Hâl Dili

Narsinha

Banlı Kullanıcı
Katılım
8 Ara 2012
Mesajlar
156
Tepkime puanı
22
Abdullah S. DEMİRTAŞ




Her ne kadar uzun gözükse de buraya eklediklerim elimdekinin çok küçük bir kısmı. Eğer istek gelirse eklemeye devam edeceğim.


Allah Rızasına Giden Yol


Bir gün Bayezid Bistamî k.s Hazretleri’ne Allah Tealâ’ya ulaşmanın yolları soruldu.Hazret şöyle cevap verdi:


“Allah Tealâ’ya ulaşmak, O’nun emirlerine gerçek manada sarılmak ve bütün hallerde ihlâslı olmakla beraber doğruluktan ayrılmamakla mümkündür.” (Asım İbrahim Keyyâlî, Tezhibü’l-Mevâhibi’s-Sermediyye)


Hesap Duygusu


Bir gün Seyyid Ahmed Rufaî k.s. yardıma muhtaç bir köpek gördü. İnsanlar onu kovuyordu. O ise köpeği alıp oradan uzak bir yere götürdü ve onun için bir gölgelik yaptı. Köpek iyileşinceye kadar yedirdi içirdi ve tedavi etmek için uğraştı. İyi olunca da sıcak suyla yıkadı ve kendi beldesine götürdü.


– Bu köpeğe niçin bu kadar önem veriyorsun, bunun hikmeti nedir, diye sordular. Hazret şöyle cevap verdi:


– O köpeğe iyilik etmeseydim, Allah Tealâ’nın beni hesaba çekmesinden ve bana “Kalbinde mahlukuma karşı hiç merhamet yok mu?” diye sormasından korktum. (İmam Şa’rânî, el-Envârü’l-Kudsiyye)


Kulluğun Temeli


Tasavvufun büyüklerinden İmam Gazalî k.s. Hazretleri şöyle der:


“Kulluğun temeli üç şeydir:


1. İslâm’ın belirlediği hükümlere uymak,


2. Allah Tealâ’nın takdirine razı olmak,


3. Allah Tealâ’nın rızasını kazanma yolunda, nefsin arzu ve isteklerini terk etmek.” (İmam Gazalî, Eyyühe’l-Veled)


Kur’an-ı Kerim Sevgisi


Mevlana Halid k.s Hazretleri’nin mürşidi olan Abdullah Dehlevî k.s. Hazretleri Kur’an-ı Kerim okumayı ve dinlemeyi çok severdi. Özellikle İmam Rabbanî k.s Hazretleri’nin torunu ve halifelerinden Şeyh Ebu Said Masumî Hazretleri’nin tilavetinden çok hoşlanırdı. Onun Kur’an okuyuşundan o kadar etkilenirdi ki adeta eriyip gider, gücü tükenirdi. Sonunda da ona şöyle derdi:


– Şimdilik bu kadar yeter, artık daha fazlasını dinlemeye gücüm kalmadı.


Hazret ayrıca Hz. Mevlâna’nın Mesnevisini ve meşhur şairlerin şiirlerini dinlemeyi de severdi. Böyle zamanlarda vecd hali hasıl olurdu. Fakat o manevi olgunluğu sebebiyle bunu pek belli etmezdi. (Abdulmecid Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye; Tezhibü’l-Mevâhibi’s-Sermediyye)


Çocuk Sırrı


Muhammed Diyauddin k.s Hazretleri çok sohbet ederdi. Adeta sohbet aşığıydı. Yanında sohbet edecek büyükler olmasa bile çocuklarla sohbet ederdi. Hanımı Medine validemiz bu duruma bir türlü anlam verememiş ve şöyle sormuştu:


– Efendim, bu çocuklar sohbetten ne anlasınlar? Henüz beş altı yaşındalar..


Bunun üzerine Muhammed Diyauddin Hazretleri şöyle buyurdu:


– Medine, ben de biliyorum, bu yaştaki çocuklar açıkça bir şey anlamaz. Ama Allah’ın rahmeti mutlaka iner. Onlar günahsızdır. Sâdât-ı Kiram’ın himmeti ve bereketi hissedilir. Zaten sohbetteki gaye de budur; Allah’ın rahmetinden, Sâdât-ı Kiram’ın himmet ve bereketinden istifade etmektir. Ben de bunu istiyorum. Yoksa boş yere konuşmak değil. (Altın Silsile, Semerkand Yay.)


Hatalıyı Değil, Hatayı Kabul Etme!


Tasavvuf büyüklerinden Şeyh Abdülkadir Geylanî k.s. sallanarak yürüyen bir sarhoş gördü. O anda kalbine kendisinin daha iyi bir insan olduğu hissi doğdu. Bu durumun farkına varan sarhoş, Abdülkadir Geylanî k.s Hazretleri’ne şöyle seslendi:


– Ey Abdülkadir! Yüce Rabbim beni senin gibi, seni de benim gibi yapmaya kadirdir.


Sarhoşun bu sözü üzerine Abdülkadir Geylanî k.s hemen başını önüne eğdi ve Allah Tealâ’dan bağışlanma diledi.


Bu menkıbeyi anlatan İmam Şa’rânî k.s. bizlere şu uyarıda bulunur:


“Ey kardeşim! İslâm’ın uygun görmediği şeyleri kabul etme. Ama bu kabul etmeme şahıslara karşı değil, işlenen günahlara karşı olsun.” (el-Envârü’l-Kudsiyye)


Cennetin Anahtarı


Bir gün Bayezid-i Bistamî k.s. Hazretleri’ne,


– ‘Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet etmek) cennetin anahtarıdır.’ anlamına gelen hadis-i şerif hakkında ne dersiniz, diye sordular. Bayezid-i Bistamî k.s. şu açıklamayı yaptı:


– Hadis sahihtir. Ancak anahtar, dişleri olmadan açamaz. Cennetin anahtarı olan “Lâ ilâhe illallah” sözünün dişleri ise dört şeydir:


1. Yalan söylemeyen ve gıybet etmeyen bir dil,


2. Aldatmayan ve hıyanet etmeyen bir kalp,


3. Şüpheli ve haram şeyleri yemeyen bir mide,


4. Bid’at ve nefsin istek ve arzularının karışmadığı salih amel. (el-Hadâiku’l-Verdiyye)


Gerçek İhlâs


Büyük alim İmam Gazalî k.s. şöyle buyuruyor:


“İhlâsın asıl manası, kulun yaptığı ameller karşılığında Allah Tealâ’dan mükafat talep etmemesidir. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:


“Oysa sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır.” (Sâffat, 96)


Şayet yapılan ibadet sevap elde etmek veya ceza korkusuyla olursa, bu şekilde davranan kimse tam anlamıyla ihlâs sahibi olamaz. Çünkü bu kişi kendi nefsi için çaba sarf etmiştir.” (İmam Gazalî, Mükâşefetü’l-Kulûb)


Nefsin Kusurlarını Görmek


Sâdât-ı Kiram’ın büyüklerinden Seyyid Sıbgatullah Arvasî k.s. der ki:


“Sofi tavus kuşu gibi olmalıdır. Tavus kuşu ayaklarının siyahlığına bakar. Vücudunun ne kadar güzel olduğuna değil. Sofi de kendi iyi haline bakmamalı, amellerine güvenmemeli. İyiliği görmek ve amellere güvenmek kibir ve gururlanmaya sebep olur. Yaratılmışlar arasındaki bütün manevi olgunluk, Allah Tealâ’nın kemalâtının bir yansımasıdır. İnsanın bunun kendinden kaynaklandığını düşünmesi büyük bir kusur olur.” (Altın Silsile)


Pişmanlık Ağacı


Ebu Yahya el-Varrâk k.s. şöyle buyurur:


“Her kim nefsin istek ve arzularını yerine getirerek azalarını memnun ederse, kuşkusuz kalbinde nedamet ağacını dikmiş olur.” (İmam Gazalî, İhya)




Aldatırken Aldanmak


Şeyh Sadî Şirazî k.s. anlatıyor:


Bir gün henüz âkil baliğ olmamış bir çocuk niyet edip oruç tutmaya başlar. Yüz türlü sıkıntı ile kuşluk vaktine kadar sabreder. Çocuğun annesi babası rahatça orucunu tutması için o gün çocuğu okula göndermez. Annesi şefkatle kucaklar öper, babası okşar. Çocuğa bir takım ödüller verip yüzüne karşı överler.


Fakat öğle olunca açlık ve susuzluk çocuğun canına tak eder. Kendi kendine, “Akşama daha çok vakit var, bir iki lokma yesem annemle babamın nereden haberi olacak?” diye düşünür.


Böylece anne babasına yaranmak için oruçluymuş gibi görünür ama gizlice orucunu bozar, bir şeyler yer.


Şayet sen, Allah’ın seni gördüğünü bilip O’ndan korkmadıktan sonra namazı abdestsiz olarak kılsan kim nereden bilecek?


Çocuk buluğ çağına girmediği için orucu anne babasına hoş görünmek için tutmuş olabilir. Ancak gösteriş için ibadet yapan yaşı olgun bir kimse bu çocuktan daha cahildir. Gösteriş için, dindar görünmek için kılınan namaz ve yapılan ibadet cehennem kapısının anahtarıdır.


Şayet tuttuğun yol Allah’tan başkasına gidiyorsa, yarın senin seccadeni cehenneme sererler.


Şeyh Sadî Şirazî, Bostan


İlimle Övünmek


Bir gün Abdullah b. Muhammed Razî k.s. hazretlerine sorarlar:


- Bu insanlar ayıp ve kusurlarını biliyorlar ama doğru yola dönmüyorlar. Bunun sebebi nedir?
Hazret şu cevabı verir:


- Çünkü onlar, birbirlerine karşı bildikleriyle övünmekle meşguller. Bildikleriyle amel etmek için uğraşmıyorlar. Dışları ile meşguller ama iç alemleriyle hiç ilgilenmiyorlar. Bu sebeple de Allah onların kalplerini kör etmiş ve azalarını ibadete karşı bağlamıştır.”


İmam Kuşeyrî, Risâle


Takvanın Üç Alameti


Bir gün Hz. Davud a.s. oğlu Hz. Süleyman a.s.’a şu nasihatte bulunur:


“Ey oğul! Bir insanın takva sahibi olması şu üç şey ile belli olur:
Allah Tealâ’nın takdir ettiği bela ve sıkıntı karşısında, O’na tam ve güzel bir şekilde tevekkül etmesi,
O’nun kendisine ihsan ettiği şeylere gönülden razı olması,
O’nun müptela kıldığı belalara karşı ise güzel bir sabra sahip olmasıdır.”


Beyhakî, Kitabü’z-Zühd


Yolumuz


Şâh-ı Nakşibend k.s. buyurur:


“Yolumuz, ender bulunan bir yoldur. Kopmaz sapasağlam bir tutamak gibidir. Bu yol, Peygamber Efendimiz s.a.v.’in Sünnetine dört elle sarılmak ve Ashab-ı Kiram’ın yolunu takip etmek esaslarına dayanır. Ben bu hakikate, yolun başında olsun sonunda olsun, hep Allah Tealâ’nın lütuf ve ihsanıyla ulaşmışımdır. Bu yolda Allah Tealâ’nın kereminden başka bir güzellik görmedim. Sünnet’e uymak en büyük ameldir. Bu yolda, az bir amelle bile Allah Tealâ’nın yardımı sayesinde büyük bereketler ve manevi fetihler nasip olur.”


Şeyh Ahmed Sıddıkî, Kutbu’l-Ârifîn Şâh-ı Nakşibend


Kulluğun Makbul Olanı


Katâde rh.a. anlatıyor:


Abdullah b. Mutarrif rh.a. bir gün bana dedi ki:


- İki adamla karşılaşırsın. Bunlardan biri daha çok oruç tutup namaz kılsa bile, diğeri ona göre Allah katında kat be kat daha makbuldür.


