar arasında ortaya çıkar.

Hipokondriazisle ilişkili olduğu en sık öne sürülen bozukluklar depresif bozukluklar ve anksiyete bozukluklarıdır. Hastaların yaklaşık %80’in de ek olarak depresif bozukluklar veya anksiyete bozuklukları olabilir. Hipokondriazis için DSM-IV tanı ölçütleri hastanın ciddi bir hastalığı olduğu hakkındaki yanlış inanışla zihinsel olarak meşgul olmasını ve bu yanlış inanışın fiziksel belirtileri veya duyguların yanlış yorumlanmasına bağlı ortaya çıkmasını gerektirir. Medikal ve nörolojik muayenelerde patolojik bulgular olmamasına karşın bir inanış en azından 6 aydır sürmesi gereklidir.

Hipokondriak hastalar, henüz saptanamamış ciddi bir hastalıkları olduğunu inanırlar ve tersine ikna edilemezler. Psikiyatrik tedaviye ise dirençlidir. Hipokondriazisin gidişi genellikle epizodiktir, epizotlar aylar yıllar sonra sonlanır ve uzun eşit süreli sessiz dönemleri olur. Hipokondriyak hastaların %30-%50’si iyi derecede düzelmektedir. Hipokondriak çocuklar ise çoğunlukla geç ergenlik veya erken erişkinlikle düzelirler.

5- VÜCUT DİSMORFİK BOZUKLUĞU

Beden dismorfik bozukluğu, hayali bedensel bir kusur ile (örneğin biçimsiz bir burun) uğraşma veya çok ufak kusurların çarpıtılıp abartılmasıdır. Bu tür hastalar psikiyatristlerden çok dermatologlara, dâhiliyecilere veya plastik cerrahlarına giderler.

Veriler başlangıcın en sık 15–20 yaşlar arasında olduğunu ve kadınların erkeklerden daha fazla etkilendiklerini gösterir. Etkilenmiş kişiler genellikle bekârdır.

Beden dismorfik bozukluğu olan hastalar ileri sürülen kusura yönelik cerrahi, dermatolojik, diş ve diğer medikal tedavi uygulamaları daima başarısızlıkla sonuçlanır.

6- AĞRI BOZUKLUĞU

Ağrı bozukluğunda birincil semptom, tıbbi veya nörolojik bir nedenle tam olarak açıklanamayan bir veya daha fazla yerdeki ağrıdır.

Bozukluk, somatoform ağrı bozukluğu, psikojenik ağrı bozukluğu, idyopatik ağrı bozukluğu, öfemistik (euphemistic) atipik ağrı bozukluğu olarak adlandırılmıştır.

Ağrı bozukluğu, kadınlarda erkeklere oranla iki kat fazla görülmektedir. Başlangıcın pik yaptığı yaşlar, dördüncü ve beşinci dekatlar arasındadır. Bu, muhtemelen ağrı toleransının yaşla birlikte azalmasına bağlıdır. Ağrı bozukluğu en sık iş kazaları olasılığının arttığı kol gücüyle çalışan mesleklerde görülür.

Tüm ağrı bozukluğu hastalarının %25-50’sin de majör depresif bozukluk, %60-100’ ün de distimik bozukluk (depresyonun hafif şiddetli olduğu, ancak uzun sure devam ettiği durumdur; kişi kendisini “ben kendimi bildim bileli böyleyim” diye tanımlar) veya depresif bozukluk semptomları bildirilmiştir.

Ağrı bozukluğundaki ağrı genellikle aniden başlar ve sonraki haftalar veya aylarda şiddeti artar. Ağrı bozukluğu olan hastaların çoğunda analjezikler yararlı olmaz ancak antidepresanlar yararlıdır.

7- BAŞKA TÜRLÜ ADLANDIRILAMAYAN SOMATOFORM BOZUKLUK

Bu tanı, klinisyende somatoform bozukluk izlenimini bırakan ancak hiçbir özgül somatoform bozuklukla açıklanamayan ya da henüz tıbbi etyolojilerin tam olarak dışlanamadığı durumlarda kullanılabilir. Örnekler olarak şunları verebiliriz:

Gerçekte gebelik bulunmamasına karşın, gebeliğin nesnel bulgularının eşlik ettiği, gebe olunduğuna dair yanlış inancın bulunması,

6 aydan kısa süren hipokondriazis ya da 30 yaşından sonra başlayan somatizasyon bozukluğu,

Tıbbi nedenler ile veya başka bir mental bozuklukla açıklanamayan yorgunluk ve bitkinlik.



h4SAĞLIK

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), sağlığı “sadece hastalıklardan ve mikroplardan korunma değil, bir bütün olarak fiziki, ruhi ve sosyal açıdan iyi olma hali” olarak açıklar.

Sağlığın ayrıca pek çok tanımı yapılabilir:

*Sağlık, iyi hissediş hali değil, bir varoluş halidir.

*Kişi kendisiyle ve diğer insanlarla olan ilişkilerini, kendisini tatmin edecek bir şekilde tüm yetenekleri ve olasılıkları ile yaşayabiliyorsa sağlıklıdır.

*Sahip olduğu yetenekleri ve imkanlarıyla, hayıflanmadan, önce kendisiyle sonra diğer ilişkilerde bulunduğu insanlarla iyi ve uyumlu ise sağlıklıdır.

HASTALIĞIN ANLAMI

Günümüzde modern tıp, hastalığı organın hastalığı olarak nitelendirir ve onu tedavi etmeye çalışır. Aslında her hastalığın ve semptomun arkasında bir anlam vardır. Bu anlam, hastanın sistemindeki ilişkilere ve hastanın sahip olduğu koşullar ve çevresindeki etkilere bağlı, daima subjektif olan bir anlamdır. Hastalığın anlamı kişi bazında değerlendirilmeli ve genelleştirilmemelidir.

