Simulasyon Argümanı (Dünden Bu Güne)

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
1) Hayalleri Yıkan Panda


architect.jpeg

Merhabalar Site Ahalisi... Önce Koltuğuma şööyle kurulayım...

Çılgın bir bilimkurgucu olarak ben Neden Bir simulasyonda yaşadığımızı anlatmaya çalışacağım. Bu Hipotezin bugüne gelmesi benim yaklaşık 12 senemi aldı. Fakat bu bilgileri asla bir araya toplayıp yazıya dökmedim... senaryoda eksikler olursa Bunu birlikte tamamlayalım.


"Gerçek dediğimiz her şey, gerçek diyemeyeceğimiz şeylerden oluşur."
-Niels Bohr

"Yalan Dünya, herşey bomboş, hancı sarhoş, yolcu sarhoş."
-Behiye Aksoy

"O sen olsan Bari..."
-Aleyna Tilki

"Alp Er Tunga hakikaten de öldü mü, yoksa o avatarı mıydı? "
-berksurucu


Herneyse... Dünya'nın yalan olup olmaması, uygarlıktan ve hatta Aleyna Tilki'den önceye dayanan bir muhabbet. İlk yalan dünyalar, muhtemelen en eski meslek olan öykücülükle kuruluyorlar. Sembolik ve Mitolojik öyküler bizi çıkış noktamızda ışık tutabilirler...

En eski yazılı öykü olan Gılgamış Destanı daha ilginç, her şey var: Gılgamış'ın maceraları bize fazla fantastik gelebilir ama 4000 sene sonra dahi gerçekliğimizin bir parçasını oluşturuyorlar: Nuh Tufanı'nı okuyun, en ufak ayrıntılar dahi birbirinin aynısı. Utnapiştim'in ölümsüz olmasına gülüyoruz ama 900 yaşındaki versiyonu olan Nuh'u ciddiye alıyoruz. İştar'ın veya Dionysus'un yeniden dirilişlerini masal olarak okuyup, İsa'nın çarmıha gerildikten üç gün sonra ayaklandığına inanan milyarlar var. Öykü ile gerçek arasındaki ayrımımız epey komik ve düşündürücü... Ciddiye alacağımız öyküleri seçerken sistematik davranmıyoruz.

Siyasetten reklamcılığa, ahlaktan tarihe kadar her alanda içselleştirdiğimiz bu hikayeleri çoğu zaman farketmiyoruz. Ama bazen simülasyon takılıyor ve aynı olayı iki farklı açıdan, iki farklı hikaye olarak görebiliyoruz. Bir deja vu gibi.....

Mesela bizim ulusal mitlerimizden olan Çanakkale Zaferi, bir Avustralyalı'nın açısından bozgun değil, İngiliz İmparatorluğu'ndan kopuşla ilgili bambaşka bir hikayenin parçası. Alternatif bakış açılarını öğrenmek, kendi gerçekliğimizin de hikayelerle kurulu olduğunu anlamanın en kestirme yolu...

salvador-dali-crucifixion-corpus-hypercubus-1954.jpg

Corpus Hypercubus. Dali, İsa'yı bir tahta parçasına asmak yerine, dört boyutlu bir hiperkübe, yani bir "tesseract"e geriyor. Dört boyutu nasıl resmetmiş? Tesseract'i bir haç şeklinde açarak tabii (üç boyutlu bir kübü, birbirine bağlı altı tane kare şeklinde açtığınızı düşünün).


iyi çorba Yaptım gibi ama... Devam edeceğiz... Flood Şeklinde gideceğim...
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
2) Antik Felsefe de YALAN DÜNYA

Bu konu için en uygun isim Platon. Hem o meşhur idealar kuramı yüzünden, hem de derdini hikayeler ve diyaloglar yoluyla anlatabilmesi yüzünden.

