Acayip Bir Buluşma (Gerilim / Psikoloji Öyküm)

Vampir Poe

Kayıtlı Üye
Katılım
8 Tem 2015
Mesajlar
99
Tepkime puanı
55
“Yıllardan beri ilk defa böyle bir felakete denk geldik, öyle değil mi?” Hakan var gücüyle odunları kırıyor, Suzan kırılan parçaları topluyordu. Kar giderek hızlanıyor, oluşan fırtına nefes almalarına engel oluyordu. Suzan yerdeki odunları güçsüz kollarıyla toplarken “En az 3 gün evden çıkamayacağız gibi… Bu sefer ki kar tatilimiz çok kötü geçecek” dedi. İkisininde suratları soğuktan mosmor olmuştu. Hakan biriken odun yığınına bakarak “Herhalde bu kadar yeterli. Elindekileri koyunca içeri girelim, yoksa donacağız” diye inledi. Sesi gittikçe kesiliyordu.

Hakan ve Suzan her yıl, en az bir hafta kar tatiline çıkıyorlardı. Bu yıl biraz gecikmişlerdi, kışın ortasında çıkmışlardı tatile… Kendi dağ evlerinde kaldıklarından bu bir sorun teşkil etmiyordu… Ama dün gece, radyoda duydukları anons yüzüne endişeye düşmüşlerdi. Yapılan anonsta, bir kar fırtınasının çıkacağı ve yolların kapanacağı söyleniyordu; hava ise normalden daha soğuk olacaktı. Hakan ve Suzan yanlış bir zamanda tatile çıkmışlardı; ama kimse bir anda oluşacak kar fırtınasını daha önceden tahmin edemezdi.

“Mutfakta bir eksiğimiz yok, değil mi?” diye sordu Hakan. Suzan, akşamdan kalan bulaşıkları yıkamak için sobanın üzerindeki çaydanlıktan sıcak su alırken “Merak etme, var. Şu kar fırtınasını çok kafaya takıyorsun; evimizde güvendeyiz” dedi, ardından yüzüne bir gülümseme kondurdu. Bulundukları dağ evi fazla büyük değildi; bir yatak odası, salon sayılabilecek büyük bir oda, banyo ve mutfak… Yani önlerindeki 3 gün boyunca bu ev onlara hapishane olacaktı. Suzan bulaşıkları yıkamaya başlayınca, salonda oturan Hakan’a“Hakan! Ben bulaşıkları yıkarken, sende masaya kahvaltıkları çıkarır mısın?” diye seslendi. Hakan ve Suzan’ın arasındaki ilişki her daim insanları kıskandırmıştı; birbirilerine gerçek aşk ile bağlıydılar. Belki ikisi de yetim büyüdüklerinden, eksik taraflarını sevgi ile tamamlıyorlardı. Hakan “Tamam” deyip oturduğu yerden ayağa kalktı. Mutfak, salonun hemen karşısındaydı. Suzan’ın isteği ile duvarları açık mavi renkle boyanmıştı. Hakan mutfağa girdiğinde “Aslında bu sabah kahvaltı yapmasak mı?” dedi, yüzünde sinsi bir gülüş vardı. Suzan kahkaha atarak “Masayı hazırlamaktan böyle kaçamazsın” dedi. Hakan masayı hazırlarken, Suzan hala kıkıdıyordu. 5 dakikanın ardından Hakan, “Masa hazır” dedi. Suzan kesik kesik gülerek “Aşkım, sen şimdi çok yorulmuşsundur… Çayları ben dökerim” Günün ilk yemeğine başlamışlardı.

