UFO teknolojisi konusunda çalışmalar yaparak ''Nazi Almanyası'' görünmezlik teknoloji

Zeyna

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Ocak 2009
Mesajlar
330
Tepkime puanı
60
Konum
İstanbul
İş
yönetici
7 haziran 1945 tarihli new york times gazetesindeki haber şöyleydi: "uçan daireler bir gizli silahtır. Almanlar tarafından üretilmiş ve ülkenin batı sınırında ortaya çıkmıştır. Amerikan hava kuvvetlerinin verdiği bilgiye göre , almanya göklerinde uçan gümüş balonlar görülmüştür.Hatta bunların bazıları neredeyse saydam yapıdadır."

Haberi izleyen günlerde UFOların alman yapımı silahlar olduğu dedikodusu hızla yayıldı.Alman silah endüstrisinin bu garip nesneleri ürettiğine inanılıyordu.UFO gözlemleri hızla artarken,özellikle iskandinavya gökleri sık sık uçan gemiler tarafından ziyaret ediliyordu.İskandinavyada alman garnizonları kurulmuş ve bunlar savaşın sonuna kadar bölgede kalmışlardı.Bu dönemde "SS" ideolojisi, yapılan bilimsel araştırmalar doğrultusunda insanlığın yararına ve çok sayıda kişi tarafından kullanılabilecek yeni enerji kaynakları aramaya yönelikti.Araştırma birimleri U-13 ve E-4, bu yeni teknolojiyi mükemmel hale getirmek için çalışıyordu.Böylece Victor Schönberger 'in uçandaire taslakları ortaya çıktı.Cisimlere Haunebu-1 ve haunebu-2 isimleri verildi. Hazırlanan plan ve çizimlerin, ünlü temascı George Adamski'nin 1952 yılında resmini çektiği ufolarıyla inanılmaz bir benzerliğe sahipti...

Almanlar 1941 ve 1942 yıllarında daire biçimli uçak üretimine çoktan girmişti bile.Ancak ilk denemelerde çok büyük yapım hataları ortaya çıktı. V-1, V-2, V-4 den sonra,1942 yılında mühendis Richard Miethe, italyan bilim adamı Giuseppe Bellonzo ile V-7 nin yeni modeli üzerinde çalışmaya başladı. Zaman geçerken Hitler'in de desteğini alan Miethe-bellonzo ekibi, Schriever-Habermohl ikilisiyle ortak araştırmaya girdiler.Böylece inanılmaz efsanevi V-7 ortaya çıktı ilk uçuş denemesi 20.813 metre, ikinci uçuşta ise 24.200 metreye kadar yükseldi.

Diğer yandan Vril adıyla bilinen uçan diskler projeside devam ediyordu. Bu projenin mimarı Schumann grubuydu ve mucize yaratan silahlar konusunda uzmanlaşmış SS E-4 bölümünden destek alıyordu. Vril-1 serisinde tam17 cismin üretildiği biliniyor. Disklerin çapı 11.56 metre idi ve 2.900 kilometre saat hızına ulaşabiliyorlardı. garip bir biçimde Vril-1 ve Vril-9 un görünümleri, amerikalı astronot Edwin Aldrige'in ay yüzeyinde gördüğü nesnelere çok benziyordu!..

Almanlar savaşın sonuna kadar silahlarını mükemmel hale getirmek için çalışmayı sürdürdüler. Yeni projelerine " ateş topu" adını wermişlerdi. Radyo dalgalarıyla yönlendirilen ateş toplarının tek amacı vardı: yok etmek!.. Düşman uçaklarından çıkan gazı buluyor ve radarlarını işlemez hale getiriyordu. Motorun yada elektrik sisteminin tümüyle çökmesini sağlayan ateş topları ürkütücüydü. Bu özellik, bazı UFO gözlemlerinde, UFO'nun yakın teması sırasında araba motorlarını durdurması , elektrik kesilmesi yada elektrikle çalışan cihazlardaki geçici bozulmayı akla getiriyor.
O dönemde, bugün UFO adını verdiğimiz dairesel biçimli taşıt araçları inşaa edildi, kullanıldı we tanıklar tarafından sayısız gözlem yapıldı. Şimdi bu tanıklardan birini orjinal almanca metinden yapılan çeviriyle yeniden gözden geçirelim.Çok gizli askeri belge özelliği taşıyan gözlemde tanığın adı ve kimliği açıklanmamıştır:

"Almanya'nın Bavyera bölgesindeydim.Cumartesi öğleden sonra, akşam olmak üzereydi. Karşı taraftan yüksekliği pek de fazla olmayan uçan bir cismin yaklaştığını gördüm.Çapı 8 ila 20 metre arasındaydı. Çevresine ıslık sesi yayıyordu ve cisim hafif bir titrreşim ile sarsılıyordu.Cismin alt kısmında üç yarım küre bir tanede mavi nokta vardı. Ortadaki gamalı haç resmi hemen dikkatimi çekti.Pencere benzer bir şey yoktu sadece delikler vardı. Bu ıssız mekanda ve çevrede artık çalışmayan eski fabrikalardan başka bina yoktu.Garip cisim alçaldı ve görebildiğim kadarıyla bir duvarın arkasında yere indi. Az sonra ortaya çıkan kamyon cisme yaklaştı ve uzaktan pek de seçemediğim şeyler olmaya başladı.Sadece insan formunda iki silüet görebildim. Biri uçan cismin alt tarafında diğeri ise üstündeydi.Uçan disk yüzeyi :):):):)l plakalarla kaplanmışa benziyordu. Hem alttaki üç küre hemde üst tarafta çıkış borusuna benzeyen bölümler dikkatimi çekti. Az sonra 'NSU 80 Solingen' plakalı bir araba geldi. Bunu yeşil bir volkswagen izledi.Gidip yakından bakmaya karar verdiğimde ise, uçan cisim çoktan ortadan kaybolmuştu.Yaptığım gözlemden bir hafta sonra, bu bölgede pek çok kişinin UFO gördüğüne dair raporlar verildi.Benimle aynı cismi yada benzerlerini görmüş olabileceklerini düşündüm.Benzincide çalışan bir adamla konuştuğumda onunda aynı cismi gördüğünü öğrendim."

Hatta bu ve benzeri teknolojilerin araştırılması için Tibet ve Hindistan taraflarına VİMANA adı verilen, destanlarda adı geçen uçan araçların tarih öncesi kayıtlarının incelenmesi yönünde bir ekip gönderildiği speküle edilmektedir. o dönemdeki NAZİ bilim adamları elektromanyetik gücün bir çok doğa üstü gibi görünen fenomenlere yol açabileceğini biliyorlardı.Ve bahsi geçen teknolojilerin elektromanyetizmin gizemli yapısı içinde çözülebileceğini her nasılsa bir şekilde biliyorlardı.Ve elektromanyetizmin prensiplerini kullanarak yerçekimine karşı gelebileceklerini düşünüyorlardı.

Hitler OKÜLT bilimlerlede ilgileniyordu.Alman ırkının geçmişteki büyük bir uygarlığın (ATLANTİS'in) devamı olan üstün bir ırk olduğunu düşünüyordu.Adolf Hitler spiritüel (ruhsal) bilgilerle ve bu kanaldan yapılan dünya dışı bağlantılarla da ilgilenmekteydi.Her ne kadar da bilinen alışıldık tarih kayıtları içinde yer almasa da Hitler'in ufolar ile ilgili bir takım çalışmalar yaptığı ve hatta UFO'ları kullandığı doğrudur. İnanması hayli güç bir spekülasyona göre O zamanlar Adolf Hitler'in sağ kolu Genaral Himmler'e bu görev verilmişti. O da son derece negatif bir varlık olduğu için düşünce formu şeklinde negatif Orion'lu uzaylılardan yardım alarak çok gelişmemiş UFO araçları yaparak kullandıkları söylenebilir ama gelişmiş UFO'ları kullanmalarına ''Dünya Dışı Konfederasyon'' tarafından izin verilmemiştir... Eğer dünyaya koruyucular ve Satürn Konseyi tarafından karantina uygulanmamış ve özgür irade yasası olmasaydı, Hitler gelişmiş Ufo'ları devreye alacak ve tüm dünyayı 1 hafta içinde denetim altına alabilecekti...
Almanya'da ortaya çıkan yeni tarihi kaynaklar Hitler'in savaşın son döneminde UFO'lara benzeyen uçaklar geliştirdiğini ortaya koydu. Alman belgeseline göre 1943 yılında Naziler Avrupa'da üstünlüğünü korumaya devam ediyordu. Ancak diğer bölgelerde orduları gerilemeye başlamıştı. Bunun üzerine Hitler çareyi Pseudonym 7 adı verdiği kanatsız uçaklar üretmekte buldu. Andreas Epp adlı bir mühendisten çalınan planlarla hazırlanan prototip uçaklar, radarlara yakalanmıyor ve kendi çevrelerinde dönerek hareket ediyordu. Hazırlanan 15 prototip uçağın görünüşü UFO'lara benziyordu.
Mussolini'ye tanıttı

Hitler test uçuşları başarıyla sonuçlanınca bunları dostu İtalya lideri Mussolini'ye de tanıttı. Mussolini'nin silah danışmanlarından Luigi Romersa (84) Almanlar'ın UFO'sunu "Yuvarlaktı, ortasında çevresi tamamen camla kaplı bir kokpiti, kenarında jet motorları vardı" diyerek tarif ediyor. Fabrika hataları nedeniyle uçaklar üretilemedi. Savaşın son aylarında da Prag'da Skoda fabrikası ile beraber çizimleri ve prototipleri de yok edildi.

ADOLF HİTLER, EMELLERİNE ULAŞABİLMEK İÇİN BİLİMİN EN UÇ SINIRLARINA GİTMEYİ DE İHMAL ETMEDİ. KUSURSUZ IRK İÇİN GENLERLE OYNADI, DÜNYAYI FETHETMEK İÇİN UFO İMAL ETTİRDİ.”

Haziran 1937”de, Hitler ve Goering”inde aralarında bulunduğu Nazi ordusunun başta gelenleri, birliklerinden özel olarak seçilmiş kuvvetleri ülke dışına yolladılar. Bu birliklerin görevi, uzay ve uzaylılarla ilgili bilgi toplamaktı. Araştırmalar sırasında Türkiye sınırları içinde Nuh”un Gemisinin bulunduğu farz edilen Ağrı Dağı”nda bazı hikayeler dinlediler.