"İdealar kuramı her ne kadar da en genel anlamda zihinde oluşan ve belirli anlayış formlarına dönüşen, bugün 'duyumsanamaz' görüşünü koruyan algılamalar dizisi olsa da idealar daha çok basitçe, yaşantımızın, bellekteki akışının kendimiz tarafından ve tarafımızdan olmayan bir dizi denetim mekanizmalarının oluşturduğu bir çeşit sayısal kolajlar dizisidir; bir başka deyişle;

"zihin," belleğe kaydolan verileri saklar ve biz bellek bölümünün gücüne ve seçiciliğine bağlı kalarak istencimiz veya beklentilerimiz ekseninde kimi veriler - yeni benzer veya olmayan bilgiler - oluştururuz. Zihinde doğan bu yeni bilgi bütünü, sonrasında dış dünya (nesneler dünyası) ile tutarlılıklarını ilişkilendirir. Ortaya çıkan bu düşünsel bütün, fiziksel ortam ile - zaman, onun içindeki gerçeklik, görelilik ve en önemlisi belleği ikna ediciliği ki bu, aynı zamanda fiziksel olana aykırı gelmemesi anlamı taşır - kendisini söz konusu gerçeklikte benimseten yeni bakış açısına verilen kuramın 'soyut' sistemlenen bilgiler dizisidir."


:::::Vikipedia:::::

Bu sebeple, Platon'a göre bu idealar gerçekten varlar ve nesnelerden önce geliyorlar. Bir şekilde bu saf gerçekliğe ulaşıyor olmalıyız....

Platon'un felsefe çizgisine sonradan akılcılık denmesinin, Aristo'nunkine de deneycilik denmesinin sebebi bu ayrımda yatıyor: Eğer idealar objelerden önce varolabiliyorlarsa, onların dünyasına ancak akılla ve felsefe eğitimiyle ulaşabiliriz, gözlemle ve deneyle değil. Çünkü gözleyerek ancak kusurlu nesnelere erişebiliyoruz...

Şimdi az çok felsefe ile içli dışı olanlara söylüyorum....


İdealar kuramını da idealizm ile karıştırmayın heee Boş yere "Platon idealist midir, realist mi" tartışmalarına girmeyin, çünkü bu tanımlar çok değişken. Mesela Kant da bir idealistti, "bilincin dışında hiç bir nesnel gerçeklik yoktur" diyenler de. Platon'un o taraklarda bezi yok. Oturduğumuz sandalyelerin veya kusursuz güzellik ideasının, biz olmasak da varolacaklarına inanıyor.


trumanharbor.jpg

The Truman Show’a benziyor Platon’un dünyası.. Aşk meşk nefret ... nutella, coca cola zero filan gerçek halinin ucuz bir taklidi sadece... Yani bizim yediğimiz nutella gerçek değil... Replika gibi bişey... Fakat film seti (simülasyonun kendisi) yalan değil. Truman orayı terkettikten ve şov bittikten sonra da varolmaya devam edecek o film seti. İdealizmde ise, film setinin varlığı, onu algılayan bir bilince bağlıdır.


Mağara Alegorisi
İşin Simülasyon Teorisi'ne iyice yaklaştığı kısım, bu analojilerin hemen ardından gelen meşhur mağara benzetmesi:

Hepimiz bir mağaradayız. Çoğunluk sadece duvarlara baktığından, o duvarlara düşen iki boyutlu gölgeleri gerçeklik sanar. Ancak aklına kullananlar, bunların birer yansıma olduklarını anlarlar. Filozofsa mağaranın dışını, içindekilere anlatmaya çalışan ve dalga geçilen trajik bir figürdür...

Mağara alegorisini okuyan biri, Platon'u, yanlışlıkla Yunanistan'da doğmuş bir Buddha olarak görebilir. Buddha'nın bir ağaç altına oturup Nirvana'ya ulaşmasını, Platon'un mecazi mağarasında otururken, duvardaki gölgelerden kafasını çevirip dışarıyı görmesine benzetebiliriz... Tam Nirvana'ya ulaşacakken "geri çekilip", kalan insanlara yardımcı olmaya çalışan Bodhisattvalar da, mağaradan çıkıp gitmek yerine dışarısını millete anlatan filozoflar gibiler.

mesela ben Buda gibi konuşamadığım için arkadaşlarım bana "hadi lan simulasyonmuş" diyolar... iki ihtimal var...

Ya ben mağaranın dışındaki ışığı görmeye başladım... Ya da şu karantina günlerinde sağlam kafayı yedim...

battı fishing yan going... hadi bakalım inceldiği yerden kopsun....

nerde kalmıştık... Evet Antik Felsefeler...

