[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Tasavvuf yoluna girip ilerlemek isteyen sufilerin seyr ü sülukunda [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Allah'a ermek (vasıl-ı ilallah olmak) yolunda nefs-i nâtıkasının yerleştiği [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]1. Zulmet makamı olup nefs-i natıka, o makamda EMMARE adını alır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Allah'a ermek (vasıl-ı ilallah olmak) yolunda nefs-i nâtıkasının yerleştiği [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]1. Zulmet makamı olup nefs-i natıka, o makamda EMMARE adını alır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]2. Nurlar makamı olup nefs-i natıka, o makamda LEVVAME adını alır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]3. Esrar (sırlar) makamı olup nefs-i natıka, o makamda MÜLHİME adını alır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]4. Kemal (olgunlaşma) makamı olup nefs-i natıka, o makamda MUTMAİNNE adını alır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]5. Vuslat (kavuşma) makamı olup nefs-i natıka, o makamda RAZİYYE adını alır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]6. Fiillerin tecelli ediş makamı olup nefs-i natıka, o makamda MARZİYYE adını alır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]7. Sıfat ve İlahi İsimlerin tecelli ediş makamı olup nefs-i natıka, o makamda SAFİYYE adını alır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]1. Nefs-i Emmâre: Nefs, gayr-i meşrû arzularını yapmaya hâkim ise emmâredir. Yusuf sûresinde, “Şüphesiz ki nefs, kötülüğü son derece emredicidir.” (Yusuf, 53) şeklinde mübalağa ile gelmiştir. Nefs, gayr-i meşru arzu ve isteğinin tesirinde mağlup olarak münkeri işliyor ve fiilin yasak olduğunu da biliyorsa bu nefs, emmâredir. Mesela kumar oynamanın, şarap içmenin haram olduğunu bildiği halde bunları işlemek gibi. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nefs-i emmare, günah-ı kebaire irtikabiyle me'luf olur. Feraiz-i İlahiyye'yi terk eden kalp nur-ı ilahiden mahrum olup zulmette kalır. Kalbine havf-i ilahi gelmez. O kimse kötülüğü arzu edip günah işlemekle muhakkak zarar görüp haib ve hasir kalıp mahrum ve hüsran olmuştur.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nefs-i emmare ayet-i kerimede mübalağa sigası ile "emmaretün" şeklindedir. Kötülüğü şiddetli emreden manası vardır. Nefs-i emmarenin seyri ilallah olup Allah celle celaluhu'nadır. Alemi, şehadet alemidir. Mahalli, sadrdır. Hali meyildir. Dayanağı şeriattır. Nefsin sıfatları gayrimeşru isteklerini yerine getirmek için Hakk'ın emirlerine uymayan, men ettiklerini fütursuzca yapan, şeytana uyan, keyfine, zevkine, günaha düşkün olan cühela, süfeha ve erbab-ı measinin nefsinin sıfatlarıdır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nefs-i emmare, echel-i eşya, aduvv-i ekber olup sinn-i kemale ermemiş etfal-i tarikdir. Himmet ve gayreti kendi nefsini helak etmek içindir. Onun arzusu veliyün-niam olan Hz. Allah celle celaluhu'na karşı masiyet ve kendisine düşman olan şeytana itaattir. Nefis haddi zatında ahkam-ı şer'iyyeyi münkir ve bittabi Hakk'ın emr-i hilafına hakimdir. Çünkü tekalif-i ilahiyyenin icrası nefse pek ağır gelir. Bu sebepten tezkiye-i nefs, tasfiye-i kalp zaruri olup tezkiye olmadıkça insanda yakin halinin zuhuru güç olur. Huzur, saadet ve felaha ancak nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinden sonra erişilir. Suri olan imanın durumu safra hastalığına duçar olan kimse gibidir. Onun vicdanı nebatın lezzetinin hilafına şahit olur. Balın halavetini tadan insanın ancak o zaman safra hastalığından kurtulması mümkün olur. İnsan günahlardan kurtulmak için ancak nefis tezkiyesi ile mutmain olduktan sonra hakikat-i iman suret ve kuvvet bulur. Ve vicdani olur ki bu kısım iman mahfuzdur. Elbette bu marazın idrakine akl-ı mead olmak gerekir. Yoksa akl-ı meaşın endişesi kısa ve fikri nakıs olduğundan zahiri noksan, batından bihaberdir. Çünkü akl-ı maaş mergub (rağbet edilmiş) ağniya ve erbab-ı dünyadır. Zamir-i kasirü'l nazardır (kısa görüşlü). Akl-ı maad ise hadidü'l basardır (keskin bakışlı, akıllı). Onların nasibi ise, enbiya ve evliyadır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Cenab-ı Hak buyuruyor ki: "(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir. " 382 [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nefsin efsununa ve mekrine aldanma ki nefis iki başlı ejderhaya benzer, seni helak eder. Aklını başına al ve bunu ganimet bil ki Rahmet kapısı açıktır. Tevbe, bineği acaip bir binektir ki bir lahzada insanı zeminden feleklere yükseltir.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Senin düşmanlarının en düşmanı, en şiddetlisi iki tarafın arasında bulunan nefistir." 383[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Ancak tevbe ve iman edip iyi davranış ta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. " 384[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Sıdk ve ihlas ile ve bir daha işlememek şartı ile tevbe edenlerin tevbesi kabul edileceği gibi seyyieleri hasenata tebdil olunacaktır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ashab-ı kiram ile bir gazveden gelmişlerdi. Buyurdular ki: "Hayırlı bir geliş geldiniz. Küçük cihaddan büyük Cihada geldiniz." Dediler ki: "Büyük cihad nedir ya Rasullallah?" Peygamberimiz cevaben şöyle buyurdular: "Kulun nefsi ve hevası ile cihad etmesidir.385[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nefs tezkiyesi için yapılan riyazatın dört esası vardır: Az yemek (kıllet-i taam) az uyumak (kıllet-i nevm) az konuşmak (kıllet-i kelam ve halvet.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]1- Az yemek (kıllet-i taam): İnsan nefsini azdıran şeylerin başında yeme içmede sınır tanımamak gelir. Yemek ve içmekten başka nimet bilmeyenin ilmi az, sıkıntısı çok olur. İrfan ehli kişiler az yemek ve az içmekle vücuttaki faydasız şeyleri atarlar. İnsanın ama sufli duyguları harekete geçiren yeme ve içme peşinde koşmak değil ulvi duygulara yardımcı olacak kadar yemektir. Nitekim Kur' an' da:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez" 386 buyurulur.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hazret-i Peygamber ve ashabının çoğu zaman oruçlu bulunmaları, tasavvuf ve tarikat ehli için dayanak olmuştur. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem "İnsanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter" 387 buyurmaktadır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]2- Az uyumak (kıllet-i nevrn): Az uyumak Allah' a dönüşün ifadesidir. Çünkü uyku organları tembelleştirir. Az uyumak ise, kalbi cilalandırır nurlandırır. Az uyumak açlık ve az yeme sonucu elde edilir.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Cenab-ı Hak Teala peygamberimiz hakkında şöyle buyuruyor: "Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. 388[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hazret-i Peygamberin gelmiş geçmiş bütün günahlarının bağışlandığı halde gece az uyuyup kalan zamanını ibadetle geçirmiş ve bunu şükredici bir kul olarak yaptığını ifade buyurmuştur.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kur' an' da geceleyin yatağından kalkıp Rablerine korku ve ümitle dua edenler övülür. Rasulullah Efendimize teheccüd namazı emredilmiştir. Peygamberimiz ise, teheccüd namazını ümmetine tavsiye etmiştir. Az uyumak hem bedene hem de ruha rahatlık verir. Uykuda ölçü vücudun dinlenmesine yetecek kadar olanıdır; vücuda eziyet olacak bir uykusuzluk değil.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]3- Az konuşmak (kıllet-i kelam): Konuşmak insanın faziletidir. Fazlası ziyan, azı vakar ifadesidir. Az konuşan kınanmadığı gibi itibarı da çok olur. Çok konuşmak kişinin ayıplarını ortaya koyar ve küçültür, dilini tutanın günahları az, kalbi rahat olur.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ukbe bin Amir, Rasul-i Ekrem'e ahirette felahın çaresini sorduğunda şu cevabı almıştı: "Dilini tut, evin geniş olsun ve günah ve hatalarına ağla." 389[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Allah insana iki kulak bir ağız verdiğine göre insanın iki dinleyip bir söylemesi esastır. Kur'an'ın ilk emri "oku" olduğuna göre konuşmak değil ilme sarılmak gerekir.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]4- Halvet (Uzlet) ve Çile: Halvet tasavvuf ıstılahında tarikata giren bir müridin muayyen bir zaman sonra şeyhinin emriyle insanlardan uzaklaşarak tekkelerin çilehane veya halvethane denilen özel bir bölümlerinde de inziva hayatı yaşaması, kendini Hakka vermesidir. Halvetin gayesi kalpten masivayı çıkarmaktır. Gönlü ağyardan temizlemek Hakk'ın sayısız nimetlerini düşünüp şükretmektir. Halvet ve çilenin kırk gün olmasının Kur' an ve Sünnet'ten mesnedleri vardır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: (Bana ibadet etmesi için) Musa'ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilave ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu. 390[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Rasulullah aleyissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim kırk sabah Allah'a ihlaslı olursa kalbinden lisanına hikmet çeşmeleri akmaya başlar." 391[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben de ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşırsa ben de ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak varırım." 393[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]382 Yusuf Suresi, Ayet 53