Bedenimiz, çoğu kez hastalık yoluyla üzerinde durulması gereken yaşamsal bir problemi bize anlatmaya çalışıyor olabilir. Kişi problemi algıladığında ve duygu-düşünce-davranış kalıplarında gerekli değişiklikleri yaptığında hastalık yatışır. Ancak toplumda hastalık, savaşmamız ve kurtulmamız gereken bir düşman olarak görülür. Modern tıp da bunu destekler niteliktedir. Modern tıpta tedavi, semptomları baskılamak şeklinde olduğundan hasta hiçbir şey öğrenemez. Bu aşamada dikkat etmemiz ve bilmemiz gereken; hastalıkların anlamı ile uğraşırken bazı temel prensiplerin olduğu ve net bir reçetenin olmadığıdır. “Hasta isen öğrenecek bir şeyin vardır” düşüncesi ise her zaman doğru değildir. Tüm çabamıza rağmen bazen hastalığın anlamı anlaşılamaz. Bu da kendi anlayışımız ve kontrolümüzün dışındadır hatta insanda suçluluk duygusunu arttırır.

SİNYAL OLARAK HASTALIK VE SEMPTOMLAR

Semptom, hasta tarafından subjektif olarak algılanan problem veya şikayet olarak tanımlanabilir. Psikoterapötik olarak baktığımızda semptomlar ve hastalıklar, hayattaki düzensizliğin işaretleridir. Ölümün ya da hastalığın değil, kişinin yaşamının hizmetindedir. Yolunda olmayan birşeyin fiziksel haldeki durumunu ifade eder. Semptomun belirli bir organik nedeninin olup olmamasının bir ilgisi yoktur. Ağrı veya anksiyeteyi içerse de içermese de bu subjektif algı dikkatle ele alınmalıdır. Dikkatle ele alınmalıdırdan kasıt, mental ve fiziksel semptomların tüm nedenlerine ve sonuçlarına dikkat etmektir. Bu dikkat hem tedaviyi yürüten hem de şikayet eden kişiden talep edilir. Ancak modern tıpta bu subjektif şikayetlerin organik nedenleri belirlenmediği için ciddiye alınmaması durumu ile sıklıkla karşılaşılmaktadır. Genellikle hastalar ve doktorlar, organik olarak nedenleri belirlenebilen semptomların tedaviye daha fazla değdiğini düşünürler. Kamu sağlık sisteminde genel faturalandırma uygulamalarında da bu bakış açısının yansıtıldığını görmekteyiz. CT (bilgisayarlı tomografi) veya kalp kateteri gibi tanısal tetkikler için ödenek almak psikoterapi için almaktan daha kolaydır.

Hastalıklar veya yaşamsal başarısızlıklar kollektif bir bilinç ile oluşur ve bağlanma sevgisinin ifadesidir. Sevginin bu türlü ifadesi her zaman bilinçsizce yapılır. Sisteme olan sevgi, şifa ve kurtulma isteğinden daha büyüktür. Danışan kör bir bağlılık içindedir. Bu bilgi, terapist ve hekim için yol gösterici olabilir.

Beden ile kişi arasındaki ilişki çocuk-ebeveyn ilişkisi gibidir. Beden=çocuk; kişi=ebeveyn’dir. Beden, sevgi ve ilgi ister, göremediğinde ise kendini sabote eder.

Semptomlar oldukça inatçıdır. Zihinsel düzlemde olumlamalar ile halletmek mümkün değildir. Ciddi hastalıklarda sınırlı bir değeri vardır. Düzelme sözkonusu olduğunda bile bu geçici bir süreçtir. Temel bir iyileşme sözkonusu değildir.

SEMPTOMLARIN OLASI ANLAMLARI

Semptomlar ve hastalıklar bağlanma sevgisinin ifadesidir, sevginin grubun tüm bireylerine gösterilmesidir. Bağ sevgisi her zaman ağır yaşanmışlıkların ve kaderlerin bir tür dengelenmesine gayret eder. Semptomlara ve nedeni olabilecek olaylara bakacak olursak:

1.Sadakat ifadesi olarak semptom

Bronşik astım ve doğumdan kısa süre sonra ölen dayı

Kalp nörozu ve annenin gizli sevgilisi

Mide bulantıları ve kürete edilen bir çocuk

Güçsüzlük ve meçhul biyolojik baba

Kalp krizi ve amcanın ağır kaderi

Panik ve babanın savaşta ölen kurtulamayan arkadaşları

Kıskançlık ve annenin ağır kaderi ve babanın anneye fiziksel şiddeti ve annenin buna pasif kalışı, gidemeyişi

Aşırı zayıflık ve miyomlar ve anneannenin intiharı

Göğüs kanseri ve erkek ölen ağır engelli iki erkek kardeş

Depresyon ve tekrar eden intihar girişimleri ve büyük babanın ölüm tarihi ile kadın danışanın doğum tarihinin aynı zamanda olması

2. Üstlenilen suç ile ifade bulan semptom

Panik atak ve büyük babanın kurbanı

Psikovejetatif yorgunluk sendromu ve babanın kurbanı

3. Kendi suçunu ifadesi olarak semptom

Sağ kolda geçmeyen tedaviye dirençli ağrı ve kandırılan, aldatılan baba (kadının hamileliği ve kürtajı sakladığı durum)

4. Kesintiye uğrayan bir eğilimin ifadesi olarak oluşan semptom

Saman nezlesi ve baba

Migren ve annenin yası; kadın danışanın annesi 7 yaşındayken felç oluyor ve sonra düzeliyor, ama danışan hep kendini suçlu hissediyor.

5. Bırakmanın telafisi olarak semptom

Kronik mide ağrıları ve ölen oğuldan veda eden bir anne

Sık tekrar eden kazalar ve anneden veda

6. Travmadan korunmak için semptom

Ağır depresyon ve annenin tecavüzünün travması

7. Onurlandırma telafisi olarak semptom

Sürekli meydana gelen diz ağrıları ve kendi dışında genetik kalıtımsal hastalıkları olan kardeşleri

8. Üstlenilen bir duygu olarak semptom

Depresyon ve babanın öfkesi

9. Panik bozukluk ve annenin kontrol sapkınlığı

10. Bir ebeveynin eski sevgilisi adına telafi semptomu

Yeme bozukluğu ve annenin ilk büyük aşkı, alevi diye evlendirmemişler

11. Eş ilişkisinde semptom

Melankoli ve sırt ağrıları

12. Diğer semptomlar

* Kalp ile ilgili problemler: En önemli bulgu “varolan gizli agresyon”dur. Neşe eksikliği vardır. Matem ya da sevinç yerine öfke veya kızgınlık duygularını gösterirler. Kişinin kendini derindeki bir acıdan koruması bu öfkenin nedenidir. Kalp, ruh ile çalışan yegane organdır.