Bu hikayelere göre 200 nesil önce, gökyüzünden büyük ve de çok gürültülü bir ev yeryüzünüze indi. Ev olarak adlandırılan uçan nesnenin çıkardığı gürültü, köyde bulunan herkes tarafından duyulmuştu. Daha sonraları köy halkından biri; bu nesneyle karşılaşmış. İçinden çıkan insana benzeyen varlıklar adamı selamlamış. Adama gemiye gelmesini söylemiş. Adam köylülere geminin dışının dokunulmayacak kadar sıcak ve parlak olduğunu, ayrıca içeri girdikten sonrada geminin havalanıp bir kuş gibi uçtuğunu, adamların içeri girdikten sonra taştan yapılmış şapkalarını çıkarıp onunla konuştuğunu anlatmış.
Resimlerin çekildiği tarih: 1944


Anlatılan hikaye Almanya”ya bildirildi. Bir ay sonra aynı bölgeye iki birlik daha gönderildi. Birinci grupta, Hitlerin ünlü kimyasal ölüm silahlarını üreten bilim adamları vardı. Bu grup, bahsedilen evi bulmak üzere görevlendirilmişti. Bilim adamları, o günün bütün teknolojisini kullanarak bahsedilen evi aramaya başladılar. Sonunda da bu amaçlarına ulaştılar. Bir dağın tepesindeki mağaranın içinde bu gemiyi buldular. UFO, 25 metre genişliğinde ve 8 metre yüksekliğindeydi. Dünyada bulunmayan katı bir maddeden yapılmıştı. Bilim adamları gemiyi çalıştırmayı denediyse de başarılı olamadı.

Aralık 1938 yılında, bulunan UFO, büyük bir gizlilik içinde Almanya”ya getirildi. UFO araştırması için Almanya”da ki en ünlü bilim adamları Münih’in kuzeyinde kurulan bölgeleye getirildiler. Araştırma laboratuarı, başka kuvvetler tarafından fark edilmemesi için eski tuz madenlerinin bulunduğu bir bölgeye konuşlandırıldı. Fakat bu bölgenin Amerika Birleşik Devletleri ajanları tarafından fark edilmesi uzun sürmedi. Nazi bilim adamları ise, UFO ve bileşenleri hakkında birçok bilgiye sahip olmuşlardı.

Temmuz 1941”de, Amerika Birleşik Devletleri, Oz kod adını verdikleri bir ajanını bu laboratuara sokmayı başardı. Oz, buranın resimlerini çekmiş, burası hakkında birçok belge almıştı. Fakat bunların Amerika”ya gönderilmesi sırasında, Almanya”da ki Nazi hazinesini toplayan Rus birlikleri tarafından bu belgelere ve resimlere el konulmuştu. Büyük bir Rus birliği bu topraklara gönderilmiş, ondan sonraki zamanlarda da ne bu kurulan UFO üssünden ve ne de belgelerden hiçbiri bulunamamış.

Nazilerle UFO’ların yakınlığı hakkında birçok belge ve söylenti mevcut. II.Dünya Savaşı”nda Nazi”lerin bu UFO’ları kullandığı söylentisi var.Gerçekten bu teknoloji savaşta kullanılabilmişmiydi? Yada buna fırsat oldumu? Bunu kimse bilmiyor ama bir gerçek varki oda ortalığın bunca dumana boğulduğu bir yerde mutlaka bir gerçek payı olmalı..!

THULE örgütü -Nazi ideolojisi ve Gizli zaman yolculuğu deneyleri
Çetin BAL: Aşağıda bahsi geçen Thule örgütüne dair resmi tarih kayıtlar içinde yer almayan ve sadece bir takım söylentilerden ibaret olan ilginç bazı bilgileri siz okurlarımın dikkatine sunmam gerektiğini düşündüm.Çünkü en az bir çok gizemli olay kadar Thlu örgütü ve Nazi teknolojisi ve Nazilerin ilginç araştırmacı yanları ve Nazi bilim adamlarının ilgi alanları hep bir sis perdesi altında kalmış ve bu noktada bir çok spekülasyon üretilmiştir.Bu spekülasyonlar NAZİ lerin Atom bombası yapma girişimlerinden, yerçekime karşı gelen uçan disk teknolojilerine ve zaman yolculuğu araştırmalarına kadar bir çok konuyu kapsamaktadır.Bunlar ne kadar gerçek yada ne kadarı doğru bunu bilmek yada bu konuda net bir fikir beyan etmek oldukça güç ve hemen hemen imkansızdır.Resmi ve bilimsel anlamda tarihe baktığımızda tüm bunlar bir deli saçmasıdır.Ama ben Modern bilimin gelişen serüveni içinde bu NAZİler ve zaman yolculuğu hikayesini en tutarlı konsept içinde kalmaya çalışarak ve en uçlarda gezerek toplamaya çalıştım.Sonuç olarak sizler için biraz fantastik/ bilimkugusal gelebilecek aşağıdaki kısa makaleyi oluşturdum.
Bizim söz konusu edeceğimiz Thule ise, bir ezoterik öğreti ve örgüt...

Şurası hiç de ilginç değildir ki, Thule Örgütünün sembolü, çift boynuzlu Viking miğferidir. Söylemsel kökleri, kayıp kıta Mu'ya dayanan bu öğretinin temel konusu, insan psikolojisinin derinlikleri ve zamandır.Kimileri bu çift boynuzlu migferin bir wormhole tünelini simgelediğini düşünmektedir.
(...Yanınızdakilerle birlikte bir zamandan başka bir zamana sıçrayabilmektesiniz! Bu yanınızdaki, bir çakmak da bir uçak da bir uzay gemisi de bir fabrika da olabilir!)

Thule örgütü'nün amaçlarına gelince ; bunlar özetle :
· Zamanda gidip gelen üstün yaratıklarla ilişkiye geçmek,
· Üstün bir Âri ırk oluşturmak : (Bunun için de saf bir Cermen ırkı oluşturup pan-Cermenik bir Alman Imparatorluğu'nu kurmak ve bu imparatorluğu Âri ırkın oluşturulmasında kullanmak) ve bu arada,
· Hıristiyanlık öncesi antik Alman kültürünün yeniden uyandırmak,
· Böylece dünyanın yazgısını değiştirmek ve
· Mu uygarlığına ulaşmaktı.

Gizlici örgüt ve öğreti olarak Thule'un felsefesine gelince; Bunu Eckart, şöyle açıklıyordu: "Tule'un tüm sırları, eski bir kayıp uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile dış zekalar arasında bazı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. İşte bu güçtür ki, Almanya'yı dünyaya egemen kılacaktır". Bu sözler, Nazizmin de temelini oluşturuyordu.

Dikkat edilirse bu sıralamada adı geçen öğreti ve örgütlerin, aslında yeterince heterojen bir kök ve geçmişe sahip olmadıkları görülür. Üyelerin çoğunluğunun Hristiyan görünmelerine karşın, Thule için bu bile gerek ve yeter bir koşul değildir. Açıkçası, Thule'un üye ve öğreti olarak içeriğini netleştirmek oldukça zordur. Bu içerik içinde Pagan, Cermen, Gnostik, Kabalacı yani yahudi mistizmi, Âri ırk ve bolca Katolik unsurlar vardı. Yani, Thule'un oluşumu tek tip ve homojen değildi. Bir kök Tötonlara giderken öbürü Cermenlere, bir başkası Mu'ya, bir başkası Hint ve Tibet Aryenlerine, bir başkası Tapınakçılara, bir başkası ise, doğrudan Masonlara gidiyordu. Saydığım ve saymadığım bir çok öğe ve etken, kolayca Thule'da bir araya gelebiliyorlardı ; çünkü ortak ve temel bir konu vardı: Zaman gezmenliği!

19. yüzyılın başında, Almanya'da aşırı sağ eğilimleri ve birbirleriyle de yakın ilişkileri olan Tapınakçılığa bağlı üç örgüt kurulmuştu: Armanenschafft, Ordo Templi Orientis ve Ordo Novi Templi. Her üçü de Tapınakçıydı.Bu üç örgütün en önemli işlerinden biri, Germenorden (Alman Tarikatı) adlı örgütün kurulmasına katkıda bulunmalarıydı. Bu Alman Tarikatı 1912'de kuruldu ve Âri ırkın varlığına ve üstünlüğüne inanıyordu.

1. Dünya Savaşı sırasında ateşli Alman milliyetçilerini organize etmişti. Onu önemli kılan asıl şey ise, Tuhule örgütünün oluşmasına önayak olmasıydı. Thule Derneği ya da Almanca adıyla "Thule Gesselschaft".

Thule Derneği’nin kurucusu "Baron Rudolf von Sebottendorff"tur. Diğer adı, Rudolf Glauer.Yüksek öğrenimini yarım bırakıp, gemilerde üç yıl elektrikçi olarak çalıştı. Böylece bir çok yer gezmiş oldu. Uzak Doğuya, ezoterik öğreti ve gruplara da ilgisi bu sayede oluştu. Bu gezileri sırasında simya, astroloji ve Kabala üzerinde çalışmış, Gül-Haç felsefesi üzerinde de uzun araştırmalar yapmıştı.

Türkiye'de onu "Gizli Müslüman Baron" olarak biliyorlardı. Sufizmi ayrıntılı biçimde biliyordu. Birçok tarikatla ilişkisi vardı. Güçlü bir Mason kariyerine sahip olarak özellikle, Bektaşilikle ilgilenmişti.

Rudolf Hess: Bu topluluğa ilk katılanlardan biri kimdi dersiniz? Rudolf Hess; Hitler'in kötü yoldaşı! Antisemitik düşünceleriyle ünlü, "Oyuk Dünya Kuramı"nın babası, Aryan ırkının varlığına ve üstünlüğüne inanan, ezoterik ve inisiyatik tarikatlarla bağlantılı bir bilim adamıdır.
Barış görüşmeleri için İngiltere’ye gönderildi ama orada tutuklandı. Spandau cezaevinde ömür boyu hapse mahkum edildi.

Haushoffer: Thule’un en önemli ve etkili üyelerinden biri. 1869 doğumlu. Bir bilim adamı, Münih üniversitesinde profesör. Profesör ve general. Hitlerle onu tanıştıran Rudolf Hess'ti. Kavgam'ı Hess ve Haushoffer yazdırmıştı Hitler'e. Nazi Partisi için Gamalı Haçı seçen de oydu. Deitrich Eckart'tan sonra Hitleri en çok etkileyen ikinci insandı. 1934'de genç bir general ve çok güvenilir bir kâhindi. Düşmanın saldıracağı yeri, saati ve mermilerin düşeceği yerleri söylüyordu. Hitlere de Parise ne zaman gireceğini, nerede ne kadar dirençle karşılaşabileceğini söylemişti. Rooswelt'in ölüm tarihini de doğru olarak vermişti.

