Tac Mahal

Mefetseger

Moderator
Katılım
17 Ağu 2010
Mesajlar
856
Tepkime puanı
291
Konum
Ankara
İş
Uzman Biyolog
Tac Mahal (M.S. 1630) Agra, Hindistan Bu çok büyük anıt cami beşinci Müslüman Moğol İmparatoru, Jahan Şahın emir üzerine, vefat eden çok sevdiği karısının hatırasına ve onuruna inşa edilmiştir. Beyaz mermerden yapılan saray duvarlarla çevrili bahçelerin içinde yer almaktadır. Tac Mahal Hindistan’da Müslüman sanatının en mükemmel bir mücevheri olarak kabul edilmektedir. Daha sonra İmparatorun burada hapsedildiği ve Tac Mahal’i koğuşunun sadece küçük bir penceresinden gördüğü söylenmektedir.

Tac Mahal, Hindistan'daki Agra kentinde bulunan Yamuna Nehri'nin doğusunda yer alan, 75 metre yüksekliğinde, saf mermerden yapılmış bir anıt mezardır. Tac Mahal'i, "Şehzade Hürrem adıyla da bilinen Hint-Türk imparatoru Şah Cihan, 1631'de, doğum sırasında ölen eşi Ercümend Banu Begüm'ün anısına yaptırmıştır. Tac Mahal adı ise, Begüm'ün lakabı olan "Mümtaz Mahal"den gelmektedir.

Çok ilginçtir Taj Mahal’i hepimiz az çok duymuşuzdur, ama oradaki kabirde yatan kadın hakkında çok az bir bilgi var belleklerimizde. Şah Cihan’ın Şah Cihanname isimli eserinden asıl adı Ercüment olan Mümtaz Mahal hakkında bilgi edinmek mümkün.
Oradaki bir paragrafta “Ercüment hanım prense heryerde eşlik etti.” şeklinde yazılı. Sadece bu cümleden bile Taj Mahal’in neden yapıldığını, Şah Cihan ile Ercüment’in aşkının ne kadar büyük olduğunu tahmin etmek zor değil.
Şah Cihan tahta geçmeden önce O’na kızgın olan babası Cihangir’den kaçarken Ercüment hanım hep O’nunla beraberdi. O gerçekten cesur ve maceracı bir kadındı.O zor zamanlarda ki gerçekten bir kadın için yaşanması zor yıllardı, Ercüment hanım Şahcihan’ın peşinden gitmeyebilirdi. Ve o lüks sarayında çocukları ile beraber yaşayabilirdi. İşte buda Taj Mahal aşkının ayrı bir kanıtı.
Başka bir kaynakta Ercüment Hanım’ın iyi kalpli birisi olduğundan ve hayırsever olduğundan bahsediyor. Nasıl birisiydi? Kimdi? Nasıl bir şekilde bir krala, O’nun için muteşem bir kabir yaptırması ilhamını verebilmişti
Mümtaz Mahal, yani Ercüment 1595’te doğdu. İçindeki şeylerin çok zor değişime uğradığı kocaman bahçeli büyük bir Hint evinde büyüdü. İki katlı bu evin 2. katında “zenana” denen, zamanın Hint genç kızlarının Hareminde, pencereleri pancurlarla kapatılmış sadece kadınlara açık bir odası vardı. Dış hayattan korunmuş bir hayatı olsada belki bu hayatta da onu mutlu eden yönler vardı.
Zamanın alimlerinin kızları O’na artistik resim sanatı, şiir okuma ve yazma, tarih ve Kur’an öğretiyorlardı. Büyük ihtimalle at sürmesini bile öğrendi Ercüment hanım, ki tüfek kullanmasını bile biliyordu.
Av Türk-Moğol Kral’ları için vazgeçilmez bir uğraştı. Ve tabiki yanlarında onlara eşlik eden hanımları ve asiller, soylular hep onlarla beraber fillerinin tepesindeki tenteli tahtlarından onlara eşlik ederlerdi. Bu hayat tarzı gerçekten bugünün zengin yaşam tarzı süren Hintli kadınından bile iyi kondüsyonda bir yaşam tarzı idi.
Hepimiz prens Hürrem yani Şahcihan’ın Ercüment’le nerde karşılaştığını pek iyi bilmeyiz. Zamanın krallığının başkenti Agra’da, Kızıl Kale’de yılda bir açılan Kraliyete ait Mina Bazar’da. Burası saray kadınlarının erkekler önünde peçelerini açabildikleri tek yerdi. Ve şehzadeler buraya gelerek alış verişlerini yaparlar. Belkide kendilerine hayat arkadaşı beğenirlerdi. Bazı kaynaklarda Ercüment ile Şahcihan arasında şu diyalog geçer:

Şah Cihan: Nekadar sattıkların?
Ercüment: Hepsimi?
Şah Cihan: Evet.
Ercüment (gülerek): 10 bin rupi sultanım.
Şah Cihan: Hepsini alıyorum.