Yarım saatin ardından, kahvaltıları bittiğinde masayı beraber toparladılar. Artık koca gün onlarındı. Eğer hava bu kadar bozuk olmasa kayak yapmaya gidebilirlerdi ama her an bir kar fırtınası çıkabilir ve başlarına kötü bir şey gelebilirdi. Evde televizyon olmasına rağmen, televizyon izlemeyi sevmiyorlardı; bu sebeple Suzan tedarikli gelmişti… Yatak odasına gidip, bavulundan 2 tane kitap çıkardı. Hakan daha çok fantastik kitaplar, Suzan ise polisiye ve gerilim kitapları okuyordu. Suzan elindeki kitaplarla salona girdiğinde “Madem eve hapis kaldık, bizde kitap okuruz” dedi. Hakan yüzüne yayılan gülümseme ile, Suzan’ın elindeki kitaplardan birisini aldı… Neredeyse iki saat süren bir sessizlik başladı…

“Bu kadar yeterli” dedi Hakan, acıyan gözlerini ovuşturarak. Suzan okuduğu sayfayı bitirdikten sonra “Uzun zamandır bu kadar güzel kitap okumamıştım” dedi. Saat neredeyse öğlene geliyordu; şimdiden günün yarısını bitirmişlerdi. Suzan ciddi bir ifadeyle “Zamanı öldürmek ne kadar zormuş” dedi. Hakan’ın gözü kahverengi vitrinin üstündeki fotoğrafa takıldı; Suzan’ın çocukluk fotoğrafıydı. Evin birçok yerinde Suzan’ın fotoğrafları vardı.

“Şu fotoğrafta kaç yaşındaydın?”
“Hatırlamıyorum. Zaten çocukluğuma dair sadece o fotoğrafım var… Hem, neden sordun?”
“Sadece merak ettim”

Akrep ve yelkovan aheste aheste dönerken dakikaların etrafında, Hakan ve Suzan sıkıntından delirmek üzereydiler. Hakan hışımla kalkıp “Ben biraz yürüyüş yapacağım” dedi. Suzan endişeli ama kendinden emin bir şekilde “Kafayı yedin herhalde! Her an bir kar fırtınası çıkabilir” dedi. Hakan çoktan ahşap renkli vestiyerden montunu almıştı…

Suzan kendinden emin bir şekilde “O halde bende geliyorum” dedi. 5 dakikalık bir münakaşanın ardından evden çıktılar. Yerdeki karlar bilek seviyesini geçmişti; her adımda ayakları kayboluyordu. Dolaşabileceklerdi koca bir orman vardı ama kar fırtınasına yakalanırlarsa geri dönüşler hiç kolay olmazdı… Bu sebeple ormanı pas geçip, evden fazla uzaklaşmadan civarı dolaşmaya başladılar. Etraftaki ağaçların dallarında can kalmamıştı; bazıları ise neredeyse yıkılmak üzereydi. Suzan, Hakan’ın elini tutarak “Hatırlıyor musun, şu ağacın altında sert bir şekilde kavga etmiştik… Hatta ilk kavgamızdı” dedi. Hakan yüzünü buruşturarak“Neden hatırlattın bu tatsız mevzuyu?” diye sordu. Suzan omuzlarını silkip “Ne bileyim ya, aklıma geldi” diye mırıldandı. Hakan etrafı incelerken, tüm soğuk havaya karşı hala hayata tutunan bir çiçeği kopardı ve o ağacın dibine attı… Ardından Suzan’ın yanağına bir öpücük kondurdu…

10 dakika daha yürüdükten sonra beklenen felaket kendini göstermeye başladı. İlk önce sert bir rüzgar çarptı suratlarında, ardından karlar bir mermi kadar hızlı uçuşmaya başladı. Elleriyle yüzlerini koruyup, vücutlarını biraz yan tutarak rüzgara koşmaya başladılar. Evden fazla uzaklaşmadıkları için şanslılardı. Zor bela eve vardıklarında kalpleri yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Suzan kızgın bir şekilde “Sana dolaşmaya çıkma demiştim” diye bağırdı. Hakan duymamazlıktan gelerek, montunu bir hışımla çıkardı.

