Tesla'yı kavrayış -2-

aNAkSaRatE

Banlı Kullanıcı
Katılım
4 Tem 2018
Mesajlar
426
Tepkime puanı
1,720
"Neden ve sonuç arasında bağlantı kurmada önemli becerilere sahip oldum" diyordu. "Kısa bir süre sonra, şaşkınlıkla, aklımdan geçen tüm düşüncelerin dışsal bir izlenimden etkilendiğini fark ettim."

Özgür iradesine dayandığını düşündüğü eylemlerinin aslında dış koşulların ve olayların bir sonucu olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ve eğer bu doğru ise insan bir robottan pek de farklı bir şey değildi. Ya da farklı bir deyişle, bir insanın yaptığı her şey, buna deneyimlere dayanan hükümler doğrultusunda hareket etmek de dahil, bir makineye de yaptırılabilirdi. Bu düşüncelerden yola çıkarak Tesla hayatında daha sonraları önemli bir yer tutacak -farklı açılardan da olsa- iki anlayış geliştirecekti.

Birincisi insanların "etten kemikten yapılma makineler" olduğu idi. Diğeri de makinelerin, her türlü pratik amaç uğruna, insanlaştırılabileceği idi. Birincisinin sosyal hayatına pek bir değişiklik getirdiği söylenemez ama ikincisi onu "tele-otomatik" ya da robot dediği garip bir dünyaya sürükleyecekti.

Niagara Çağlayanı hakkında okuduğu bir yazı onu büyülemeye yetecekti. Hemen hayalinde çağlayan sularının döndürdüğü devasa bir tekerlek canlanmıştı. Amcasına bir gün Amerika'ya gideceğini ve bu hayalini gerçekleştireceğini anlatıyordu. Otuz yıl sonra bu fikrinin hayata geçirildiğini gördüğünde "zihnin çözülemez gizemi" üzerine uzun uzun düşünmeye fırsat bulacaktı.

Kırk yaşlarında, Colorado'da bir şimşek deneyi üzerinde çalışırken neredeyse bin kilometre ötedeki gök gürlemelerini duyduğunu iddia etmişti, asistanları ise ancak üç yüz kilometre uzaklıktakileri duyabiliyorlardı. Ama hastalığı sırasında hissettikleri Tesla'nın bile standartlarının üzerindeydi. Birkaç oda uzaklıktaki bir saatin tik tak seslerini bile duyabiliyordu. Odasında dolanan bir sineğin vızıltısı kulak zarlarını patlatacak gibi oluyordu. Birkaç kilometre öteden geçen bir at arabası neredeyse bütün vücudunu titretiyordu. Elli kilometre öteden geçen bir trenin düdüğü oturduğu sandalyeyi öylesine titretiyordu ki duyduğu acı dayanılmaz oluyordu. Ayaklarının altındaki zemin sürekli oynuyordu. Dinlenebilmek için yatağının altına kauçuk minderler koyuyordu.

"Yakından ve uzaklardan gelen kükreyen sesler beni korkuya sürüklüyordu ve bunların ne olduğunu bir türlü ayırt edemiyordum. Güneş ışınlarının önü periyodik olarak kesildiğinde bu beynim üzerinde öylesine büyük bir güç alanı yaratıyordu ki kendimden geçiyordum. Bir köprü ya da bunun gibi bir yapının altından geçebilmek için tüm irademi zorlamam gerekiyordu çünkü kafatasım üzerinde dayanılmaz bir basınç hissediyordum. Karanlıkta bir yarasa kadar duyarlı olabiliyordum, metrelerce uzaklıktaki bir nesnenin varlığını alnımda hissettiğim bir ürperti sayesinde fark edebiliyordum."

Bu dönemde nabız atışları normalin altından dakikada iki yüz altmışa kadar aniden inip çıkabiliyordu. Kendi bedenindeki seğirmeler ve titremeler bile neredeyse başlı başına dayanılmaz bir ıstırap kaynağı haline gelmişti. Doğal olarak Budapeşte'deki tıp uzmanları bu durum karşısında hayrete düşmüşlerdi. Adını yeni yeni duyurmaya başlamış bir doktor hem Tesla'ya yüksek dozda potasyum salık veriyor hem de hastalığının tedavisinin mümkün olmadığını söylüyordu.

Tesla o zamanlar için şöyle söylüyor: "O zamanlarda fizyoloji ve psikoloji uzmanlarının incelemelerine tabi olamadığım için ölene dek kişisel bir pişmanlık duyacağım. Hayata umarsızca sarılmıştım ama iyileşebileceğimi hiç ümit etmiyordum."

Tesla Budapeşte'de döngüsel manyetik alanı kafasında canlandırdığında, evreni, geniş bir oktav yelpazesinde yayılan bir alternatif akım senfonisi olarak hayal etmişti. Saniyede 60 devirli, düşük oktavlardaki bir notaydı. Daha yüksek oktavlardan birinde, saniyede milyarlara ulaşan devir sayısı görülebilen ışık demekti. Düşük frekanslı alternatif akım ve ışık dalgaları arasındaki geniş sahadaki elektrik titreşimlerini keşfetmesinin kozmik senfoniyi anlamasını kolaylaştıracağını düşünüyordu.