* Patolojik bulgusu olmayan kalp ağrıları: Baba ile ilgilidir. Çoğunlukla babanın çocuğuna erişemediği durumlarda veya çocuğun babaya erişemediği durumlarda meydana gelir.

* Tek kulakta sağırlık: Sır

* Bipolar bozukluk: Ensest vakaları çoktur. Ensest iki uçluluktur. Bir ucu çocuk, öteki ucu ortak olmayan diğer partner.

* Allerji: Taşma reaksiyonudur veya ebeveynlerin ilişki dışı kaçamaklarının çocuk tarafından bilinmesi ve çocuğu duruma izin göstermesi.

* Vaginismus: Annede veya geridekilerde tecavüz, taciz, istismar.

* Tek taraflı tinnitus: Şahit olmak, bir suça iştirak etmek

* Çift taraflı tinnitus: Psikotiktir

* Böbrekler ile ilgili problemler: Açığa çıkmayan öfke, korku, dehşet

* Hipertansiyon ve Bel ağrısı: Günlük yaşamın stresleri

* Karaciğer ile ilgili problemler: Öfke

* Akciğer ile ilgili problemler: Üzüntü, melankoli

* Dalak ile ilgili problemler: Endişe

* Baş ağrısı ve migren: Sevgi akışının olmaması

* Astım, bronşit: Erken dönem kesintisi (Çocuğun bir ebeveyne gitmesine izin verilmemesi, çocuğun sık sık veya bir süreliğine başka birine bırakılması, evlatlık verilmesi, doğumdan hemen sonra bir süre annenin yanında olamaması vb.)

* Bulimia: Anne senin için yiyorum, baba senin için çıkarıyorum

* Depresyon: Ebeveynleri hiçe sayma, aşağılama

* İshal ve üşüme: Kişinin kendisine yeterli zaman harcamaması, her zaman başkaları için bulunması

* Kanser: Ölüm kararı. Kötümser, başkaları için didinen, diğerleri tarafından görünmek için herşeye katlanan kişiler kanser kişiliğidir. İçlerinde haksızlık duygusu, yoğun kin, acı ve öfke vardır. Bu duygular kansere davetiye çıkarır. Örnek verecek olursak; meme kanserinin nedeni sistemden gelen kadınların erkeklere duymadığı saygıdır.

h2SEMPTOMLARLA ÇALIŞMAK

İyileştirici çalışmalarda; sistemdeki sevginin, sağlığı yeniden kazanmaya dönük iradeden daha güçlü olabileceğini gösterir. Pek çok durumda sadece sembol kullanmak oldukça faydalı olabilmektedir. Sistem dizimine gerek olmayabilir. Sembol, bilinmeyen kişiyi veya şeyi temsil eder. Sembolün farkında olmak yeterlidir.

Hastalara semptomlarını temsil edecek bir sembol seçmeleri söylenir. Şayet sembol sevimsiz, tehdit edici veya tedirgin edici ise hastanın çözüm aradığının göstergesidir, şifalanmaya daha yakındır; sevimli ise iyileşmeye uzaktır ve kişi hastalığı ile mutludur. Bu durumda ilgili tehdide karşı sevimli bir tepki için yer açmak önemlidir. Sembole bakılması ve ona ihtiyaç duyduğu şeyin verilmesi önemlidir. İhtiyaç duyulan her zaman sevgi ve saygıdır. Eğer hasta bu duyguları geliştirebilirse iyileşmeye doğru ilk adımı atmış olur.

Bir dizime semptomları koymanın 2 nedeni vardır. Birincisi; teşhis amaçlıdır ve semptomun ait olduğu yeri belirler. Bir semptomu dizime koyduğumuzda, semptomun temsilcisi en iyi nereyi hissettiğini tam olarak söyleyecektir. Doğru yer neresidir sorusunun yanıtını verecektir. Bu bilgi teşhis için çok yardımcı olur. İkincisi; semptomları çözümün bir göstergesi olarak kullanmaktır. Dizimde en iyi çözüm bulunduğunda semptom daima şunu söyleyecektir: “Ben şimdi gereksizim. Bana daha fazla ihtiyaç duyulmuyor. Artık ayrılabilirim.” Bu cümle duyulduğunda iyi bir çözümün bulunduğu anlaşılır.

Ancak dizim esnasında son derece dikkatli, hassas ve yumuşak olmak gerekir. Aksi takdirde semptomu kızdıran, daha fazla hareket etmesini sağlayan, iştahını arttıran, dansettiren, güçlendiren terapistin kendisi olur.

SEMPTOMLAR VE SIRLAR

Bazı mahrem sırlar dışında kişinin kendi kökenine dair pek çok şeyi bilme hakkı vardır. Örneğin; evlat edinilmiş çocuğun babasını bilmesi, yarı kardeşlerin birbirini bilmesi, evlat edinilmiş, ölü doğmuş, evlatlıktan çıkarılmış başka kardeşler varsa onların bilinmesi. Ebeveynlerden birisi çocuktan önce önemli bir ilişki yaşamışsa ve bu ilişkiden tam olarak özgürleşememişse bu durum da çocuk üzerinde rol oynar. Bert Hellinger’e göre çocuk, bu ebeveynin önceki partnerini takip eder.

Bir şey saklanıyorsa, dile getirilmiyorsa, küçümseniyorsa, yok sayılıyorsa, morfik rezonans birilerinin bunu görmesi için sistemi zorlar. Hastalıklar, psikolojik bozukluk veya fiziksel rahatsızlıklar ile sistemin geçmişteki haksızlığı/olayı telafi etmesi için ortaya çıkar.