Zamanı öldürmüşlerdi; neredeyse akşam olmuştu… Gerçi evden biraz uzaklaşsalar kendileri de ölebilirdi. Evin içinde sessizlik hakimdi. Çıkan tek ses, rüzgarın cama vurma sesiydi. Hakan her zaman olduğu gibi koltuğuna çekildi, Suzan’da mutfakta bir şeyler yapıyordu… 5 dakika sonra elinde fincanlarla Hakan’ın yanına gitti. Yüzüne en güzel gülüşünü kondurarak “Kahve içip üzerimizdeki gerginliği atalım” dedi. Hakan oturduğu yerden doğrulup “Özür dilerim” dedi, ardından devam etti “Bir fırtına beklenirken sokağa çıkmak için ısrar etmemem gerekiyordu” Suzan elindeki fincanları beyaz renkli masanın üzerine bıraktıktan sonra“Ne zaman sözümü dinlemeye başlayacaksın acaba” deyip güldü.

Kahvelerinden bir yudum alırken, evin kapısı can alıcı bir şekilde yumruklanmaya başlandı. Endişeyle ayağa fırladılar. Kısa bir sessizliğin ardından Hakan pencereden dışarıya baktı. Hava çoktan kararmıştı. Fırtınanın kuvveti ağaçları yerinden sökecek gibiydi. Hakan dikkatle kapının olduğu yöne baktı. Bir adam duruyordu; temiz kıyafetli, elinde çanta tutan bir adam… Çok geçmeden “Lütfen yardım edin!” diye bağırmaya başladı. Hakan ve Suzan kısa bir bakışmanın ardından kapıya koştular. Kapı açıldığında adam “Üst yolda arabam bozuldu, yolda kaldım. Lütfen yardım edin” diye yalvarmaya başladı. Hakan kapının önünden çekilip adama yol verdi. Adam minnet dolu gözlerle bakıp “Teşekkür ederim” dedi.

Yabancıyı salona aldıktan sonra meraklı gözlerle adamı incelemeye başladılar. Suzan “Kar fırtınasının çıkacağını bilmiyor muydunuz?” diye sordu. Adam biraz şaşkın, biraz endişeli bir şekilde Hakan’a bakıp “Maalesef haberim yoktu. Bu sabah şehirden yola çıktım ve şimdi bir kar fırtınasına yakalandım. Evim burada, 20 kilometre uzaklıkta…” derken, Hakan araya girdi “Karnınız aç mı?” diye sordu. Adam sıcak bir gülümseme ile “Teşekkür ederim, tokum… Bu arada ismimi söylemedim; ismim Kaan” dedi. Artık evde 3 kişi vardı. Kaan evi incelerken gözüne fotoğraflar takıldı “Ne çok fotoğraf var” dedi. Hakan gülerek “Hepsi eşimin fotoğrafı. Yanımdayken bile çok özlüyorum” dedi. Suzan meraklı bir şekilde “Ne iş yapıyorsunuz acaba?” diye sordu. Kaan’a bir anda ciddiyet çöktü “Yazarlık yapıyorum. Dağ evime de bu yüzden gidiyordum; romanım üzerinde çalışmaya” dedi. Kitaplara düşkün olan Hakan ve Suzan’ın gözleri parladı. Suzan büyük bir hayranlıkla “Ne romanı?” diye sordu. Kaan verilen tepkilerden çok memnun kalmıştı. İnsanlara yazar olduğunu söylediğinde genelde "Yapacak başka işin mi yok? gibi tepkiler alıyordu. Kaan derin bir nefes alarak “Psikopat bir yazarın, bir kızı dağ evine kaçırması ve yaptığı türlü işkenceleri konu alıyor. Polisiye bir hikaye” dedi.