Uzak doğuda uzun yıllar resmi görevde bulundu. Japonca biliyordu. Ona göre Alman ırkının kökleri Orta Asya'da idi. Aslında o da bir Gurdjief öğrencisiydi. İkisi de Tibet Locası'na üyeydiler ve bu Tibet Loca'sının dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün bir tür ile ilişkisinin olduğuna inanıyorlardı. Hitler, Himmler, Goring, fizikçi Morell de aynı locanın üyeleri idiler.

Thule derneğinin özünü şöyle açıklıyordu: Thule'un tüm sırları eski kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. İnsanoğlu ile dış zekaların arasında bulunan bazı aracı varlıklar bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. Bu güç Almanya'yı bütün dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç ve bu gücün kaynağı, geleceğin üstün insanının ortaya çıkması için imkan sağlarken, insan türünün de değişimine yol açacaktır. İşte bu ifadeler özet olarak Thule’un da Nazizmin de temelini oluşturmaktadır.


Yaşlı bir okültist kadının kendisine yıllar önce anlattığı "Almanya'yı kurtaracak Mesih" prototipini Hitler'de görmüştü. Bu nedenle bu genç adamın elinden tuttu, onu Thule'nin zengin ve etkili üyeleri ile tanıştırdı. 1923 yılında kurulan Milliyetçi Sosyalist Parti’nin yedi kurucu üyesinden biriydi.

Aynı yıl öldüğünde, elindeki tüm bilgi birikimini Karl Haushofer’e bırakmıştı. Vasiyetinde ise, şöyle diyordu: Hitler’i izleyiniz. Dans edecektir; ancak müziği ben yazdım. Onlarla temasa geçmesi için gerekli araçları kendisine verdik. Bana da sakın acımayın. Tarihi herhangi bir Alman’dan daha fazla etkilemiş olacağım.
Eckart ve Rosenberg 1920'de Hitler’le tanıştılar ve onu üç yıl sıkı bir eğitimden geçirdiler. Hitler’e doğu ezoterizmini, gizli dilini ve bu dille konuşmayı öğreten Eckart'tı. Öğretisini iki bölümde Hitlere aktarmıştı : Gizli öğreti ve propaganda.
Bu da gösteriyor ki, Hitler üzerinde birinci derecede etkili olan bir isimdir. 1923'de Nazi partisi kurulduğunda Kurucu yedi üyeden biriydi.

Hiç kuşkusuz, Hitler’in ve Nazi Partisinin Thule’un bir ürünü olduğu söylenebilir. Onun da Thule’a derin ilgi duyduğu, onayladığı, çalışmalarını yakından izlediği, zaman zaman derneği ziyaret ettiği doğrudur. Hiç kuşkusuz, onun akıl hocaları ve yaratıcıları oradaydı. Hitler’i tetikleyen, eğiten, ideolojisini, düşünce yapısını veren, hedeflerini belirleyen onlardı.

Eckart başta olmak üzere Alfred Rosenberg ve Karl Haushofer Hitlere çok zaman ayırmışlar, ilgi göstermişler ve onu eğiterek hazırlamışlardı. Özelikle Eckart, Hitler’e mistik doğunun gizemlerini öğretmiş ve Thule’un temel değer ve öğretisini benimsetmişti.

Thule’de Güneş, Aryanların kutsal sembolü olarak bilinirdi. Bir Tibet söylencesine göre, üç-dört bin yıl önce, Orta Asya’da, Gobi’de çok büyük bir uygarlık vardı. Bu uygarlık yıkıldı ve Gobi de bir çöle dönüştü. Buradan canını kurtarabilenler, Kuzey Avrupa’ya ve Kafkasya’ya göç ettiler.

Thule Örgütü’nün ermişleri, bu Gobi göçmenlerinin, insanlığın temel ırkını (Âri soyunu) oluşturduğuna inanıyorlardı. Bu yüzden General Haushofer, kaynaklara dönmeyi istiyor, bunun için de Doğu Avrupa’yı, Türkistan’ı, Pamir’i, Gobi’yi ve Tibet’i ele geçirmeyi planlıyordu. Ona göre, bu bölgeleri ele geçiren, Dünya’ya egemen olacaktı.
Hiç kuşkusuz, Hitler'i siyasete sokan, yükselten ve ona mali destek bulan da Gamalı haçı Nazi bayrağı yapan da Thule idi.

Tuhule, temelinde, o bir tür Zaman Gezmenleri Derneği idi! Hitler’i seçmesinin temel nedeni, Hitler’in bir çok özelliklerinin yanısıra onun zaman gezmenliğine duyduğu ilgi idi.

Bu durum Hitler’de Thule’a karşı direnilemez bir çekim oluşturuyordu. Ayrıca Hitler sıkı bir ezoterikçi idi. Öne çıkmağa, kahraman olmağa meraklıydı ve tipik bir medyumdu! Onun bu özellikleri de Thule’un ona çekilmesini sağlıyordu.

Şimdi Hitler’in biraz da medyumsal-parapsişik yönünden söz edelim: Zaten tamamı kırklara karışmış bir kasabada doğmuştu. O kasabada ruhlardan, medyumlardan geçilmiyordu! Kendisinin de medyumik yeteneği vardı. Bir çok vizyonlar gördüğü, bir çok bilgiler ifade ettiği bilinmektedir. Hitler' in çevresindekilerin görmediği fakat kendisinin gördüğü, bir çok varlıktan söz ettiği kayıtlara geçirilmiştir. Hatta bu yüzden şizofren olduğundan bile kuşkulanılmıştır. Onun hitabeti ve kitleleri etkilemesi de bir çok kişilerce parapsişik bir yetenek olarak algılanır. Keza yakın çevresi Hitler'in geceleri ''Büyük Ruh'' isimini verdiği bir bedensiz varlıktan geleceğe dair bilgi aldığı söylenir.

Bu bilgilerden sonra büyü, mitler, Büyük Ruh, Mu, Tuhule, zaman gezmenliği, Şamballa derken, Hitler’in nasıl bir zihinsel karmaşaya sürüklendiğini açıkça görüyoruz. Hess, Oyuk Evren kuramı yanında bir de buzul kozmozdan ve bir Buz Çağı'ndan söz ediyordu. Hitler kendi döneminde bu buz çağının ateş çağına dönüşeceğine inanmıştı. Üstelik bu çağı başlatmak için de kendisi seçilmişti! Rusya buzuluna orduyu yazlık elbiseyle göndermesinin nedeni buydu!

Hep bunlar, kara büyünün, Şamballa’nın, Büyük Ruh’un (aslında Einstein'lada bağlantılı olduğu düşünülen bir zaman yolculuğu grubuyla gelen, zaman Volf Messing'in telepati gücünün) marifetiydi.

Böylece süreç tapınakçılardan başlıyor, Masonlara bulaşıyor Germonerden’i (Alman Tarikatını) doğuruyor ve o da Thule’un doğuşunu hazırlıyordu. Sonra Thule örgütü kendi etkisi altında zaman gezmenliği uğruna Hitler’i ve Nazi Partisini yaratıyor. Âri Irk’la dünyanın kurtuluşu ve zaman gezmenliği uğruna Naziler, Doğu gizliciliğine bulaşıyor ve sonunda II. Dünya Savaşı ortaya çıkıyordu.

Bir çok başka amaç ve ideallerle kuşatılmasına ya da zenginleştirilmesine karşın Thule’nin merkezî konusu yine de Zaman'dı ve bu durum Hitler’in onlarla daima ilişkide olması için için yeterliydi.

Hitler’in eski uygarlıklara, mitolojilere olan ilgisi de Thule ile örtüşüyordu. Doğa yasalarının üstüne çıkmak istemesi ve bu yüzden büyü ile ilgilenmesi de öyle. Bir farkla ki, Thule ileri gelenlerinin hiç biri kendini böyle ortaya atmamasına karşın Hitler, güç ve imperium uğruna kırklara karıştığına ve seçilmiş olduğuna inanıyor ve dünya egemenliği fikrine lâpinler gibi atlıyor ve öne çıkıyordu.

İnternet Alıntı


.
 

felix

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Eki 2010
Mesajlar
33
Tepkime puanı
1
Siradan bir onbasi ve yeteneksiz bir ressam olan Hitler-i ozel kilan sey nedir acaba?Bence,isi perde arkasinda goturenlerin gunah kecisi,kuklasi..Sn.Zeyna,birde rotshild ailesini ve nazilerle olan iliskilerini arastirmanizi tavsiye ederim.
 

Zeyna

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Ocak 2009
Mesajlar
330
Tepkime puanı
60
Konum
İstanbul
İş
yönetici
Rockefeller Ailesi ile Rothschild Ailesi ve Diğer Bilgiler





ZEITGEIST II ADDENDUM :