383 Kenzul Hakaik, Beyhaki
384 Furkan Suresi, Ayet 70
385 El Hatib, tarihinde, Cabir radıyallahu anh'dan rivayet etti.
386 Araf Süresi, Ayet 31
387 Hadis-i Tirmızi
388 Fetih Suresi, Ayet 2
389 Hadis Buhari
390 Araf Suresi Ayet 142
391 Cami'us Sagır, Feyzu'l kadir 6
393 Müslim, İbni Mace, Edep: 58
Kaynak: Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye; Sayfa (259-260-261-263-264-267)[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
2. Nefs-i Levvâme: Hakk'ın emirlerine kısmen uyan; men ettiklerinden ise bazen kaçınan kaçınamadığında pişman olan; kendini zaman zaman kınayan ve levm eden nefstir. Eğer nefs, gayr-i meşrû hareketleri icrâya hâkim değilse; kısmen terbiye görmüş ve emirlere de riâyet gösteriyorsa levvâmedir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bu mertebedeki nefs terbiyenin başlangıcını görmüş, tezkiyeden bir nasip almış ve şeriatın emirlerine itaat etmeyi istemiştir. Lakin henüz kendine hakim olabilme, kötü isteklerini tamamen reddedebilme arzusuna kavuşmamıştır. Öyle ise hasenatıyla mesrur, seyyiatıyla mahzun olan nefistir.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hakk'ın emirlerine kısmen uyan; men ettiklerinden ise bazen kaçınan kaçınamadığında pişman olan; kendini zaman zaman kınayan ve levm eden nefstir.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim (diriltilip hesaba çekileceksiniz)." 406
Nefs-i levvamenin seyri illallah (ancak Allah) tır. Alemi, berzah alemidir. Yeri, gönüldür. Hali sevgidir. Dayanağı, tarikatın erkan ve usullerine uymaktan ibarettir. Sıfatları kınama, heves, halka itiraz, yalvarma, temenna, gizli riya, makam sevgisi ve şehvettir.
Emmare nefsin bazı alışkanlıklarının kalıntıları yine bu nefiste vardır. Fakat bütün bu vasıflarla birlikte yine bu nefis hakkı hak, batılı batıl görür ve bilir ne var ki bu sıfatlarla huzursuzdur. Ne yapsın ki tamamen kendini bunlardan kurtarmaya gücü yetmiyor. Fakat şeriata karşı olan sevgisi fazla ve tarikata bağlılığı devamlıdır. Gündüzleri oruç tutmak, geceleri namaz kılmak ve sadaka vermek gibi salih amelleri vardır. Lakin bu nefse ucub ile gizli riya girer. Düşünceleri hatalıdır. Bu nefsin sahibi, insanların salih amellerini bilmesini ister. Amelleri insanlar için olmayıp, Allah için olsa da böyledir. İnsanlardan gizlese de amelleri için medh olunmayı ister. Bu arzudan da ikrah edip, rahat bulmaz. Onu tamamen kalbinden söküp atabilse, endişesiz, muhlis olurdu.
Allah şöyle buyuruyor: "Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir. " 407
Nefslerin tezkiyesi ile alakalı cihad babındaki ayetler ve hadislerde açıkca görülüyor ki nefsin terbiyesi zaruridir. Ve çok mühim bir vazifedir. Zira nefis inat ve hiyanet kaynağı, şer ve cinayet madeni, enfüs ve afakta fitnelerin menşei, ale'l-ıtlak zulmün zuhurunun sebebidir. Ruh sultanı, akıl veziri ve kalp müftüsünün aralarında ittifak hasıl olsa nefsani ve tabi kuvvetlerden muhalefet ve şikak kalkar, gider.
Muhbir-i sadık olan, Peygamber-i zişan sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hazretleri: " ... şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" buyurmuşlardır. 408
Cenab-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hazretleri diğer bir hadis-i şeriflerinde: "Gerçek mücahid nefs-i emaresiyle cihad eden kimsedir" buyurmuşlardır. 409
İbni Ata demiştir ki: Nefsin cibilliyetinde su-i edeb vardır. Halbuki kul edebe mülazemet etmekle memurdur. Nefis, tabiatı icabı meydan-ı muhalefette, Allah ve Rasulünün emirlerine muhalefet etmekte burnunun dikine gider. Kul gücünün yettiği kadar kötü isteklerini reddetmeye çalışmalıdır; nefsinin dizginini bırakmamalıdır; aksi takdirde onun fesadında ortak olmuş olur.
Cenab-ı Hak buyuruyor: "Onun için sen bizi zikretmekten yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir. " 410
Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Ümmetim için en çok korktuğum, nefislerinin hevasına tabi olmaları ve tulu emel peşine düşmeleridir."411
Ebu Hafs el-Haddad demiştir ki: "Bir kimse nefsini devamlı töhmet altında tutmaz, her halinde ona muhalefet etmez, bütün günlerinde onun hoşuna gitmeyen hayırları icra eylemezse aldanmışlardan olur."
Müminin haline göre kabz ve bastı nefs-i levvameden kaynaklanır. Kalp sahibi ki kalbe ait vasıfların üzerinde bulunmasından dolayı nuranı bir hicab nefis sahibi olan kimse de, nefse ait sıfatların bulunması dolayısıyla zulmani bir hicab altındadır. Kalpten yükselip hicablardan kurtulduğu zaman, hiç bir hal ona hükmedemez. İşte o zaman kabz ve bastın etkisinden sıyrılmış olur. Kişi kalpten yükselip nurani hicabın varlığından kurtulduğu, kalp ve nefse ait hicablar olmaksızın kurbiyyet makamına erdiği zaman ne kabz, ne de bast haline düşmez. Fena ve beka makamından vücuda döndüğü zaman nurani varlık olan kalbe döner. O takdirde kabz ve bast da kendine dönmüş olur. Fena ve beka makamına erdiği zaman kabz ve bast yoktur.
Nefsi emmarenin Kibir, riya, gadab, haset, cimrilik, mal sevgisi hubb-ı riyaset gibi yedi mezmum sıfatı vardır. Cehennemin de yedi kapısı vardır: Cehennem, Leza, Hutame, Salr, Sekar, Cahım, Haviye Kim nefsini bu kötü sıfatlardan temizlerse Cehennemin bu yedi kapısı ona kapanır. Ve Cennete girer.
Bunlar için bir endişe var ise yalnız azl ve nasb düşüncesidir. Azl makamlarından uzaklaştırılma, nasb ise, bir makamdan başka bir makama tayin edilmesidir.