Dünya’nın göründüğü gibi olmadığı fikri, Hint felsefelerinin temelindeki Maya kavramıyla da anlatılıyor. (“Felsefeler” diyorum, çünkü Budizmi ve özellikle de Hinduizmi, yekpare birer din gibi düşünmemek lazım, merkezi otoriteleri ve ortak kutsal kitapları yok bunların... Meditasyon yapıyorum dediğimde "tövbeeee" diyenler oluyor çinki..

Maya, Dünya’nın bir illüzyon olduğunu söyler fakat bunu bilgisayar simülasyonu gibi düşünmek yerine, bir kamuflaj olarak düşünmek daha doğru: Dünya gerçektir ama asıl halini bizden gizler. İnsan isteklere, güdülere, korkulara esir kaldıkça, bu sır perdesini kaldıramaz.

şimdi OSHO kitaplarından birinde şöyle bir hikaye var...

Keşişin biri hava kararmadan evine dönmeye çalışmaktadır. Ormanın içinde uzayıp giden patika koştururken, gözüne uzun, ince bir şey ilişir ama tam seçemez. Biraz yaklaşınca irkilir: Dev bir yılan! Ne yazık ki eve giden tek yol budur ve hava iyice kararmakta olduğundan keşişin beklemeye zamanı yoktur. Paniklemeye başlar. Soluklanınca kendine derme çatma bir meşale hazırlar ve korkuyla yılana doğru yaklaşır. Meşalenin ışığında, "yılan" bir halata dönüşmüştür. Keşiş imana gelip "hay Allah canını almasın" der, rahatlar, ve kendi kendine yarattığı bu yanılsamaya gülerek yoluna koyulur. ..

Fekaakat yılan hikayesinin daha da derin bir manası var: Sadece korkularımız değil, ipi görünce duyduğumuz sevinç de bizi köreltiyor. Çünkü onun da altında, halatın benden ayrı bir şey olduğu ön kabulü var.

İllüzyonların en büyüğü işte bu benlik duygusu. Yılandan, halatta, ormandan ayrı, "ben" diye bir şey yok. Bu “birlik” fikri bir sürü mistik inanışta ve New Age hareketlerinde mevcut... ellerini gökyüzüne açıp "yaşaaaaam laaa bir bütüüüünümmm" diyen yaşam koçu teyzeleri bilirsiniz.. heh onun gibi bişey...

8.yy'da Hinduizmi epey toparlayan Sankara'ya göre, Hinduizm ile Budizm farkı da burada gizli: Budist Nirvana'sı benliğin olmadığının farkedilmesi iken, Hindu Moksha'sı benliğin kalan her şeyle bağlantılı olduğunun farkedilmesidir. Yani gördüğümüz şeylerin ardındaki yaratıcı ruh, evrenin asıl özüdür ve her yerdedir.

Sankara'ya atfedilen bir paradoksta bu fikir özetlenmiş:

Evren gerçek değildir.
Brahman gerçektir.
Evren Brahmandır.


Öyle garip bir simülasyon ki bu, sistemden akıl yoluyla çıkabilme şansımız yok. ondan çıkıp gitmek yerine, sadece bakış açınızı değiştiriyorsunuz ve "aslında her şey olduğunuz" ortaya çıkıyor. Yani simülasyonun altyapısı da sizsiniz ama kendi yarattığınız illüzyonlarda kaybolmuş ve bir sürü parçaya bölümüşsünüz. Şimdi tekrar bir araya geliyorsunuz.

Kahve molası....
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
3) ALICE harikalar diyarında....

Alice harikalar diyarında gezerken, iki garip kardeşle karşılaşır: Tweedledee ve Tweedleum. Muhabbetin ortasında derin bir kükreme sesi duyulur. Alice korkar ama kardeşler bunun bir kükreme olmadığını söyleyip, Alice'i sesin kaynağına götürürler. Bir ağacın dibinde, başında kırmızı takkesiyle uykuya dalmış biri vardır. Duydukları ses, "Kırmızı Kral" dedikleri bu adamın horlamasıdır.


Tweedledee: "Sence rüyasında ne görüyor?"

Alice: "Bilmem, bunu kimse tahmin edemez ki."

Tweedledee: "Seni görüyor tabii ki. Peki rüyası biterse sana ne olur?"