Hitler'in Yükselişinde Gizli Ellerin Rolü
Siyonistlerin Hitler sömürüsü bugün hala sürmektedir. Aslında bu işin arkasında duran gerçek nispeten gün yüzüne çıkmıştır. Ama ne yazık ki, gizli eller bu gerçeklerin yazılmasına ve konuşulmasına pek fırsat vermek istemiyorlar. Biz Hitler ve Nazizm gerçeğini de biraz tahlil etmek istiyoruz.
Her şeyden önce Hitler'in yükselişi ve Almanya'da yönetimi ele geçirmesi bir tesadüfün eseri değildir. 1919'da Paris yakınlarında gerçekleştirilen Versailles Barış Konferansı'nda Almanya, ödemesi mümkün olmayan tazminatlara mahkum edildi. Bu tazminat kararlarını alanların başında gelenler ise Illuminati şebekesinin organı durumundaki Yuvarlak Masa üyeleriydi. Bu karar Almanya'yı ciddi bir ekonomik çöküşe sürükledi. Zaten amaçlanan da buydu. İşte bu ekonomik çöküş, Hitler'in bir kurtarıcı gibi yükselmesi için şartları hazırladı.
Nazizmin siyasi mekanizması durumundaki Nasyonal (Ulusal) Sosyalist Parti, Almanya'da ilk ortaya çıktığında pek tanınmıyordu. Fakat ülkenin tanınmış sanayicilerinin bu partiye girmesiyle birlikte biri birden tanınmaya ve yıldızı parlamaya başladı. Krupp, I. G. Farben ve diğer bazı yahudi şirketlerinin sahipleri 1929'da bu partiye girdi. Bunların partiye girmeleri ani bir kararla ve hızla gerçekleşmişti. Bu kişiler Hitler'in parti içinde yükselmesinde önemli rol oynadılar. Bunun için her türlü maddi yardımı yaptılar.
Sadece sanayiciler değil yahudi bankerler de Hitler'e istediği yardımı yapıyorlardı. Uluslararası alanda faaliyet gösteren yahudi banker Warburg, Amerika'nın ünlü yahudi ailesi Rockefeller adına Hitler'le irtibat kurarak yardım teklifinde bulundu. Henry Coston, La Haute Finance et Les Revolutions adlı eserinde Warburg'un Hitler'le bağlantı kurması ve desteği hakkında şu bilgileri veriyor: "Warburg, Almanya'ya geldiğinde Hitler'in danışmanlarıyla görüşmeler yaptı. Temsil ettiği Amerikalı finansörler adına Führer'e başa geçmesi için 10 milyon dolar vaat etti. Hitler, Wall Street'teki koruyucularıyla devamlı mektuplaşıyordu: 'Hareketimiz Almanya'da büyük bir hızla gelişiyor. Bana gönderdiğiniz para bitti. Bir dahaki sefere ne kadar alabileceğimi bana bildirmenizi önemle rica ederim.' Hitler. Hitler'in bu ricası yahudi bankerler tarafından karşılıksız bırakılmadı. Yapılan kısa bir toplantıdan sonra Nazilere 15 milyon dolarlık yeni bir yardımın yine Warburg aracılığıyla ulaştırılması kararlaştırıldı."
Hitler'e maddi yardım yapanlardan biri de yine yahudi banker ailelerden ve Royal Dutch Shell şirketinin sahibi Samuel ailesiydi.
Hitler'in yahudi para babalarıyla ilişkisine dair bilgileri çok fazla uzatmaya gerek görmüyoruz. Ancak bu konuda özel bir araştırmaya yetecek kadar bilgi olduğunu hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Yukarıda üzerinde durduğumuz ve Gizli Dünya Devleti'nin en önemli organlarından biri durumundaki Bilderberg'in kuruluşunda birinci derecede rol oynayan Hollanda prensi Bernhard'ın aynı zamanda Nazi SS örgütünün üyelerinden olduğunu daha önce belirtmiştik. SS, Koruyucu Kademe anlamına gelen Schutz Staffel isimlendirmesinin kısaltmasıdır. Hitler, bu özel birliği 1925'te kendisinin korunması için kurdurmuştu. Başlangıçta küçük bir örgüt olan bu birliğin, Nazilerin iktidara geldiği 1933'te 50 bin kişilik mensubu oldu. Böylece büyük bir ordu haline geldi. Daha çok ordu disiplininde çalışıyordu. Başına geçirilen Heinrich Himmler ise fanatik bir ırkçı olarak tanınıyordu. İlginçtir ki Himmler'in baş yardımcılığına da yahudi kökenli Reinhard Heydrich getirilmişti. Nazilerin hüküm sürdüğü bölgelerdeki Yahudileri göçe zorlama veya ikna etme görevini de SS'ler üstlenmişti. "Yahudi Sorunu" olarak isimlendirilen, gerçekte ise yahudileri göçe zorlamayı amaçlayan programı uygulama işiyle ise adı geçen Reinhard Heydrich ile Adolf Eichman adlı ikinci bir yahudi ilgileniyordu.
Hitler'in hüküm sürdüğü bölgelerde estirdiği anti-semitist (yani yahudi karşıtı) terör Filistin topraklarına yahudi göçünü son derece hızlandırmıştır. Öyle ki 1917'de İngilizlerin Filistin topraklarını etmelerinden itibaren yapılan onca teşvike rağmen 1933'e kadar gerçekleşen göçlerle birlikte Filistin topraklarındaki yahudi nüfusun sayısı 150 bini geçmemiştir. Ama Hitler'in 1933'te iktidarı ele geçirmesinden sonra anti-semitist terör estirmesiyle birlikte yahudiler çekirge sürüleri gibi Filistin'e akın etmeye başlamışlardır. Çünkü Hitler'in adamları birkaç yahudiyi öldürüp kamyonetlerin arkasına atarak yahudilerin yoğun olduğu mahallelerde dolaşarak: "Buraları terk etmezseniz sizin sonunuz da böyle olacak" diye ilanlar yayınlıyorlardı. Hitler'in adamları yahudileri sadece tehdit yoluyla değil ikna yoluyla da göçe yöneltiyorlardı. Fırınlama, binlerce insanın kitleler halinde katledildiği iddiaları ise siyonistlerin yıllardan beridir sömürü aracı olarak kullandıkları efsanelerden ibarettir. Hitler terörü sebebiyle yahudilerin Filistin topraklarına akın etmesi neticesinde II. Dünya Savaşı'nın sona erdiği 1945'e gelindiğinde Filistin topraklarındaki yahudi nüfusun sayısı 800 bine ulaşmıştı. Böylece Filistin'de bir "İsrail" devletinin kurulması için yeterli insan potansiyeli oluşmuş oluyordu. Zaten Hitler'in görevi de işte bunu sağlamaktı. Hitler'in görevini tamamlamasından sonra defteri de dürüldü. II. Dünya Savaşı'ndan büyük bir yenilgiyle çıkan Hitler kurtuluşu intiharda buldu.

Skulls and Bones Society (Kafatası ve Kemikler Cemiyeti- SBS)
Bugünkü Gizli Dünya Devleti'nin önemli karanlık örgütlerinden biri olan Skulls and Bones Society (Kafatası ve Kemikler Cemiyeti- SBS)'nin temelinin 1832'de Amerika'da atıldığı tahmin edilmektedir.Fakat bu örgütün ortaya çıkmasında da Illuminati şebekesinin rolü olmuştur. Bazı tespitlere göre 1832'de ABD'ye İlluminati'nin bir uzantısı olarak William Russell ve Alphonso Taft tarafından getirilmiştir. Alphonso Taft, ABD başkanlığı yapan ve SBS üyesi olan William Howard Taft'ın babasıdır. Fakat bu örgütün 1882 öncesindeki çalışmaları çok fazla bilinmemektedir.
SBS'nin fikriyatı ve törenleri masonlarınkine çok benzemektedir. Beyin yıkama uygulamasının bir startı olarak inisiasyon töreni adı verilen bir tören uygulanır. Bu törende üyeliğe kabul edilen kişi çırılçıplak soyunup bir tabuta girer. Tabuttan çıktığında kendini yeniden doğmuş gibi kabul eder. Ondan sonra artık kafa yapısını SBS şebekesinin organizatörleri ve bu şebekenin dayandığı fikirler şekillendirir.
İşleyiş tarzı Illuminati şebekesinin işleyiş tarzından farklı değildir. Son derece gizli çalışır. Üyelerinin dışarıya bilgi sızdırmamasına büyük önem verilir.
SBS'ye üyelik ancak davetle mümkündür. Yani bir kimse kendi istese de örgütün içinden bir davet olmadan bu isteği dikkate alınmaz. Örgütü organize edenler özellikle seçtiklerini almak ve onları da önemli konumlara getirmek amacıyla bu sistemi uygulamaktadırlar. Bir kişinin örgüte kabul edilmesi için Beyaz, Anglo-Sakson ve Protestan olma şartı aranır. Bu şart WASP (White, Anglo-Sakson, Protestan) kısaltmasıyla ifade edilir.
SBS'nin son 150 yılda 2500'den fazla üyesi olmuştur. Bunların hepsi de Amerika'da kilit noktalara gelmişlerdir. Örgüte alınanların aile fertleri ve akrabaları da elit tabakadan kabul edilirler. Bugünkü ABD başkanı oğul Bush da onun babası da SBS üyesidir.
Örgütün merkezi Yale Üniversitesi'ndedir ve örgüte her yıl sadece 15 üye kabul edilmektedir.
SBS üyeliğine alınacaklarda protestan olma şartı aransa da örgütün fikriyatı Illuminati'nin fikriyatı ile aynıdır. Dolayısıyla SBS de masonik örgütlenmenin bir kanadı sayılır. Masonik örgütlenmeyi ise sadece masonluğun değil aynı zamanda siyonizmin fikri alt yapısını hazırlayan Tapınak Şövalyeleri, Malta Şövalyeleri ve Illuminati şebekesi ile birlikte değerlendirmek gerekir.
Amerika'da oldukça etkili olan SBS'nin mensupları toplumda hemen her yapıya girmiştir. Bunların içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, medya, iş ve endüstri, federal banka sistemi, kanun yapıcı kurullar, mahkemeler vs. yer alır. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında Avrupa'daki Illuminati şebekesi gibi Amerika'daki SBS de önemli rol oynamıştır. Yeni Dünya Düzeni teorisinin geliştirilmesinde de en önemli rol oynayan organizasyonlardan biri bu örgüttür.
SBS'yi kesinlikle Illuminati şebekesinden ayrı düşünmemek gerekir. Bu ikisinin bir çalışma irtibatı ve koordinasyon içinde olduğunu rahatlıkla tahmin edebiliriz. Ayrıca şunu ifade edelim ki SBS üyelerinin tamamına yakını aynı zamanda Illuminati'nin Yuvarlak Masa teorisine göre oluşturulan Bilderberg ve Dış İlişkiler Komisyonu (CFR) gibi organlara üyedirler.
Hepsi Bu Kadar mı?
Aslında global alanda faaliyet gösteren gizli örgütlerin hepsinin bu kadar olmadığı sanılmaktadır. Bunlar sadece isimleri duyulmuş ve faaliyet yaptıklarından biraz haberdar olunmuş örgütler. Faaliyetlerinin içeriği ise bilinmiyor. Gizli örgütlerin ortaya çıkmamış olanlarının da bulunduğuna işaret eden eski büyükelçi İsmail Berdük Olgaçay'ın bu örgütlerin faaliyetleri ve etkileri hakkında dikkat çektiği hususlar gerçekten düşündürücü: "Gizli olmaları doğaları gereğidir. Şimdi diyelim ki orada Türkiye'deki bir parti hakkında herhangi bir karar alındı veya Apo'nun asılıp asılmaması konusunda bir karar alındı. Siz bunu nasıl açıklarsınız? Doğal olarak açıklayamaz ama uygulamak zorunda kalırsınız. Ve uygulamak zorundasınız."
Özellikle üçüncü dünya ülkelerinin bu tür platformlarda alınan kararları uygulamalarının zorunlu olduğuna vurgu yapan emekli büyükelçi "ya uygulanmazsa?" sorusuna şu cevabı veriyor: "Burada gaye sözü geçen hükümetlerin kendilerine yakın olan hükümetlere yaşama hakkı vermeleri kendilerine uzak olanlara ise yaşama hakkı vermemeleridir. Yani uygulanmama noktasında veya muhalefet noktasında şansınız yok, sizi her alanda sıkıştırırlar ve yaşama hakkı elinizden alınır."
Olgaçay'ın bu tespitine Kanada'da yayınlanan Toronto Star isimli gazetenin 30 Mayıs 1999 tarihli sayısında yer alan bir değerlendirme de önemli dayanak oluşturuyor. Gazetenin bir bilim adamına dayandırdığı tespiti şöyle: "Bilderberg çok güçlüdür. Aldığı her kararı istediği ulusa dayatma gücüne sahip. Dolayısıyla bir ülkeyi yükseltmesi de çöküntüye sevk etmesi de an meselesidir." Burada belki biraz abartma olabilir ama Bilderberg'in tek başına olmadığı Gizli Dünya Devleti'nin diğer organlarıyla işbirliği içinde çalıştıkları, bunların da çağımızın etkili ve güçlü ülkelerinin yöneticilerini bünyelerinde topladığı dikkate alınırsa konu biraz daha açıklık kazanır.