Hak yolun yolcusu, nefs-i levvame makamında iken, şeytan onu yolundan çevirmek için gelir, ona yaptığı salih amellerini, iyi işlerini süslü gösterir; kalbine ucub getirir. İşte salik amel yolundan, ucub ile dolup, nefsini beğendikten sonra, şeytan ona suret-i Hakk'tan gelen "İlimden maksat amel etmektir. Sen salih amelleri yapabiliyorsun. ,O halde ilim öğrenmene, alimlerle sohbet etmene, vaaz dinlemene ihtiyacın kalmamıştır. O sana vaazü nasihat eden alim, keşke kendi nefsine söz geçirip, öğüt alsa ve senin amelinin onda biri kadar amel yapsaydı, hakiki kurtuluşa ererdi" der. Böylece ucub kendine yerleşince, kendini büyük, başkalarını küçük görüp, insanlara sui zan eder. Sonunda kötü huylu olur ki kimseden bir nasihat kabul etmez. Aklına göre ibadet edip, cahillik karanlıklarında helak olur. Sonra bu salike yine der ki: "Sana insanların hüsn-i zannı vardır. Amelle işlerini iyi yap ki, sana uysunlar, bununla kat kat sevaplara kavuş." Salik bu niyetle amelini güzelleştirirse illetli olur. Sonra bu lain, salike der ki: "Sen ibadeti gizli yap. Çünkü Allahu Teala gizli yapılan ameli kabul edip, seni sever. İnsanlar da ihlasını öğrenip seni severler." İşte salik bu söze uyar ve insanların kendisini sevmeleri arzusuyla, amelini gizlerse riyaya düşer de haberi olmaz. Şeytanın aldatma yolları çoktur. Elinden gelirse salikin amelini bozar. Bozamazsa kalbine o amelden efdal bir amel getirir, fakat salikin o ameli yapacak kudreti yoktur. Lakin ikinci am eli ona güzel, kolay gösterir. Böylece buna başlayıp, birinci amelden geri kalır. Ne var ki onu da tamamlayamaz. İkisinden de mahrum olur. Mesela şeytan, salike der ki: "Sen Allahu Tema'yı ve Rasulunu nasıl seviyorum diyebilirsin? Çünkü ne Kabe'yi tavaf eder ne Ravza-i Mutahhara'yı ziyarete gidersin. Bu tembellik ve ihmal sevgi ile bağdaşamaz. Sana layık olan, Hakk' a tevekkül edip, Beytini hac ve Habib'ini ziyaret sevabını almandır." Salik bu vesveseye kulak verir, azıksız, binek hayvanı olmaksızın, fakir olarak hacılar kafile si ile Kabe'ye doğru çıkarsa, yol zahmet ve yorgunluğundan bedeni gidemez hale gelince evrad ve ezkarı kaçırıp kalbinde melal bulunca şeytan ona der ki: "Nefsine haksızlık ve zorluk edip de yapamayacağın kadar yüklenme. Namazın kazaya kalsa da, Mekke' de kılarsın. Taassup yönüne gitme." İşte bu salik, acizliğinden şeytanın bu sözüne uyarsa, farzları kılmakta da gevşek davranır. Açlığı ve susuzluğu bastırıp, ahlakı kötüleşince, yine şeytan ona der ki: "Hak Teala haccı zenginlere farz etmiştir. Senin gibi fakir o Beyt'e nasıl gider? Şüphe yoktur ki seni hac yoluna gönderen istek, ancak şeytanın vesvesesidir." O zavallı, şeytanın bu sözünden üzülüp, pişman olur. Kazaya razı olmayıp, kalbi kararır, insanların gıybetini yapıp, ayıplama, saldırına ile ırzlarına dil uzatıp, onlara düşmanlık eder. Zira hac yolunda ona ne kimse sadaka verir, ne de iltifat edebilir. O halde kafileyi mahşer yerinin halkı gibi bulup, herkes kendi nefsinin kaygısında olduğundan, o, gıda, yiyecek içecek peşinde olup hac ve ziyaretten nasipsiz kalır. Bir payalsa da bin bela ile alır. Halbuki önceden memleketinde iken, gönlü rahat ahlakı iyi idi. Halim selim idi. İnsanları kendine tercih eden cömert ve kerem sahibi idi. Hac yolunda başına gelen korkunç hallerden ahlakı kötü, göğsü dar olup, nefsi bahil, haris ve leim oldu. İşte bu salik hacca gitmekle kendi yolundan kalıp, başına bu kadar belalar gelince, şeytan onun yolunu kesmekle arzusuna kavuşur. Hak Teala'nın yardımı o salike erişir ve şeytanın bu tür hile ve aldatmalarından kurtulursa, şeriatın edepleri, tarikatın usülleri ve yüksek himmetle salik olur ilerler. Böylece nefs-i mülhime olup diğer makama kavuşur.
[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]405 Hadis-i Kutsi, Buhari, Tac. Terc. e.5, s. 722, H.No: 1124
406 Kıyamet Suresi, Ayet 2
407 Şems Suresi, Ayet 9-10
408 Beyhaki
409 Tirmizi, Ahmed bin Hanbel, Ramuzu'l-Ehadis, cilt.ı, sayfa. 233-4
410 Necm Suresi, Ayet 29
411 İbni Adiy, Cabir radıyallahu anh' dan rivayet olunmuştur.
Kaynak: Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye; Sayfa (273-274-275-276-278-279-280)[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
3. Nefs-i Mülhime: Eğer nefs, terbiye ve tâatını artırmış, fakat arzu ve isteklerini hâlâ unutmamış, ancak bırakmış, mânevî terakki ve yükselmeye başlamışsa mülhimedir. Arzu ve isteklerini unutmamış demek; her ne kadar tâatı ve terbiyesi artmışsa da içinden nehy bulunan fiili icra etmek arzusu tamamen çıkmamış olan nefstir. Mesela sigara içme arzusu içinden çıkmadığı gibi, yani nefs-i mülhime sahibi terk ettiği bir fiili her ne kadar bırakmışsa da içinde arzu kalmış ve daha unutmamıştır.
Hakk’ın emirlerine mümkin mertebe uyan, men ettiklerinden azami derece sakınan ve bu halleri dolayı bazı ilhamlara nail olan bu makamda, nefsi mülhimenin seyri, İlallah (şanı yüce Allah’a) dır. Yani bu makamda Salikin batının da hakiki iman zuhur eylediğinden şuhudunda masiva kalmaz. Alemi, ruhlar alemidir. Mahalli ruhdur. Hali aşktır. Varidi marifettir. Sıfatları ilim, cömertlik, kanat tevazu, sabır, tehammül, özrü kabul, hüsnü zan ve eziyetlere katlanmaktır. Bu makamda salik bütün insanların kaderlerinin Allah Teala’nın yed-i kudretinde olduğunu müşahade ettiğinden kimseye, hiçbir mahluka asla, bir itirazı kalmaz. Yine bu nefs-i mülhimenin sıfatları arasında ağlamamak, insanları ihmal etmek, hayranlık duymak, havf ve recanın bulunmayışı ve güzel sesleri işitince fazla haz duymak, hararetlenmek, zikrullahı sevmek, Allah ile ferahlanmak, güler yüzle ve hikmetle konuşmak, müşahade ve murakabe etmektir.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Cenab-i Hak şöyle buyuruyor: "Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki. 421
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Hazretleri: "Muhakkak ki şeytan ademoğlunun kan damarlarında dolaşır. Ve ben seytanın size vesvese vermesinden korkarım." buyurmuştur.422 [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Peygamber-i Zisan Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Hazretleri:"Muhakkak sizin Rabbiniz için zamanınızın günlerinde dalgalı gelen rahmet kokuları vardır. Bu koku dalgalarına kalbinizi açıp hazır bulununuz." buyurmuştur.423
Nefs-i mülhime eğer manevi terakkiye baslamış ve terbiye ve taatini artırmış, fakat arzu ve isteklerini terk etse de unutmamışsa mülhimedir. Arzu ve isteklerini unutmamış demek her ne kadar taati ve terbiyesi artmışsa da içinde kötülük bulunan fiili icra etmek arzusu tamamen çıkmamış olan nefisdir. Mesela sigarayi terk eden bir kimsenin seneler geçtiği halde o arzu içinden çıkmadığı gibi. Yani nefs-i mülhime sahibi terk ettiği bir fiili her ne kadar bırakmışsa da içinde hala o arzu ve istek kalmış, daha unutmamıştır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurmuşlardır ki: "Dikkat edin vücutta bir et parçası vardır. O islah edildiği zaman bütün vücut salaha kavusmustur. O fesada uğradığı zaman bütün vücut fesada uğramış olur. O et parçası kalptir."424 Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
Bu makamda salik mürşid-i kamile muhtaçtır ki onu karanlık şüphelerden kurtarıp nurlu ufuklara çıkarsın. Çünkü bu makamda salikin hali zayıftır. Hakka gidemez ve "Celal" ile "Cemal"i ayırt edemez. Ancak bu makamda salik latif, ruhani, sadık ve Allah celle celaluhu'na aşık olur. Ve onun kalbinde irfan nuru güneş gibi doğar, bu nur ruhuna kemale erme müjdesini verip Allah celle celaluhu'na kavuşma rüzgarını estirir ve kalbindeki perdeleri kaldırıp nefsinin en büyük ve çirkin zevklerini yok eder. Çünkü bu makam ruhun güzel makamıdır. Ruh ise Allah'ı görmekten utangaçlık duyar. Fakat ruhun duyduğu şiddetli sevinçler Hakk'a kavuşmaya engel olmaktadır. Fakat nurlu perde ve onun sevinçleri beğenilmiştir ve faydalıdır. Çünkü utanma ve sevinme Allah'ın cemalini ve O’na kavuşmayı arzulamaktır. Bu makamdaki salik Allah zikrine devam eder.