ACI ÇEKMEK

Acının merkezi kontrolü, kaynağı ne olursa olsun beynimizdir. Nedeni, organik veya mental olduğundan her zaman subjektiftir. Örneğin, omurilikteki dejenerasyon her hastada farklı şiddette sırt ağrısına yol açabilir veya aynı organik hastalığı olan hastalarda farklı şiddette ağrı olabilir.

Hastalar bize acılarını dindirmemiz için gelirler. Ben, bu süreçte sadece doktorun değil hastanın da rolü olduğunu belirtirim. Bu bazı hastalarda hayal kırıklığı yaratır ve “benim için gerekenin en iyisini siz bilirsiniz, onu yapın” deyip bir kenara çekilme eğiliminde olurlar. Bazı hastalar ise hastalıkları için birlikte bir şeyler yapmaya hazırdırlar ve ellerinden geleni yaparlar, çünkü mevcut durumları her ne ise onu değiştirmeye artık hazırlardır.

Toplumda acı çekmek, mutlu olmaktan daha fazla kabul gören bir tavır olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanların bir bölümünde acı çektiklerinde öbür dünyada ödüllendirileceğine dair bir inanç bulunmaktadır. Bu inanç, insanların kendilerini rahatlatmak için seçtikleri bir yanılsamadır. Nelson Mandela’nın bu görüşe dair şu sözü akla gelmektedir “Bizi en çok korkutan karanlığımız değil ışığımızdır. Bizi daha iyiye götürecek ışık ise her insanın içindedir”.

Kurban rolüne neden bağımlı olunur?

1-Acı çekmek bir alışkanlık ve yaşam şekline dönüşür.

2-Acı çekmek bir şeyi yoğun bir biçimde hissetmenin tek yoludur. “Acı çekiyorum, kendime dair bir şey hissediyorum, o halde yaşıyorum”. Acı çekmeleri sona erdiğinde hastalar, genellikle katlanılması zor bir boşluktan şikayetçi olurlar.

3-Acı çeken kişilerde sekonder kazanç söz konusudur. Acı çekildiğinde daha fazla sevgi ve ilgi görürler.

4-Acı çekmek, acı çekeni bir üst konuma yükseltir. Çekilen acı sayesinde kişi diğer insanlara ve onların taleplerine karşı genellikle bilinçsiz olarak daha üstün hisseder. Talepleri yerine getirilmediği zaman kurban ve acı çeken rollerini güçlendirirler. “Beni kimse anlamıyor. Herkes bana karşı” tarzı düşünceler kronik kurbanların temel inançlarıdır.

5-Belli bir gruba aidiyet sağlar. Örneğin; Mor Çatı gibi mağdur olan kadınlara yönelik grup.

6-Acı çekmek genellikle pasif oluşla karakterize edilir. Kurban rolü kişinin bilinçaltı babası veya büyükbabası gibi olmamayı getirir. Başarısızlık, işsizlik gibi durumlarda semptomlar olur.

7-Geçmiş nesillerdeki kabul görmeyen failin suçunu yeni nesiller sebepsiz suçlu hissederek dengelemek isterler.

8-Geçmişe dair bir suçluluğu kabul etme korkusu ile kişi kurban rolüne bürünüp görünürde yeniden kendi suçsuzluğunu oluşturmak ister.

HASTALIK VE ÖLÜM

Potansiyel olarak ölümcül olan bir hastalık (kanser gibi) ile sadece acı çekmeye yönelik bir hastalık arasında büyük bir fark vardır. Bu fark, birisinin kendi ölümü hakkında farkındalığında yatar. Hastalığın ciddiyeti ne kadar fazla ise karmaşıklıklar daha da derindir ve sisteme bağlılık daha da artmıştır. Böyle bir durumda terapi potansiyeli sınırlıdır ve değiştirilemeyecek şeylere saygı duyulmalıdır.

Ciddi bir hastalıkta “ne olduğunu” bilmek yardımcı olabilir. İyileştirmenin mümkün olmadığı durumlarda bile hastanın yaklaşımında değişiklikler yapmak için bir fırsat yaratır. Kişi, hastalığın kendisini ölüme götürdüğünü fark ettiğinde, kalan zamanlarını daha yoğun, zengin ve artan açıklık ile yaşayabilir.

Ölüm, korku teması ve tabudur. Oysa varoluşumuzun tamamlanması ve taçlanmasıdır. Yer açmaktır. Dizimlerde çözücü ve yumuşatıcı bir etki yaratır. Ölümden korkup kaçtıkça onun kucağına düşülür. Ölümün kaçınılmazlığını kabul edildiğinde ise yeni bir boyut açılır. Ölüme bakmak, hayatı yoğunlaştırır; ölümün bir son olduğunu kabul etmek de hayatın kalitesini değiştirir. Aynı zamanda bu, ölümün ve hoşçakal demenin kalitesini de değiştirir.

HASTALIKLARDA SİSTEM DİZİMLERİNİ KULLANMAh5

Sistem dizimleri, ruhsal gelişim psikoterapisidir. ‘An’da varolmaya, yaşamın öngördüğü bilinç evresinde kalmaya yönelik çalışmalardır. Sistem dizimleri, bize geçmiş kuşaklarda yaşanan olayların hayatımızı nasıl etkilediğine bakmamızı sağlar. Bu fenomonolojik yaklaşım, uzun dönemli ve sıklıkla hayat değiştiren sonuçlara götüren, yüksek düzeyde bir enerji seviyesinde hissedilebilen bir yaklaşımdır.