Ben de kendisine “Bu nasıl oluyor?” diye sordum. Şu karşılığı verdi:


- Çünkü Allah katında daha makbul kişi, haramlarından kaçınmada diğerine göre daha hassastır. Şüpheli şeylerden daha çok sakınmaktadır.


Kitâbü’z-Zühd


İbadetler Kolaydır


İmam Rabbanî k.s. şöyle buyuruyor:


“Allah Tealâ, hiçbir zaman kullarına kaldırmaya güç yetiremeyecekleri büyük bir kaya parçasını kaldırmalarını emretmemiş. Kullarına kıyam, kıraat, rükû ve secdeden oluşan ve gayet kolay olan namazı emir buyurmuş. Emir buyurduğu ibadetlerin hepsi de çok kolaydır. Oruç da aynı şekilde pek kolaydır. Zekât da son derece kolaydır. Allah, zengin olan kullarına mallarının hepsini veya yarısını vermelerini emretmemiş, sadece kırkta birini vermelerini yeterli görmüştür.”


İmam Rabbanî, Mektubât


Yolculuğa Hazırlık


Ahnef b. Kays rh.a. hazretlerine:


– Sen ihtiyar bir kimsesin. Oruç seni zayıf düşürüyor, neden tutuyorsun, denildiğinde şu cevabı verir:


– Ben uzun bir yolculuğa hazırlık yapmaktayım. Allah Tealâ’nın emrettiği ibadetlere sabretmek, kıyamet günü Allah’ın azabına sabretmekten daha kolaydır.


İhyâu Ulûmi’d-Dîn


Hâl Dili


Abdülhakim Bilvanisî k.s. bir sohbetinde şöyle anlatıyor:


“Gavs-ı Hizanî k.s. hazretlerinin huzurunda cezbe ehli ve kalabalık bir cemaat her zaman hazır bulunurdu. Cezbenin ve muhabbetin çokluğundan kimse huzurunda normal olarak oturamazdı. Halbuki Gavs-ı Hizanî k.s. fazla sohbet de etmezdi; çoğunlukla sükut ederdi, fakat tasarrufu maneviydi. Bir seferinde oğlu vaaz ve nasihat etmek için müsaade ister. Müsaade alır ve sohbete başlar. Allah Tealâ’dan bahseder. Bir iki saat kadar vaaz eder. Hiç kimseden ses çıkmaz, muhabbet ve cezbe emaresi görülmez. Sohbet biter. Babası Gavs-ı Hizanî ‘Haydi, kamet getirin..’ der demez cemaatin içinde büyük bir cezbe dalgasıyla birlikte feryat figan kopar. Gavs’ın oğlu, ‘İki saattir sohbet ediyorum, hiç kimsede ses yok. Babam, haydi kamet getirin, diyor, bütün millet cezbeye kapılıyor.’ diyerek hayrette kalır.”


Abdulhakim Bilvanisî, Sohbetler


Ramazan Ayının Kıymetini Bilmek


Hasan Basrî rh.a. bir Ramazan günü, kahkaha ile gülen ve eğlenen bir grubun yanından geçerken durur ve onlara şu nasihatte bulunur:


“Kuşkusuz Allah Tealâ Ramazan ayını kulları için, ibadet ederek birbirini geçecekleri bir yarış sahası olarak yaratmıştır. Bu ayda bir grup insan kulluk ederek öne geçer ve kurtuluşa erer. Bir grup insan da geri kalır ve kaybedenlerden olur. Boş işlerle uğraşanların hüsrana uğradığı, öne geçenlerin ise kurtuluşa erdiği böyle bir ayda boş işlerle oyalanarak eğlenen kimselere şaşılır.


Şimdi beni iyi dinleyin! Allah’a yemin ederim ki, eğer Allah Tealâ perdeyi kaldırsaydı (hakikatleri ortaya çıkarsaydı), iyilik yapan kimseler iyilik yapmaya devam etmekle, kötülük yapanlar da yaptığı hataları telafi etmekle meşgul olurlardı. (Yani amelleri makbul olanların sevinci, onların boş şeylerden daha çok uzaklaşmasına, amelleri reddolunan kimselerin hasreti de, gülme ve eğlenme kapısının kapanmasına sebep olurdu.)”


İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn


En Güvenli Yol


Bediüzzaman Said Nursî k.s. şöyle buyuruyor:


“İmam Rabbânî rh.a. demiştir ki:


‘Ben mânevî ve rûhânî makamlarda seyahat ederken evliyaların dereceleri içinde en parlak, en haşmetli, en güzel, en emniyetli olanını Sünnet-i Seniyyeye tabi olmayı asıl yol kabul eden velileri gördüm. Hatta o sınıfın avamdan olan evliyaları, diğer sınıfların has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu.’


Evet, hicri ikinci bin yılının müceddidi İmam-ı Rabbanî rh.a. doğru söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan kimse, Habibullah s.a.v.’in gölgesi altında Allah Teâlâ’nın sevgi ve rızasına kazanma makamına mazhar olucudur.”


Bediüzzaman Said Nursî, 11. Lema


En Doğru Cevap


Ünlü bilginlerden biri, imanı olmayan biri ile tartışmaya girişmişti. Birçok delil getirdiği halde onu susturamadı. Tartışmayı bıraktı. Dediler ki:


– Bu kadar bilgiyle bir dinsizle başa çıkamadınız!


Bilgin şöyle cevap verdi:


– Benim ilmim, Kur’an, hadis ve evliya sözleridir. O, bunların hiçbirini dinlemiyor. Ben onun sapık sözlerini mi dinleyeyim?


Ayet ve hadisleri kabul etmeyen kimseye verilecek en doğru cevap susmaktır.


Şeyh Sadi Şirâzî, Gülistan




Tevbe Ettiğini Sananlar


İlmiyle meşhur sahabilerden İbn Abbas r.a. şöyle der:


“Nice tevbe eden kimseler var ki, gerçek tevbe edenlerden olmayıp, tevbe ettiklerini zannettikleri halde huzura geleceklerdir. Çünkü bu kimseler tevbenin makbul olması için gerekenleri yerine getirmemişlerdir. Bunlar:


İşlediği günahlara pişman olmak,


Bir daha günaha dönmemeye azimli, kararlı olmak,


Haksızlık ya da zulmettiği kimselere mümkünse haklarını geri vermek ve onlarla helalleşmek,


Eğer bu kimselere haklarını vermek, helalleşmek mümkün değilse, Allah Teâlâ’dan hem kendisi hem de onlar için çokça mağfiret dilemek. Böylelikle umulur ki Cenab-ı Hak, hak sahiplerinin kendisinden hoşnut ve razı olmalarını sağlar.


İmam Gazalî, Mükâşefetü’l-Kulûb




İnsanın Yeri


Allah Tealâ canlıları üç grup halinde yaratmıştır:


Melekler: Allah melekleri yaratmış ve onlara akıl vermiş, fakat nefsanî istek vermemiştir.


Hayvanlar: Cenab-ı Hak hayvanları yaratmış, onlara nefsanî istek vermiş, ancak akıl vermemiştir.


İnsanlar: Hak Teâlâ insanları yaratmış, onlara hem akıl hem de nefsanî arzular vermiştir.


Öyleyse her kimin nefsanî istekleri aklına üstün gelirse, o kişi hayvanlardan daha aşağı konuma düşer. Her kimin de aklı isteklerine galip gelirse, o kimse meleklerden daha üstündür.


Mükâşefetü’l-Kulûb




Namazı Kim Kıldırsın?


Beyazıt Camii bir Cuma günü ibadete açılmış ve ilk namazı Fatih Sultan Mehmed’in oğlu ve ondan sonra padişah olan II. Bayezid Han kıldırmıştır. Sultan II. Bayezid Han’ın lakabı “velî”dir. Bu açılışı Evliya Çelebi şöyle anlatır:


“Caminin inşası tamamlanınca, bir cuma günü büyük bir merasimle ibadete açıldı. Bayezid-i Velî buyurdular ki:


– Her kim ömründe ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetini hiç terk etmemiş ise, şu mübârek vakitte o imam olsun!


Derya misali cemaat içinden kimse çıkmayınca Bayezid Han mecbur kalarak:


– Elhamdülillah! Savaşta ve barışta biz bu sünnetleri hiç terk etmedik, dedi ve kendisi imam olup namazı kıldırdı.”


Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı




Elli Bin Altını Olan Fakir


Büyük sufi Ebû Tâlib Mekkî k.s. anlatıyor:


Adamın biri Medineli bir zata fakirliğinden şikayet etti, sıkıntılarını anlattı. Medineli zat ona:


– Sana on bin altın verilmesi karşılığında gözünü verip kör olmak ister misin? Buna razı olur musun, diye sordu.


Adam;


– Hayır, istemem, dedi.


– Pekâlâ on bin altın karşılığında dilsiz kalmayı ister misin?


– Hayır, istemem.


– Tamam, yine bu para karşılığında el ve ayaklarının kesilmesini ister misin?


– Hayır istemem.


– Peki, aklını verip deli olmak ister misin?


– Hayır, onu da istemem, dedi adam. Bunun üzerine Medineli zat:


– O halde elli bin altın değerinde şu azaların varken niçin sana bunları veren Mevlâ’nı şikayet ediyorsun? Haline şükretsene, dedi.


Ebu Tâlib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb




Asıl Felaket


Salihlerden birinin sadık bir arkadaşı vardı. Zamanın sultanı onun bu arkadaşını hapse attırdı. Hapse atılan kişi o salih kimseye haber göndererek durumunu bildirdi. Dostu:


– Allah Tealâ’ya şükret, dedi.


Adam bir gün hapiste dövüldü. Yine dostuna haber göndererek halini bildirdi. Dostu yine;


– Allah Tealâ’ya şükret, dedi.


Bir gün hapishaneye bağırsaklarından rahatsız bir mecusî getirildi ve ayaklarından bağlandı. Mecusî’nin bağlandığı zincirin bir halkasını da bu adamın ayağına bağladılar. Mecusî geceleri defalarca tuvalete gitmek için kalkıyor, adam da onun başında beklemek mecburiyetinde kalıyordu. Yine dışarıdaki dostuna durumunu bildiren bir mektup yazdı.


Dostu yine;


– Allah Tealâ’ya şükret, diye cevap verdi. Hapisteki arkadaşı tekrar;


– Ne zamana kadar böyle diyeceksin? Hangi bela bundan daha büyüktür, diye haber gönderdi. Dostu da ona şu anlamlı cevabı verdi:


– Mecusînin zincirinin senin ayağına da bağlandığı gibi, onun belindeki zünnar (gayr-i müslimlerin bağladığı kuşak) senin beline de bağlansaydı (yani imandan mahrum kalsaydın) asıl o zaman ne yapardın, halin nice olurdu?


Kuşeyrî, Risâle


Üç Binek


Bir defasında İbrahim b. Edhem k.s. hazretlerine:


– Zamanınızı nasıl geçiriyorsunuz, diye soruldu. Dedi ki:


– Elimin altında üç bineğim var.


• Bir nimete kavuştuğum zaman şükür bineğine binerek onu karşılarım.


• Bir bela ortaya çıkınca sabır bineğiyle onu karşılarım.


• İbadet anında ise, ihlâs bineğine biner onu öyle karşılarım.


Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya




Üç Şükür


Şükür üç kısma ayrılır:


• Dil ile şükür: Bu, kulun Allah Tealâ’nın hükmüne boyun eğip teslim olarak, sahip olduğu nimetleri O’nun lütfettiğini bilmesi ve şükretmesidir.


• Beden ve azalar ile şükür: Bu ise, kulun nimeti veren Rabbine karşı vefakâr olup, O’nun yolunda hizmet ve O’na kulluk etmesidir.


• Kalp ile şükür: Bu da, nimeti verene karşı hürmet ve edebi muhafaza ederek, kalbini sürekli nimeti vereni müşahedeye bağlamaktır.