Alice: "Bir şey olmaz, olduğum yerde kalırım"

Tweedledee: "Hayır, hiçbir yerde olmazsın. Sen onun rüyasısın. Eğer Kral uyanırsa, tıpkı bir mum ışığı gibi söner gidersin"

Alice: "Ben gerçeğim, rüya olamam!"

Tweedledee: "Ağlayarak kendini daha gerçek kılamazsın, o gözyaşlarının da gerçek olduğunu mu sanıyorsun?"

........................................................................................................................
Berkeley'in bu subjektif idealizminin izlerini, 19. yüzyılda yazılan bu hikayede görebiliyoruz...

Peki biz nasıl varız? Neden yalnız başımıza uyurken yokolmuyoruz mesela? Yahut, kimsenin bakmadığı şeyler nasıl ertesi gün aynı yerde, aynı şekilde varolabiliyorlar?

Bu tutarlılık, Berkeley'nin Tanrı'yı kanıtlama biçimidir. Evet, bu filozofların hepsinde bir Tanrı'yı kanıtlama ihtiyacı var, ne de olsa 1800'lerdeyiz hala, ama Hrıstiyan tanrısından uzaklaşıyorlar yavaş yavaş. Berkeley'in tanrısı, her şeyi algılayan ve onları ayakta tutan bir bilinçtir. Ak sakallı bir dede değil de, dürbünlü bir voyeur gibi.

800 sene önce aynı noktaya varan Ömer Hayyam ile bağlantıyı iyi yakalamış:

Ben olmayınca bu güller, bu selviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.



Kırmızı Kral'ın rüyasını gözlemle değiştirirsek, Berkeley'in felsefesine varıyoruz. Kral'ın aksine rüyadan uyanırsak değil, rüyaya dalar ve gözlem yapmayı kesersek Alice'leri yokediyoruz.

Bu gözlem hadisesi, Kuantum Mekaniği'ndeki o dalga fonksiyonunun çökmesi hadisesi ile de paralel: Evrende fiziksel cisimler yok, olasılık fonskiyonları var sadece. Etrafımla etkileşime girdiğim zaman o olasılıklardan bir tanesi gerçekleşiyor. Yani o ana kadar birbiri üstüne binmiş tüm olası gerçeklikler bir tanesi üstünde birleşiyorlar ve "madde" dediğimiz şey meydana geliyor. (İngilizce'deki collapse kelimesini "çöküş" olarak çeviriyoruz ama bu yokoluş manasında değil, birbiri üstüne çöküp birleşme manasında).

Bir başka deyişle, kuantum mekaniği Berkeley'i görüyor ve arttırıyor: Gerçeklik biz ölçene kadar yoktur.

Kuantum Mekaniği hem herkesin gerçekliğinin farklı olması fikrini destekliyor, hem de daha klasik bir simülasyon ortamıyla uyumlu. Zira eğer bir evren simüle edeceksek, her atomun her hareketini sürekli olarak hesaplamak yerine, sadece gereken parçacıkları gereken zamanda hesaplamak daha makul. Yani sadece ben kafamı çevirdiğimde orası "yaratılıyor".

Aşağıda fizik meraklıları için bir olasılık dalgası simülasyonu var.


( kuramsal fizik içermediği için anlamayanlar atlayabilirler)

biraz toparladıktan sonra Baudrillard'ın Simülakrası ve Matrix e giriş yapacağım...
 

marble

Kayıtlı Üye
Katılım
21 May 2018
Mesajlar
222
Tepkime puanı
265
yarı bilge, evren'in yeterince gerçek olmadığını fark ederek, onun yasalarını yenebileceğini hayal eder. böyle kişiler kendini beğenmiş, kibirli aptallardır. duvarlara çarpar ve kendi aptal akıl yürütmeleri yüzünden kafalarını kırarlar.

gerçekten bilge olan kişi ise evrenin doğasını bilir ve onun yasalarına karşı yasa'yı, alçağa karşı yükseği kullanır. simya sanatıyla istenmeyeni değerli olana ve kendi zaferine dönüştürür.