Aile olayları ve durumları, aile “alan”ında uyumsuzluğa ve dengesizliğe yol açabilir. Bu uyumsuzluk ve dengesizlik, genellikle hastalık, depresyon, intihar, ilişki bozuklukları, kazalar veya kariyer problemleri ile kendini gösterir. Bu gizli dinamiklerin doğasını, yaşayan ya da ölmüş aile bireylerinin yerine temsilciler kullandığımız dizimler düzenleyerek keşfederiz. Dizimler, çözümde anahtar rol oynayan, oldukça etkili, durumların canlı bir haritasını sağlar. Aile dizimi ile, hastalığın anlamını bulmaktaki mantık bilinç düzeyine yani görünür hale getirilir. Adım adım ilerleyen bir dizim; denge, düzen, uyum ve iyileştirmenin yeniden sağlanmasına doğru hareket eder.

Hastalıklar ile uğraşırken dizimleri kullanmaktaki amacımız sorunu ortadan kaldırmak, hastalığı iyileştirmek veya gerçeği değiştirmek değil; duruma yol açan gizli dinamikleri önyargıdan uzak ortaya çıkarmak, ona ışık tutmaktır. Diğer dizim türlerinde olduğu gibi burada da, farkında olunmayan konular yüzeye çıkarılmaya çalışılır, görünür hale getirilir. Bu dinamikleri ortaya çıkarma, kişinin tedavi sürecine katkı sağlayabilir çünkü dizim oluşturmak hastalıkta rol oynayan çıkış noktalarını ve olası faktörlerini belirleme çabasıdır. Bu sayede de hastanın altta yatan gerçeği öğrenmesi ve sonrasında dizimdeki enerjinin denge noktasına gelmesine izin verilmesi sağlanmış olunur. Bu gerçek bulucu ve yeniden dengeleyici yaklaşım, kişinin hastalıkla olan ilişkisini yeniden şekillendirmesine olanak sağladığı gibi değiştirmeye gücü olmadığı durumlarda da kabul etmelerini sağlamaktadır. Bu değişimin gerçekleşmesi için hastanın, minimum yetenek bütününe sahip olması ve dizimlerin iyileştirici yaklaşımı ile bunu birleştirebilmesi gerekmektedir. Hastanın dizime olan inancı, savunma mekanizmaları ve hastalığın hayatındaki rolünün detaylı analizi, fiziksel ve mental sağlığının dizimler ile değişiminde önemli rol oynar.

Hastalıklara dizim çerçevesinde baktığımızda, çoğunlukla dışlanmış biri karşımıza çıkmaktadır. Kişi, aile sisteminden dışlanmış biriyle özdeşleşip onun duygu ve davranışlarına bürünmesiyle kilitlenme oluşur. Kollektif vicdan; kör bir güdüyle aileden hiçbir üyenin dışlanmasına, haksızlığa uğramasına, acı ve mağduriyet yaşanmasına müsaade etmez. Dolayısıyla geçmiş yaşanmış ve bitmiş olsa da, geçmişin travmatik etkileri, kişinin (kendi bilincinde olmasa da) şu anda yaşadıklarında belirleyici rol oynamaktadır.

Özdeşleşmenin etkisi, sistemdeki dengesizliğe bağlı olarak, duygusal bozukluklar, psikosomatik hastalıklar veya psikoz olarak ortaya çıkabilir. Özdeşleşme, dışlanmış kişinin belirlenip danışanın onu ayrı bir birey olarak algılaması, onun kaderinin ayrı olduğunu anlaması, varlığını onaylaması ve yüreğiyle kabul etmesi ile çözülür. Böylece hasta olma ihtiyacı ortadan kalkar ve kollektif alan iyileştiğinde kişi de iyileşir.

Hastalıklar ve semptomlar, bir kişinin kendi yolunu bulmasında işe yarar. Bunu da, kişinin sistemdeki yerini bulmasını ve bunu kabul etmesini sağlayarak yapar. Günümüzdeki iyileştirici çalışmalar, semptomları yardımcı ve arkadaş gibi görüp onları bu şekilde kullanmaktadır. Hastalık ile mücadele etmek, hastalıkla bir bağ kurulmasını güçlendirir. Bu mücadele, bilinçsiz karışıklıklara yol açabilirken hastalık ile uzlaşmaya varmak onu çözebilir. Mücadele yerine uzlaşı sağlamak ve hastalığı kişinin ve onun hayatının bir parçası olarak görmek faydalıdır.

Fiziksel ve mental hastalıklar büyük bir saygı ile karşılanmalıdır. Bu durumun kişinin ruhu üzerindeki anlamı bizim kişiliklerimizin veya toplumun o durum hakkında söylediklerinin tam tersi olabilir. Hastalığın ciddiyeti arttıkça derin bir karmaşa ve sistemine de derin bir sadakat görürüz. Ölümcül bir hastalıkta bile bu anlamı görmek şifa verici olabilir. Geri kalan yaşamı daha doyurucu yaşar.

Dizimlerin insanlara hastalıkları ile ilişkisinde tutarlı bir biçimde yardım etmesinin bir yolu onların aile ruhuyla bağını kuvvetlendirmekten geçer.

“Atalarımız içimizde acı çektiği sürece gerçek anlamda mutlu olamayız

Özgür ve mutlu bir şekilde toprağa/dünyaya dokunarak farkındalığa doğru bir adım attığımızda bunu tüm geçmiş ve gelecek kuşaklar için yaparız

Onlar da bizim ulaştığımız anda gelirler ve hepimiz huzuru aynı anda buluruz.”

Thich Nhat Hahn

h7Çocuklarda hastalık: Bir travmanın bilgisi kuşaklar boyunca alanda gizli olarak durmaktadır. Çocuklar gelişimlerinin ilk 2 yılında sistemden bu bilgiyi içselleştirmeye başlarlar. Büyüme esnasında bu derin atasal bilgi kendi olgun egolarıyla örtülür. Başlangıçta kişi, bu türlü başkalık deneyimlerine karşı çıkar ve bunları engelleyerek kurtulmaya çalışır. Çocuklukta kendisi ve başkalık arasındaki bu uyuşmazlık hastalığa yol açar. Bu nedenle, çocukların aile sistemleri taranarak böyle aile travmalarının olup olmadığı anlaşılmalıdır. Yetişkin olduğumuz zamana kadar atasal travmalardan kaynaklı bu engelleme ego gelişimini önemli ölçüde etkiler. Hatta öyle bir noktaya kadar etkiler ki çok önemli hayatsal tercihler bu bilinçsiz süreçten kaynaklanır.