Arifin kalbinde halikın hakikati belirir. Ruhunda iman nuru zuhur eder ve onda ilahi bilgiler doğar. Dünyanın aşağılık lezzetlerinden nefret edip ebedi hayatin devlet ve mutluluğuna şevkle, istekle sarılır. Fakat bu isimden istenen özelliklerin meydana gelmesi için zikrin gizli ve kuvvetli yapılması, nefeslerinin sesini işitip kelimelere kulak vererek zikre devam edilmesi lazımdır.
Aşıklar ise, yakinen bilmişlerdir ki gözden düşmekten murad saygı ve hürmeti gerektiren makam ve şöhretlerden ayrılmaktır.Onlar şeriatın hududunu gözetirler. Ashab-i Kiram'in hareketlerine uyarlar. Evliyanın adetleri ile yaşarlar. Halkın nazarında değersiz görünen işleri yaparlar. Bununla beraber bunlar mahbubun likasının bütün engellerini kökünden söküp atarlar. Mesela süslü ve kıymetli bir elbise giymek için çalışıp yorulmazlar. Ancak sıcak ve soğuğa karşı alelade bir elbise ile yetinirler. Mahbuba yönelirler, gönülleri sohbette olur ve tefeyyüz ederler. O hasrete, yakınlığa kavuşmaktan lezzet alırlar. Ruhuna zevk ve lezzet verip arifler katında izzet rifat görüp mahbubu yanında kadr ü kiymet bulurlar. Bu makamda arif zaman zaman – La ilahe illallah" ismi şerifine devam ettikçe gönlünden hikmet pınarları kaynar. Lisanından zülal-i marifet cereyan eder.
Bu makamda salik latif-i ruhani ve aşık-i rahmani olur. Kalbinde İrfan nurunu bulur. Ruhu kemal müjdesi bulmuş, kavuşma esintisi yüzünü aksamıştır. Kalbindeki perdeler teker teker açılıp, nefsinin kötü arzu ve emelleri zail olup gitmiştir.
Bu makam ruh makamıdır. Ruh ise, görünmez. Ruh ile hazları toplamakta; onlar da onun yolunu tıkamaktadır. Lakin nurani perdeler ve lezzetler makbul ve faydalıdır. Zira onun talebi, cemal-i müşahadedir ve vuslat arzusudur. Zü1 ve iftikar ile nimetlenir. Şevki galip oldukça sabır ve kararı kesilir. Bu makamda olan aşığın maşukuna şevki galip oldukça, ilahiler ve nağmeleri dinledikçe mahbubun şevkinden zevk ve kararı kalmaz. Dizginleri bırakır ve ara giriftar olmaz. Elbisesini tebdil edip insanların itibarini bir habbeye almaz.Öyle hareket eder ki bir kimsenin yanında hiç kadrü kiymeti kalmaz.O aşık, bu hallerle manevi lezzet bulur. Bu kendini gözden düşürmekle,doğru, yalancıdan ayrılır. Çünkü muhabbet davasında olançok ise de sözü doğru olan az bulunur. Muhabbete doğru olan kalbinde mahbubundan başka şey kalmayan, insanları unutan ve insanlarında unuttukları kimsedir. Muhabbetin bir şartı şudur ki muhib olan elbette mahbubuna muti ve müştak olmalıdır.
Eğer arifin kalp ayağı sürçer, bu vesvese ve desiselere kulak verir, ibadet ve mücahedeyi terk eder ve nefsin hevasına uyup giderse onun kalbi bilmediği yerden kararır ve şeytan da oraya yerleşir; sonra ona der ki: "Rabbin senin hakikatindir ve sen de O'nun hakikatisin. Çünkü Allah, O işiticidir ve görücüdür.' buyurmuştur. Dilediğini yap, çünkü O'na yaptığından sual olunmaz" kelamiyla senin de sorumlu olmadığını duyurmuştur. İşte o zaman, tabii, zulmet perdeleri onun basiretini öyle örter ki hiç görmez olur. Hırsızlık ve hiyanete baslar, çesit çesit haramları yer, itikadi bozulup Allah'tan korkmaz olur. Şeytanın öyle bir oyuncağı olur ki Rahman'ını bırakıp onu sever, ona ibadet eder. Tabiati toprağına meyledip şeytanın sözüne uyan gafilin hali budur. Eğer bu arife Hakk'in inayeti erişip mücahede üzere devam ederse onun nefs-i mutmainne olup yüksek himmetle bu makama gelir. İki dünya saadet ve rahatlığını bulup şeytanın aldatmasından emin olur.Bu yüce makama çıkmak ancak mahbubun likasini ve maşukun cemalini düşünmek, anmak, hatırlamak ve arzu etmekle olur. Bu makamda salike fena (yok olma) haleti (manevi hali) gelir. Vasat makama çıkıp nefsinin mutmain olmasına vesile olur.
[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]421 Sems Suresi, Ayet 8
422 Tecrid-i Sarih
423 Müslim-Buhari
424 Tecrid-i Sarih Tercümesi cilt. 1,sayfa. 60, Hadis. No: 60
Kaynak: Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye Sayfa (284-285-286-287-289-)[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
4. Nefs-i Mutmainne: Eğer nefs, kötü arzu ve isteklerini külliyen unutmuş, kötü fiili işleme arzusu içinden çıkmış ve mânevi terakkilere vücudunu vakfetmişse mutmainnedir.
Ehlullah buyurmuşlardır ki: Hakk’ın emirlerine tam uyan, men ettiklerinden sakınan ve kuvvetli iman sahibi olan mutmainne nefstir. Arifibillah olan takva ve vera yakın ashabının nefsidir. Bunlar hitab-i ilahiyeye mazhar olmuşlardır. Bu makama ancak sadık müridler vasıl olur.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: [/FONT]“Ya eyyetühen-nefsül-mutmainne...” [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Ey itminana ermiş nefs! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olarak Cennet’ime gir! Fecr Suresi, Ayet 27-30
Görülüyor ki, mutmainneden asağı derecedeki nefsler hitab-ı ilahiyyeye layık olmamışlardır. Ancak itminana ermiş olan nefs-i mutmainne, raziyye ve marziyye nefisleri hitabullaha mazhar olmuşlardır.Ve Allah mutmainne nefs sahiplerini raziyye ve marziyye makamlarına davet buyurmuştur.