üstatlık, normal dışı düşler, görüler, fantastik hayaller ve yaşam değil, yüksek güçleri aşağı güçlere karşı kullanma, yüksek planda titreşerek aşağı planların acısından kaçmaktır. üstad'ın silahı küstah inkâr değil, dönüşümdür."

bu ikilem, Tanrı yaratmaya başladığında tezahür eden kutupluluk prensibinin sonucu olan evren ikilemi’dir. bu söze kulak verin; çünkü yarı-bilge ile bilgeliği anlatıyor. sonsuz bütün için evren, evrenin yasaları, güçleri, hayatı, fenomenleri meditasyon ya da düş halinde tanık olanın şeyler gibiyken, sonlu olan her şey için evren gerçek olarak kabul edilmeli, düşünce ve eylem buna dayanmalıdır; fakat her zaman yüksek hakikat akılda tutulmalıdır. her biri kendi planı ve yasalarına göre değerlendirilmelidir.

eğer bütün, evrenin hakikaten gerçek olduğunu tasavvur etseydi, evren sabitleşir ve ilerleme imkânsızlaşırdı. ve eğer insan yarıbilgelik yüzünden evreni sadece (kendi düşlerine benzeyen) bir düş olarak görür ve buna göre hareket edip yaşarsa, tıpkı bir uyurgezer gibi tökezler, bir dairenin içinde dolanır durur, hiçbir ilerleme kat edemez ve inkâr ettiği doğa yasalarının vücudunda bıraktığı morluk ve kesiklerle uyanmak zorunda kalırdı.
bakışlarınız yıldızlarda olsun, ama nereye bastığınıza dikkat edin ki yukarı bakarken çukura düşmeyesiniz. ilahi ikilem’i unutmayın; evren hem vardır, hem yoktur.

hakikatin her zaman iki kutbu olduğunu, mutlak ve göreli’yi unutmayın. yarım doğrulara karşı uyanık olun.
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
4) Ne Matriki Lan !!! Bunlar benim tansiyon haplarım

BriefTenderIntermediateegret-poster.jpg


Her ne kadar Floodumun içine etseniz de ( baş melek sana diyorum) ben bir heves yazmaya devam ediyorum... inşallah sonunu bağlarım... Olur da bana inanmassanız da sizi lanetlerim... sonra son sözlerimi yazıp forumdan gitmem. Çünkü Ben sağlam bir psikozum..


Simulacra and Simulation, 1981 yılında Baudrillard'ın yazdığı ve gerçeklik ile semboller arasındaki ilişkileri incelediği önemli bir eser. Aktörler için zorunlu okumadır diye biliyorum yurtdışında...


Simülakra Nedir
Simülakra (çoğul) ve simülakrum (tekil) ile kastedilen şey, herhangi bir orijinalin kopyasıdır. Mesela bir tiyatro oyunu, günlük hayatın simülakrasıdır. Bir müzik albümü, stüdyodaki canlı performansın kopyasıdır.

Platon vs Baudrillard
Baudrillard ise iki değil, dört seviyeli bir simülakra hayal eder:

  1. Elinden geldiğince orijinalin özüne sadık olan.
  2. Onu bilerek bozan.
  3. Hala gerçek/orijinal varmış gibi davranan.
  4. Gerçekle alakası kalmamış, onu unutturmuş, onun yerini almış simülakra.
Örneğin bir müzik albümü, stüdyo performansına sadık bir kopya olabilir (1. seviye). Bunun üzerine epey dijital efekt getirilir, yani isteyerek bozulur ve auto-tune'dan ibaret bir garabete çevrilir (2. seviye). Hatta efekt teknolojisi yeterince iyiyse, hiç yoktan bir albüm yaratılır ve sanki birileri stüdyoya girip onu kaydetmişler gibi davranılır (3. seviye).

Simülakra, bir kopya olmanın ötesine geçip, gerçekle alakasını tamamen unutturunca hipergerçek oluşuyor.

bu konular çok sıktı biliyorum... bu konuda daha da derine inmiyorum.

Yarın islami bakışa ve Ayetlere giriş yapacağım.... Şimdilik bu kadar
 
Son düzenleme:

Makyavel

Kayıtlı Üye
Katılım
6 Ocak 2010
Mesajlar
189
Tepkime puanı
209
Konum
Bulgaristan
Anladığımı aktarayım ; Yaşadığımız dünya gerçek mi ? Bir simülasyonun içindemiyiz. Matrix felsefesi gibi. Ya da Jim Carrey - Truman show da ki gibi her şey sahtemi aslında. Sanırım bu tartışılıyor. Mistism hakkın da bilgim yok ne yazık ki.
 