Kuşeyrî, Risâle




Sultan’ın Denize Atılan Yüzüğü


Kanunî Sultan Süleyman bir gün boğaz gezisi yaparken, kayığını Beşiktaşlı Yahya Efendi dergâhının tarafında kıyıya yanaştırıp Efendi hazretlerini de yanına davet etmişti. Yahya Efendi k.s. da beraberinde nur yüzlü bir zatla geldi.


Boğazda seyir halinde olan kayıkta Kanunî ile Yahya Efendi birbirleriyle tatlı bir sohbete başladılar. Fakat misafir zat bu sohbete katılmamıştı ve sürekli padişahın parmağındaki pek kıymetli yüzüğe bakıyordu. Durumu fark eden Kanunî yüzüğünü çıkarıp o zata verdi. Ancak o zat yüzüğü aldığı gibi denize fırlattı. Sultan buna içerlediyse de Yahya Efendi’nin hatırına bir şey demedi.


Gezi nihayete erip kıyıya yanaştıklarında, o zat eğilip denizden bir avuç su aldı ve kendisine hayretle bakan Kanunî’ye uzattı. Zatın elinde az evvel fırlattığı yüzüğünü gören Kanunî yüzüğünü aldı. Bir şeyler diyecekti ki, o nur yüzlü zat hızla yanlarından uzaklaşıp gözden kayboldu. Sultan iyice şaşırmıştı.


Yahya Efendi, mütebessim bir şekilde izah etti:


– Sultanım! Bu zat görmeyi epeydir arzuladığınız Hızır Aleyhisselam idi, dedi.


Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı




Beyitler


Anladım işi; sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.


. . .


Müjdecim, kurtarıcım, efendim, biricik peygamberim,
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.


. . .


Sual: Ey veli, İnsan nasıl olmalı söyle!
Cevap: Son anda nasıl olacaksa hep öyle!


Necip Fazıl Kısakürek




Kanunî ve Karıncalar


Müderrislik, kadılık, kazaskerlik vazifelerinden sonra şeyhülislâmlık da yapan büyük âlim Ebussuûd Efendi, Kanunî Sultan Süleyman döneminin büyük şahsiyetlerinden biridir.


Bir gün Kanunî Sultan Süleyman, sarayın bahçesinde armut ağaçlarını kurutan karıncaların telef edilmesi için Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’den aşağıdaki beyitle fetva istedi:


“Dırahta ger ziyân etse karınca / Zararı var mıdır ânı kırınca?”


Yani: “Eğer ağaca karınca zarar verse, onu öldürmek caiz midir?” diye sordu.


Padişahın bu fetva talebi üzerine, Ebussuûd Efendi de şöyle bir beyitle cevap verdi:


“Yarın Hakk’ın dîvânına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca!”


Bir karıncayı bile incitmekten çekinecek kadar mükemmel bir manevi terbiyeden geçmiş bulunan Kanunî hem dirayetli bir kumandan, zeki ve teşkilatçı bir devlet adamı ve hem de alim ve edip bir şahsiyetti.


Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı




Ya Şeytan İmanını Çalsaydı?


Bir gün adamın biri Sehl b. Abdullah Tüsterî k.s. hazretlerinin yanına gelerek,


- Evime hırsız girdi ve eşyalarımı alıp götürdü, diye şikâyette bulundu. O da,


- Allah Tealâ’ya şükret, eğer iman hırsızı olan şeytan kalbine girip de tevhid inancını bozsaydı o zaman ne yapardın?” dedi.


Kuşeyrî, Risâle




Duvarın Dibinde Beklerken


Evliyanın büyüklerinden Abdullah b. Mübarek k.s.’nin tevbe edip yüzünü Hakk’a dönmesinin sebebi bir cariyeye olan aşkı idi. Cariyeye öyle vurulmuştu ki yerinde duramıyordu. Bir kış gecesi gidip, kadının duvarı dibinde sabaha kadar onu bekledi. Arada bir dışarı çıktığında kadını görebiliyordu.


Bütün gece kar yağmıştı. Sabah ezanı okununca yatsı ezanının okunmakta olduğunu sandı. Ortalık aydınlanınca durumun farkına vardı. Kendi kendine:


– Yazık sana Abdullah, utan! Sırf nefsinin hevesi için böyle bir gecede sabaha kadar ayakta dikildin durdun. Eğer imam namazda uzun bir süre okusa deli olursun, dedi.


Bu üzüntüyle tevbe etti. Kendini ibadet ve taate verdi. Nihayet öyle bir dereceye ulaştı ki, bir gün bağa giden annesi, onu bir ağacın altında uyurken bir yılanın ağzına bir nergis yaprağı alıp sinekleri ondan uzaklaştırdığını gördü.


Tezkiretü’l-Evliya




Kayıktaki Sarhoş Gençler


Velilerin büyüklerinden Maruf Kerhî k.s. bir gün bir toplulukla birlikte Dicle Nehri’nin yakınından geçiyordu. O esnada bir grup genç, kayık içinde içki içip eğleniyordu. Nehrin kenarına vardıklarında yanındaki kişiler Hazret’e dediler ki:


– Ya Şeyh! Dua et de Hak Tealâ bunların hepsini suya batırsın. Böylece şu musibet ortadan kalksın.


Bu talep üzerine Maruf Kerhî k.s. “Haydi ellerinizi semaya kaldırın..” dedi ve kendisi de ellerini kaldırarak:


– İlahî! Bu gençleri şu cihanda neşelendirip hoş bir hayat verdiğin gibi onlara ahirette de hoş bir hayat bahşet, onları neşelendir, diye dua etti.


Yanındakiler şeyhin bu duasına şaşırarak:


– Ey Şeyh, biz bu duanın sırrını anlamadık, dediler. O da:


– Sırrı ortaya çıkana kadar bekleyin, buyurdu.


O sırada gençler Hazreti görünce utanıp yaptıklarına pişmanlık duyarak sazlarını kırdılar, içkilerini döktüler. Ağlıyorlardı. Şeyh’in yanına gelip tevbe ettiler. Bunun üzerine Maruf Kerhî hazretleri yanındakilere şöyle dedi:


– Gördünüz mü?.. Kimseyi batırmadan, kimsenin canını yakmadan dileğimiz nasıl gerçekleşti de gençler sarhoşluk belasından kurtuldular.


Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya




Şiir


Allah dostunu gördüm bundan altı yıl evvel,
Bir akşamdı ki, zaman donacak kadar güzel.


Necip Fazıl Kısakürek




Duvardaki Kir


Meşhur sûfilerden Malik b. Dinar k.s. bir zamanlar bir ev kiralamıştı. Komşusu bir yahudi idi. Malik b. Dinar’ın evinin kıbleye bakan cephesi o yahudi komşu tarafına denk düşüyordu.


Bu yahudi evinin önüne bir tuvalet yapmış, pislikleri Hazret’in duvarının kenarına atarak orayı kirletiyordu.


Bir gün Malik b. Dinar k.s. hazretlerinin yanına gelerek:


– Sen bu halden rahatsız olmuyor musun, diye sordu.


– Evet, oluyorum. Ama yıkıyor, temizliyorum.


– Bu sıkıntıya niçin katlanıyorsun ki? Bu düşmanlığa, kine kim için katlanıyorsun?


– Allah Tealâ’nın rızası için. Çünkü o şöyle buyuruyor: “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler. Öfkelerini de yutarlar ve insanları affederler.” (Âl-i İmran, 134)


Bu cevap üzerine yahudi;


– Ne iyi bir din ki, saygın bir kişi benim gibi birinin verdiği eziyete katlanıyor. Asla bağırıp çağırmıyor, sabredip kimseye söylemiyor, dedi ve derhal müslüman oldu.


Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya




Bu da Az Değil


Bir gün bir adam Ebu Osman Hîrî k.s. hazretlerine gelerek,


– Dille zikrediyorum ama kalp ona yâr olmuyor, uymuyor. Bu duruma ne dersiniz, dedi. Hazret buyurdu ki:


– Hiç değilse bir azanın itaatkâr olduğuna şükret. İnşallah kalp de ona uyar.


Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya




‘Bu Hikmetli Söz Nereden?’


Cüneyd-i Bağdâdî k.s. Hazretleri, mürşidi ve aynı zamanda dayısı olan Serî Sekatî k.s. ile aralarında geçen bir olayı şöyle anlatıyor:


“Üstadım Serî Sekatî k.s. bana bir hikmet öğretmek istediği zaman soru sorardı. Yine bir gün sordu:


– Cüneyt, şükür nedir?


Ben de:


– Allah Tealâ’nın verdiği hiçbir nimeti O’na karşı isyanda kullanmamaktır, dedim. Bu cevap üzerine;


– Sen bu hikmetli sözleri nereden öğreniyorsun, diye sordu. Ben de:


– Sizin meclisinize katılmaktan, sizinle birlikte bulunmaktan, dedim.”


Kuşeyrî, Risale




Sabrın Kısımları


Sabır birkaç kısımdır:


Kulun kendi iradesiyle yaptığı şeylere gösterdiği sabır.


Kulun kendi iradesi dışında olan şeylere karşı gösterdiği sabır.


Kulun kendi iradesiyle yaptığı şeylere göstereceği sabır da iki kısımdır:


Allah Tealâ’nın emirlerini yapmaya sabır.


O’nun yasakladığı şeyleri yapmamaya karşı sabır.


Kulun kendi iradesi dışındaki meydana gelen şeylere karşı sabretmeye gelince: Bu da Allah’ın takdir ettiği, içinde sıkıntı bulunan geçim darlığı, hastalık, ölüm gibi imtihan ve musibetlere sabırdır.


Kuşeyrî, Risale




Kahrın da Hoş Lütfun da Hoş


Cana cefa kıl, ya vefa
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ya dert gönder ya da deva
Kahrın da hoş lütfun da hoş.


Hoştur bana senden gelen
Ya hilat ü yahut kefen
Ya taze gül yahut diken
Kahrın da hoş lütfun da hoş.


Gelse celâlinden cefa
Yahut cemalinden vefa
İkisi de cana safa
Kahrın da hoş lütfun da hoş.


Ağlatırsın zari zari
Verirsen cennet ü huri
Layık görür isen narı
Kahrın da hoş lütfun da hoş.


Gerek ağlat gerek güldür
Gerek yaşat gerek öldür
Aşık Yunus sana kuldur
Kahrın da hoş lütfun da hoş.


Âşık Yunus




Bir Dua


Bir defasında Hz. Hasan r.a. Kâbe’nin bir köşesine tutunarak şöyle yalvarır:


“Ya İlâhî! Bana nimetler ihsan ettin, fakat beni şükreden bir kul olarak bulmadın. Bana sıkıntı verip imtihan ettin, beni sabreden bir kul olarak bulmadın. Şükrü terk ettim diye verdiğin nimetleri geri çekip almadın. Sabrı terk ettim diye sıkıntılarımı devam ettirmedin. Allahım! Senin gibi kerim, cömert bir Rab’den ancak böyle cömertlik ve ihsan zuhur eder.”


Kuşeyrî, Risale


İhlâslı Olacağım Derken...


Fakir bir genç vardı. Büyük sûfi Ebu Said Harraz k.s. hazretlerinin meclisinden ayrılmaz, onun isteklerini yerine getirmeye çalışır, fakirlere hizmet eder, koşturur dururdu.


Bir gün Ebu Said Harraz hazretleri işlerde ihlâstan bahsetti. Fakir genç bu sözlerin kendisine söylendiğini sandı, incindi, hizmeti terk etti. Gencin işleri bırakması Ebu Said Harraz hazretlerine dokundu, gence sordu:


– Ey oğul, kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için koşturuyordun, sonra bırakıverdin. Sebebi nedir?


Genç dedi ki:


– Efendim, siz ihlâs hakkında bazı şeyler anlattınız. Ben de işlerime gösteriş karışmasından korktuğum için yaptığım işleri bıraktım.