Çocuklar çoğunlukla ve tabi ki sevgi ile şu yolları takip eder:

1-“Seni ölüme kadar takip ederim.” Ebeveynlerden biri çocuk 10 yaşına gelmeden önce veya bir kardeşi erken yaşta ölürse duygusal bağ öylesine kuvvetli olabilir ki yaşayan kardeş öleni takip etmek isteyebilir. Takiben hasta olur veya kazalara açık bir hale gelir.

2- “Senin yerine ölebilirim.” Bir ebeveyn atalardan birinin kaderi tarafından engellendiği zaman çocukla tam bir bağ kuramaz. Büyük sevgi ve bağlılık duyan çocuk, ebeveynin bu sıkıntısını azaltmak için hasta olur.

3- “Senin için ben dururum.” Bir kardeş ölü doğduğunda, özürlü olduğunda veya evlatlık olarak verildiğinde yaşayan, sağlıklı olan, geride kalan kardeş bir kimlik geliştirebilir ve ait olmadığını veya istenmediğini hissedebilir. Eğer ailede bir fail varsa fail kurbanın aile sisteminin bir parçası olur ve failden sonra yaşayanlar kurbanın kaderini üstlerine alıp hasta olabilirler.

Hastaların çözülmemiş atalardan kaynaklı travmatik olaylara duydukları fizyolojik tepkiler hastalık oluşumuna katkı sağlayan bir faktör olabilir. Sistem dizimleri, bir hastaya bu türlü içsel dramaları dışa vurma şansı verebilir. Beden geldiği yeri içgüdüsel olarak algılar; ataların enerjisini, gücünü, desteğini ve bilgeliğini ister. Bu farkındalığın sistem dizimi kapsamında yeniden canlandırılması, hastanın sistem karmaşasından kaymasını aktive eder ve pozitif bir iyleşme tepkisini tetikleyebilir.

Peki iyileşme nedir? İyileşme, sadece fiziksel düzeyde değil ruhsal olarak da bütün olmaktır. Tedavi, iyileşmeyle aynı şey değildir. Tedavi, iyileşmeyi kolaylaştırır ve önündeki engelleri kaldırır. Tedavi dışardan gelir, iyileşmenin kaynağı ise içerisidir. Tedavi eden ise sadece hastanın alacağını verebilir. Kişi şimdiki haline, hastalığına, ebeveynlerinden aldığı hayata evet dediğinde, kabul ettiğinde bir iyileşme sözkonusu olabilir. Kronik hastalıklarda iyileşmede, hastalığı da dahil yaşamı ile ilgili bütün şartları kabul ediş vardır.

Kendi deneyimlerimde hastalarıma baktığımda; aynı coğrafi bölge, aynı yaş, aynı kanser türü ve kanserin evresi ve aynı tedavi modalitelerine rağmen sonucun farklı olduğunu gördüm ve bunu defalarca gördüm. Hastadan ve bizden başka faktörler olduğunu o zaman anladım. Üç primeri olan hastamın (akciğer, lenfoma ve böbrek) söylediklerini unutamam. “Bu hastalığı bana Allah verdi. Allah’ın bana verdiği birşeyle savaşmam, vardır bir nedeni. Hastalığı kabul etmekten başka çare yok. Ömrüm ne kadar kaldıysa onu iyi yaşamak lazım”. Bu cümleler belki de çözümün anahtarıdır… Ya da bikaç hastadan duyduğum kısa ve net cümle: “Bu hastalık bana yaşamımda bazı şeylerin farkına varmama neden oldu. Değiştirebildiklerimi değiştirdim, değiştiremeyeceklerimi kabul ettim”.. Bu da belki başka bir çözüm anahtarıdır kimbilir..

Dizimlere baktığımızda kanser, kendini değersiz hisseden, kendisine bir türlü sıra gelmeyen, hep başkaları için didinip duran, geçmişten gelen yükleri süresiz ve sınırsız taşıyan, öfkeli insanlarda oluştuğu görülmektedir. Peki sistemden gelen major travmalar kanserin oluşumunda ve tedavi sonucunda ne kadar etkilidir? Etkili ise hangileri? Kanser, neden kanserojene aynı etkide maruz kalan kişilerin hepsinde oluşmamaktadır? Fark nerededir? Modern tıpta da söylendiği gibi: ”Hastalık yoktur, hasta vardır.” Bu bakış açısı ile her bir hastaya ayrı ayrı dizim yapıp altta yatan dinamiğe bakmak gerekmektedir. Bu şekilde dizim yaparak tespit etmek net bilgi vermekle beraber oldukça uzun bir süreci kapsar. Bu bağlamda, uzun sürecek o keyifli sürece bir zemin hazırlayabilmesi ve yol gösterici olması açısından bir çalışma yapmaya karar verdim. Bu çalışmada, dizimlerde özellikle dikkat etmemiz gereken major travmaların 4 kuşak boyunca varlığı ve kaçıncı kuşakta olduğu, kardeşlerin kendisinden daha fazla sevildiği, ilgilenildiği duygusu ve hastalarda çoğunlukla gördüğüm bir duygu (sebebini bilemedikleri öfke hali) ile kanser oluşumu arasındaki korelasyon varlığını SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) ile değerlendirdim.

Major travma olarak dahil ettiğim faktörler: 50 yaş ve altı erken ölüm, ağır kronik hastalıkların varlığı, ciddi bir kaza geçirme, bakımevinde olan, psikiyatrik rahatsızlığı bulunan, özürlü, yurt dışında yaşayan, evlatlık verilen, savaşa katılan, savaşta şehit düşen, savaşta kaybolan, göç, ölü doğum, kürtaj, intihar eden, cinsel taciz, şiddet gören, alkolik olan bir aile bireyinin varlığı.

Kontrol grubu olarak da kanser tanısı olmayanları dahil ettim. Çalışmaya katılanlar, travmaların varlığını bilgileri dahilinde cevapladılar. Tüm bu faktörleri; kanser oluşumu ile karşılaştırdım.