Evin içinde ölüm sessizliği oluştu. Suzan ve Hakan korku dolu gözlerle karşılarında duran adama bakıyordu. Kaan 1.80 boylarında, kaslı sayılabilecek bir vücuda sahipti. Omuzlarından aşağıya süzülen saçları vardı. Hakan ortamı yumuşatmak adına “Ne kadar tuhaf bir hikaye” dedi. Kaan gülerek “Sizi temin ederim sizin aşk hikâyenizden daha tuhaf değil… Bu arada siz isminizi söylemediniz?” dedi. Suzan sert bir sesle “Benim ismim Suzan, eşimin adı Hakan” dedi ve devam etti “Hem bizim aşk hayatımız neden tuhaf geldi size?” Kaan gülümsedi “Ne derler… Biraz hastalıklı. Aslında bu acayip bir karşılaşma” dedi. Hakan cebinden cep telefonunu çıkardı. Kaan ayağa kalkarak “Romanımda bazı eksik parçalar vardı. O parçayı buldum. Psikopat yazarın arabası bozuluyor; bir ev buluyor ve yardım istiyor… Aile ruh hastası, hatta aile bile değiller… Tanrım! Acayip bir buluşma bu” diye bağırdı ve hakiki deri olan çantasından büyük bir bıçak çıkardı. Hakan çoktan jandarmayı aramıştı “Ölmek üzereyiz, yardım edin” diye bağırıyordu. Evin içindeki sıcaklık dışarıdaki soğuk havayı bile ısıtabilirdi. Kaan bıçağı ilk önce Suzan’ın göğsüne sapladı. Kan yavaş yavaş akıyor, etrafa yayılıyordu. Suzan’in beyaz kazağı saniyeler içinde kırmızıya dönmüştü. Hakan bir anda Kaan’ın üzerine atladı. Hakan oldukça zayıf bir erkekti ama adrenalin patlaması yaşadığından, karşısındaki kaslı adamı yere sermişti. Hakan hızlı bir hareketle Kaan’ın elindeki bıçağı aldı. Bıçağı sert bir şekilde Kaan’ın karın boşluğuna saplayan Hakan sırt üstü yere yattı… 10 saniyelik bir dinlenmenin ardından ayağa fırladı. Suzan’a baktı. O anda Kaan bıçağı yerinden çıkardı ve Hakan’ın boğazına var gücüyle soktu. Hakan etrafına baktı. Yerde karısı ve Kaan yatıyordu. Halının üstündeki süslemeler görünmüyordu; her yer kandı… Eğer şansları varsa jandarma telefondan yer tespiti yapıp, helikopterle olay yerine gelirdi…

18 Saat boyunca bir kan golünün ortasında yatan insanlar… Jandarma olay yerine geldiğinde hepsi kan kaybından ölmüştü. Henüz o çevrenin acemisi olan, oraya yeni tayini çıkan Ercan, yıllardır orada görev yapan, ondan daha kıdemli olan Tuğrul’a “Efendim, bu insanları tanıyor musunuz? Ne olmuş olabilir burada” diye sordu. Tuğrul iç çekerek “Şu adam bir polisiye yazarı; bir iki kitabını okumuştum… Ama biraz çatlak gibiydi” dedi. Hem göğsünden, hem boğazından bıçaklanan Hakan’ı göstererek “Bu adam ise… Ne acı… İsmi Hakan. Yıllar önce tatile geldiği karısı Suzan’ı öldürdü. Kadının cesedini şuradaki ağacın altına gömmüştü… Zaten o ağacın önünde kavga etmişler. Olaydan 3 ay sonra kendini ihbar etti. Ondan sonra akıl hastanesinde falan yattı ve dışarı çıktı. Çıktığında normal değildi. Evini karısının fotoğrafları ile doldurdu ve onun hayali ile yaşamaya başladı. Hatta bazen onun gibi giyinip, onun gibi konuşuyordu. Yazarın arabasını üst yolda bulduk. Büyük bir ihtimalle buraya yardım istemek için geldi ve hiç bir zaman öğremeyeceğimiz bir olay yüzüne tartıştılar ve birbirilerini öldürdüler. Çatlak bir polisiye yazar ve hastalıklı bir katil… Acayip bir buluşma!!”
 
Üst