Spritüel İnsanın Portresi - Bölüm 2

aris

Kayıtlı Üye
Katılım
3 Tem 2008
Mesajlar
660
Tepkime puanı
142
Bölüm 2

Birinci bölümde kendimce ideal bir portre sunmuştum sizlere, bu bölümde ise olanı sunmak istiyorum yine kendi gözlemlerime dayanarak...

Spiritüel insanın bendeki portresini bir önceki bölümde okudunuz, peki şu anki spiritüel camiadaki vaziyet nedir?

Kısaca şu biçimde anlatabilirim. Hani zamanında dükkanlarda bol bol karşımıza çıkan bir illüstrasyon vardı: “peşin alan, veresiye veren” şeklinde tasvir edilen iki işyeri sahibi. Birisi kasasının önünde gevrek gevrek gülümsüyordu, diğeri “vah vah!” durumlarında dövünüp duruyordu. Her ne kadar durumun muhteviyatı açısından konuyla ilgisi olmayan bir resim gibi dursa da ben özellikle o “vah vah!” haline dikkat çekmek isterim. Çünkü aynayı kendimize döndürdüğümüzde “vah vah!”lık çok halimiz mevcut ve bu aynaya can yakıcı bir dürüstlükle bakmalıyız ki hem olanı görüp kabullenelim, hem de gerekli düzenlemeleri yapalım. Maalesef bugüne kadar aynaya baktığımızı zannedip yerdeki ciladan yansıyan görüntümüze çok takıldık, çünkü kafamızı yerden bir türlü kaldırıp gerçeğimizi göremedik, üstüne üstlük yerden yansıyanı da kendimiz zannettik. Artık kendimizle yüzleşme vakti geldi ve ilk etapta göreceklerimiz hiç de hoşumuza gitmeyebilir.

Biz bu bilgilerle tanışmadan önce kendiyle pek de barışık olmayan, mutsuz, kendine güvenmeyen, sürekli korkan ve kim olduğunu ve ne yapacağını bilmez halde sürüklenen kişilerdik. Sonra karşımıza bu bilgiler çıktı ve önce “tanrılar” olduğumuzu öğrendik, ardından ne kadar güzel varlıklar olduğumuz söylendi ve ne kadar çok sevildiğimiz, daha da ötesinde dünyaya gelmeden önce başka gezegenlerin prensleri prensesleri olduğumuza dair bilgiler geldi, çeşitli varlıklar önümüzde yerlere kapandıklarını söylediler vs... Bu söylenenlere öyle şevkle atladık ve kabullendik ki birden ne olduğumuzu şaşırdık ve resmen allahımız şaştı. Hemen içsel evimizin duvarlarındaki, kirişlerindeki çatlaklara bir güzel sıva çektik tıpkı belediyenin hasarlı raporu verdiği evin sıvanması gibi ve içine geçtik oturduk. Hatta bir sürü insanı da oturmaya davet ettik. Ama esas sorunlarımız orada aslanlar gibi duruyordu ve biz sadece üzerine sıva atmıştık, görüntü güzel olduğu için de durumun farkında değildik ve eninde sonunda o ev, Konya’daki apartman gibi göçecekti ve bir kısmının da göçtü de... İşte ben de kendimce evlerdeki hasarları hatırlatmaya çalışıyorum elimden geldiğince önce kendime, sonra da sizlere...

Sevgili arkadaşlar herşeyden önce en büyük hatayı şurada yapıyoruz. Bizler insanız, ama bunu reddediyoruz ve gidip melekler gibi yaşamaya çalışıyoruz. Spiritüel bilgileri okuyanlar bu bilgilerin cazibesine kapılıp hemen kanatlanmaya ve tepesine hale takmaya çalışıyor. Ee sonuçta da ortaya beş yaşındaki çocukların müsamerelerde giydiği melek kostümlerine benzer bir komik görüntü çıkıyor ki bir de durumu ciddiye alma haline de girildiği için tam eğlence çıkıyor dışarıdan bakanlar için. Ha bir de bunun melekleşecem diye kasılanları var ki onlar tıpkı fıkralardaki gibi matkapla sırtlarını ve tepelerini deldiriyorlar ki kanatlar ve hale yerleşebilsin. Bu kardeşlerimiz de bu uğurda düzülseler bile seslerini çıkartamıyorlar ve evrende bunların istekleri doğrultusunda onları düzdükçe düzüyor taa ki seslerini çıkartmama halinden “yeter!” diyene kadar.

Bizler insan olduğumuz gerçeğini reddettiğimiz sürece duygularımızı da bastıracağız, kendimizi de ifade edemeyeceğiz, eksikliklerimizi de reddedip gelişim şansımızı engelleyeceğiz, gerçek gücümüzü de görmeyeceğiz. Yahu kutsal kitaplarda meleklerin Adem’in önünde secde ettiğini söyler, Adem’in torunları meleklere özenip Ademliklerini reddeder. Yok kardeşim ben herşeyden önce insanım, o kadar!!!

İkincisi maşallah maneviyat açısından aslanlar gibiyiz, hele konu edebiyat parçalamaya geldiğinde milleti kendimize hayran bırakıyoruz da konu az biraz teoriden pratiğe geldiğinde ışık görmüş tavşan gibi çakılıp kalıyoruz. Çünkü dünyayla bağımız hiç de sandığımız gibi iyi değil. Dördüncü çakradan yukarısı hemen herkeste aslanlar gibi çalışırken ilk üç çakra hak getire, sanki onlar yok. Hatta bir kısmımıza “kök şakradan geliyor bu sözlerin” manasında cümleler kurmak hakaret gibi geliyor çünkü ilk üç çakra aslında hakir gelen dünyayı temsil ediyor. (Gidip 2. çakran süper çalışıyor deyince bozulan adam, tepe çakran aslanlar gibi deyince boynunuza sarılıyor) Böyle reddediyoruz işte resmen benliğimizin yarısını ve bu da hayatımıza yansıyor haliyle; sonra da söylediklerimizle yaptıklarımız uyuşmuyor veya bilgileri hayata geçiremiyoruz diye kızıp duruyoruz kendimize ve birbirimize.