19. yüzyılın büyük bir çoğunluğunda, bir Yahudi bankacılar ailesi olan Rothschild Ailesi, Avrupa'nın para marketlerini yönetti. Birçok Avrupa toplumu, borçlarını, savaş tazminatlarını ödemek veya barış projelerini finanse etmek için Rothschild'lardan para borçlandı. Ailenin ismi, yani Rothschild ismi, bir atalarının dükkanının işareti olarak kullandığı kırmızı bir kalkandan (a red shield, Almanca'da rothen schilde) gelmektedir.
Mayer Amschel Rothschild (1744-1812) aile servetinin kurucularından olmuştur. Almanya'da, Frankfurt-am-Main'deki yahudi bölgesinde doğmuştur. Bir tüccar oldu ve dövizcilik gibi birkaç bankacılık servisinde bulundu. Nadir madeni para uzmanı olan Mayer Amschel Rothschild pek çok zengin eve katılabilme imkanını elde etti. Özellikle de seçme hakkına sahip olan William of Hesse-Kassel'in evine girebilecek ayrıcalığa sahip olması önemliydi. Kısa sürede, seçme hakkına sahip bu şahsın başlıca ekonomik işleri ile uğraşmaya başladı. Mayer Amschel Rothschild 5 oğlunu da aile işinde çalışmak üzere yetiştirdi.

Rothschild'lar uluslararası bankacılar olarak ün kazanmalarını, Napolyon Savaşları'na borçludurlar. Mayer Amschel'in üçüncü oğlu Nathan Mayer (1777-1836), 1800 civarlarında İngiltere'ye gitti ve Napolyon'un kuşatması sırasında İngiltere için eşyalar kaçırdı. Kardeşlerinin yardımı ile, Nathan Mayer ayrıca İspanya'daki İngiliz ordusunu finanse etmek amacıyla Fransa'dan altın da taşıdı. Bu çabaları, Nathan'a İngiliz hazinesinin temsilcisi unvanını kazandırdı. Savaşın sonunda, Rothschild Ailesi Fransa ve Avusturya'ya borç vermekle yükümlüydü.

Nathan'ın erkek kardeşi Jacob ya da James (1792-1868), Fransa'nın başkenti Paris'te bir banka kurdu.Onun kardeşi Salamon Mayer ise (1774-1855) Avusturya'nın başkenti Viyana'da bir banka kurdu. Bir diğer erkek kardeş Karl Mayer (1788-1855) İtalya'nın Naples şehrinde bir başka banka kurdu ama tutunamadı ve 1861 civarında kapattı. En yaşlı kardeş Amschel Mayer (1773-1855), Frankfurt'taki ekonomik işlerden sorumlu olarak kaldı.
Rothschild Ailesi, Avrupa ve Amerika'da tren yollarını finanse etti ve ABD'de isteyenlere borç alma imkanı sağladı. Nathan Mayer'in oğlu Lionel Nathan (1808-79) 1875'te Süveyş Kanalı'nın kontrolünü satın alması için Başbakan Benjamin Disraeli tarafından kullanılmak üzere İngiltere'ye borç verdi. Lionel Nathan İngiliz Meclisi'ne seçilen ilk Yahudiydi ve onun oğlu Nathan Mayer (1840-1915) ilk Baron Rothschild oldu.

Rothschild'lar birçok onur ve unvan elde ettiler. İngiliz ve Fransız ailelerinin üyeleri olanlar ise kendilerini bilim adamları ve hayırsever olarak tanıtmışlardır.
Rothschild ailesinin 2000'li yıllara üç trilyon dolar sermaye ile girdiği tahmin edilmektedir.
Bütün bu bilgilerden anlaşıldığı üzere bu aile faiz prangasını kullanarak hem siyasi yönetimleri kendilerine bağlamış, hem de bu yolla büyük gelirler elde etmiş, servetlerine servet katmışlardır. Tabii servetlerini katlamalarına paralel olarak yönetimler üzerindeki etkileri ve güçleri de artmıştır. İşte bu etki ve güçlerini kullanarak, başta Illuminati şebekesi olmak üzere destekledikleri bütün karanlık teşkilatların ve masonik örgütlerin elemanlarının istedikleri yerlere gelmelerini sağlamışlardır. Onların bu etkinlikleri de kendilerine siyaset meydanında "parlak" bir gelecek hazırlama hayalleri yapanların onların ağlarına düşmelerini kolaylaştırmıştır.

Rockefeller ailesi, Amerika'daki yahudi lobisinin başını çeken bir ailedir. Bu aile de Rothschild ailesi gibi başlangıçta banka ve finansman işine ağırlık verdi. Bu yüzden Amerika'da yıllardan beridir para piyasalarında saltanat sürmektedirler. Hatta Amerika'da sermaye alanında 150 yılı aşan bir Rockefeller hanedanlığından söz edilir. Fakat sadece finans ve para piyasasında kalmamışlardır. Petrolden endüstriye çok geniş bir alana yayılmış ve oldukça güçlü bir sermayenin sahibi olmuşlardır. Özellikle petrol alanında tam bir dev ve tröst haline gelmişlerdir ve Amerika'nın en önemli petrol şirketleri onların elindedir.
Ailenin Rockefeller Vakfı adıyla bir vakıfları da bulunmaktadır. Bu vakfın amacı da Illuminati ve Yuvarlak Masa şebekesinin ağına düşecek yöneticiler yetiştirmek amacıyla üniversite çağındaki öğrencilere burs temin etmektir. İsmi daha önce birkaç kez geçen yahudi Henry Kissinger bu vakfın danışmanlarındandır. Kissinger'in Rockefeller ailesiyle danışmanlığın ötesinde oldukça derin ilişkileri bulunmaktadır. Bu yüzden birçok çalışmalarında ortaktırlar. Rockefeller Vakfı aynı zamanda Beyaz Saray'a strateji üreten bir tink tank kuruluşu gibi çalışmaktadır. Bu çalışmasının asıl amacı ise ABD'nin politikasına yön vermektir. Bu vakıf Türkiye'de yönetimde üst kademelere kadar gelmiş bazı kişilere de burs vermiştir.

Chase Manhattan Bank (CMB), Rockefeller ailesinin finans kurumlarından biridir. Adında geçen Manhattan, New York'ta yahudilerin oldukça yoğun oldukları adanın adıdır. Bu bankanın şah dönemi İran'da çeşitli yatırımları bulunuyordu. Uluslararası Temel Endüstri Ortaklığı (IBEC) ailenin bir ferdi olan Nelson Rockefeller tarafından kurulmuştur. Aileye ait şirketlerin Suudi Arabistan'da birçok yatırımı bulunmaktadır. Suud petrollerine hakim durumdaki ünlü ARAMCO şirketinin hisseleri Rockefeller ailesine ait dört şirket arasında paylaştırılmıştır. Bunlar da Texaco, New Jersey Oil, Socony Vacum ve California Standart Oil şirketleridir. Bu dört şirket 1944'te bir araya gelerek ARAMCO'yu kurmuşlardır.

Merkezi Londra'da bulunan Harts Horn J. E. Oil Company es and Goverments'ın yayınladığı istatistiklere göre Ortadoğu petrollerinin % 99'u yedi büyük petrol şirketinin kontrolü altındadır. Bu şirketlerin beşi yahudi Rockefeller ailesine aittir. Geriye kalan iki şirketten Shell'in sahibi Marcus Samuel ve Royal Dutch'ın sahibi Wiliam Detending de yahudidir.
Ünlü American International Corporation (AIC)'ın ortaklarından biri de Rockefeller ailesidir. Ailenin Avrupa'daki bazı bankalarla da iş bağlantısı olduğu bilinmektedir.
Daha önce sözünü ettiğimiz Yuvarlak Masa teorisine göre oluşturulmuş olan Trilateral Komisyon'un fikir babalığını da Rockefeller ailesine mensup David Rockefeller ve yine bir yahudi olan Zbigniew Brzezinski yapmıştır.

David Rockefeller'in tek marifeti zikrettiğimiz komisyonun fikir babalığını yapmak değildir. Hıristiyan ve Yahudi Milli Konferansı'na üyedir. Komünizmin çöküş merhalesinde yahudi sermayesinin Sovyetler Birliği'nden ayrılan ülkelere kazık çakmasında önemli rol oynamıştır. Bunda Sovyetler'deki komünistlerle eski dostluğunun önemli rolü olmuştur. Yukarıda sözünü ettiğimiz global gizli örgütlerin tümünde Henry Kissinger'den çok daha fazla etkinliği vardır. CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyon'un her üçünün de birinci derecede David Rockefeller'in kontrolünde olduğu bu örgütlerle yakından ilgilenenlerin çoğunda oluşan yaygın bir kanaat. Hatta bu üç örgütün kralının David Rockefeller, baş danışmanının da Henry Kissinger olduğuna inanılmaktadır. Her ikisi de yahudi ve her ikisi de Amerika'daki yahudi lobisinin başını çekenlerden. Bu üç büyük örgütün kendi iç hiyerarşisinde merkezde bulunan kişiye "boğanın gözü" denmektedir ve hali hazırda "boğanın gözü"nün David Rockefeller olduğuna inanılır.

Alıntıdır
 

Zeyna

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Ocak 2009
Mesajlar
330
Tepkime puanı
60
Konum
İstanbul
İş
yönetici
Rothschild hanedanlığı

Mayer Amschel Rothschild (1744-1812), Almanya doğumlu Yahudi iş adamıdır. Modern bankacılığın ve küresel ekonominin kurucularından kabul edilir. Dünyanın en zengin ailelerinden birini kurmuştur. Rothschild ailesi son 200 yıldır, dünyanın en zengin ve nüfuzlu ailesidir. 2007 yılında servetleri 3-4 trilyon dolar, kontrol ettikleri para ise 8-10 trilyon dolar olduğu tahmin edilmektedir. İngiliz merkez bankasını yaklaşık 80 yıl boyunca yönetmişlerdir. HSBC Bank, Bank of Scotland, De Beers, ABN Amro Bank, Rio Tinto en çok tanınan ve bilinen şirketleridir. Rockefeller ailesinin Standart Oil'i kurmasını finanse etmiş, bu sayede de halen Citigroup, Bank of America, Exxon-Mobil, RoyalDutch-Shell gibi şirketleri de dolaylı olarak kontrol etmektedirler. Dünya elmas ticaretinin %65'i, altın ticaretinin % 40'ı, bakır-uranyum-aluminyum ticaretinin de % 15'i bu aile tarafından yapılmaktadır. Kapanmış olan Osmanlı Bankasının da sahipleri ve kurucularıdır.