Bir haberci annesinin ölmek üzere olduğunu bildiren bir telgraf mesajını kendisine ilettiğinde baş aşağı yere çakılacaktı neredeyse. Hızla istasyona gitti ve Hırvatistan'a doğru yola çıkmakta olan bir trene atladı. Yolculuğun sonunda bir fayton buldu ve ölüm döşeğindeki annesinin yanına tam zamanında vardı. Yıkılmak üzereydi ki istirahat etmesi için evine yakın bir binaya götürüldü. "Orada çaresizlik içinde yatarken" diye anlatır güncesinde, "eğer annem öldüğünde ben onun yanında olamasaydım bana mutlaka bir işaret gönderirdi diye düşündüm... Londra'da yeni dostum Sir William Crookes ile birlikte bir arkadaş grubunda spiritüalizm üzerine tartışırken de bu düşüncelerin etkisi altındaydım... İleriyi görebilmenin son kerte mümkün olduğunu düşünüyordum çünkü annem bu dehaya ve özellikle de üstün sezgi gücüne sahip bir kadındı."

Tüm gece boyunca zihni beklentiler içerisinde kıvrandı ancak sabah erken saatlere kadar hiçbir gelişme olmadı. Hafif düşleri ya da "kendinden geçmeleri" sırasında "meleklere benzeyen bulutlar" görmüştü. "Onlardan bir tanesi bana sevgi dolu gözlerle bakıyor ve yavaş yavaş annemin görünümünü almaya başlıyordu. Bu görüntü yavaşça odanın içinden kaydı gitti ve kayboldu. Tam o anda anlatılamayacak kadar hoş ve birçok sesin oluşturduğu bir şarkı ile uyandım. Tam bu anda artık emindim, bunu herhangi bir sözcükle açıklamak imkansız ama annemin öldüğü bana malum olmuştu. Ve bu doğruydu... "

Bu görünürde transandantal izlenimlerinin dışsal nedenlerini bulmak onun için önemliydi çünkü hala insanların "etten makineler" olduğunu iddia eden teorisine inanmaktaydı. Aşağıdaki "açıklama" onun güncesinden alınmıştır:

"Kendimi toparladıktan sonra uzun süre bu garip olayın dışsal nedenlerini araştırdım ve neyse ki sonuçsuz çabalarımın üzerinden aylar geçtikten sonra buna ulaşabildim. Ünlü bir ressamın bir mevsimi tasvir etmek için havada süzülen bir bulutu ve bunun üzerinde de melekleri resmettiğini keşfettim ve bu beni derinden etkiledi. Bu benim rüyamdaki ile aynıydı, tek fark annemin benzerinin burada olmamasıydı. Müzik, yakınlardaki bir kilisenin korosunun Paskalya yortusu için söylediği eski bir ayin sarkısıydı; bu da her şeyi bilimsel bir gerçeklikle açıklıyordu. Bunlar uzun zaman önce oldu ve ben kesinlikle hiçbir temele oturmayan psişik ve spiritüel fenomenler hakkındaki düşüncelerimi değiştirmek için en ufak bir neden bulamadım. Tüm bunlara inanmak entelektüel gelişimin bir parçası. Dinsel dogmalar artık kabul görmüyor. Ama her birey bir çeşit üstün bir güç inancına bağlanıyor. Hepimizin hareketlerimizi yönetecek ve doygunluğa ulaşmamızı sağlayacak bir ideali olmalı, ancak bu ideal maddesel bir şey değildir; maddeselliği aşmamızı sağladığı müddetçe bu, inanç, sanat ya da bilim olabilir. İnsanlığın huzurlu bir şekilde varlığını idame ettirebilmesi için ortak bir kavramın egemenliğini sürdürmesi esastır. ''

'' Ruhbilimcilerin ya da spiritüalistlerin iddialarını destekleyecek herhangi bir delil bulmakta başarısız olurken, sadece bireysel eylemlerin gözlemlenmesi ile değil, aynı zamanda daha da sağlam bir kesinlikle genellemeler yolu ile, hayatın otomatizma olduğunu gönül rahatlığı ile kabul edebileceğimi ispatladım ''

Ne zaman arkadaşlarından, ya da akrabalarından biri bir başkası tarafından incitilse, o bunu bir "kozmik acı'' olarak nitelendiriyordu. Bu, tepkilerinin benzer olmasına neden olacak bir şekilde insan bedenlerinin benzer bir yapıda olmasından, aynı dışsal etkilere açık olmasından kaynaklanıyordu.

"Çok gelişmiş bütünsel bir mekanizmaya sahip, çok duyarlı, dikkatli ve çevrenin değişen şartlarına uygun tepkiler veren bir varlığa" diyordu, "güçlü bir mekanik duyu bağışlanmıştır ve bu duyu onun doğrudan algılanabilmesi çok güç olan tehlikeleri savuşturabilmesini sağlamaktadır. Ve o kişi denetim organları aşırı derecede bozuk olan diğerleri ile karşı karşıya kaldığında, duyu kendisini ortaya koyar ve o da kozmik acıyı hisseder... "

- Alıntı -
 
Üst