Cenab-ı Hakk'ın kullarına merhameti muktezasınca sizler bu davete icabet etmek mi istiyorsunuz? O halde bilin ki talim, terbiye, nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinden sonra "Cennetim' e girin" hitab-ı ilahiyyesine mazhar olursunuz. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bu makamda nefs-i natıka kendi ızdırabından Hakk'ın hitabıyla itminan bulduğu için ismi, mutmainne olmuştur. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nitekim Hak Teala bu nefse: "Ey mutmain olan nefs" kelamıyla hitap etmiştir. Nefs-i mutmainnenin seyri meallah (Allah'la beraber)dir. Alemi, Hakikat-i Muhammediyye' dir. Mahalli, sırdır. Hali, itminana sadıktır. Varidi, şeriatın bazı esrarıdır.
Sıfatları, cömertlik ve güler yüzlülük, tevekkül, sabır, halim selim,teslim, rica, doğruluk, ibadet, yumuşak gönüllülük, hamd ve sena,şükürdür. Dahası daimi huzur, kalp sevinci, tatlı dillilik, ayıp ve kusurları örtücülük ve hataları bağışlayıcılık da diğer evsafıdır. Salikin bu makamda olmasının bir alameti de şeriattan zerre kadar ayrılmamasıdır.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Taberani ve Ibn-i Aşakir'in Ebu Ümame radiyallahu anh'dan tahric etmiş oldukları bir hadis-i şerifte Rasülullah'ın bazı sahabeye talim buyurdukları: "Allah'ım senden itminana kavuşmuş bir nefsi mutmainne dilerim ki likana iman etsin, kazana razı olsun, atana kanaat etsin" duasına devam etmelidir.433
Bu makamda salik, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ahlakını tamamen bilip uygulamaktan zevk duyar ve onun fiil ve hareketlerine uymakla kalbi tatmin olur. Çünkü bu makam kamil insan olma makamıdır.
Yine bu salik, bu makama eren salike bakanların gözleri ve hazır olanların kulakları zevk ve lezzet bulur. Eğer her zaman ve bütün gün konuşsa tatlı sözlerinden dinleyenlerin kulaklarına bıkma ve usanç değil, hoşluk ve lezzet gelir. Huzur bulurlar. Çünkü onun dili Allah tarafından dimağ ve kalbine akıtılan ilm-i ledünniyenin mana ve incelikleriyle bezendiğinden şeriat-i garranın anlatılmasında söylediği her söz Kur'an-ı Kerim' e ve hadis-i şeriflere tamamen uygundur. Onun sohbetleri Allah tarafından kalbine akıtılan ilhamlardan ibarettir yani ilmi, ilm-i ledünnidir. Bu kamil veli yakınlarıyla ve insanlarla görüştükçe kendisine gelen, kalbine akıtılan bu hikmetleri, onlar söyler ve öğrendiği ilahi bilgileri, sevdiklerine ve arzu edenlere istidat ve kaabiliyetlerine göre öğretir, onları irşad eder ve çok zaman zikir ve ibadetle uğraşıp kendi aleminde kalır. Ta ki makamı yükselmekten mahrum kalmasın.
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir kimse kalbini iman için Temizlerse ve kalbini selim, lisani sadık, nefsini mutmain, ahlakını müstakim, kulağını hakkı duyan ve gözünü ibret ile bakıp hakki gören haline getirirse muhakkak felaha ermiştir" buyurdular. 434
Bu makamda bulunan, nefs-i mutmainne sahibi olan arif zikir,dua ve ibadete devam edip Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem efendimize evvelki sevgisinden daha fazla bir sevgiyle bağlanır. O insan-ı kamilin yanında toprak ve altın müsavi olup mal ve mülkü sırf hayır ve hayrat yapmak ve fakirlere yardım etmek için ister. Para kazanma ve mal edinme, onun gönlünü bir an bile Cenab-ı Hakk'tan gafil kılmaz ve onun huzuruna varmaya engel olmaz. Kazandıklarını gizlemez, tok gözlü olur ve kimseden bir şey istemeyip verilenleri fakirlere dağıtır. Mal ve parayı sırf bu gaye ile infak etmek, ancak bu veli zatın şanına yakışır. Bu maksatla kazanılan mal da sırf Allah rızası için harcanır. Böyle olan mal sevgisi kınanmamış bilakis övülmüş ve beğenilmiştir. Eğer bu makamda bulunan kamil Cenab-ı Hakk, adı, şanı kaybolmuş bir insan suretinde gizler ve böylece şöhret yapmaz, afet ve belalardan korursa, bu hal onun için bir nimet ve saadettir. Eğer Cenab-ı Hak onu, halk gözünde beğenilmiş ve herkesce takdir edilmiş olarak gösterir ve şeyhlik rütbesini ona giydirir, irşad göreviyle vazifelendirirse o zaman kamil kul bu durumda ilahi takdiri kabul eder fakat o, bu şeyhliği ne ister ne de diler, ne arzu eder ve ne de ondan çekinip kaçar gider. Ancak Cenab-ı Hakk onu kalplerin sevgilisi yapıp dost ve müridlerini, kendisine itaatli,hürmetli ve edepli kılar. Allah celle celaluhu insanlar arasından seçtiği kulunu sever, hem de sevdirir. Manevi bir emirle irşad vazifesine başlamış olur.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem : "Bir kimse zahir ve batınını içini ve dışını temizleyerek kırk gün halisane Cenab-i Allah celle celaluhu için amel ve ibadet ederse kalbi menba-i hikmet pınarı olup lisanından zülal-i marifet ile tatlı sözler akmaya başlar" buyurmuşlardır. 435
"Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:"Dört haslet ( Dilde doğruluk, Malda cömertlik, Kalpte muhabbet, Gizli ve aşikarda ittika ve hayırseverlik) müminde toplanırsa Allah ona bu sebeple Cennet' i vacip kılar. 447[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]----------------
[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]431 Ramuz el-ehadis, cilt 1, sayfa 371-14
432 Fecr Suresi, Ayet 27-30
433 Alusi, Ruhu'l-Mearu; Elmali Tefsiri, cilt 8, sayfa 5821435 Ebu Nuaym, Hilye; Ramuzu'l-Ehadis, cilt 2, sayfa 398-11
447 Ramuzu’l Ehadis, cilt 2, sayfa 438 - 12
Kaynak: Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye sayfa ( 294-295-296-297-305)[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]5. Nefs-i Râziyye: [/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Eğer nefis, bütün muradlarından ve makamlardan tecerrüd ederek tam bir teveccüh ile Allah’ın rızası yoluna sîreten yönelmiş ise râzıyedir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ehlullah buyurmuşlardır ki:
Nefis bütün arzu ve isteklerinden tecerrüd ederek her vechile Hakk'a ve teveccüh-i tam ile Rahman'a yöneldiğinde ve bila-fasila daima Rahim ile olmak şuuruna erdiğinde Allah' tan, hikmetine ve hükmüne ram olarak razı olmuş olur.
Cenab-ı Hak söyle buyurmustur:
"Ey itminana ermiş nefis! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olarak Cennet’ime gir!448[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hazretleri: ''Ben ancak mekarim-i ahlaki tamamlamak için gönderildim" 449 buyurmuştur.