Talahu

Kayıtlı Üye
Katılım
30 Tem 2018
Mesajlar
134
Tepkime puanı
170
Hafif doğru. Anlatılması gereken ÇOK şey var ve belki faydası olabilecek bir şeyleri en özet haliyle yazıyorum :).

Tüm evrenler, boyutlar ve kainat cennette Hz. Adem'in yediği yasak elmanın içindedir. Yasak elmanın ölüm veya sıfır ''ışık'' tüneli aracılığıyla bu alemi deneyimliyoruz. Bu aleme ilim öğrenmeye maruz bırakıldığımız ve ''yaratılış'' terimi sadece bu alemde bulunduğundan dolayı bu aleme yaratılış alemi veya ilim alemi denir. Yani cennet alemi yaratılış aleminin ve yaratılış kavramının ötesindedir ve hala ''varlık'' terimini içerir. Bu anda, yaratılış alemini bazı fiziksel, astral, spiritüel ve benzeri bedenleri kullanarak, çeşitli bilinç bağlantılarının yardımı ile projekte ediyoruz ve bizler asıl olarak bu bedenlerin içinde değil, yaratılış aleminin ötesinde bulunuyoruz. Bizler ruhlarız ve ruhlar aleminden geliyoruz. Ruhlar alemindeyken Allah bize sorduğu zaman, insan deneyimini yaşamayı maalesef özgür irademizle biz seçtik. Ruhlar gerçek özgür iradeye sahipken bu alemde seçimler bulunur. Uzun hikayenin kısası olarak ilk insan modeli Hz. Adem'in aracılığıyla bu an bir üreme simülasyonunda bulunuyoruz. Dünyevi hayat ibadet ve nimetlenme olarak ikiye ayrılır. Maalesef ( :D ) imtihanların içindeyiz ve burada affedilmek için bulunuyoruz.

Temel olarak unconscious, subconscious, preconscious, superconscious ve exoconscious gibi bilinçleri, küresel bilinç projeleri, kaynağı beşinci boyut olan aşk tuzağı (çoğunlukla kişiler aşk ile alakalı yaşam sahneleri ve gelişimlere istemeden maruz kalarak zehirlenirler) ve istenirse ki gereği olmayan gerçek aşkı deneyimlemek, altıncı boyuta ait ve insanlara gereksiz mesajlar gönderen yüksek boyutlu makine veya yapay zekaya dayalı açlık oyunları ve yaşam dramalarından kurtulmak, neredeyse* tüm ikilem çatışmalarının ötesine geçmek, vesveseleri gerçeklerden ayırt edebilmek (bir dirhem vesvese ile gaza gelmemek veya vesveseleri ilahi bir kanallık zannetmemek gibi), gerçek ruhsallık ve bir altı olan spiritüalizmin farkını bilerek iyi şekilde kullanmak ve Allah'tan hidayet isteyerek doğru yolda ilerlemeye çalışmak gibi içerikleri araştırabilirsin. Gerçeği ve doğruları maalesef ancak sen deneyimlediğin zaman bu gerçekleri benimseyeceğinden dolayı bu yazılanları şimdilik öteleyip ardından yaşayarak öğrenmen gerekebilir.
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
5) Senden ayrı bir dış dünya yok




1585411190827.jpeg


"Maddecilik, özdekçilik veya materyalizm, her şeyin maddeden oluştuğunu ve bilinç de dahil olmak üzere bütün görüngülerin maddi etkileşimler sonucu oluştuğunu öne süren, a priori olan hiçbir metafiziksel kavramı kabul etmeyen felsefe kuramıdır. Bir diğer deyişle madde, var olan tek tözdür. "

inancı bilimin sıkı sıkıya tutunduğu bir anlayış iken, 20 yüzyıl da Atom altı ile ilgili deneyler yapan fizikçiler, hem olasılık dalgalarına, hemde Süperpozisyon bilgisine ulaştılar. bu ölçme problemi demekti... Felsefe Arka kapıdan bilim dünyasına girmeye başlamıştı...