Her bankerin yazılmış bir tarihi vardır; fakat bir tanesi tarih yazmıştır J.A Robson
Rothschild hanedanlığının savaş ticareti, Napolyon'un, İngiltere ile yaptığı Waterloo Savaşı’yla başladı. Waterloo Savaşı’nda İngiltere'ye mal kaçıran ve birlikleri finanse eden aile bir yandan da her iki tarafa yüksek faizlerle borç veriyordu. 1820’lerden sonra finans çevrelerinde şu yargı genel bir inanç haline gelmişti: Avrupa'da tek güç vardır, bu da Rothschild’lerdir.

Etkileri o kadar güçlüydü ki, hiçbir savaş Rothschild'lerin yardımı olmadan gerçekleşemezdi. Politika ve ticarette öyle güçlü bir pozisyona yükseldiler ki bir anlamda Avrupa'nın diktatörleri oldular.

İngiliz kraliyet ailesini Çin’le savaşa ikna etmeyi başaran Lord Rothschild, finans için de söz verdi. “Afyon Savaşı”nın ardından, aile Hong Kong'un kontrolünü ödül olarak aldı. Burada kurdukları HSBC, sadece Rothschild’lerin para baronluğunu dünya üzerinde tescillenmesini sağlamadı, ay zamanda afyon ticaretinin de kontrolünü beraberinde getirdi.

Osmanlı topraklarının çözülmesi ile birlikte Rothschild hanedanlığı iki koldan Orta Doğu'ya sızmaya başladı. Bir kolunu Irak'ın oluşturduğu sızmanın en önemli nedeni, Mezopotamya'daki zengin petrol yataklarıydı. Rothschild’ler, bölgenin güneyinde ise Siyonizm’i siyasal ağırlık merkezi haline getirdi.
Filistin topraklarının Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmasının ardından harekete geçen Lord Rothschild, İngiliz hükümetine baskı uygulayarak, İsrail’in kurulmasına start veren Balfour Bildirisi’nin (1917) yayınlanmasında etkili oldu

Eğer Rothschild Ailesi, buna karşı koyarsa, herhangi bir Avrupa ülkesinin ciddi bir savaşa girebileceğine inanan var mı gerçekten?"

Başta J.P. Morgan olmak üzere Rothschild’lerin Amerika'daki uzantıları olan finans kurumları, önce "Dawes Planı” sonra da "Young Planı” ile 1924 yılından sonra Almanya’yı adeta paraya boğdu ve böylece kısa bir süre içinde, yerle bir olan bu ülke, Hitler'in inanılmaz yükselişine zemin hazırladı.

Rothschild Ailesi’nin finanse ettiği I.G Farben şirketi, Yahudi toplama kamplarında kullanılan ölümcül gazları Naziler için üretti. Bir çok Alman şirketin yanı sıra Hitler'e destek veren Amerikan sermayesi arasında General Motors, DuPont ve Ford gibi devler de bulunuyor.

Rus Çar’a karşı Bolşevik İhtilali’ni finanse eden Rothschild’ler, Rockefeller ile birlikte Hazar petrollerini çıkartmak için imtiyaz aldı.
 

Zeyna

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Ocak 2009
Mesajlar
330
Tepkime puanı
60
Konum
İstanbul
İş
yönetici
Hitler, dünya tarihine gelmiş geçmiş en faşist ve psikopat lider olarak bilinir… Çoğu kişi Hitler’in şizofreninin eşiğinde olan fanatik Alman milliyetçisi psikopat bir lider olarak tanır ancak gerçekte hiç kimse Hitler hakkında bildiklerinin kendilerine anlatılan resmî tarih senaryosundan başka bir şey olmadığını bilmez… Hitler, hakkında en çok komplo teorisi uydurulan tarihî liderlerden (kuklalardan) birisidir.

ABD’de sivri çıkışları ve dürüst kişiliği ile tanınan Teksas Üniversitesi tarih profesörlerinden Texe Marrs’ın Amerikan savunma politikası, stratejik silâh sistemleri konusunda 2002’de neşredilen Illuminati isimli kitabı Timaş Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılmıştı. Dünyanın Illuminati adlı mistik bir tarikat tarafından yönetildiğinin anlatıldığı kitapta, Türkiye ile ilgili ilginç iddialar var…

Dünyayı 10 kişi yönetiyor ve bu 10 kişinin 300 kadar alt kadrosu verilen emirleri uyguluyorlar. Illuminati adı verilen bu çetenin hedef başkenti Kudüs olan tek bir dünya devleti kurmak. Bugüne kadar çeşitli komplo teorileri içeren birçok kitap yayınlandı. Illuminati, bu alanda yayınlanan hiçbir esere benzemiyor. Kitaptaki iddialar o kadar ilginç ki, neye inanıp, neye inanamayacağınızı şaşırıyorsunuz. Illuminati, 1575’te İspanya’da bulunan ve özellikle ruhanî kudret sâhibi olduklarını iddia eden bir dinî parti veya bu partinin üyelerine verilen isim. Yazar Texe Marrs, “süper zenginlerin yönettiği bir Dünya Komplosundan” bahsettiği kitabında, dünyaya hâkim olan bu güce bu adı uygun görmüş. Kitabın satırları arasına gömüldükçe ve sayfalar arasında ilerledikçe inanması güç iddialarla karşılaşıyorsunuz.

Yazara göre, dünyayı kendilerine “bilge adamlar” adını veren 10 kişi yönetiyor. Illuminati’nin güç şebekesi, dünyanın en güçlü kişilerinden, yatırımcılarından, şirket başkanlarından ve siyasîlerden oluşuyor. “İç çember” denilen en tepedeki 10 kişiye bağlı 300 kişi ise onların alt kadrosunda yer alıyor ve tâlimatlarını yerine getiriyorlar. 10 kişilik “bilge adamlar” grubunda Fransa’dan üç, ABD’den iki, Kanada, Avusturya, İngiltere, İspanya ve Güney Afrika’dan birer üye bulunuyor. Yazar, burada Fransa’nın üç üyelikle ilk sırada yer almasının yanıltıcı olduğunu, Kanada’nın bir üyesinin de ABD’nin üçüncü adamını tamamladığını belirtiyor.

Hedef tek dünya devleti kurmak
“İç çember” üyelerinin ortak özelliği Dış İlişkiler Konseyi, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Masonluk, Kafatası ve Kemir Tarikatı, Aspen Enstitüsü, Malta Şövalyeleri, Opus Dei, Roma Kulübü, Bohemian Grove, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Federalleri üyesi olmaları. Illuminati Komplosu’nun hedefi, başkenti Kudüs olan bir dünya devleti kurmak. Kitabın, sonunda Illuminati piramidinin üstünde bulunan “bilge adamlara” hizmet eden isimlerden bir kısmı, unvanlarıyla birlikle verilmiş. Türkiye’den kimse yok!

Illuminati nasıl çalışıyormuş?

Yılda bir kez bir araya gelen Illuminati üyeleri, hedefledikleri dünya devletini kurmak için plânlar yapıyorlar. Bu plânların içinde çeşitli ülkelerde ekonomik krizler çıkararak ülkeleri sömürmek, savaşlar çıkarmak, “Daha Fazla Savaş” ilkeleri gereği savaşların sürekliliğini sağlamak, çeşitli hastalıklar icat etmek, (kitapta, AIDS ve HIV’in ABD’deki askerî araştırma laboratuarlarından dünyaya yayıldığı iddia ediliyor), nüfus azaltıcı çalışmalar yapmak, etnik temizliği desteklemek ve 11 Eylül örneğinde olduğu gibi terör yaratarak, “anti-terör yasaları” çıkarmak… Yazarın iddiasına göre, 11 Eylül saldırısı için FBI bâzı Araplar’ı kullandı ve bombaları temin etti. Illuminatı’nin ilkelerinden en önemlisi “Kaostan kaynaklanan düzen”. Illuminati, kendi düzenini çıkarmak için sürekli kaos yaratmak zorunda.

Dünyayı yöneten Yahudi Âilesi Rotschild’lar, Osmanlı devletinin plânlı olarak nasıl dağıtıldığı, Arap birliğinin nasıl parçalara ayrıldığı, 1. Dünya Savaşı, Kukla Diktatör Hitler, 2. Dünya Savaşı, İsrail devletinin kuruluşu, Kennedy Suikastı, MOSSAD suikastları ve 11 Eylül saldırıları olmak üzere 10 bölüm yer alıyor.

Bu bölümlerde yazarın savunduğu iddialar basit bir komplo teorisi gibi lâf dolması bilgilerle değil, fizikî kanıtlar ve şâhitler eşliğinde net bir biçimde ortaya koyuluyor. Öncelikle son yıllarda Türkiye’de hızla yükselen bir trend hâline gelen “Hitler hayranlığı ve Türk nasyonal sosyalizmi” gibi kavramların ortaya çıkmasına bir cevap olarak Hitler’in tarihî kimliğinin arkasında yatan karanlık bağlantıları kaba hatları ile müthiş…

Çoğu kişi Rotschild Âilesi’nin adını bile bilmez. Bu âilenin adı ne Forbes dergisinin düzenlediği “Yılın Zenginleri” bölümünde yer alır, ne de dünya jet-sosyetesinin partilerinde isimleri geçer… Ancak, birçok ülkenin diplomatı bu âilenin adını duydukları zaman beş dakika durmak zorundadır. Çünkü bu âile dünya tarihi sahnesinde 1590 yılından beri vardır ve dünya bu Yahudi âilesinin çok gizli faâliyetleri neticesinde bugünkü şeklini almıştır… Çoğu kişi dünyada hiçbir âilenin böylesine bir gücü elinde tutabileceğine inanamaz. Çünkü bir âilenin böylesine siyasî ve ekonomik bir gücü nasıl elde ettiğini anlayamaz. Öncelikle, âile derken üç-beş kişilik çekirdek bir âileden bahsedilmiyor. Roschild âilesinin bugün 1000-1500 civarında ferdi olduğu bilinmektedir. Bu âile fertlerinin her biri dünyanın gelişmiş olan veya gelişecek olan ekonomilerine sâhip olan ülkelerinde çok derin faâliyetler sürdürmek üzere dağılmışlardır. Dünyada olan her siyasî ve ekonomik olan gelişmeyi İsrail devletinin çıkarlarına uygun düşecek şekilde düzenlemek en kutsal görevleridir.