Benim kendimce iki dünyayı bir etmek için bulduğum yöntem şu: birincisi söylediğim sözlere uygun yaşamaya çalışmak ve sözlerimin arkasında durmaya çabalamak. (Yüzde yüz yapıyor veya beceriyorum demiyorum, ama yapmaya çabaladıkça başarma yüzdem artıyor zaman içinde), ikincisi dünyaya dair ne varsa okumak, öğrenmek ve yaşamaya çalışmak. Ben sadece ruhsal gelişim kitapları, spiritüel kitaplar falan okumuyorum, onlardan daha fazla mesela tarih, mesela popüler kültür, mesela psikoloji, mesela felsefe, mesela best-seller vs. kitapları okuyorum. Okudukça da şunu görüyorum ki benim spiritüel kitaplarda okuduğum bilgiler falan hiç de yeni değil ve aslında binlerce yıldır tekrarlanan şeyler, aradaki tek fark bilginin sunuluş biçimi ve ben spiritüel kitapların sunuş biçiminin tadını sevdiğim için o bilgiyi bu şekilde alıyorum. Ama aynı bilgiyi bambaşka bir sunuş biçimiyle alanların da olduğunu biliyorum, bu da benim esneklik katsayımı arttırıyor.

Üçüncü sorun gelen bilgilerin akıl süzgecinden geçirilmesi daha basit ifadeyle aklın kullanılması durumunda ortaya çıkıyor ki maşallah deyim yerindeyse şeyim hıyar diyene tuzla koşma konusunda eşsiz bir istikrar var bu camiada. “Ulan bi dakka, bu herif ne diyor, saçmalıyor mu, niyeti ne” falan sorularını soran çok az. Adam medyumum diye ortaya çıkıyor sonra alıyor eline kalemi yazıyor allah yazıyor, benim ezberci eğitim sistemden gelmiş ve yazılı bilgiyi kanun kabul eden insanım da hüpür hüpür götürüyor önüne çıkanı. Hele ki o bilgi kişilere veya gruplara belli bir kimlik veriyorsa seyreyleyin şenliği. Ortalık bir anda indigolarla, shaumbralarla, ışık işçileriyle, Lemuryalılarla... falan doluyor. Ha bu noktada kanal bilgilerine karşı olduğum gibi bir anlaşılma olmasın, bilakis kendilerinden çok da faydalanmışımdır, ama benim için kanalın kimliği değil söyledikleri önemlidir. Kryon’dan çok şey öğrenmişimdir ama bu Kryonik olacağım veya hele 2002 tebliğlerinden sonra Kryon hakkında kafamda soru işaretlerinin artmayacağı anlamına gelmez. (Ayrıca ben kanalın ne dediği anlaşılanını ve ayakları yere basanını severim. Yok öyle ortalama cümleler savurup da, bir sürü sembollerle konuşup, bir de ortamı gazlama muhabbetleri falan)

Hele “heriflerin niyeti ne?” hususu ise çok önemli bir nokta. Karşımıza çıkan bir sürü bilgi ve kişinin olumlu ve olumsuz ayrımlarını yapabilmez için sadece gönlümüz yeterli değil, mutlaka aklımızın kullanımı şart. Maalesef olay genişledikçe dinlerde görülen inanç sömürüleri bu alanda da haliyle yoğunlaştı. Kendilerine mürit yaratıp iktidar hırsını tatmin etmek isteyenlerden tutun da, çeşitli tekniklerin kafa karıştırarak pazarlanması suretiyle etraftaki şaşkın tavukları sersemletip düzmeye kalkanlara kadar bir sürü tip peydahlandı. Bunların daha da tehlikelisi ise gerçekten iyi niyetle hareket eden ama bildikleri yarım yamalak olan tipler ki esas akıl-gönül birliği bunları tanımlamak için şart. Hadi karşınıza çıkanların sahtekar mı, değil mi olduğunu (herkes de sahtekar değil hani, gerçekten doğru düzgün bir sürü de tip var) anlayabilirsiniz, ama size yardım elini uzatan ve gerçekten de yardım etmeye çalışan ama aslında kaş yapayım derken göz çıkartacak kişileri çok zor anlarsınız ve anladığınızda da durumu toplamak adamın iflahını gevretebilir.

Benim özellikle kafamın karıştığı durumlarda kullandığım bir ölçüt vardır ki özellikle mesela en yakın gördüğüm arkadaşımın farkında olmadan bana neler edebileceğini erkenden anlamamı sağlamış ve uyarı olmuştur. Bu her türlü durum ve bilgi için de geçerldir: “ÖZden gelen gerçek bilgi insanı sınırlandırmaz, önüne şartlar koymaz, bağımlılıklar yaratmaya çabalamaz ve özgürleştirir”. Bunun tam tersini yapmaya çalışanlar ise zaten ÖZ’ün bilgisi değildir benim için ve “kalsın ben almayayım” derim. Bir de özellikle her türlü master, rehber vs. için bir ölçütüm şudur:

“Gerçek master, masterlar yaratır. Kişileri kendine bağımlı kılmaya çabalamaz”.


 
Üst