Newton Fiziği ile aya modül indirebiliyorken, atom altı ölçümlerde evrenin aslında boş olduğu, dolanıklık prensibi sebebiyle tüm atomların bir şekilde bir birine bağlı olduğu ile ilgili ölçümler yapıldığını da gördük. Dış gerçeklik dediğimiz madde dünyanın artık en küçük katı yapı taşı olmadığını biliyoruz. 10 üzeri -34 saniye de (plank sabiti) zamanda titreşen ( ki buna en küçük an diyoruz) framelerden ibaret...

Nasıl ki bir filmi izlerken saniyede ortalama 25 kare görüyorsak... gerçek hayatta da saniyede 10 üzeri 34 frame görüyorüz... Yani Bu frameler arasında atlıyoruz... Hologram Her plank sabitinde yeniden yaratılıyor...


yeniden yaratılan Frameler "benim gözlemlerime uyumluluk" gösterme eğiliminde oluyor... Yani ben bir sabah uyandığımda yatağımın kenarında bir uçurum görmüyorsam, ya da 3 yıl önce kaybettiğim babamı kahvaltı masasında görmüyorsam yaratılan hologramın bir tutarlılık içinde olduğunu gösteriyor...

Bu kuantum Düşünce akımları tam burada ortaya çıktı.. Benim inançlarım gözlemlerimi etkiliyorsa, gözlemlemeye başladığım gerçekliği ne derece etkileyebilirim... ruh eşimi ve parayı çekebileceğime dair inandırıcı kitaplar var... Hatta sınır hayal gücümüzmüş... Yani bu kadar mı ?

Yeterinde inanırsam Kaybettiğim babamı bir sabah hiç ölmemiş gibi neden bulamıyorum ?

Ya da süper bir meditasyon yapıp, Mars'ın olması gereken yörüngesinde değilde "birazcık daha şurda olsun" diyerek gezegeni yerinden oynatamıyorum ?

istekse istek, hayalse hayal, dua ise dua...

atom altına göre, herşey mümkün iken üst gerçeklikte "entropi"nin esiri olmuş bir şekilde geçmişi ardımızda bırakıp hem yaşlanıyor hemde ölüme yaklaşıyoruz. tüm bunlar olup biterken Nefs ile bir BEN icat edip "özgür irade" zannıyla hareket ediyoruz.

ölçme problemine çok fazla dalmayacağım... Yukarıdaki fiziksel süreçler bizim Duyu organlarımızla, ve örüntüyü tanıma yeteneğimiz sayesinde bilgiyi işleyip vardığımız sonuçlar. Evrenin her köşesinde aynı kuralların işlediği muazzam bir gerçeklik.

Öyle bir gerçeklik ki; zuhurunun şiddetinden "asıl gerçeklerin" gizlendiği muazzam bir gerçeklik. kafamızı gökyüzüne kaldırdığımızda trilyonlarca gök cisminin gizemini iliklerimize kadar hissettiren, aynı zamanda annemizden yediğimiz terliğin acısını da çok gerçekçi yaşatan görsel şölen...

ve şimdi birebir hissettiğiniz gerçekliği bir kenara bırakalım... Çünkü duyu organlamızın yalancısıyız...

Şimdi kendi odamda sizlere oturmuş, 32" dev ekran samsung monitörümden, logitech marka Klavyemden sizlere bunları yazarken, Tchibo'dan aldığım filtre kahvemi yudumlamaktayım... arka planda açık olan haber kanalından salgın ile ilgili haberler hafif bir sesle gelirken, mutfaktaki filtre kahve makinanısının etrafa yaydığı kahve kokusunu hissedebiliyorum... hissedebildiğim beş... hissedemediğim bir çok duyu organım bana çok gerçekçi bir deneyim sağlıyor...

(6. his olarak yakında banlanacağımı hissediyor olabilirim :ROFLMAO: )

her neyse... inandırıcı olan şu ki

ben bir odadayım. benim dışımda bir bilgisayar var... klavyeme dokunuyorum... şıkırtıları tüm odamı sarıyor... Kafa diye bir şey biliyorum... görüntüyü kafamdaki göz diye adlndırdığım yerden alıyorum. diğer tüm duyu organlarım nerdeyse iletileri oradan alıyorum...

ve Artık biliyoruz ki, GÖZ görmez... Elektiriksel (olduğunu algıladığımız) verileri amigdalaya gönderir. bunun gibi tüm duyu organları amigdala da birleşir... bir olay deneyimleriz.