Nefs-i natıka her halinde rıza ile sıfatlandığından ismi, raziyye(razı olan) olmuştur. Nitekim Hak Teala bu nefse: "Rabbinden razı olmuş ve razı olunmuş olarak dön!" kelamıyla hitap etmiştir.Bu makamda nefs-i raziyyenin seyri fillah (Allah için)dır. Alemi,alem-i lahut'tur. Mahalli (yeri) sırrın sırrıdır. Hali, fani olmaktır. Lakin bu makamda bildirilen fani değildir. Bu iki fani arasındaki fark şöyledir ki, önce fena-i vasat derecedeki salikin hali olup hislerin duyarlılığından geçmiştir. Bu fani ise sülukun sonunda bulunup beka ile müşerref olunan haldir. Beşerin sıfatların mahvolup gitmesidir. Salik bekaya hazır olup, ona kavuşmuştur. Zira beka bu fenayla aynı olup diğer fena ondan sonra gelir. O ise "Hakke'l-yakin" olup bu makamda ele geçer. Bu radiye nefsin varidi yoktur. Zira varid ancak beka sıfatları ile olur. Halbuki bu kamilin beseri sıfatları öyle zail olmuştur ki eseri bile kalmamıştır. Onun için bu makamda kamil olup nefsiyle bakidir. Bundan önce makamlarda olduğu gibi ne Rabbi ile bekadır, ne de diğer makamda olacak olan gibidir. O halde bu öyle bir haldir ki ancak zevk ile tadarak anlaşılır.
Bu nefse ikram için verilen sıfatlar vera, hulus, muhabbet, nush, huzur, keramet, terk, masivayı unutmak, kemal üzere teslim ve rızadır.
Zira bu kamil, Cenab-i Mutlak'in şühudunda müstağrak olur. O halde alemde meydana gelen herşeyi itirazsiz gönül hosluğuyla kabul edip haz alır. Hiçbir musibeti kendinden gidermek için Hakk'a iltica etmeyip herseye razi olur. Bu halde iken bile insanlara nasihatla emr ü nehy edebilir. Bu hal onu Allah'ın kullarina irşaddan alıkoymayıp tebliğe devam eder. Sözünü duyan ondan istifade eder. Bütün bunlarla beraber bu kamil sırrın sırrıyla alem-i lahutu bulur. Bu makamın sahibi Hakk'in huzuru ile edep deryasına dalar. Duasi redd olunmaz. Lakin edep ve hayasi galip olduğundan bir sey isteyemez. Çaresiz kalsa dua eder ve duası kabul olur biiznillah. Bu veli HakTeala'nin katında aziz ve mükerremdir. İleri gelenler ve avam arasında muhteremdir. Allah celle celaluhu insanlarin kalbine o sadikkuluna karsi muhabbet vermistir, bu kamil insan da Allah'in kullarina hüsn-i zan eder. Zalimlere hiç meyletmez. Ihtiyaç sahibi olmasa da kendisine verilen hediyeyi reddetmez, muhtaç olan garib ve fakirlere infak eder; ihtiyaç sahibi olsa da kimseden bir sey istemez.Rabbi ile mesgul olur. Bu veli batin aleminde öyle bir sultanlığa kavuşmuştur ki zahirdekilerin yani dünya saltanatların hepsi onun hükmü altında kalır. O halde o tebasindan bazısına nasıl tenezzül edip meyl ve itibar edebilir?
Bu makamda ehlullah "Hayy" ismiyle meşgul olur, "Hayy" virdine devam eder. Böylece fani olup "Hayy" ismi ile beka bulur; Hakk'ın menziline gider. Bu isim ile meşgul oldukça fenadan çıkıp bekaya erip Hayy sıfatı ile muttasıf olur.
Peygamber Efendimiz Kutsi Hadiste buyuruyor ki: "Kulum bana nafilelerle o kadar yaklaşır ki ben onu severim ve ben onu sevince işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum." 450
Aziz ve Celil olan Allah buyurmuştur: "(Cennette) salih olan kullarım için hiçbir gözün görmediği hiçbir işitmediği beşer kalbine (hatır ve hayaline) gelmeyen şeyler hazırladım." 451
Nefs-i radiye sahibi olan veli bu makamın sonlarında fiillerin tecellilerini geçip isim ve sıfatların tecellilerine gelip başka makama gelir. Böylece "İlme'l-Yakin"den "Ayne'l-Yakin" mertebesine gelir.Oradan bir cezbe ile başka bir makama girip o makamda kendisine "Hakke'I-Yakın" hasıla olur. Hak Teala'nın kendi sıfatlarından biri kulun kalbine münkeşif olur. Bir kulun bütün sıfatları fenaya kavuşursa Hak Teala onun kalbine kendi sıfatlarından bir sıfatla tecelli eder. O sıfatın bazı eserleri Allahu Teala'nın ihsani ile fani olan kulda zahir olur. Mesela Hak Teala ona Semi, işitici sıfatı ile tecelli edince o cemadatın zikrini bile işitip anlayabilir. Çünkü o fani kul ilme'l-yakin ve ayne'l-yakin mertebelerinden geçip hakke'l-yakin mertebesini bulmus olur.
Ehlullah buyurmuslardir ki: Salik-i sadık ilme'l-yakin mertebesini geçip ayne'l-yakln mertebesine gelince Hakk'in cezbesiyle hakke'l-kin mertebesini bulur.
İlme'l-yakin: Akli delillerden hasıl olan ilimdir.
Ayne'l-yakin: Müşahade ile hasil olan ilimdir.
Hakke'l-yakin: Kulun sıfatlarının Hakk'ın sıfatlarında fani olması O'nunla ilmen, şuhuden ve halen beka bulmasıdır. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hakikatta kulun sıfatları fani olup zatı da fena bulmayınca bekaya eremez. Bu salike sülukunde faydali olan vahdet-i vücudu şuhuddur. Yalnız marifet, faydalı olmaz. Çünkü eksiktir. Şuhud ise, izdirar-i hal olup mücahede ile hasıl olur. Zül ve iftikar ile vücuda gelir. Zira müşahede ancak mücahededen doğup kuvvet bulur. Bu müşahede hali, şeriata uyulur ve güzel ahlak sahibi olursa faydalı olur. Yoksa sonu hüsrandır.
Hz. Ali radiyallahu anh buyurmustur ki: “Yaninda Allah'ın, Rasulullah'ın ve evliyanın sünneti olmayan kimsenin elinde hiçbir sey yok demektir.” Ona denildi ki: "Ya Ali! Allah'ın sünneti nedir?”buyurdu ki: "Sırrı gizlemektir.” "Rasulün sünneti nedir?” buyurdu ki: "Güzel ahlak sahibi olmak ve insanlarla iyi geçinmektir." "Evliyanın sünneti nedir?” "İnsanlardan gelen eziyete sabretmektir.”
Bir gönül ki masivadan geçip yükselmiştir ve yakınlık rayihasini teneffüs etmiştir. Üns ve huzur meclisine kavuşmustur. O gönül Hakk’tan nasil gafil olur.
Ey salik susmak ilimlerin üstünüdür. Hayy ve Kayyum'un hikmetidir. Dil konuşsa gönül susar. Dil sussa gönül hikmet söyler. Konuşmak gümüş olsa, susmak altın olur. Çok konuşanlar pişman olur.
Her susan salim olur. Susmak, konuşmayı terk etmektir. Kalbin susması itiraz ve yüz dönmeyi terk etmektir. Kalbin susması hayreti getirir.Hayret ise varidat ve keşfe sebeptir. Arif susarsa, malik olur.Aşık susarsa sadık olur. Susmak müminin üstün hasletidir. Çoğu afiyetler ondadır. Bela konuşma içindedir. Susmakla kalp gözü açılır.Akil artar ve rahatlar ve kalpte yakin hali zuhur eder. Dilini tut ki onun isyani, tuğyanı (azması) diğer uzuvlardan çok ve büyüktür.Sukut et ki, onun fesadi diğer bütün azalardan fazladır. Demek ki dilini korumak herşeyden önemli ve elzemdir. Çünkü dilini korumakta diğer azaları korumak da vardır.
Sonra safi muhabbet hasıldır. Ne benlik ne de ikilik kalır. O halde halis muhabbet, hulletten daha yüksek ve daha saf olur. Nitekim Hz.Habib-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, Halilullah aleyhisselamın menzil ve derecesine kavuşup oradan Kabe Kavseyn' e yükselip, "ev edna" makamına ulaşmıştır. Zira Halil İbrahim aleyhisselam Allahu Teala'nın sıfatlariyla O'na tevessül etmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ise sıfatlar ile kalmayıp, zat-i pak ile durmuştur. Muhabbet saf olur ve sahibinin hali bilinirse ona mekarim denir. İşte mekarim saf muhabbet sahibinin halidir.