Donuk bir diyalog. Her kim bu olayı yazdıysa hiç Şah Cihan’ın ya da Ercüment’in “seni seviyorum” dediğini ve diğerinin ”Bende seni” diye karşılık verdiğinden bahsetmez. Seyyare’lerin çarpışması gibi bir şey olsa gerek heralde. Sersemlemiş prens hayal kurmakta ve “Ercüment, Ercüment” diye mırıldanmaktadır.
Elbette, bu satIRları yazan yazar kendi işinin ne kadar önemli bir olay olduğunu bilmiyordu. Eğer bir an kalkıp 1654’lere gitse, o buluşmadan yıllar sonra Taj Mahal’ı yerinde yükselirken bulacaktı.


Seçilmiş Hanımefendi

“Mümtaz Mahal, asıl adı ile Ercümenthanım, Şahcihan’ın karısı olmaktan daha da öte Türk-Moğol devlet idaresinin bir parçası idi.” der Hint tarihçisi R. Prasannan. Tarihin belgeleri bunda hiçde haksız olmadığını gösteriyor.
Tekrardan bir anlığına daha başa dönersek, Mümtaz Mina Pazar’da kimilerine göre çicek kimilerine göre inci satıyordu. Arkadaşları gibi neşeli bir kızdı. O günde her yılki gibi Mina Bazar’a satış yapmaya gelmişti. Ve iki göz birbirini gördü,böylece bir dünya harikasının temelleri atılmış oldu. En basit olarak zannedersem bu şekilde hikaye edilebilir, Ercüment ve Şah Cihan’ın buluşmaları.
Ercüment’in soyluluğunu belirtmek içinde bir kaç ayrıntıyı belirtmekte fayda var. Bir kere Mina Pazar sıradan bir pazar değildi. Bütün soylu hanımlar hazırladıkları elbise mücevher ve tatlılarını buralarda gene kendileri gibi zengin halka sunarlardı. Ve bu mallar büyük ihtimalle hizmetçilerin hünerli ellerinden çıkıyordu. İkinci olarak Ercüment sıradan bir satıcı kız değildi. Ercüment krallığın vezirlerinden birinin kızı idi.
Zamanın krallarının yaptığı gibi, Hürrem ve Ercüment hemen düğün hazırlıkları yapılıp,rahatlıkla, sorgusuz sualsiz evlenebilirlerdi. Ama 5 yıl nişanlı kalıp 10 Mayıs 1612’de evlendiler. Cihangir içinde, Hürrem gibi bir evlada Ecüment’ten başkası eş, kendinede gelin olmazdı. Ki Ercüment’in babası hem krallığın en soylularından biri hemde Cihangir’in eşi Nurcihan’ın erkek kardeşi idi. Ercüment’in babası Asaf Han Cihangir’in kayın biraderi idi.

Burada bir paragraf daha açıp Ercüment’in Şah Cihan’a olan el değmedik ve ölesiye sadık aşkına vurgu yapmakta fayda var. Ercüment, Şahcihan’ın haramine girdiğinde bir bakire gelindi. Ama Şahcihan evlendiğinde İran Şah’ı Şah İsmail’in kızıyla evli idi. Ercüment’le evlendikten 5 yıl sonrada 3. evliliğini yaptı. Şahcihan’ın yaptığı evliliklerin coğunun politik ve fiziki sebeplerden dolayı yapılmış evlilikler olduğu sylenir. Ama bunlar hakkında güçlü bir kaydımızda yok.
Şah Cihan, babasının vefatından sonra tahta geçmesini bir nevi Mümtaz’ın babasına borçludur. Babası Cihangir, Keşmir’den dönerken vefat ettiği sırada Asaf, tahta bir geçici kral atayıp, sultan Cihangir’in hanımı Nur Cihan’ın tahta geçirmeyi düşündüğü diğer oğlu Şahriyar’a karşı bir ordu gönderdi. Asaf Han, Dekkan Ovası seferinden döndüğünde ise tahtta bulunan geçici kralı indirip bu yeri Şahcihan’a teslim etti.