Bunun üzerine Ebu Said Harraz k.s. şöyle buyurdu:


– Evlat, gafil olma, dikkat et! İhlâs kaygısı, yapılan işleri engellemez. Akıllı kimse de ihlâs korkusuyla amellerini terk etmez. Çünkü o zaman hem ihlâsı hem de ameli kaybetmiş olur. Ben sana yaptığın işleri terk et demedim, işlerinde ihlâslı ol, dedim. Fakat görüyorum ki ihlâsı ararken salih amellerden geri kaldın, bu durumun bize zararı dokundu. Sen yapmakta olduğun hizmetlere devam et ama işlerinde de Allah için ihlâslı ol.


Ebu Tâlib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb




Bir Söz


“İhlâs ile yapılan bir dirhem amel, ihlâssız batmanlarla yapılan amellere tercih edilir.”


Bediüzzaman Said Nursî rh.a.




Madem ki Seviyorsunuz...


Bir gün İmam Şiblî k.s. hazretlerinin yanına bir grup insan geldi. Hazret onlara;


– Siz kimsiniz, diye sordu.


– Biz seni sevenleriz, dediler.


Şiblî hazretleri birden onlara yöneldi ve üzerlerine doğru taş atmaya başladı. Adamlar şaşırdılar, kaçmaya başladılar. Şiblî hazretleri arkalarından şöyle seslendi:


– Neden kaçıyorsunuz? Eğer beni gerçekten seviyor olsaydınız her şeyim size sevimli gelirdi. Verdiğim sıkıntıdan da kaçmazdınız, sabrederdiniz!..


[Büyük sûfi bu yaptığı ile Allah’ı sevdiğini iddia eden, O’nun hükmüne razı görünen kulların bela ve musibetlere de sabretmesi gerektiğine dair çarpıcı bir ders veriyor.]


İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb




Nasihatler


“Merak ilmin hocasıdır.


Kainatta en yüce hakikat imandır, imandan sonra namazdır.


Baki olan Allah’a muhabbet, marifet ve O’nun rızası yolunda bir saniye bir senedir. Eğer O’nun yolunda harcanmazsa, bir sene bir saniyedir.


Aynanın güneşin ışınlarını yaydığı gibi, velilere de Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği yer nazarıyla bakıyoruz.


Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”


Bediüzzaman Said Nursî rh.a.




Sûfiler Ne Yapar?


Büyük alim İmam Gazalî rh.a. hazretleri sûfilerin edeplerini şöyle sıralamıştır:


Dine aykırı ve kapalı sözler söylememek, konuşmada ölçüyü kaçırmamak,


İslâmî ilimlere sarılmak, dinî bilgileri iyi bilmek,


Sürekli gayret edip çalışmak,


Ciddiyet ve azimle salih ameller işlemek,


İnsanlarla gereğinden fazla haşır neşir olmamak,


Giyiminde gösterişten sakınmak,


Temiz ve tertipli giyinmek,


Tevekkülü ilke edinmek,


Fakr halini tercih etmek,


Sürekli Allah’ı zikir halinde olmak,


Muhabbetini gizlemek,


İnsanlarla güzel ilişkiler kurmak,


Haram olan şeylere bakmamak,


Nâmahrem kadınlarla hemdem olmamak,


Devamlı Kur’an-ı Kerim okumak ve onu anlamaya çalışmak.


el-Edeb fi’d-Dîn




Yalancı Dünyaya Aldanma


“Yalancı dünyaya aldanma yahu
Bu dernek dağılır, divân eğlenmez.
İki kapılı bir virânedir bu,
Bunda konan göçer, mihmân eğlenmez.


Bakma bunun karasına ağına,
Gönül verme bostanına bağına,
Benzer hemân oğlan oyuncağına,
Bunda aklı olan insan eğlenmez.”


Azîz Mahmud Hüdâyî k.s., Divan




Hayvanların Hürmeti


Anlatıldığına göre, meşhur velî Bişr-i Hafî k.s. hazretleri daima yalın ayak gezerdi. Hayvanlar ona hürmeten sokakları kirletmezlerdi. Bir gün adamın biri yolda hayvan dışkısı görünce; “Eyvah! Bişr-i Hafî gitti!” diye feryadı bastı. Araştırdılar, adamın dediği doğru çıktı.


– Bunu nasıl anladın, diye sordular. Dedi ki:


– O hayatta olduğu sürece Bağdat’ın hiçbir sokağı hayvan tersiyle kirlenmemişti. Artık öyle olmadığını görünce anladım ki, Bişr artık hayatta değil.


Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ




İşimi Kendim Yaparım


Günlerden bir gün, yoksulun biri, Cafer-i Sadık k.s. hazretlerine sordu:


– Neden gece gündüz çalışıp durmaktasın?


O gönülleri aydınlatan ışık şöyle cevap verdi:


– Baktım, benim işimi kimse benim gibi yapamıyor, kendi işimi kendim yapmaya karar verdim ve tembelliği bıraktım.


Ferîdüddin Attâr, İlâhiname




Sorular Cevaplar


Bir gün Hz. Ali ile oğlu Hz. Hasan (Allah onlardan razı olsun) arasında şu konuşmalar geçer:


– Oğlum, zenginlik nedir?


– Az da olsa Allah Tealâ’nın kısmet ettiği şeye nefsin razı olmasıdır. Gerçek zenginlik ise gönül zenginliğidir, nefsin kanaatkâr olmasıdır.


– Asıl fakirlik nedir?


– Nefsin her şeye karşı açgözlü, doyumsuz olmasıdır.


– İzzet (üstünlük) nedir?


– Cesur ve yiğit olmaktır. Haksızlık yapan güçlü ve kudretli kimselere karşı mücadele etmek, hakkı savunmaktır.


– Konuşma acizliği nedir?


– Birisiyle konuşurken sakalla veya herhangi bir şeyle oynamak ve çokça tükürmektir.


– Asıl cesaret nedir?


– Arkadaşlarla uyum sağlamak, onlarla birlikte hareket etmektir.


– Külfet (meşakkat) nedir?


– Seni ilgilendirmeyen şeyler hakkında konuşmaktır.


– Asalet nedir?


– İsteyerek vermen, infak etmen ve hataları affetmendir.


– Akıl nedir?


– Kalbin, içine aldığı her şeyi muhafaza etmesidir.


– Aptallık nedir?


– Önderine düşmanlık beslemen, sesini ona karşı yükseltmendir.


– Yücelik nedir?


– Güzel ve doğru olanı yapmak, kötü olan şeyleri terk etmektir.


– Basiretli, sağduyulu olmak nedir?


– Tahammüllü ve sabırlı olmak, dostlara karşı yumuşak davranmaktır.


– Düşüklük nedir?


– Alçak olan şeylere tabi olmak, yoldan çıkaran kimselerle arkadaşlık etmektir.


– Gaflet nedir?


– Asaletli, yüce insanları terk etmek, fitne ve fesat çıkaran kimselere boyun eğmektir.


– Mahrumiyet nedir?


– Sana arz edilen kısmeti terk etmen, kabul etmemendir.


Bunun üzerine Hz. Ali r.a. şöyle buyurdu,


– Ben Rasulüllah s.a.v.’in şöyle buyurduğunu işittim:


“Cehaletten daha kötü fakirlik, akıldan daha faydalı bir servet ve nimet yoktur.”


Ebu Nuaym İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ


Şeytan Uyur mu?


Adam’ın biri Hasan Basrî k.s. hazretlerine gelerek:


– Ey Ebu Said, şeytan hiç uyur mu, diye sordu. Hasan Basrî hazretleri tebessüm etti ve:


– Eğer uyusaydı biz de biraz rahat ederdik, dedi.


İmam Gazâlî, İhyâ


Salihlerden Olanlar


Bir gün Fudayl b. İyâz k.s. hazretlerine:


– Bir kimse ne zaman salih olur, diye soruldu. Hazret şu cevabı verdi:


– Bir kimsenin niyetinde nasihat etmek, kalbinde Allah korkusu, dilinde doğruluk, azalarında da salih ameller olduğu vakit salih kimselerden olur.


İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb


Deryadan İnciler


Erzurumlu İbrahim Hakkı k.s. hazretlerinin mürşidi İsmail Fakirullah k.s.’nin tavsiyeleri:


“Molla İbrahim! Manevi bilgi makamlarının ilki, Allah Tealâ’nın muradına, takdirine sabır; ortası muradına razı olmak; sonu ise muradıyla birlikte olmaktır.Molla! Arifin kalbindeki manevi bilgi nuru alemdeki güneş gibidir. Taat ve manevi bilgi kulu sultan yapar. Tam zıttı olan isyan ve cehalet ise sultanı köle yapar. Molla! Nefsini düşük ve fakir bilirsen, Rabbinin aziz ve her şeye kadir olduğunu bilirsin. Rabbini bilirsen sakin ve huzurlu olursun. İlahi bilgi iki dünya saadetidir. Muhabbet ise gözbebeğidir.


Molla! Kalp semasında ilk parıldayan hikmet yıldızıdır. Sonra ilim ayı, sonra ilahi bilgi güneşidir. Hikmet yıldızının ışığıyla yaradılmışların hakikatini, ilim ayının ışığıyla mana alemini, manevi bilgi güneşinin ışığıyla Mevlâ’nın tecellilerini müşahede edersin. Molla! Allah Tealâ gibi sevgilisi olan, başkasına nasıl bakar, nasıl iltifat eder? Onun gibi tabibi olan başkasına nasıl güvenir. Onun gibi dostu, sahibi olan başkasından nasıl korkar ve başkasıyla nasıl meşgul olur? Onun gibi güzeli olan başkasına nasıl gönül verir?


Molla! Allah Tealâ’yı seven, O’nu başkasına nasıl tercih eder? Allah’tan başkasını terk edenin, gönlüne koymayanın kalbi saf olur. Allah’ı seveni Allah da sever. Molla! Allah sevgisi ile dolu olan kalpler, O’nun nuru ile aydınlanmıştır. Konuştukları vakit nefeslerinden nur yayılır. Molla! Sen cennet ve cehennem için değil, Allah yolunda muhabbetimiz içinsin. Sen bizim çocuğumuzsun. Benim yanımda evladım gibisin.Molla İbrahim! Bize yakın olan uzak, uzak olan yakındır. Sen nerde olsan benim yanımdasın. Molla İbrahim! Arzularından temizlenmiş nefs yıldızdır. Kalb-i selim ise aydır.


Molla! O’na teslim olursan, rızasına yaklaşırsın. O’na karşı gelirsen O’ndan uzaklaşırsın.”


Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mârifetnâme


Pişman Olanlar


Süfyân b. Üyeyne rh.a. şöyle buyurur:


“Kıyamet günü en çok pişman olacak kişiler üç kısımdır:


• Kıyamet günü, hizmetçisi kendisinden daha fazla salih amel işlediği halde gelen efendiler.


• Sağlığında malını infak etmeyen, hayır işlere harcamayan ama öldükten sonra malı vârisleri tarafından hayır işlere harcanan mal sahibi kimseler.


• Elde ettiği ilimden kendisi faydalanmayan, fakat öğrettiği kimselerin istifade ettiği ilim sahibi kimseler.”


Ebü’l-Ferec Abdurrahman İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve


‘Gel Dosta Gidelim Gönül’


“Yoldaş olalım ikimiz gel dosta gidelim gönül.
Haldaş olalım ikimiz gel dosta gidelim gönül.


Gel gidelim can durmadan suret terkini vurmadan
Araya düşman girmeden gel dosta gidelim gönül.


Bu dünyaya kalmayalım, fanidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım gel dosta gidelim gönül.


Biz bu cihandan göçelim ol dost iline uçalım
Arzu hevâdan geçelim gel dosta gidelim gönül.


Ölüm haberi gelmeden ecel yakamız almadan
Azrail hamle kılmadan gel dosta gidelim gönül.


Gerçek erene varalım Hakk’ın haberin soralım
Yunus Emre’yi alalım gel dosta gidelim gönül.”