[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]448 Fecr Suresi, Ayet 27-30
449 Hadisi Buhari
450 Hadis, Buhari
451Hadis-i Kutsi, Müslim
Kaynak: Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye Sayfa (305-306-307-308-309-313)[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]6. Nefs-i Marziyye: [/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Eğer nefis, bu fikre hizmet ve sıdk ile sebât ve istikamette devamlı olur ve bu sûrette Hakk nezdinde de hâli makbûl bulunursa marziyyedir. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Nefs-i marziyye sahibi, bütün mevcudiyetiyle Hakk’ın emrine ram olur; ibadet ve taatta bulunur; ihlasla itaat edip hizmet görür;Allah celle celaluhu'na sıdk-i sebat ile istikamet üzere ve böylece Cenab-ı Hak kendisinden razı olur.
Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Ey itminana ermiş nefis! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razi olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katil ve Cennet'ime gir!" 458
Allahu Teala bu makamda nefs-i natıkadan razı olduğundan ismi marziyye olmuştur. Nitekim Hakk Teala bu nefse "Rabbine razı olmuş ve razı olunmuş olarak dön" kelamıyla hitap etmiştir. Bu makamda nefs-i marziyyenin seyri, anillah (Allah'tan)dir. Alemi,şehadet alemidir. Yeri, hafidir. Hali, hayrettir. Varidi, şeriattir. Sıfatları,Allahu Teala'nin ahlakı ile ahlaklanmaktır; beşeriyyeti terk ve hüsn-i hulktur. Cenab-i Hak şöyle buyurmuştur:
"Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin. " 459
Hataları af, ayıpları örtmek, hüsn-i zan, herkese lutf ve şefkattir.İnsanlari tabiatlarının zulmetlerinden, ruhlarının nurlarını çıkarmak için onlara meyl ve muhabbettir. Lakin bu meyil ve muhabbet-fillahtır. Yani Allah için olduğundan makbuldür.Nefs-i emmare makamında olan meyil ve sevgi gibi değildir. Bure'fet ve rahmettir. Zira nefs-i emmarede sevgi nefs için olduğundan kötü, çirkin, gaflet ve zulmettir. Bu ise nefs-i marziyyenin sıfatından olup halk ile Halık'in sevgisini birleştirebiliyor. Bu şaşılacak bir şey olup ancak bu makama kavuşanlara nasip olur.
Onun için bu makamda olan veli görünüşte insanlardan ayrılmaz ama batını kibrit-i ahmer gibi olup misli bulunmaz. Seçilmişlerin seçilmişidir;nur menbai, esrar madeni, sevilmişlerin önderidir. Bu makamda hal ilm-i ilahi dairesindedir.
Makamın sahibi şuhudunda ağyar kalmayıp kalbi, masivadan kurtulmuştur ve Allah’u Teala'nın ve insanların yanında beğenilmiştir.
Kendisi herşeyden razıdır ve onun (muhakkak ki Allahu Teala'nın razı olduklarından razıdır) değeri yüksektir. Bu kamilin seyri anillahtır. Bu makamda ona Hz. Hayyul Kayyum muhtaç olduğu ilimleri kendisine bahşetmiştir. Bu merhalede salik Alem-i Gayb' dan Şehadet Alemi'ne Allahu Teala'nın izni ile dönmüştür. Böylece kendisine ihsan edilen marifetlerle insanlara faydalı olur. Lazım olan hikmet ve nasihati insanların seviyesine göre, onların anlayacağı derecede söyler. Bu kamilin hali makbul hasletlerdendir.
Onda huzur-i hayret vardır. Bu hayrettir ki "Ya Rabb! Sana olan hayretimi artır" duasi Hz. Sıddık-i Ekber' den bildirilmektedir. Bu hayret sülukun başlangıcında olan hayret değildir. Bu kamilin sıfatlarındandır.
Bunların sahibi her sözünü tutar sözünden dönmez. Her şeyi yerine koyar adaletten ayrılmaz. Yeri geldiğinde o kadar infak eder,mal verir ki tanıdığı olmayan görse onu israf ediyor zanneder. Yerini bulmayınca o kadar az verir ki tanımayan bahil ve hasis zanneder.Kendini öven kimseye, vermeye layık değilse bir şey vermez. Kendini kötüleyene ve ihsana uygunsa kendini kötülediği için hakkını vermemezlik etmez. O kerem menbaıdır. Bu güzel haller gönül sahibi olan velilerin şanıdır.
Bu makamın sahibi her halinde vasat haldedir. İfrat ve tefritten uzaktır. Bu vasat yol dile kolaydır ama yapmak zordur. Bu güzel ahlakla sıfatlanmayı herkes arzu eder. Bu sıfatta olanları sever onlardan edeple bahseder. Lakin vasat hal, bu vuslat yolu çok zor olduğundan onunla sıfatlanmış olan azdır. Zira o, bu makam sahiplerine mahsus bir lütf-i celil ve sıfat-i cemildir. Allahu Teala Hazretleri buyurdular ki: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben ona savaş açarım." 460
Veli kul Allah celle celaluhu'na ibadeti hakkıyla ifa eden ve ibadet arasında isyana düşmeden birbiri ardından ibadet vazifelerini yerine getiren demektir. Bir kimsenin veli olması için hem kulluk vazifesini yerine getirmesi hem günahlardan kaçınması şarttır. Nasıl peygamberlerin masum olması gerekirse, velilerinde mahfuz olması gerekir. Şeriata bir itirazı olan ise gurura kapılmış durumda ve kendini aldatmaktadır.
Hadiste Allahu Teala'nın harp ilan ederim sözü hakkında el Bakillani şöyle diyor: Burada beliğ bir mecaz vardır. Çünkü Allah'ın sevdiğinden hoşlanmayan Allah celle celaluhu'na muhalefet etmiş olur. Allah celle celaluhu'na muhalefet eden O'nunla karşı karşıya gelir. Allah kendisiyle karşı karşıya geleni ise helak eder. Ayrıca Allah'ın veli kullarına düşman olanların, Allah'ın kendilerine düşman olmasını gerektirecek bir durum içine düşmesi yani Allah’ın veli kullarını sevmenin Allah’ın sevgisini kazanmaya sebep olduğunu gösterir.
[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]457 Hadis Buhari
458 Fecr Suresi, Ayet 27-30[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]459 Kalem Suresi, Ayet 4460 Hadis Kudsi, Sahihi Buhari
Kaynak: Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye sayfa ( 315-316-317-318-319)[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]7. Nefs-i Safiye (Kâmile) : [/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Vehbi olan ledünnî ilme mahzar vâris-i enbiyâ sıfatıdır. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ehlullah buyurmuşlardır ki:
Nefs-i safiye sahibi vehbi olan ilm-i ledünne mazhar olmuş varis-i enbiyadır. Bu makamda kalpte on lahuti güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellinin nurlu eserleri insanin bütün azalarında zahir olur.O zaman bu makam sahipleri kulluk vazifelerini derin ve deruni bir zevk ve neş' e içinde seve seve ifa ederler. Alim-i billah olan bu veliler,halkı ivazsız garazsız ve dinar ve dirhemsiz, bir menfaat mukabilinde olmayarak livechillah Hak yoluna, şeriat-i mutahharanın, sünnet-i seniyyenin emirlerine davet eder.
Cenab-ı Hak söyle buyurmuştur:
"Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan ilmi ledünni öğretmiştik. " 466
Cenab-i Hak söyle buyurmuştur:
"Kudretine nihayet olmayan Allah/in sadakat meclisinde, huzur-u kibriyasındadırlar. ,,467
Nefs-i safiye, bütün faziletlere kavuştuğu için ismi kamile olmuştur. Seyri, billah (Allah ile)dir. Alemi, kesrette vahdet ve vahdette kesret alemidir. Yeri, hafiye nisbetle, ruhun bedene nisbeti durumunda olan ahfa, hali ise bekadır. Varidi buraya kadar anlatılan tüm nefislerin varidleridir. Sıfatları, bildirilen bütün güzel huylardır.Bu makamdaki arifi billahin meşgul olduğu vird "Kahhar" ismidir.Bu makam bütün makamların en büyüğü ve en yükseğidir. Zira bunda batin saltanatı kemale erip, mücahede tamam olmuştur. Riyazete ihtiyaç kalmayıp vasat halde kalmıştır. Bütün muradlarını almıştır.Ancak alemlerin Rabbi olan Allah celle celaluhu'nun rızasını almak kalmıştır.