Âilenin geçmişi 16. yüzyıla dayanıyor. Âile İngiliz Kraliyet Sarayları’nda kralın yâverliğini yapan bir âile olarak ortaya çıkıyor önceleri… Kralın stratejik ve ekonomik danışmanlıklarını, izlemesi gereken siyasî tutumlarını ve dış politika stratejilerini bu âile belirliyor. Sâdece bununla da yetinmeyip, kraliyet saraylarındaki tüm ihâleleri kazanarak, bu ihâleleri başarıyla sonuçlandırıp, hatırı sayılır bir servetin de sâhibi oluyorlar. Bu ticarî faâliyetlerin yanı sıra, yaptıkları her ticarî ve siyasî faâliyetten yüklü komisyonlar da almayı ihmâl etmiyorlar…

İngiliz saraylarındaki kariyerleri sâyesinde kolayca kazandıkları astronomik paralarla tarihin ilk bankacılık faâliyetini gerçekleştirip, İngiliz çiftçilerine de astronomik fâizlerle tarım kredisi vermeye başlıyorlar ve 50 sene geçmeden neredeyse İngiltere devletinden daha zengin bir hâle geliyorlar. Faâliyet alanını iyice geliştirip, derinleştiren Rotschild Âilesi Avrupa’daki tüm imparatorlukların saraylarında söz sâhibi olur hale geliyorlar. Sâdece İngiltere’de değil, Avrupa’nın dört bir yanında tarımla uğraşan insanlara yüksek fâizle kredi vererek, altın ve gümüş komisyonculuğu yaparak servetlerini iyice katlıyorlar. Ekonomik gücü aklın ve mantığın sınırlarını zorlamaya başlayan Rotschild Âilesi daha da karanlık ve kârlı bir işe girişiyorlar. İşin adı “savaşa giren devletlere fâizle borç vermek”.

Bu işin ilk icraatını İngiltere – Fransa savaşında gerçekleştiriyorlar… İngiltere’ye savaşa girmesi için sermaye olarak 35 ton altını fâizle borç olarak veriyorlar. İngiltere, Fransa karşısında yeniliyor ve Rotschild Âilesi’ne olan borcunu ödeyemiyor. Bunun karşısında borcun oluşturduğu mükellefiyetten dolayı İngiliz Merkez Bankası yâni Bank of England ödenemeyen borç karşılığında Rotschild Âilesi’ne devrediliyor. Rotschild Âilesi İngiliz devletinin bu devir etme işlemini bir şartla kabûl ediyor: “İngiliz Sterlini’ni kendilerinin basması şartı ile”. İngiliz hükûmeti bu şartı o dönemde kabûl etmek zorunda kalıyor ve İngiliz Sterlini’ni basma yetkisi bir Yahudi âilesine veriliyor. Görünüşte ekonomi hakkında pek bilgisi olmayanlar için bu durum pek bir şey ifâde etmeyebilir…

Para basma yetkisini başka bir kuruluşa veya şirkete vermek demek, aynı zamanda ülkenin bağımsızlığını da bu kuruluşa satmak demektir. Çünkü bir ülkenin bankası o ülkenin parasını basarken bastığı para karşılığında o ülkenin hazinesine değerli maden koymak zorundadır. Meselâ Türkiye Merkez Bankası, devlet matbaasında 20 TL basıyorsa eğer, devlet hazinesinde 20 TL değerindeki altını, elması veya petrolü koymak zorundadır. Aksi hâlde basılan para kâğıt parçasından başka bir şey olmaz. İşte Rotschild Âilesi’nin de yaptığı şey budur. İngiliz Sterlini’ni basarak İngiliz hükûmetine fâizle borç olarak vermiş ve karşılığında altın ve elmas almıştır. Bu şekilde bir yılda 12.000 ton altın kâr ettiği ekonomi tarihçileri tarafından bilinmektedir. Rotschild Âilesi’nin en büyük girişimi ise İngiltere ile Amerika’daki kolonilerin savaşı olmuştur. Savaş sırasında Rotschild Âilesi çok gizli bir biçimde Amerikan kolonilerini desteklemişlerdir.

Amerika’nın İngiltere’ye karşı direnişini yöneten kişilere yüklü miktarda silâh yardımı yapılmış, İngiltere’nin bu savaşta yenilmesinin sağlanacağı garanti edilmiş ve karşılığında kurulacak olan Amerika devletinin resmî para birimini basma yetkisi istenmiştir. İngiltere ile savaş konusunda çok umutsuz olan Başkan Washington ve ekibi bu kârlı teklifi hiç düşünmeden kabûl etmiştir ve böylece günümüzde tüm dünyada çok popüler olan Amerikan Doları’nı basma yetkisini alarak bir hayli kârlı bir işe imza atmışlardır.

Savaşı Amerikan kolonileri kazanmış ve İngiltere Amerika’dan elini ayağını çekmek zorunda kalmıştır. İngiltere – Amerika savaşından yenik çıkan İngiltere, bu sefer Amerika’ya yardım ettiğini düşünerek Fransa’ya saldırmıştır. İngiltere, Rotschild Âilesi’nin kendilerine finansal destekte bulunacağına güvenerek bu savaşa girdiyse de, Rotschild Âilesi’nden umdukları desteği bulamamışlardır.

Rotschild Âilesi el altından Fransa’yı destekleyerek Amerikan kolonilerinin bağımsızlığını garanti etmek istemiştir. Bir taraftan da bu âile İngiliz borsası üzerinde spekülasyona girişmiştir. İngiltere – Fransa savaşı sırasında borsada müthiş bir hareketlenme olmuş ve borsaya oynayan halk İngilizler’in savaşı kazanacağını düşünerek girişimlerini arttırmışlardır. Bunu fırsat bilen Rotschild Âilesi “İngilizler’in savaşı kazandığı” iddiasını ortaya atarak İngiliz halkının her şeyini borsaya oynamasını sağlamıştır. Ancak, generaller ve ordudan geriye kalanlar İngiltere’ye döndüğünde gerçekler ortaya çıkmış ve İngiltere’nin savaşta kaybettiği ortaya çıkmıştır.

Borsa nominal seviyesi, herkesin malını kurtarmaya çalışıp mal hisselerini geri almaya çalışmasından dolayı anormâl derecede yükselmiş ve böylece kâğıtları elinde tutan Rotschild Âilesi bu ticaretten en kârlı çıkan isim olmuştur. İngiliz tarihçilerin “Kara Eylül” diye nitelendirdiği bu olay ile Rotschild Âilesi âdeta İngiltere devletinin mülkiyetini ele geçirmiştir. Bu ekonomik faâliyetleri sonucu iyice gelişen Rotschild Âilesi, Kenan diyarında Tanrı’nın kendilerine vaât ettiği kutsal İsrail devletini kurmak için gerekli olan şablonu hazırlamaya başlamıştır. Osmanlı devletinin parçalanması için gerekli olan her şeyi yapmışlardır. Osmanlı devletine komşu olan ülkeleri sürekli olarak finanse ederek Osmanlı’ya karşı savaşmaları için kışkırtmışlardır. Böylelikle sudan bahanelerle Osmanlı’ya saldıran Rusya, Avusturya ve diğer komşu devletler, Osmanlı’nın askerî ve ekonomik güç bakımından iyice yıpranarak azınlıkların ayaklanmasını sağlamışlardır. Osmanlı devleti nereye koşacağını şaşırmış ve neticede azınlıkların ayaklanarak ayrı ayrı devletler kurmasına engel olamamışlardır. Osmanlı’nın en çok dış borcu Rotschild Âilesi’nin sâhibi olduğu Bank Of England bankasınadır. Osmanlı Devleti, Rotschild Âilesi’ne olan borcunu ödeyecek durumda olmadığından, âile bunu fırsat bilmiş, Osmanlı’ya iğrenç bir teklifte bulunmuşlardır. Sultan 2. Abdülhamid ile görüşen Lord Baron Rotschild “Kudüs şehrinin, Filistin’in, Suriye’nin ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin yeni kurulacak olan Yahudi devletine verilmesi karşılığında Osmanlı devletinin bütün dış borcunu silme ve Balkanlar’da, Afrika’da kaybettikleri toprakları geri verme” teklifinde bulunmuş, ancak Abdülhamid teklifi şiddetle reddetmiştir.

Abdülhamid, dinen böyle bir tutum sergileyerek büyük bir sevaba girmişse de, Osmanlı devletinin yıkılma sürecini hızlandırmıştır. Daha sonraları Enver Paşa,Abdülhamid’in bu tutumunu tarihî bir hata olarak değerlendirmiştir. Enver Paşa’ya göre Kudüs şehri ve Kenan diyarı Yahudiler’e geçici olarak verilmeli ve Osmanlı tekrar eski gücüne kavuştuktan sonra bu topraklar geri alınmalıydı. Ulu Önder Atatürk’e göre ise Osmanlı devleti böyle bir şey yapmış bile olsaydı yıkılmaktan kurtulamazdı çünkü Osmanlı üzerinde korkunç oyunlar oynanıyordu; üstelik devlet her kademesi ile âdeta kokuşmuş bir hâldeydi.

Özetleyerek anlatılan bu süreçlerden sonra Rotschild Âilesi 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasında çok aktif bir şekilde rol almış ve savaşın çıkması için gerekli olan tüm tezgâhı sağlamıştır. Rotschild Âilesi’nin hesaplarına göre 1. Dünya Savaşı ve Arabistanlı Lawrence’in faâliyetleri Araplar’ın birçok parçaya bölünmesi, İsrail devletinin kurulması için yeterliydi. Savaş gerçekleşmiş, Almanlar’ın önderliğindeki İttifak Devletleri grubu savaşı kaybetmişlerdi. Rotschild Âilesi’nin tüm hesapları tutmuş ve İsrail devletinin resmî kuruluşunun ilân edilmesinden başka bir şey kalmamıştı ortada. Ancak, tarihî rûyaya çeyrek kala, Rotschild Âilesi ayrıntılarda küçük bir hesaplama hatası yaptığını fark edememişti. İsrail devleti kurulmaya hazırdı tamam ama dağ ve ovalardan ibâret olan İsrail topraklarında kim yaşayacaktı? Sürekli olarak gelişmiş Avrupa kentlerinde yaşamış olan Yahudiler İsrail’de yaşamaya nasıl ikna edilecekti? Esas sorun buydu! Bu sorunun giderilmesi için Rotschild Âilesi radikal kararlar aldı ve yeni bir savaş için gerekli olan ortam hazırlanmaya başlandı.