Sorular Cevaplar


Bir gün Hz. Ali ile oğlu Hz. Hasan (Allah onlardan razı olsun) arasında şu konuşmalar geçer.


– Ey oğul, doğruluk nedir?
– Kötülüğü iyilikle savmaktır.
– Peki, şeref nedir?
– Dostlara iyi davranmak, hataları kabullenmektir.
– Mürüvvet nedir?
– İffetli ve dürüst olmak... Malı helal yoldan kazanmak, yerinde harcamaktır.
– Şefkat nedir?
– Kendinden zayıf olana bakmak, düşmüş olanları koruyup gözetlemektir.
– Alçaklık nedir?
– Kişinin sadece kendi nefsi için elde edip kazanması ve yalnız sevdiği şeyler için harcamasıdır.
– Cömertlik nedir?
– Darlıkta ve bollukta harcama yapmak, ihsanda bulunmaktır.
– Cimrilik nedir?
– Kişinin elinde bulunan malları üstünlük, harcadıklarını ise ziyan olarak görmesidir.
– Kardeşlik nedir?
– Darlıkta ve bollukta iyilik yapmaktır.
– Korkaklık nedir?
– Arkadaşa karşı cüretkâr olmak, düşmana karşı ise geri durmak, ondan kaçmaktır.
– Asıl ganimet nedir?
– Takva sahibi olmaya gayret etmek, dünyevî şeylere değer vermemektir.
– Hilm (yumuşak huyluluk) nedir?
– Öfkeye hakim olmak, nefsin arzularına engel olmaktır.”


Ebu Nuaym İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ




Bir Can İncitmeyesin


“Sakın nefsine uyup bir can incitmeyesin.
Hüsn ü edebi koyup bir can incitmeyesin.


El ile dövseler de dil ile sövseler de
Bin kez incitseler de bir can incitmeyesin.


Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır
Halde haldaşlarındır bir can incitmeyesin.


Beyhude canın sıkıp insanlığından çıkıp
Dil (gönül) kâbesini yıkıp bir can incitmeyesin.”


Seyyid Osman Hulusi Darendevî, Divan




İyiliğinize Layık Değil Ama...


Bir gün bir adam Hasan Basrî rh.a. hazretlerine gelerek,


– Falan kimse senin gıybetini yapıyor, hoşuna gitmeyecek sözleri arkandan konuşuyor, dedi.


Hasan Basrî hazretleri, sözü edilen o adama bir tabak yaş hurma gönderdi ve şöyle dedi:


– Duyduğuma göre iyiliklerini, sevaplarını bana hediye etmişsin. Ben de onlara karşılık bu hurmaları hediye etmek istedim. Hediyenin tam karşılığını vermeye güç yetiremiyorum, bunun için beni mazur gör.


İmam Gazâlî, İhyâ




Ömer Olarak Gittim Ömer Olarak Döndüm


Bir gece vakti halife Ömer b. Abdülaziz rh.a. bir şeyler yazıyordu, yanında da bir misafiri vardı. O sırada lambanın sönmek üzere olduğunu fark ettiler.


Misafir:


– Ben lambayla ilgileneyim, yağ koyayım, dedi. Halife:


– Misafire hizmet ettirmek asaletten değildir, dedi. Misafir:


– O halde hizmetçiyi kaldırıyorum.


Halife:


– Hayır, olmaz. O şimdi yeni uykuya dalmıştır, dedi.


Sonra kendisi kalktı, kabı getirip lambaya yağ koydu. Misafiri dedi ki:


– Ey müminlerin emiri, neden bu işi kalkıp kendiniz yaptınız.


Ömer b. Abdülaziz rh.a. ona şu cevabı verdi:


– Ne olmuş ki! İşte Ömer olarak gittim, Ömer olarak döndüm.


Kuşeyrî, Risâle




Kötü Arkadaş


Sehl b. Abdullah Tüsterî k.s. hazretleri şöyle der:


Şu üç sınıf insanla arkadaşlık etmekten sakının:


• Gaflette olan zalim kimseler,
• İkiyüzlü Kur’an okuyucuları,
• Cahil sufiler.


İhyâ




Deryadan İnciler


Erzurumlu İbrahim Hakkı k.s. hazretlerinin mürşidi İsmail Fakirullah k.s.’nin, tavsiyeleri:


“Molla İbrahim! Esas olan kalptir, şart olan muhabbettir. Kalbinde Mevlâsına karşı arzusu olan O’nu bulur. Çünkü O kuluna yakındır, onunla beraberdir ve her yaptığından haberdardır.


İbrahim! Dilin susması kalbin susmasına, kalbin susması marifetullahın kazanılmasına yardımcı olur. İnsanın selameti dilini korumasındadır.


İbrahim! Zikrin en faziletlisi “lâ ilâhe illallah” zikridir. Mevlâ’nın ismini çok tekrar etmek onun muhabbetine vesile olur. Allah Tealâ’yı zikredeni, O da zikreder ve sever.


Molla! Hak Tealâ’ya tevekkül et, her işini O’na havale et. Tevekkül, teslimiyet, sabır ve rıza Cenab-ı Hakk’a varan yolun esaslarıdır.


İbrahim! İlim öğrenmekle hilm (yumuşak huyluluk) kazanılır. Hilm ise sabır ve gayretle elde edilir. Kalp sultandır. Tahtı tevhid ve imandır. Tacı ise hilmdir. İlim yüksek bir mertebe, hilm büyük ihsan ve lütuftur.


Molla İbrahim! Kendisinden razı olandan Allah Tealâ da razıdır. Allah’ın takdirine rıza evliyanın şanındandır. Sevgiliden gelen bela bahşiştir. Bahşişi kabul etmemek hatadır. Allah Tealâ’nın yaptığında hayır vardır, O’nun yaptığı en güzeldir.”


Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnâme


İçini Allah Bilir


Büyüklerden biri, kendini tamamen ibadete vermiş birine sorar:


– Falan derviş hakkında ileri geri konuşuyorlar, sen ne dersin?


Âbid kişi şu cevabı verir:


– Görünüşte bir kusurunu bilmem, içini de Allah bilir.


Derviş kıyafetinde olan kişiyi derviş bilin, inceden inceye araştırıp yorulmayın. Bilgin kişi için de iyi düşünün, gizli kalmış yönlerini araştırmayın.


Şeyh Sa’di Şirazî, Gülistan




Büyük Keramet


Anlatılır ki, birisi Ebu Abbas Kassâb k.s. hazretlerine;


– Ey Şeyh! Hani nerede kerametin, demiş.


Bunun üzerine Ebu Abbas k.s. anlatmaya başlamış:


– Kerametlerin ne olduğunu bilmem. Bildiğim şudur: Başlangıçta her gün bir koyun keser, eti sepetime koyar, karanlık basıncaya kadar bütün şehri dolaşır, yine de kâfi miktarda kazanç ya temin eder ya edemezdim. Görüyorum ki bugün insanlar kalkıyor, doğudan batıya varıncaya kadar herkes mahşerî bir kalabalık halinde beni ziyarete geliyorlar. Bundan büyük ne keramet istersin?!


Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ




Nerede Ne İstenir?


Naklederler ki, Ebu Hasan Bûşencî k.s.’un vefatından sonra dervişin biri mezarının başına geldi. Dua ederek Hak Tealâ’dan dünyalık bir şeyler istedi. Gece olunca rüyada Ebu Hasan Bûşencî’yi gördü. Diyordu ki:


– Ey derviş! Mezarımızın başına gelince burada dünyayı isteme! Şayet dünyayı isteyeceksen, dünya beyi olanların mezarlarının başına git. Buraya gelince himmetini yüce tutarak iki cihandan alakayı kes, sadece Cenab-ı Hakk’ın rızasını iste.


Tezkiretü’l-Evliyâ




Arslana Kim Hükmeder?


İbrahim Rakkî k.s. anlatıyor:


“Bir gün, bir selam verip ziyaret edeyim diye Ebü’l-Hayr Tinatî’nin yanına gittim. Akşam namazını kıldırıyordu. Fakat dilinde pelteklik vardı, Fatiha suresini düzgün okuyamadı. Kendi kendime, yolculuğum boşa gitti, dedim.


Neyse, namazdan sonra selam verdim, ziyaretimi yaptım. Biraz sonra da taharet için dışarı çıktım. O esnada bir arslan peyda oldu, üstüme doğru gelmeye başladı.Hemen Ebü’l-Hayr’ın yanına koşarak dışarıda bir arslanın üzerime geldiğini söyledim. Bunun üzerine Ebü’l-Hayr dışarı çıktı ve arslana bağırarak:


– Ben sana misafirlerime sataşma demedim mi, diye çıkıştı.


Arslan hemen orayı terk edip gitti. Ben de taharet aldım. Geri döndüğümde Ebü’l-Hayr k.s. bana şöyle dedi:


– Siz dışınızı düzeltmekle meşgul oldunuz, bu sebeple arslandan korktunuz. Biz ise kalbimizi düzeltmekle meşgul olduk, arslan bizden korktu.


Kuşeyrî, Risâle




Kendinden Hesap Sormak


Hazret-i Ömer r.a. akşam olduğu vakit kamçısı ile ayaklarına vurur ve kendine yönelerek:


– Bugün ne amel işledin, derdi.


İmam Gazalî, Mükâşefetü’l-Kulûb




Yokuşun Dibi


Naklederler ki, adamın biri Ebu Yakub İshak Nehrecurî k.s. hazretlerine gelerek,


– Namaz kılıyorum, ancak kıldığım namazın hazzını, tadını gönlümde bulamıyorum, der.


O da şu cevabı verir:


– Gönül Rabbini sadece namazda talep ederse elbette tat bulmaz. Nitekim meşhur bir söz vardır: “Merkebe yokuşun dibinde arpa verirsen, yokuşu çıkamaz!”


Tezkîretü’l-Evliyâ




Bu Kapıya Eğri Yakışmaz


Yunus Emre k.s., Tapduk Emre hazretlerinin mürididir. Nakledildiğine göre, yıllarca sırtında şeyhinin dergâhına odun taşıdı, hizmet etti. Bu odunlar arasında bir tek eğri odun bulunmazdı. Bir gün Tapduk Emre k.s. sordu:


– Ey Yunus nedir bu hal? Bu odunlar arasında bir tek eğrisine rastlamak mümkün değil.


Yunus Emre şu cevabı verir:


– Sultanım! Bu kapıya odunun bile eğrisi yakışmaz.


Nefâhatü’l-Üns




Abdülkadir Geylânî ve İhtiyar Kadın


Bir gün yaşlı bir kadın, Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerinin huzuruna geldi. Yanında oğlu da vardı. Yaşlı kadın Şeyhe şöyle dedi:


– Oğlumun size çok bağlı olduğunu gördüm. Ben hakkımı helal eyledim, ona izin verdim. Allah için onu yanına al.


Şeyh hazretleri de Allah rızası için onu kabul etti. Nefsiyle mücahede etmesini tavsiye etti, ahlâkını güzelleştirmesi için bazı talimler verdi.


Aradan birkaç gün geçtikten sonra yaşlı kadın oğlunu görmeye geldi. Baktı ki oğlu arpa ekmeği yiyor! Az yemekten ve uykusuzluktan zayıflamış, rengi sararmış... Kalkıp şeyhin huzuruna çıktı. Şeyhin önündeki tabakta tavuk kemikleri vardı. Yaşlı kadın şeyhe şöyle dedi:


– Siz tavuk eti yiyorsunuz, benim oğlum ise arpa ekmeği yiyor!


Bunun üzerine Şeyh elini kemiklerin üzerine koydu ve “çürümüş kemikleri dirilten Allah’ın izniyle ayağa kalkın” dedi. Tabağın içindeki tavuk kemikleri Allah’ın izniyle dirilip ötmeye başladı. Abdülkadir Geylânî k.s. yaşlı kadına şöyle dedi:


– Ne zaman ki senin oğlun da bu dereceye ulaşır, o zaman canının arzuladığı şeyi yesin!