Kanser tanılı hastalarda ortanca yaş 37 (26-59), kontrol grubunda 59 (31-71)’dir.

kanser
N

Mean Rank

Sum of Ranks

Yas yok
31

20,27

628,50

var
32

43,36

1387,50

Total
63

Kanser oluşumu ile major travmaların korelasyonuna bakıldığında sadece erken ölümün istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır. Erken ölüm kanser tanılı hastaların %93,8’inde, kanser olmayan grubun %74,2’sinde görülmüştür (p=0.034).

erkenölüm

Total

yok
var

yok

kanser yok Count
8

23

31

% within kanser
25,8%

74,2%

100,0%

% within erkenölüm
80,0%

43,4%

49,2%

% of Total
12,7%

36,5%

49,2%

var Count
2

30

32

% within kanser
6,3%

93,8%

100,0%

% within erkenölüm
20,0%

56,6%

50,8%

% of Total
3,2%

47,6%

50,8%

Total Count
10

53

63

% within kanser
15,9%

84,1%

100,0%

% within erkenölüm
100,0%

100,0%

100,0%

% of Total
15,9%

84,1%

100,0%

Value

df

Asymp. Sig. (2-sided)

Exact Sig. (2-sided)

Exact Sig. (1-sided)

Pearson Chi-Square
4,510(b)

1

,034

Continuity Correction(a)
3,164

1

,075

Likelihood Ratio
4,766

1

,029

Fisher’s Exact Test
,043

,036

Linear-by-Linear Association
4,438

1

,035

N of Valid Cases
63

Diğer tüm major travma kapsamındaki faktörler ile kanser oluşumu arasında anlamlı bir ilişki saptanamamıştır.

İstatistiksel olarak anlamlı tek faktör olan erken ölümün varlığının kaçıncı kuşak veya kuşaklarda olduğunun da kanser oluşumuna etkisini değerlendirdim. Öncelikle tek kuşakta olması ile birden fazla kuşakta olmasının etkisini değerlendirdim. Çoklu kuşak erken ölüm varlığında istatistiksel olarak anlamlılık saptanmıştır. Çoklu kuşak olanlarda kanser oluşumu %37,5 iken kontrol grubu %22,6 olarak saptanmıştır (p=0.081).

VAR00001

Total

,00
1,00

2,00

,00

kanser yok Count
8

16

7

31

% within kanser
25,8%

51,6%

22,6%

100,0%

% within VAR00001
80,0%

47,1%

36,8%

49,2%

% of Total
12,7%

25,4%

11,1%

49,2%

var Count
2

18

12

32

% within kanser
6,3%

56,3%

37,5%

100,0%

% within VAR00001
20,0%

52,9%

63,2%

50,8%

% of Total
3,2%

28,6%

19,0%

50,8%

Total Count
10

34

19

63

% within kanser
15,9%

54,0%

30,2%

100,0%

% within VAR00001
100,0%

100,0%

100,0%

100,0%

% of Total
15,9%

54,0%

30,2%

100,0%

Value

df

Asymp. Sig. (2-sided)

Pearson Chi-Square
5,019(a)

2

,081

Likelihood Ratio
5,288

2

,071

Linear-by-Linear Association
4,187

1

,041

N of Valid Cases
63

Sadece 1.kuşakta varlığı ile diğer kuşaklarda varlığı karşılaştırıldığında; 1.kuşakta erken ölüm varlığının kanser oluşumunda etkisi %6,5 iken diğer kuşaklarda bu etkinin oranı %34,4’dür. Diğer kuşaklardaki varlığının etkisi istatistiksel olarak anlamlıdır (p=0.007).

VAR00003

Total

,00
1,00

2,00

,00

kanser yok Count
8

2

21

31

% within kanser
25,8%

6,5%

67,7%

100,0%

% within VAR00003
80,0%

15,4%

52,5%

49,2%

% of Total
12,7%

3,2%

33,3%

49,2%

var Count
2

11

19

32

% within kanser
6,3%

34,4%

59,4%

100,0%

% within VAR00003
20,0%

84,6%

47,5%

50,8%

% of Total
3,2%

17,5%

30,2%

50,8%

Total Count
10

13

40

63

% within kanser
15,9%

20,6%

63,5%

100,0%

% within VAR00003
100,0%

100,0%

100,0%

100,0%

% of Total
15,9%

20,6%

63,5%

100,0%

Value

df

Asymp. Sig. (2-sided)

Pearson Chi-Square
9,917(a)

2

,007

Likelihood Ratio
10,798

2

,005

Linear-by-Linear Association
,342

1

,559

N of Valid Cases
63

Aynı şekilde 1. ve 2.kuşakta erken ölüm varlığı ile 3. ve 4.kuşakta varlığının etkisi karşılaştırıldığında 3. ve 4.kuşağın etkisinin anlamlı olduğu saptanmıştır. 1. ve 2.kuşaktaki erken ölüm varlığının kanser oluşumundaki oranı %16,1 iken; 3. ve 4.kuşaktaki varlığın etkisi %56,3’dür (p=0.002).

VAR00002

Total

,00
1,00

2,00

,00

kanser yok Count
8

5

18

31

% within kanser
25,8%

16,1%

58,1%

100,0%

% within VAR00002
80,0%

21,7%

60,0%

49,2%

% of Total
12,7%

7,9%

28,6%

49,2%

var Count
2

18

12

32

% within kanser
6,3%

56,3%

37,5%

100,0%

% within VAR00002
20,0%

78,3%

40,0%

50,8%

% of Total
3,2%

28,6%

19,0%

50,8%

Total Count
10

23

30

63

% within kanser
15,9%

36,5%

47,6%

100,0%

% within VAR00002
100,0%

100,0%

100,0%

100,0%

% of Total
15,9%

36,5%

47,6%

100,0%

Value

df

Asymp. Sig. (2-sided)

Pearson Chi-Square
12,135(a)

2

,002

Likelihood Ratio
12,847

2

,002

Linear-by-Linear Association
,003

1

,957

N of Valid Cases
63

Sigara ve alkol kullanımı, sebebini bilmedikleri öfke ve kardeşlerinin daha fazla sevildiği duygusunu değerlendirdiğimde; sigara ve sebebini bilmedikleri öfke hali ile kanser oluşumu arasında istatistiksel olarak anlam saptanmıştır. Kanser tanılı hastalarda sigara içme oranı %53,1 iken, kontrol gurubunda bu oran %22,6’dır (p=0.013). Aynı şekilde kanser tanılı hastalarda öfke hali %68,8 iken kontrol grubunda %29’dur (p=0.002). Enteresan olarak göçün varlığı ile kanser oluşumu arasında ters ilişki ortaya çıkmıştır. Kanser tanılı hastalarda göç oranı %9,4 iken kontrol grubunda bu oran %35,5’dir (p=0.013).