KUKLA DİKTATÖR HİTLER’İN ORTAYA ÇIKIŞI VE 2. DÜNYA SAVAŞI

Almanya devleti Birinci Dünya savaşından âdeta bir enkaz hâlinde oldukça demoralize bir biçimde çıkmıştı. Devlet bütün ekonomik ve askerî gücünü savaş sonrasında kaybetmişti ve tüm bunlara ilâve olarak bir de çok ağır yaptırımlar içeren savaş tazminatı anlaşmalarına imza atmışlardı… Ancak Almanya’nın borçlu olduğu ülkelerin merkez bankalarının %85’i Rotschild Âilesi’ne âit olduğundan, Almanya sâdece Yahudi Rotschild âilesine borçluydu. Rotschild Âilesi Almanlar’ın bu yüklü borcun onda birini dahi ödeyemeyeceklerini adı gibi biliyordu. Rotschild Âilesi enkaz hâlindeki Almanya’ya Alman Merkez Bankası’nın kendilerine devredilmesi karşılığında dış borçlarının silinmesini teklif ediyordu ve Almanlar borcu ödeyemeyeceklerini bildikleri için teklifi kabûl etmek zorunda kalıyorlardı.

Aslında bu durum sonun başlangıcıydı. Bırakın savaşacak parayı ve silâhı, savaşta asker olarak kullanılacak erkek vatandaşı bile kalmayan Alman devleti enkaz hâlindeyken tekrar sivrilerek tüm dünyaya kafa tutacak gücü nereden ve nasıl bulabilirdi.

Bunun için ancak Tanrı’nın yardımı gerekirdi.

Ancak, onlar intikam için plân yapmadan Rotschild Âilesi onlar için çok gizli bir plân yapmıştı bile. Bu plâna göre sahte ama çok inandırıcı bir faşizm rüzgârı Avrupa’da esecek ve Yahudiler’e en ince ayrıntısına kadar plânlanmış bir şekilde şiddet ve baskı uygulanarak İsrail’e göç etmeye mecbur bırakılacaklardı. Bu plânın ilk parçası Almanya’nın ekonomisinin ayağa kaldırılması ve Almanya’nın hızla silâhlanmasının sağlanmasıydı. Almanya yıllar boyu A’dan Z’ye her konuda finanse edilmiş, 2. Dünya Savaşı’nda savaşmak üzere neredeyse çocukluktan askerler yetiştirilmiştir. Muazzam bir ekonomik ve askerî güce kavuşan Almanya’nın başına ise 1. Dünya Savaşı’nda er olarak savaşan fanatik milliyetçi Hitler getirilmiştir. İtalya ise Almanya’da başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan ve adına faşizm denilen rüzgârın etkisi altında kalmış ve iktidara Benito Mussolini gelmiştir. Mussolini’nin iktidara gelmesi Rotschild Âilesi’nin bir plânı değil, kendiliğinden gelişmiş bir olaydı ama bu durum onların ekmeğine yağ sürmüştü. Hitler iktidara gelir gelmez müthiş hitap yeteneği ve ürkütücü karizması ile Alman halkını yediden yemişe peşinden koşturmuştur. Hitler’in konuşmalarında ve toplantılarında ise şaşırtıcı bir biçimde ana hedef Yahudiler’dir. Hitler’in iktidara gelmesinden önce kardeş gibi bir arada yaşayan Alman ve Yahudi halkları birbirlerine hiçbir zararlarının dokunmamasına rağmen oluşturulan yapay kaos ortamı yüzünden birbirleri ile kanlı bıçaklı hâle gelmişlerdir. Savaştan önce Yahudi işadamlarına Nazi gençlerinin düzenlediği saldırılar, ev kundaklamalar ve cinayetler ortamı iyice germiştir. Zengin olan Yahudiler bir yolunu bulup Almanya’yı terk etseler de fakir olan zararsız Yahudiler bir yere gidecek paraları olmadığından oldukları yerde kalakalmışlardı.

O dönemler savaş dönemleri olduğundan Almanya’nın dışına çıkmak için büyük paralar ve bâzı önemli bağlantılar şarttı. Fazla gereksiz detaya girmeden, Hitler savaşı başlatmış ve Almanya’nın sahte intikam harekâtı başlamıştı. Almanya savaşın ilk yıllarında anormâl bir başarı göstermiş ve Fransa, Yugoslavya, Çekoslovakya, Avusturya ve Belçika gibi ülkelerin tamamını çok kısa sürede ele geçirerek Nazi ordularının gücünü ortaya koymuştur. Özellikle Paris kentine 2 saatte giren Nazi orduları İngiltere ve İspanya’nın iyice ürkmesine neden olmuştur. İngiltere’yi hava saldırıları ile darmadağın eden Nazi orduları bir taraftan da sözde Yahudi soykırımı yapmaya başlamıştır.

Yahudiler bir bir katledilmiş ve imha fırınlarında yakılmıştır. Ortada öyle korkunç bir ortam vardır ki, savaştan sonra bölgeyi teftişe gelen Amerikalı generaller bile uçaklarından iner inmez havadaki pis kokudan dolayı hava alanına kusmuşlardır. Havadaki pis kokunun nedeni ise sürekli olarak yakılan insan cesetleri ve çürümüş cesetlerdir. Savaştan sonra tam bir korku ülkesine dönen Almanya’da ortaya atılan iddialara göre neredeyse hiç Yahudi bırakılmamıştır.

Ancak, Sovyet araştırmacılar durumun hiç de öyle olmadığını, savaşta katledilenlerin sâdece %15’inin Yahudi olduğunu net ve çarpıcı belgelerle ispatlamışlardır. Bu belgelere göre, savaşta öldürülenlerin çoğu Çingene ve Polonyalılar’dı. Geriye kalan zengin Yahudiler Rotschild Âilesi’nin kurduğu paravan şirketler aracılığı ile Amerikan askerleri denetiminde gizlice Amerika’ya değil İsrail’e kaçırılmışlardır. İsrail’e getirildikleri dönemden İsrail devleti kuruluncaya kadar olan süreçte, tâbir-i câizse, Allah’ın dağında prefabrike usûlü yapılmış evlerde kalmışlar ve büyük zorluk çekmişlerdi. Kaçmak için girişimlerde bulunanlar ise Tevrat’ın emrettiği bir biçimde idam edilmişlerdir. Neticede yaratılan sahte milliyetçi bir hava ile sözde Yahudi soykırımı yapılmış, tüm dünyada Yahudiler’e yönelik şiddet eylemlerine girişilmiş ve Yahudiler İsrail’e göç etmek zorunda bırakılmışlardır. Yâni Rotschild Âilesi 1. Dünya Savaşı’nda yarım bıraktığı işi 2. Dünya Savaşı’nda tamamlayabilmiştir. Aşırı dindar olan Rotschild Âilesi kendilerine göre Tanrı’ya olan sözünü yerine getirmişlerdir.


BAŞKAN KENNEDY’NİN ORTADAN KALDIRILMASI

2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan İsrail devletinde her şey 1960 yılında John Fitzgerald Kennedy’nin Amerikan Başkanı olmasından sonra değişmiştir. Kennedy Amerikan tarihinin en genç başkanıdır ve aynı zamanda Amerikan Başkanı olmuş ilk Katolik’tir. Kennedy’den önce Amerika’da Katolik bir başkan hiçbir zaman olmamıştır. John F. Kennedy’nin babası olan Joseph Kennedy de politikacı olup, aynı zamanda İngiltere Büyükelçiliği yapmış olan bir Katolik’ti. Ne babası, ne de Başkan Kennedy Yahudiler’le iyi geçinebiliyorlardı. Babası büyükelçilik yaptığı dönemde Londra’da Yahudiler’in boy hedefi hâline gelmiş ve çeşitli saldırılara mâruz kalmıştır. Kennedy de Amerika’da Başkan seçilmeden önce Sigmund Rotschild’in kendisine Başkan seçildiğinde Ortadoğu’da İsrail tarafını tutan bir politika izlemesi karşılığında milyonlarca Dolar’ı bulan seçim kampanyası masraflarını karşılayacaklarını belirtmiştir. Ancak, Kennedy böyle bir teklifin bir daha kendisine yapılmamasını rica etmiş ve kendisini hakarete uğramış gibi hissettiğini belirttirmiştir. Kennedy, İsrail lobisinin Amerikan devleti üzerindeki faâliyetlerinden anormâl derecede rahatsız bir politikacıydı. Kennedy’e göre lobilerin Amerika’daki faâliyetleri Amerikan bağımsızlığına vurulmuş bir darbeydi.


***

Bu yazı bana âit değil; piyasada bulunan bir kitap hakkındaki bir yorum.

Hezeyanî olduğunu düşündüğüm kısmı aşırı indirgeyiciliği ve Dış İlişkiler Konseyi, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Masonluk, Kafatası ve Kemir Tarikatı, Aspen Enstitüsü, Malta Şövalyeleri (Hospitalier Şövalyeleri veya St. Jean Şövalyeleri), Opus Dei, Roma Kulübü, Bohemian Grove, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Federalleri listesinin komik derecede kondanse edilmiş bir çorba olması; dünyadaki bütün güç mihraklarının üyesi olduğu ve oradan seçilmiş 10 büyük seçkin kişinin muazzam gücü çok mübalâğalı. Bilhassa çok iyi tanıdığım masonluğun buraya yapıştırılması da kaçınılmazdı bittabi: Bunun hikâyesi Illuminati - Wikipedia, the free encyclopedia adresinden okunabilir. 33° üstâdlar dâhil, HKMBL’den İlluminati üyesi olduğunu hiç sanmıyorum çünkü bahsedilen hedefler tamamen antimasonik (şimdiden ikaz edeyim, bununla ilgili papağan tepkilerini mekâna koymayacağım; merak edenler için masonluğu da kaynağından anlattım kaç kere)! Ayrıca, Yahudi soykırımı da çok hafife alınmış; öldürülenlerin sayısı konusunda benim de bâzı kuşkularım var ama bu kadar da değil…

Hezeyanî olmadığını düşündüğüm kısmı ise ana fikri. Bir DDD olduğu, bunu WASP + ABG + Siyasî ve Dinî Siyonizm’in teşkil ettiğinden hiç şüphem yok. Hâttâ mevcut küresel krizin de tamamen bir tezgâh olduğundan, Büyük Kürdistan oyununun altında da aynı gücün yattığından, dünyayı bir elitler grubunun gizli kararlarla yönlendirdiğinden eminim.

Tek üzerinde düşündüğüm, Profesör Texe Marrs’ın hangi cür’et ve cesaretle bu kitabı yazdığı.

Hâttâ bunun da “işin bir kısmı” olabileceği…

Daha da ötesi, bizâtihi, olduğu ve birilerinin örtülü tehdidini taşıdığı!

Bunlarda yazılan komplo teorileri

Alıntıdır
 
Üst