Bu kerametle ilgili olarak Bediüzzaman Said Nursî rh.a. hazretleri şu tespitte bulunur:


“İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin manası şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hakim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”


Abdurrahman Camî, Nefâhatü’l-Üns; Bediüzzaman Said Nursî, Lemalar.
 

Narsinha

Banlı Kullanıcı
Katılım
8 Ara 2012
Mesajlar
156
Tepkime puanı
22
Üç Tip Arkadaş


Halife Me’mun şöyle demiştir:


“Arkadaş üç çeşittir:


Birincisi gıda gibidir. Zaruridir, ona her zaman ihtiyaç duyulur.


Diğeri ilaç gibidir. Gerektiği vakit ihtiyaç duyulur.


Üçüncüsü ise hastalık gibidir. Kendisine asla ihtiyaç duyulmaz.


Bu üçüncü tip kişilerle kul imtihan halindedir. O öyle biridir ki ne ünsiyet kurulur ne de ondan faydalanılır. Birincisi ise Allah Tealâ tarafından kuluna ihsan edilen bir nimettir.”


Ebû Tâlib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb




Sudaki Köpek


Vaktiyle adamın biri Ebu Bekir Şiblî k.s.’a:


– Bu yolda ilk önce kim sana kılavuz oldu, diye sordu. Şiblî şu cevabı verdi:


– Bir gün su kıyısında bir köpek gördüm. Öyle susuzdu ki bir zerrecik takati kalmamıştı. Suda gördüğü kendi aksini başka bir köpek sandığından korkuyor, su içemiyor, su kıyısından kaçıyordu. Nihayet susuzluktan perişan bir hale geldi. Dayanamadı, birdenbire kendini suya attı. Böylece korktuğu diğerköpek kayboldu, gözünün önünden gitti. Yani düşmanı yine kendisiydi, o an ortadan kalkıverdi. Bu hakikat bana böyle apaçık görününce iyice anladım ki nefsim bana perde. Bunun üzerine kendimde fani oldum, nefsin arzularını terk ettim ve işim yoluna girdi. İşte bu yolda bana ilk önce bir köpek böyle kılavuzluk etti.”


Ey oğul! Sen de kendi gözünün önünden kalk! Sana perde olan sensin. Sende bir kıl kadar varlık kalsa ayağına ağır bir zincir vurmuş demektir.


Ferîdüddin Attâr, İlâhinâme




Hz. Ali ile Karınca


Hz. Ali r.a. bir gün yolda aceleyle giderken bir karıncayı incitti. Karınca elini ayağını oynatarak çırpınmaktaydı. Hz. Ali karıncanın aczini görünce üzüldü. O bir arslandı ama bir karıncanın halinden perişan hale düştü. Karıncanın toparlanıp yürümesi için bir hayli ağladı, birçok çareye başvurdu. Fakat nafile...


O gece rüyasında Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.’i gördü. Hz. peygamber ona dedi ki:


– Ey Ali! Yolda acele etme! İki gündür bir karınca yüzünden gökler yasa boğuldu. Buna da sen sebep oldun. Yoldaki karıncayı incittin. Öyle bir karıncayı incittin ki hakikatten haberdardı. İşi gücü Allah’ı zikretmekti.


Hz. Ali titremeye başladı. Allah’ın aslanı, bir karınca yüzünden tuzağa düşmüştü. Sonunda Hz. Peygamber s.a.v. dedi ki:


– Merak etme! Allah indinde şefaatçin yine o karınca olacaktır. ‘Yâ Rabbi! O bu işi kasten yapmadı.’ diyecektir.


. . .


Ey yiğit kişi! Bil ki böyle bir aslanın bir karıncaya karşı bu hale düşmesi dinî hassasiyetten kaynaklanıyor. Görüldüğü üzere Hz Ali gibi aslan kuvvetine sahip bir yiğit bile, bir karınca yüzünden nasıl dertlere düştü.


Hak’tan haberdar olan, Allah’ın emrine uyan kişiye ne mutlu!


Eğer tam bir cehaletle yolculuk edersen padişah bile olsan yoksul sayılırsın. Önce yola bakmak, sonra yürümek gerek. Çünkü yolu görmeden yolculuk olmaz. Yolu görmeden yola ayak basarsan sonunda baş aşağı olursun.


İlâhinâme




Arslana Odun Taşıtan Velî


Ebu’l-Gays Yemanî k.s. bir gün odun toplamak için eşeğiyle birlikte şehir dışına, sahraya çıktı. Bir vadide odun toplamakla meşgulken eşeğini bir arslan kapıverdi. Bu durumu gören Ebu’l-Gays hazretleri arslanın yanına giderek şöyle dedi:


– Merkebimi öldürmüşsün, şimdi odunları neyle taşıyacağım? Allah’a yemin ederim, bu odunları senin sırtına yükleyeceğim.


Odunları yığıp bağladı ve arslanın sırtına yükledi. Arslan şehrin yakınına gelene kadar odunları taşıdı. Ebu’l-Gays k.s. şehre yaklaşınca odunları arslanın sırtından indirdi ve:


– Şimdi serbestsin, nereye istersen oraya git, dedi.


Abdurrahman Câmi, Nefâhâtü’l-Üns




Vahşi At Gibi


Sâdât-ı Kiramın büyüklerinden merhum Seyyid Muhammed Raşid k.s. hazretleri şöyle der:


“Nefs aynen azgın ata benzer. Dizginleri zaptedilmeyince sahibini yere çarpıp parçalar, belki kendisi de beraber parçalanır. Hem kendini hem de sahibini felakete götürür. Ama atın dizginleri sağlam tutulur, ona hakim olunursa at koşar, sahibine teslim olur. İşte nefs de böyledir. Ona hakim olunursa insanı Allah’a götürür. Allah’a ancak nefse hakim olmakla ulaşılır. Allah’a ulaşmak iki adımdır. Birinci adım nefsin üzerine konur, ikinci adımda Allah’a ulaşılır.”


Seyda Hazretleri’nin Hayatı, Seytac Yay.




Hükümdar ve İhtiyar Adam


Adaleti ile cihana nam salan hükümdar Nûşirevan, atını ok gibi sürdüğü bir gün, yolda yay gibi beli bükülmüş bir ihtiyar gördü. İhtiyar, birkaç meyve fidanı dikiyordu.


Nûşirevan dedi ki:


– Ey ihtiyar! Saçın, sakalın süt gibi ağarmış. Şurada birkaç günlük ömrün var. Neden ağaç dikiyorsun? Meyvesini göremeyeceksin ki!


İhtiyar adam Nuşirevan’a;


– Vaktiyle birileri bizim için fidan diktiler ki biz de bugüne kadar meyve yedik. Aynı şekilde bizim de başkaları için fidan dikmemiz lazım, dedi.


İhtiyarın sözü hükümdarın hoşuna gitti, ona bir avuç altın verdi. Bunun üzerine ihtiyar;


– Saygıdeğer hükümdarım, ağacım daha şimdiden meyvesini verdi. Yetmiş yıldan fazla ömrüm olsaydı bile bundan daha iyi bir mahsul elde edemezdim. Oysa bugün ektiğim fidan meyvesini şimdiden verdi, dedi.


Hükümdar ihtiyarın sözünden daha çok memnun oldu. Etraftaki araziyi ve suyu ona bağışladı.


. . .


Ey kardeş! Senin de bugün bir iş başarman gerek. Bir iş başarmadıkça meyve elde etmene imkan yok. Din yolunda adım atman, bu yolda sebat etmen, kibrini yerlere sermen gerek. Yiğit olan erlik meydanını sakalıyla süpürür, gururlanmaz. Oysa ki sen kolunun gücüne bakmıyor, kocaman taşı teraziye koymaktan utanmıyorsun.


İlâhinâme


Sadakatin Böylesi


Büyük veli Ebu Osman Mağribî tasavvuf yoluna girme sebebini şöyle anlatır:


“Tevbe etmemin ve tasavvuf yoluna girmemin sebebi şudur:


Bir atım ve köpeğim vardı. Her gün avlanmak için Cezayir şehrine giderdim. Bir de ahşap bir kabım vardı, onunla da süt içerdim. Yine bir gün bu kapla süt içecekken köpeğim havlayarak üzerime geldi, sütü içmeme engel oldu. Sürekli havlıyordu. Tekrar içmek istediğimde yine engel oldu. Üçüncü defa denediğimde yine mani oldu ve sütü kendi içti. Az sonra hayvan şişmeye başladı ve çok geçmeden öldü.


Sonradan, o sütten bir yılanın içtiğini gördüğü için köpeğimin bana mani olduğunu, benim için kendisini feda ettiğini anladım. Bir köpeğin bile sahibine böyle sadakat göstermesi beni sarstı. Yüzümü sahibime dönmem gerektiğini anladım, tevbe edip tasavvuf yoluna girdim”.


Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-Üns.


Rehbersiz Olunca


İmam Kuşeyrî k.s. hazretleri tasavvuf yoluna giren bir müridin mutlaka kâmil bir mürşidden terbiye görmesi gerektiğini belirtir. Bir yol göstereni, mürşidi yoksa kurtuluşa eremeyeceğini söyler. Ardından üstadı Ebu Ali Dekkâk k.s. hazretlerinin şöyle dediğini nakleder:


“Bir ağaç onu dikip ilgilenen biri olmadan kendi başına büyürse sadece yaprak açar, fakat işe yarar meyve vermez. Aynı şekilde bir mürid, kendisini derece derece terbiye edecek bir üstadı olmadığı vakit, nefsinin boş yönlendirmelerine kölelik yapar, kendi başına kurtuluş yoluna ulaşamaz.”


İmam Kuşeyrî, Risâle


‘Verdim Bir Kere’


Mutasavvıfların büyüklerinden İmam Kuşeyrî k.s., Cafer-i Sadık rh.a. hazretlerinin müsamaha ve cömertlikte eşsiz olduğunu şöyle anlatır:


“Hacılardan biri Medine-i Münevvere’de kaldığı evde uyuyordu. Uyanınca yanında bulunan para kesesinin çalındığını zannetti. Dışarıya fırladı, kapının önünde Cafer-i Sadık’ı rh. a.’i gördü ve hemen yakasına yapışıp:


– Para kesemi sen mi aldın, diye çıkıştı. Cafer-i Sadık:


– Kesenin içinde ne vardı, diye sordu. Adam;


– 1000 dinar (altın para) vardı, dedi.


Cafer-i Sadık rh.a. adamı evine götürdü ve 1000 dinar sayıp verdi. Daha sonra adam kaldığı yere döndü. Bir de baktı ki altın kesesinin orada duruyor. Hemen Cafer-i Sadık’ın yanına giderek özür diledi, parayı iade etmek istedi. Cafer-i Sadık ise altınları geri almadı ve:


– Elimden çıkanı, verdiğim bir şeyi geri almam, dedi. Adam, etrafındakilere;


– Bu kimdir, diye sordu, onlar da;


– Hz. Peygamber’in torunu Cafer-i Sadık, dediler.”


İmâm Kuşeyrî, Risâle


Otuz Yıllık Pişmanlık


İmam Kuşeyrî hazretleri, meşhur velî Serî Sekatî hazretlerinin ne kadar takva sahibi ve ince ruhlu olduğunu şöyle anlatır:


“Serî Sekatî bir gün dedi ki:


– Otuz seneden beri bir elhamdülillah sözü için istiğfar ediyorum.


Kendisine;


– Bu nasıl oldu, diye sorduklarında şöyle cevap verdi:


– Bir gün Bağdat’ta benim de dükkanımın bulunduğu çarşıda yangın çıkmıştı. Yangını gören bir adamla karşılaştım.


Bana;


– Senin dükkanın kurtuldu, ona bir şey olmadı, diye müjde verdi. Bunun üzerine ben de “elhamdülillah” deyiverdim. Fakat bir an sonra, müslümanların başına gelen bir musibette onların acısını paylaşmak yerine önce kendi nefsimi düşündüğümü fark ettim. İşte bunun için o esnada söylediğim söylediğim bu söze otuz senedir nedamet duyuyorum”.