Kanser ve sebebini bilmedikleri öfke:

öfke

Total

yok
var

yok

kanser yok Count
22

9

31

% within kanser
71,0%

29,0%

100,0%

% within öfke
68,8%

29,0%

49,2%

% of Total
34,9%

14,3%

49,2%

var Count
10

22

32

% within kanser
31,3%

68,8%

100,0%

% within öfke
31,3%

71,0%

50,8%

% of Total
15,9%

34,9%

50,8%

Total Count
32

31

63

% within kanser
50,8%

49,2%

100,0%

% within öfke
100,0%

100,0%

100,0%

% of Total
50,8%

49,2%

100,0%

Value

Df

Asymp. Sig. (2-sided)

Exact Sig. (2-sided)

Exact Sig. (1-sided)

Pearson Chi-Square
9,938(b)

1

,002

Continuity Correction(a)
8,413

1

,004

Likelihood Ratio
10,220

1

,001

Fisher’s Exact Test
,002

,002

Linear-by-Linear Association
9,780

1

,002

N of Valid Cases
63

Kanser ve sigara:

sigara

Total

yok
var

yok

kanser yok Count
24

7

31

% within kanser
77,4%

22,6%

100,0%

% within sigara
61,5%

29,2%

49,2%

% of Total
38,1%

11,1%

49,2%

var Count
15

17

32

% within kanser
46,9%

53,1%

100,0%

% within sigara
38,5%

70,8%

50,8%

% of Total
23,8%

27,0%

50,8%

Total Count
39

24

63

% within kanser
61,9%

38,1%

100,0%

% within sigara
100,0%

100,0%

100,0%

% of Total
61,9%

38,1%

100,0%

Value

Df

Asymp. Sig. (2-sided)

Exact Sig. (2-sided)

Exact Sig. (1-sided)

Pearson Chi-Square
6,229(b)

1

,013

Continuity Correction(a)
5,001

1

,025

Likelihood Ratio
6,376

1

,012

Fisher’s Exact Test
,019

,012

Linear-by-Linear Association
6,130

1

,013

N of Valid Cases
63

Kanser ve göç:

göc

Total

yok
var

yok

kanser yok Count
20

11

31

% within kanser
64,5%

35,5%

100,0%

% within göc
40,8%

78,6%

49,2%

% of Total
31,7%

17,5%

49,2%

var Count
29

3

32

% within kanser
90,6%

9,4%

100,0%

% within göc
59,2%

21,4%

50,8%

% of Total
46,0%

4,8%

50,8%

Total Count
49

14

63

% within kanser
77,8%

22,2%

100,0%

% within göc
100,0%

100,0%

100,0%

% of Total
77,8%

22,2%

100,0%

Value

Df

Asymp. Sig. (2-sided)

Exact Sig. (2-sided)

Exact Sig. (1-sided)

Pearson Chi-Square
6,210(b)

1

,013

Continuity Correction(a)
4,791

1

,029

Likelihood Ratio
6,506

1

,011

Fisher’s Exact Test
,016

,013

Linear-by-Linear Association
6,112

1

,013

N of Valid Cases
63

h10Bu çalışmada hangi faktörün hangi kanser türüne sebep olduğuna da bakılmak istenmiş ancak veri sayısı az olduğu için değerlendirilememiştir. Aynı şekilde istatistiksel olarak anlamlı çıkan erken ölüm ile kanserin lokalizasyonu arasında bir bağlantı olup olmadığı da değerlendirilmiş ve yine veri yetersizliğinden bir sonuç alınamamıştır.

Bu çalışmayı sınırlandıran birkaç faktör bulunmaktadır. Birincisi kanser grubu ile kontrol grubu arasındaki yaş dengesinin olmaması; ikincisi veri sayısının az olması; bir diğeri de hastaların verdiği bilgilerin eksik olabilmesidir. Hasta sayısının daha fazla olduğu prospektif başka çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Ama o durumda bile çalışmayı sınırlayan bir faktör akla gelmektedir. Bu faktör de kanserin kimde, ne zaman ortaya çıkacağının tespit edilemeyeceğidir. Bazı faktörlerin kanser oluşumunda etkili olduğu tespit edilse de o faktörün bu etkisini ne zaman göstereceğini bilemeyiz. Kanser olmayan bireyler, bu faktörlerin etkilemediği düşüncesi ile kontrol grubuna dahil edildi. Ama yarın etkilemeyeceğini nerden biliyoruz? Tüm bunlar değerlendirildiğinde, kanser oluşumunda multifaktöryel bir etki sözkonusu olduğunu ve bunun bilime dayalı bir şey olmadığını bir kez daha görmüş oldum. Böyle bir çalışma, bize sadece kanser oluşumunda ufak bir öngörüde bulunabilmemizi ve dizime başlarken bir ön bilgiyi sağlayacaktır.

KAYNAKLAR

1. What’s Out of Order Here? Illness and Family Constellations. Ilse Kutschera / Christine Brugger

2. TSDE ders notları

3. Therapeutic Application of Family Constellation Work for Chronic Illness Brigitte Essl. The Knowing Field – International Constellations Journal, Issue 7, january 2006, pp.5-9
 
Üst