Şah Cihan ve Mümtaz Mahal 19 yıl evli olarak yaşadılar. Bu 19 yıl içinde Şah Cihan’a 14 çocuk doğurdu. fakat bunlardan ancak 7 tanesi hayatta kalıp büyüdü.
Bundan da öte, Şah Cihan’la Mümtaz Mahal arasında çok özel bir bağ vardı. Mümtaz Şah Cihan’ın en gözde karısı idi. Tarihçi Aminai Kazvini bu bağı “Diğerleri sadece “sultanın hanımı” adından başka birşeye sahib olamamışlardı.” diye betimler. İnayet Han ise “O(Hürrem Sultan), asla Mümtaz’ı ne sarayında ne sarayının dışında yanından ayırmadı” diye yazar. Seferlerinde bile Mümtaz O’nunla beraberdi. Belkide o zor ve çetin savaş şartları hamile bir kadına çok zor geliyordu. Ardı arına gelen çocuk doğumlarıda onun kalbine ayrı bir yük oluyordu. Ercüment’in sonuda yine bir savaş kampında geldi. 14. çocuğunu doğururken ölen Mümtaz, o zamanda eşiyle Burhanpur’da savaş kampında idiler.
Fakat sadece imparator’un çocuğunu taşımak değildi Mümtaz’ın sorumluluğu. Bir çok Mogol-Türk (Babür) Sultanı gibi oda kraliyet sanatının ve politikasının bir parçası idi. Var olduğu zamanda Babürler Krallığını tahtın ardından kontrol edenler hep kadınlardı. Hamida Hatun, Humayuna sürgün döneminde çölde çocuk doğuracak kadar ona sadık bir eş idi. Nur Cihan alkolik (Cihangir) kocası yerine ülaaai yöneten isim idi.
Belkide Babürlerin kurucusu Sultan Babür, sultanlığın başından sonuna kadar kadınların siyaset ve saraydaki entrikalara karışmadığı tek sultandır. Amcası Bayram Han’dan ayrılmasından sonra Yüce sultan Ekber bile annesinin elinde bir kukla olmuştu. Onun için, laf dinlemez kardeşi Adham Han’ı kale duvarlarından attırarak öldürtmüştü. Ve Evrencebe’nin diğer kardeşlerini öldürmesinde en büyük faktörlerin başında kız kardeşi Ruşanare Hatun gelir. Şah Cihan’ın zamanında çıkan taht kavgalarının sebebi belkide gene kadınların ortalığı kızıştırması olmuştur.

Ciddi Şah Cihan, işlerinde Cihangir’den daha dikkatli idi. Babası gibi kılıbık değildi. Mümtazı asla saray işlerine karıştırmadı. Mümtaz sadece onu haremlerinde kullanabildi. Fakat Cihangir bunu asla yapamadı. Mümtaz odalarında olduklarında bir çok kez sultan fermanlarının fikir anası olmuş hatta sultanın mührünü o saklamıştı. Ama bunu asla saray erkanı bilmemişti. Şah Cihan ülkesinin ve evinin hakimi idi.
Nur Cihan’ın aksine Mümtaz Mahal sultanlık konusunda daha hassas idi. Hayır işlerine çok önem verirdi. Çoğu kez büyük miktarlarda bağışlarda bulunur ve türbeler için toprak bağışlar, fakirlerin evleneceği toplu düğünler düzenlerdi. Bazı sultana düşman, sadık olmayan ikiyüzlü saray çalışanlarınıda o kovar ama asla kendisini Şah Cihan’ın önünde karar veren olarak göstermezdi.