İmâm Kuşeyrî, Risâle


Müminin Feraseti


İmam Şafiî ile İmam Muhammed b. Hasan (Allah onlara rahmet etsin), Mescid-i Haram’da oturuyorlardı. İçeriye bir adam girdi. Bunun üzerine Muhammed b. Hasan rh.a.:


– Bence şu adam marangozdur, dedi. İmam Şafiî rh.a. de:


– Bence o demircidir, dedi. Durumu adama sordular. Adam:


– Daha önce demirci idim, şimdi ise marangozluk yapıyorum, dedi.


İmam Kuşeyrî, Risâle


Eşkıyalıktan Evliyalığa


İmam Kuşeyrî hazretleri, tasavvuf büyüklerinin meşhurlarından Fudayl b. İyaz k.s.’nin tevbe edip Hak Tealâ’ya yönelme sebebini şöyle anlatır:


“Fudayl b. İyaz, eskiden Ebîverd ile Serahs arasındaki bölgede yol kesen bir eşkıya idi. Tevbe etmesine şu hadise sebep oldu:


Fudayl vaktiyle bir cariyeye aşık olmuştu. Bir gün onu görmek için cariyenin evinin duvarına tırmanırken Kur’an okuyan birinin sesini duydu. Şu ayet okunuyordu:


“İman edenlerin Allah’ıın zikri O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesinin, huşu ile coşmasının zamanı daha gelmedi mi? (Hadîd, 16)


Bunun üzerine hemen oracıkta:


– O zaman geldi ey Rabbim, dedi ve oradan ayrıldı.


Geceyi geçirmek üzere bir harabeye girdi. Orada bir grup insan vardı. İçlerinden biri:


– Kalkın yola çıkalım, dedi. Diğerleri ise:


– Sabaha kadar burada kalalım. Şimdi yola çıkarsak Fudayl yolumuzu keser, dediler.


Fudayl b. İyaz bunu duyunca haline bir daha pişmanlık duydu. Artık bu işleri bıraktığına, tevbe ettiğine dair adamlara güvence verdi. Daha sonra Mekke’ye geldi, vefat edene kadar Kâbe’ye komşu olarak yaşadı.”


İmâm Kuşeyrî, Risâle


6 Öğüt


Meşhur velî İbrahim b. Ethem k.s. otururken adamın birisi gelerek:


– Ey şeyh! Ben kendime zulmetmiş bulunuyorum. Bana bir iki nasihat et de onları kendime rehber edineyim, der.
İbrahim b. Ethem k.s. ona şu cevabı verir:


– Eğer şu altı öğüdü kabul edersen, bir daha zarar ziyan görmezsin.


• Birincisi: Allah Teâlâ’ya karşı asi olmak ya da günah işlemek istediğin vakit, artık O’nun rızkını yeme.


Adam:


– Âlemde her ne varsa O’nun rızkı. Peki ben rızkımı nerden temin edeceğim, diye sordu. İbrahim b. Edhem k.s. dedi ki:


– Peki, O’nun rızkını yiyip kendisine asi olman hiç yakışık alır mı?


• İkincisi: Asi ve günahkâr olmak istediğinde Hak Tealâ’nın mülkünün dışına çık.


Adam:


– Bu dediğinizi yerine getirmek çok daha zor. Doğu ve batı, her yer O’nun mülkü olduğuna göre ben nereye gidebilirim ki, diye sorunca Hazret dedi ki:


– Peki, mülkünde ikamet edip O’na asi olman hiç yakışık alır mı?


• Üçüncüsü: Asi ve günahkâr olmak istediğinde, öyle bir yerde ol ki Hak Teâla seni görmesin.


Adam:


– O bütün sırları bilirken, her şeyi görürken bu nasıl mümkün olur, diye sorunca Hazret dedi ki:


– O’nun rızkını ye, mülkünde ikamet et, O her şeyi bilip gördüğü halde sonra da utanmayıp O’na asi ol! Bu hiç yakışık alır mı?


• Dördüncüsü: Canını almak için ölüm meleği geldiği vakit ona, “Tevbe etmem için bana mühlet ver” de.


Adam:


– Ölüm meleği bu isteğimi kabul etmez ki, deyince Hazret dedi ki:


– Ölüm meleğini kendinden bir an bile uzaklaştırma gücüne sahip olmadığına göre, o sana gelmeden evvel tevbe etme imkanını kullan, hemen günahlarına tevbe et.


• Beşincisi: Kabirde Münker ve Nekir melekleri sorgulamak için geldikleri vakit onları kendinden uzaklaştır.


Adam:


– İşte buna hiç gücüm yetmez, deyince Hazret şu cevabı verdi:


– O halde onlara vereceğin cevabı şimdiden hazırla.


• Altıncısı: Yarın kıyamet günü, “Günahkârları cehenneme atın!” diye ferman geldiği vakit seni de götürürlerse sakın gitme!


Adam:


– Meleklere karşı gelmem ne mümkün! Söylediklerin çok doğru, deyip tevbe istiğfar eder, halini düzeltir.


Feridüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliya




Kalp ve Niyet


Mutarrıf b. Abdullah rh.a. şöyle der:


“Bir amelin salih ve makbul olması, kalbin doğru olmasına olmasına bağlıdır. Kalbin salih olması ise niyetin salih olmasına bağlıdır.”


Ebu Talib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb




Sükut Perdesi Yırtılınca


Mısır’da uzun zamandır susmasıyla ünlenmiş iyi huylu bir derviş vardı. Birçok âkil kişi uzaktan yakından gelerek etrafında pervane olup dervişten feyz almak istiyordu. Bir gece bu derviş kendi kendine şöyle düşündü: – İnsan dilinin altında gizlidir. Böyle susup durmak olmaz. Misafirlerle konuşmak gerek. Konuşmazsam kimse benim alim olduğumu bilemeyecek. Derviş konuşunca dost düşman herkes onun Mısır’ın en cahili olduğunu anladı. Adamın huzuru ve düzeni bozuldu, rahatı kaçtı. Çaresiz, Mısır’dan çıkıp başka yere gitmek zorunda kaldı. Ayrılırken tekkenin duvarına şunları yazdı: “Çirkin yüzümü güzel sandığım için perdeyi kaldırdım. Eğer aynada kendimi görmüş olsaydım, cahillik edip yüzümü örten perdeyi yırtmazdım. İnsan sükut ederek üstünlük bulur, susmayan cahil ise rezil olur.” Sükutun her zaman bir değeri vardır: Âlime heybet kazandırır, cahil için bir perde olur. Eğer âlimsen çok konuşarak heybetini yitirme. Yok, cahilsen perdeni yüzünden sıyırma. Gönlündekileri insanlara açmak için acele etme. Bunu ne zaman olsa yapabilirsin. Fakat bir kez sır ortaya çıktı mı, onu tekrar saklamaya imkan bulunmaz. Kalem gibi susmak gerekir. Başı bıçakla kesilmeden sultanın sırlarını ne güzel sakladı. Sözü insan gibi, akıllı uslu söylemek gerekir. Yoksa hayvanlar gibi susmak daha iyidir.


Şeyh Sadi Şirâzî, Bostan




Salih Amel


Ulemadan İbn Aclân rh.a. şöyle der:


“Bir amel, ancak şu üç şey ile salih amel olur:


• Allah için takva sahibi olmak,


• İyi niyet,


• Yapılan ameli usulünce dosdoğru yapmak.”


Ebu Tâlib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb




Bir Köle Bile Bu Kadar Rahatsa


Tasavvuf büyüklerinden İmam Kuşeyrî k.s., meşhur velî Şakik-i Belhî’nin zühd yoluna girme sebebinin şu hadise olduğunu nakleder:


“Şakik-i Belhî, bir kıtlık zamanında bir kölenin seviçten oynamakta olduğunu gördü. Oysa o günlerde insanlar sıkıntılı idiler. Kıtlık vardı ve günlük yiyeceklerini temin etmek için çabalıyorlardı. Şakik-i Belhî bu köleye:


– Sendeki bu coşkunun ve sevincin sebebi nedir? İnsanların kıtlıktan dolayı düştüğü şu durumu görmüyor musun, diye sordu. Köle ise şöyle cevap verdi:


– Bundan bana ne? Efendimin kendisine ait özel bir köyü var. İhtiyaç duyduğumuz her şey oradan geliyor.
Bu sözler üzerine Şakik-i Belhî düşündü, sözde ince bir mana buldu ve şunları söyledi:


– Şu kölenin efendisinin bir köyü varsa, efendisi de muhtaç bir kul olmasına rağmen bu köle rızkı için tasalanmıyorsa, nasıl olur da Yüce Mevlâsı zengin ve her şeyin sahibi olan bir müslüman rızkı için tasalanır, endişe duyar?


İmâm Kuşeyrî, Risâle


İyi Arkadaş Kim?


Abdulmelik b. Ebcer şöyle anlatıyor:


“Alkame Attarûdî, ölümü yaklaşınca oğlunu yanına çağırarak şu tavsiyede bulunur:


– Canım oğlum! Eğer insanlarla arkadaşlık yapmak, onlarla beraber olmak durumunda kalırsan, kendisine hizmet ettiğinde seni himaye eden, bir sıkıntıya düştüğünde yardımcı olan ve sana iyilikte bulunan kimselerle arkadaşlık et.


Yine senden bir iyilik gördüğünde onu kabul eden, senden bir kötülük gördüğünde de onu örten, herhangi bir şey talep ettiğinde veren, kendisiyle konuşmadığın vakit seninle konuşan, başına bir musibet geldiğinde üzülen, kendisine bir şey söylediğinde seni tasdik eden, bir işi yapmak istediğinde destek veren, kendisiyle tartıştığında senin görüşünü tercih eden güzel huylu kimselerle arkadaşlık yap.”


Kûtu’l-Kulûb


Hayatını Neye Adadın?


Gavs-ı Bilvanisî Abdülhakim Hüseynî k.s. şöyle der:


“İhlâs, Alemlerin Rabbi olan Allah’ın emir ve hükümlerini sadece onun rızası için yapmak, bütün gücünü bunun için sarfetmektir. İhlâs, ilahî emirlere sebat göstermenin özüdür. İnsan kıymet verdiği ve düşündüğü şeye göre kıymet kazanır. Hayatını şöhret ve şehvete adayan kişinin sonu hiç kuşkusuz hüsrandır.”


Altın Silsile


Mürit Nasıl Çalışır?


Gavs-ı Bilvanisî Abdülhakim Hüseynî hazretlerine sordular:


– Mürşid-i kâmil, müridine nasıl himmet eder?


Hazret şöyle cevap verdi:


– Ben Hazne’de iken kalbime vesvese gelmiş ve “Artık Şah-ı Hazne’nin dergâhına layık değilim..” diye düşünmeye başlamıştım. Mürşidimden uzaklaşmak, dergâhtan ayrılıp gitmek istiyordum. Şah-ı Hazne camiye giderken yanına yaklaştım ve derdimi söyledim. Şah-ı Hazne bana şöyle dedi:


– Mürşidin himmeti, müridin çalışmasına bağlıdır.


– Peki, mürit nasıl çalışır, diye sordum. Bana şöyle dedi:


– Mürit, Rabbinin emirlerini yerine getirir ve yasaklarından kaçınırsa çalışmış olur.


Altın Silsile


Hata Yaptı Diye


Büyük sahabilerden Hazreti Ebu’d-Derda r.a.’ın meclisine devamlı gelen bir genç vardı. Ebu’d-Derda bu genci yaşlıların önüne alıyor, kendisine yakın tutuyordu. Bu durum karşısında yaşlılar gence haset etmeye başladılar.


Genç bir gün büyük bir günaha düştü. Yaşlılar Ebu’d-Derda’ya gelerek gencin durumunu anlattılar ve dediler ki:


– Keşke onu kendinden uzaklaştırsan.