Bu kamil velinin amelleri sevap ve ibadettir. Temiz nefesleri kudret ve inayettir. Tatlı sözleri ilim ve hikmettir, pür lezzet ve halavettir. Yüzünü görmek huzur ve saadettir. Bu arifi görenlerin kalbine Allahu Teala'yı zikir ve fikir gelir. Huşu ve hudu ile ona yönelir. Nasıl yönelmesin ki o, Allah'ın aziz kulunun yüzünü görmektedir. Dördüncü makamda iken veliyullah idi. Bu makam avam evliyasının makamıdır. Beşinci makam seçkin evliyanın makamıdır. Altıncısı seçilmişlerin makamıdır. Vermek isteyince hiç kimsenin mani olamadığı,vermemeyi murad edince hiç kimsenin engel olamadığı Allahu Teala her ayıptan münezzehtir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem söyle buyurmuşlardır ki: "İhsan, Allah'ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir.Sen onu görmüyorsan da o seni her an ve daim görüp, gözetmektedir." 468
Hidayet-i hakikiye mazhar olan mümin her an bu duygu ve şuur içinde bulunmak ve bütün hayatini bu inanca göre tanzim etmekle beraber kendisinde yakin hali zuhur edip bu vesileyle vuslat-ı ilahiyeye nail ve mazhar olur.
Bu "Kahhar" ismi kutba mahsus olan isimlerden olup kutb onunla saliklere imdat edip nurlar, hidayetler ve müjdeler gönderir.Hatta saliklerin içinde zuhur eden cezbe, sürur ve huzur gibi gönül ve ruh hallerine yardim, zamanın kutbundan (irşad kutbundan) olup onların zikir ve teveccühlerine karşılıktır.
Bu makamın sahibi bir an ibadetsiz olmaz. Bedenin her uzvuyla,eliyle, ayağıyla, diliyle yahut yalnız kalbi ile ibadettedir. Gafil olmaz.Bu kamilin istiğfarı çoktur. Tevazuu yerindedir. Rızası ve süruru halkın Hakk'a ikbal ve teveccühlerindedir. Kızması ve üzülmesi onların Hakk' tan gaflet ve yüz çevirmelerindendir. Hakk'ı isteyenlere rağbet ve muhabbeti öz evladına olan muhabbet ve rağbetten daha çokdur. Bu kamil veli emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker edip yumuşak ve alçak gönüllükle söyler. Muhabbet ehlini sevip sevilmeyeceklere sevgisizlik gösterir. Bununla beraber kalbinde kimseye kötülük beslemez. Allah için olan işleri yapar. Ayıplayanların ayıplamasından kaçınmaz. Bu makamdaki bir kulun kahrı lutfuyla, gazabı hilmiyle ve celali cemaliyle karıştığından gazap halinde razı olup, riza halinde gazap eder. Lakin her şeyi yerine koyup her halinde adalet üzere gider. Himmetle bir şeyin olmasına teveccüh ederse biiznillah onu muradına uygun hasıl olmuş bulur. Bu kamilin muradı Hakk'ın muradına, uygun, rıza ve kızması da onun rıza ve kızmasına mutabıktır. Ruhu onunla olup hep huzur' dadır. Çünkü o "künmeallah vela tübali" sırrına mazhar olmuştur.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem söyle buyurmuştur: "Muhakkak Allah her yüzyıl başında bu dini ihya edecek kudsiyyü'l-sifat bir racul-i salih, bir insan-i kamil gönderir." 469
Hiçbir peygamberin ümmeti varis-i enbiya rütbesine nail olmamıştır.Yani her peygamberin ümmetine emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker vazifesi verilmemiştir. Ancak bu vazife ümmet-i Muhammed'e tevdi olunmuştur.Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buyurmuşlardır ki: "Her asırda benim ümmetimden sabikûn vardır ki bunlara büdela ve siddikûn denir. Haklarındaki inayet ve merhamet-i ilahiyye o kadar mebzuldur ki sizler de o sayede yer ve içersiniz. Ve yeryüzü halkı için tasavvur olunan bela ve musibetler onlarla def ve ref olunur.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"Sabikûn, tekaddüm edenler; mukarrebûn demektir. Asr-i saadetten beri her zaman sabikûn zümresi arz üzerinde mevcuttur. Asr-ı saadet'te sabikun şerefine birinci olarak erkeklerden Hz. Ebu Bekir-i Sıddik radiyallahu anh, kadınlardan Hz. Hatice radiyallahu anha,gençlerden Hz. Ali radiyallahu anh, köleler içinde Zeyd bin Harise radiyallahu anh nail olmuşlardır.471[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Sultanü'l-Arifin Bayezid-i Bistami hazretleri buyurmuşlardır ki: "Benim zamanımda İslam içinde kümmelin-i evliyadan yetmiş bin kadar veli var idi. Onların madununda çok veliler vardı. Lakin o asrın kutbu henüz keşfe erişmemiş ümmi bir haddad idi ki gece gündüz evlad-ü iyalinin nafakası için dükkanında demircilik sanatı ile meşgul idi. Ben ise hayrette kalmış idim. Sırr-ı kutbiyyet nedir ki bu kadar velilerden birisine verilmeyip te bir ümmi ve henüz dide-i basireti küşat olmamış bir haddada verildi, diye taaccüp ettim. Bir gün o haddadın dükkanına vardım. Selam verdikten sonra haddad yanıma gelip elimi öptü ve benden dua istedi. Ben ona dedim ki: "Ben senin ayaklarını öpeyim. Sen bana dua et." Cevabında o zat buyurdu ki: "Fakat sana dua etmekle benim derd-i derunum teskin olmaz." Ve tekrar o zata dedim ki: "Acaba derdiniz ne ola? Bizlere haber verseniz belki çaresine bakarız." O zat buyurdular ki: "Acaba ruz-i mahşerde bu kadar kulların hali nice olur?" deyu ağlamaya başladı.Derd-i derunu bana dahi tesir edip beraber ağladık. O vakit sırrıma nida olundu ki kutublar "nefsi nefsi" diyenlerden değildir "ümmeti ümmeti" diyenlerdendir. Hemen kalbimdeki hayret ref olunup bildim ki bu zatların istidadı başkadır. Bunlar kalb-i Muhammedi üzere vaki olup mazhar-ı hakikat-i Muhammediyye olmuşlar. Lakin o halde henüz keşif hali zuhur etmeğinden kutub olduğunu bilmiyordu.Kendisinden sordum ki: "Halkın muazzeb olmasından size ne?" buyurdular ki: "Ey birader, benim hamur-i fitratım ab-i şefkat ve merhametle bir derece yoğrulmuş ki eğer bütün insanların günahını bana yüklenip onları affeyleseler memnun olurum." Ondan sonra kendisiyle bir haylice sohbet eyledim. Namazda okumak için benden bilmediği bazı sureler öğrendi. Lakin benim batinim feyz-i Rabbani ile öyle doldu ki kırk senede tahsil edemediğim dereceleri o mecliste tahsil eyledim. O vakit bildim ki sırr-i kutbiyyet başka bir manadır.Ne ilim ile ne de kesret-i amel ile husule gelir şey değildir."[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]466 Kehf Suresi, Ayet 65
467 Kamer Suresi, Ayet 55
468 Tecrd-i Sarih Terc. -
469 Sünen-I Ebu Davud,
471 Münavi, Künuzü'l Hakaik
Kaynak: Marifet-i İlahiyye Tarikat-ı Aliyye sayfa(324-325-326-327-330)[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]