İki Sevgilinin Sonu

Menkıbeler anlattığına göre Burhanpur’da yatakta ölen Mümtaz Mahal, ölürken Şah Cihan’dan kendisi için büyük bir kabir inşa ettirmesini ister. Fakat hiçbir kayıt bundan bahsetmez. Sadece, Şah Cihan’dan çocuklarına karşı cok sevgili ve büyüklerine karşı saygılı olmasını isteğine yer verilir. Mümtaz’ın ölümü Şah Cihan’ı derinden yaralamıştır. Bir süre elini eteğini herşeyden çeken Şan Cihan, kısa sürede çok ihtiyarlamıştır. Günlerce birşey yemez, ne görkemlice giyinir, ne müzik dinler, nede sarayın ihtişamı onu hiç eskisi gibi neşelendiremez. Şah Cihan’ın sonraki laf dinlemez inatçı karakterinden anlaşılacağı üzere, Mümtaz onu çok derinden etkilemiştir.
Kayıtlara göre değil, rivayetlere göre Şah Cihan, bu yastan kurtulunca tam bir zevk düşkünü olmuştu. Onlarca cariyeyi haremine almış ve Mina Bazar Onun için devamlı gidip güzel cariyeler baktığı bir yer olmuştu. Dansçı kızlar bile akşam alınıp sabaha hediyelerle geri gönderilmişti. Şah Cihan’ı bu ahlaksız alaca karanlık hayattan kurtaran kişi ise yine bir başka kadın, en sevdiği kızı Cihannare idi. Bütün mühürler şimdi onun elinde idi. Ama diğer kızı Ruşanare bunu çok kıskanıyordu. Hatta bazı dedikodular der ki Cihannare babasına cariye bakarken yardım bile ederdi.
Şah Cihan’ın sonu hakkında, Hindistan tarihi kitaplarında, biri O’nu sevenlerin diğeride malum olduğu üzre sevmeyenleri benimsediği iki tür hikaye vardır.
İlki sultan çok rezil bir halde ölmüştür. Oğlu Evrencebe onu Agra kalesine hapsetmiş ve Şah Cihan burada bir ihtiyar bunak olarak ölmüştür. İçkiye karşı direnci ve mesafesi ile bilinen sultan bu sefer su gibi içmiş müstehcen şarkılar söylemiştir. Birkaç cariyerinin erkekliğiyle alay etmelerine içerleyip durmadan cinsel arzuyu artıran ilaçlar içmiştir denilir. Sonunuda o ilaçlar getirmiştir.
Diğer hikaye ise Şah Cihan dine yönelmiştir. Vaktinin çoğunu Kur’an okuyarak geçirmiş, sonunun yaklaştığını anlayınca oğlu Evrencebe’ye bir mektub yazmış, hizmetçilerine hediyeler verip helallik alarak son sözlerini söylemiştir. Ve şehadet getirerek vefat etmiştir.
Ama her iki hikayede de ortak olan şey, Şah Cihan’ı oğlu Evrencebe’nin kızıl kaleye hapsetmesidir. Dindar bir sultan olan Evrencebe, babasının Taj Mahal’i yaptırmasını büyük bir müsriflik olarak düşünürken, birde üstüne üstlük babasının hemen Taj Mahal’in karşısına, kendisi için Siyah Taj Mahal yaptırmak istemesi bardağı taşıran son damla olmuştur. Zaten babasının taht savaşlarından sonra hayatta kalan tek veliahtıdır. Ama Evrencebe, her ihtimale rağmen babasının kendisine karşı güç toplamasını bile düşünmüş olabilir. Evrencebe ki, diğer üç kardeşinin heribirini taht kavgaları sırasında zayıf noktalarınından yakalayıp öldürmüştür. Böylelikle tahta layık tek kişi olarak kalmıştır.
Şah Cihan, kızıl kalenin pencerelerinden tam 8 yıl Taj Mahal’i izledi. Belkide Kızıl Kale’nin penecelerinde ve duvarlarında hissettiğimiz ve koklayabildiğimiz acı Şah Cihan’dan kalmadır. Son anlarında meşhur mektubunu oğlu Evrencebe’ye yazarkende belki aynı acı içindeydi. Belkide bir hata yaptığını kabul eder gibi “Müslümanlara ve halkıma iyi bak. Onlardan kimse hor görülmesin, öldürülmesin” diyordu.
Ve hayatının son anlarını hep Mümtaz Mahal’ine kavuşma arzusu ile geçirdi. Hangi hikaye doğru olursa olsun O, devrinin en muhteşem sanat eserini yaptırarak dünyaya eşi ve benzeri olmayan bir aşk numunesi bıraktı. Ercüment ve Hürrem’in aşkı bununla ölümsüzleşti.

Bunları Biliyormusunuz:
• Tac Mahal; Tac’ın, yani hükümdarın sarayı demektir. Mümtaz Mahal ise sarayların seçilmişi demektir.
• Şahcihan, Mümtaz yada Ercümend’i ilk defa 15 yaşında onun ipek ve mücevher dükkanında gördü. Ve 5 yıl sonra 1612’de evlendiler.

Ünlü roman yazarı Pearl S. Buck, Tac Mahal'in güzelliğini şöyle dile getirmiştir: "Çok az güzellik, kendisi hakkında söylenenlerden daha güzel olmayı başarmıştır. Bunlardan biri de Tac Mahal'dir." Hindistan'a gidip de Tac Mahal'i ziyaret etmiş birçok kişi bu görüşü paylaşır. Tac Mahal'in gerçekten de bir eşi yoktur. İranlılar'ın, Hindistan'ın Hindu kültürünün, İslam dininin etkilerini taşısa da bir yürek yapıtı olduğu bellidir.
Taj Mahal’in inşasında 20 bin işçi 22 yıl çalıştı. Bu işçileri barındırmak için hemen Taj Mahal’in yanına Taj Ganj diye bir köy yapıldı.


Kaynak:İnternet
 
Üst