Hazreti Ebu’d-Derda şu ibretli cevabı verdi.


– Sübhanallah! Biz bir hatasından dolayı arkadaşımızı terk etmeyiz.


Ebû Tâlib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb


Bid’at Yolda Bırakır


Gavs-ı Bilvanisî Abdülhakim Hüseynî k.s. şöyle buyurmuştur:


“Bir müridin tasavvufta yol alamamasının tek sebebi, bu yolun adabına dikkat etmemesidir. Tasavvufun adabına bid‘at girerse, Sâdât-ı Kiram’ın himmet ve tasarrufu azalır.”


Altın Silsile


Sarhoş Evlat


Antika alım satımı yapan biri vardı. Bu adam içkiye çok düşkündü. İçki bulamadığı zaman ispirto veya kolonya bile kullanırdı. Dinî bilgisi yoktu, anne babadan da görmemiş, hiç dindar dost edinmemişti. Kur’an okuyan küçük çocukları görünce öfkelenir ve:


– Bu devirde bu çocuklardan ne istiyorlar? Körpecik beyinlerini gericilikle dolduruyorlar, diye söylenirdi.


Belki de alkolik olması yüzünden eli sürekli titrerdi. Arkadaşları nasıl yaptılarsa onu güç bela ikna etmişler, İstanbul’da bir hocaya götürmüşlerdi. Hocaefendi ona şu tavsiyede bulundu:


– Evladım! Senin hastalığının dermanı Siirt’teki Gavs-ı Bilvânisî denilen zattır. Sen onun yanına gitmelisin, senin tedavin onun vereceği ilaçtadır.


Önce kulak asmak istemedi, bahaneler buldu, hatta unutmaya çalıştı. İşi sebebiyle Artvin’e gittiği bir gün, çeşitli sebepler çıktı, yolu Bitlis’e düştü. “Gelmişken şu denilen kişiyi de bir göreyim..” diye niyetlendi. Kasrik köyüne Gavs-ı Bilvânisî Abdülhakim Hüseynî k.s. hazretlerinin dergâhına vardı. Hiç bilmediği, görmediği bir ortamdı burası. Her biri başka bir haldeki pek çok insan büyük bir muhabbet ve nezaketle kardeş olmuş, manevi zevk ve cezbe içindeydiler. Adam etkilendi, Hazret’in yanına giderek dedi ki:


– Efendim! Ben içki müptelası biriyim, bende her türlü kötülük vardır. Her şeye rağmen beni evlatlığa kabul eder misin?


Gavs-ı Bilvânisî hazretleri adama tebessüm etti ve dedi ki:


– Evladım! Gel, sen de bizim sarhoş evladımız ol.


Altın Silsile


Cahil Cüreti


Büyük veli İmam Şa’rânî k.s., dinî bilgiden yoksun olduğu halde sufi kisvesi altında bazı tasavvufî kavramlardan yerli yersiz bahsedip etrafına cahilleri toplayan kimselerden bahsediyor ve başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor:


Etrafında kendisine inanan bir cemaatle birlikte, bilgisi ve nasibi olmadığı halde tasavvuftaki “fena” ve “beka” mertebelerinden çokça bahseden bir kişi yanıma geldi, günlerce benimle kaldı. Bir gün bu kişiye:


– Bana abdestin ve namazın şartlarını söyle, bunlar nelerdir, dedim.


– Ben hiç ilim okumadım, diye cevap verdi. Adama dedim ki:


– Kardeş! İbadetleri Kur’an ve Sünnet’e göre usulünce yapmak, bütün İslâm alimleri tarafından icma ile kabul edilen farz bir emirdir. Farz ile mendubu, haram ile mekruhu birbirinden ayıramayan kimse cahildir. Cahil kimseye ise ne zahir meselelerde ne de bâtın yolunda uymak kesinlikle caiz değildir!


Adamın adeta dili tutuldu, cevap veremedi. O günden sonra benimle ilişkisini kesti. Bu yanlış tutumuyla etrafa kötü örnek oluyordu, böylece Allah Tealâ beni ondan kurtardı.


İmam Şa’rânî, Tenbîhü’l-Muğterrîn


Dili Alim Kalbi Cahil


Hz. Ömer r.a. şöyle der:


“Bu ümmet için en çok korktuğum şey, dili ile alim fakat kalbi ile cahil (gafil) olan kimselerdir.”


Tenbîhü’l-Muğterrîn


Alimler ve Sufiler


İmam Şa’ranî k.s., Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafiî rh.a. gibi mezhep imamlarının da gönül ehli mutasavvıfların meclisine gidip onlardan istifade ettiğini anlatıyor.


Mesela İmam Ahmed b. Hanbel rh.a. büyük sufilerden Bağdatlı Şeyh Ebu Hamza k.s.’nin meclisine gider, onunla beraber otururdu. Fıkhî bir meseleyi çözemediğinde Şeyh’e:


– Şu mesele hakkında ne diyorsun ey sufi, diye sorar fikrini alırdı.


Tasavvuf ehlini anlatmaya aslında bu kadarı yeterlidir. Şayet onlarda özel meziyetler olmasaydı İmam Ahmed b. Hanbel rh.a. gibi zatlar onlara ihtiyaç duymazdı.


İmam Şa’rânî, Envâru’l-Kudsiyye


Bulan Arar


Bir gün Ebubekir Şiblî k.s., zamanın büyük alim ve velisi Cüneyd-i Bağdadî k.s.’nin yanına gider. Onu üzgün bulunca;


– Ne oldu, diye sorar. Cüneyd-i Bağdadî hazretleri;


– Arayan O’nu bulur, der. Şiblî k.s ise şöyle karşılık verir:


– Hayır. Tam tersine, O’nu bulan arar.


Feridüddin Attar, Tezkiretü’l-Evliya


Bağdat’ta Yangın


Bir gece ansızın çıkan bir yangın Bağdat’ın bir kısmını kül etmişti. O sırada bir adam:


– Çok şükür, bizim dükkâna zarar gelmedi, diye seviniyordu.


Adamı duyan bir ârif kişi ona dedi ki:


– Ey akılsız adam! Sen yalnızca kendini mi düşünürsün? Demek ki koca şehir yansa sana zarar gelmedikçe üzülmeyeceksin!


İnsanlar açlıktan karınlarına taş bağlarken, bir kimse eğer taş yürekli değilse midesini dolduramaz. Fakir kan yutarken zenginin boğazından nasıl lokma geçer, anlayamam! Hastanın başında duran kimseyi sağlıklı sanma, çünkü o da hastası yüzünden üzüntüyle kıvranmaktadır.


Vicdan sahibi yolcular konaklayacakları yere varsalar da, yolda kalanlar gelip yetişmeyince uyuyamazlar. Odun taşıyanın merkebi çamura battığında bile zaman insaflı hükümdarın gönlü bundan ızdırap duyar.


Eğer kulak verirsen şu kadar nasihat yeter: Diken ekersen gül toplayamazsın!


Sadî Şirazî, Bostan


Eğer Sadık İsen


Bir defasında İbrahim Düsûkî rh.a. bir müridine şu tavsiyelerde bulunur:


– Evladım! Eğer sadık isen dış görünüşünden çok kalbine önem ver. Seni meşgul eden faydasız tartışma ve süslü konuşmalardan vazgeçerek sükut etmeye devam et. Devamlı azimli ol ve asla yolundan ayrılma.


Envâru’l-Kudsiyye


Allah’ın Koruması


İbrahim Düsûkî rh.a. şöyle der:


“Hak yolcusuna samimiyet ile beraber çok gayret lazımdır. Bu kişi gizli anlarında Allah Tealâ ile alışverişinde sadakatli olursa, onu unutmazsa, Allah Tealâ her halinde onu sağlam bir kalkan ile korur.”


Envâru’l-Kudsiyye


Yaralı Derviş


Şeyh Sa’di Şirazî k.s. anlatıyor.


Deniz kenarında, bir kaplan tarafından yaralanmış bir derviş gördüm. Yarası ağırdı, ilaç tesir etmiyordu. Uzun zamandan beri bu yaranın acısını çekmesine rağmen sabrediyordu. Durmadan Cenab-ı Hakk’a şükrediyor ve şöyle diyordu:


– Çok şükür ki bir belâya uğradım, bir günaha değil.


. . .


Can dostum bana gücenip ölümüme ferman verse, sakın beni o anda can kaygısı üzer sanmayın. “Ne yaptım da yâri huzursuz ettim acaba?” diye endişelenirim.


Şeyh Sa’dî Şirazî, Gülistan


İlmin Ücreti


İkrime rh.a. bir gün:


– İlmi sadece ücretini ödeyen kimselere öğretin, dedi. Kendisine sordular:


– İlmin ücreti nedir?


Şu cevabı verdi:


– İlmin ücreti onunla gerektiği gibi amel edilmesi, ilim sahibinin de yine onunla amel edecek kimseye öğretmesidir.


Tenbîhü’l-Muğterrîn


Şeytanın Orucu
40 sene üç ayların tamamında nâfile oruç tutan bir zat, bir gün bir alışveriş kuyruğunda bulunur. Dışarıdan gelen bir kişi, kuyruğa girmeden alış veriş yapmak ister ve bunda ısrar eder. O kadar ısrar eder ki, kuyrukta bulunanların sabrı taşar.


-"Neden acele ediyorsun? diye sorarlar. O da der ki,


-Bugün nafile oruç tutmuştum. İftar yaklaştı. Onun için acele ediyorum" deyince kuyrukta bulunan ve 40 senedir nafile oruç tutup kimseye söylemeyen adam dayanamadı.


-Be adam, ben kırk senedir nafile oruç tutuyorum; gene de senin bu yaptığını yapmıyorum" deyince o adam:


-Ben de 40 senedir sana bunu bir türlü söyletemiyordum. Nihayet söylettim. Ben Şeytanım" diyerek oradan uzaklaştı.

Alıntı.
 

lavinia888

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Eki 2012
Mesajlar
18
Tepkime puanı
3
Şeytanın Orucu
40 sene üç ayların tamamında nâfile oruç tutan bir zat, bir gün bir alışveriş kuyruğunda bulunur. Dışarıdan gelen bir kişi, kuyruğa girmeden alış veriş yapmak ister ve bunda ısrar eder. O kadar ısrar eder ki, kuyrukta bulunanların sabrı taşar.


-"Neden acele ediyorsun? diye sorarlar. O da der ki,


-Bugün nafile oruç tutmuştum. İftar yaklaştı. Onun için acele ediyorum" deyince kuyrukta bulunan ve 40 senedir nafile oruç tutup kimseye söylemeyen adam dayanamadı.


-Be adam, ben kırk senedir nafile oruç tutuyorum; gene de senin bu yaptığını yapmıyorum" deyince o adam:


-Ben de 40 senedir sana bunu bir türlü söyletemiyordum. Nihayet söylettim. Ben Şeytanım" diyerek oradan uzaklaştı.

Alıntı.[/QUOTE]
bu çok iyimiş :D
 
Ü

Üye silindi 56746

"eğer burada ve şimdi'nizi değiştirmek için yapabileceğiniz bir şey gerçekten yoksa ve o durumdan uzaklaşamıyorsanız, o zaman tüm içsel direnci bırakarak burada ve şimdi'nizi bütünüyle kabul edin. o zaman mutsuzluk, içerleme hissetmekten ve kendine acımaktan hoşlanan sahte, mutsuz benlik varlığını sürdüremez. buna teslimiyet denir. teslimiyet zayıflık değildir. onun içinde büyük bir güç vardır. sadece teslim olmuş bir insan ruhsal güce sahiptir. teslimiyet yoluyla, siz durumdan içsel olarak özgür olursunuz. o zaman durumun sizin bir çaba göstermenize gerek kalmadan değiştiğini görebilirsiniz. her iki durumda da siz özgürsünüzdür." eckhart tolle - şimdinin gücü
 
Üst