Biz Amigdala (diye algıladığımız) bölgeden gelen algı ile muhattabız... dışarıda gerçekte ne var bilmiyoruz... Bu bilgisayar benim karşımda... benim dışımda gibi... ama ben amigdalaki vizyon ile muhattap olduğumdan, aslında "kendi içimdeki bilgisayarı, kahveyi, forumu" deneyimliyorum...

Buraya kadar anlayabildik... (diye düşünüyorum)

Tabi "herşey beyinde" anlayışına gelmiş gibi oluyoruz. Bununda ötesine geçmemiz lazım... Çünkü "dışarda ne olduğunu bilmesek de beyin diye birşey var o yorumluyor " demiş gibi oluruz. beyin gerçek olunca tümevarımla dışarıdaki nesnelerde gerçektir... Çünkü beyin gerçek ise... maddedir... öyleyse madde gerçektir.


İşte bu andan itibaren sırların kapısı açılmaya başlar.

BEYİN dediğimiz yapı da SANAL sürecin bir parçasıdır.

Nasıl ki dışarıdaki olaylar, duyu organlarımızın ve bilgiyi işleme yapımızın bir parçası olarak bilgileşiyorsa, beyin de ulaştığımız normal sonuçlardan biri... Yani bir canlının kafatasını açıp "aha beyni, herşey buradan yönetiliyor" diyebiliyoruz.

BEYİN yapısı, BEYNİN dış dünyayı algılama şekli, BİYOLOJİK yapısı da sanal sürecin bir parçası olduğundan Aslında BEYİN ya da AMİGDALA denen şeyde hologramın bir parçası...

Sistemin dışına çıkamadığımızdan NEYİN içinden bu deneyimi gerçekleştirmiş olduğumuzu bilemiyoruz...
matrix deki gibi kapsüllerin içindeki bedenler gibi ya da kavanozların içindeki beyinler gibi, ya da black mirrordaki gibi sanal bilgisayarlar içinde olduğumuzu iddaa etmiyorum....

Bilmiyoruz... Algılayamıyoruz... kimse de bilip algılayamadı... belli bir sınıra kadar...

Peki ne yaptılar... Sembolik Öykücülükle anlatmaya çalıştılar...

Tüm aydınlanmış kişiler bu sınıra vardılar...

buna kendi bakış açılarında isimler verdiler...

Kendini Gerçekleştirme...
Aydınlanma...
Nirvana....
Mockha...
İnsan-ı Kamil...
vb

devam edeceğim...
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
s-09a41c6782093832fdf869835a662ed8a5e51159.jpg



6) YASAK ELMA

Simulasyon argümanlarına kısa bir arar verirken... Şu yaratılış hikayesine bir bakalım... Çünkü dinler bizi içine çekmeye başladı nihayet...

Hey akledenler....!! Gerçekten Allah'ın Şeytanla bir tatsızlık yaşayıp restleştiğini, sonra Adem'le papaz olduğuna ve cennetten kovduğuna ontolojik olarak inanmıyorsunuz değil mi ? Küfre düşme korkusundan sorgulamadan iman ettiğiniz bu senaryo Netflix de bile tutmaz artık...

Şimdi sizlere daha önce bu forumda yazdığım bir yazıyı alıntılıyorum


Yasak Elma... çok güzel bir konudur.... hadi biraz daha düşünce deneyi yapalım...

Yasak Elma... Yaratılış tarihi; sanatla betimlenirken; Adem ve Havva genelde bir elma ağacının önündedir. dalda da bir yılan vardır. Mutlaka; o kadar çok görmüşsünüzdür Ki ben böyle söyleyince anımsadınız...

Aslında semavi dinlerin Yaratılış Hikayesinde "YASAK ELMA" olarak geçmez. şimdi kaynaklara bakalım... Öncelikle İncil'e... Yeni Ahitte bunu bulamayız. Çünkü Yeni Ahit "İSA" yı anlatır. Dolayısıyla TEVRAT'ın İNCİL'in ve ZEBUR'ın kaynak kitabı "KİTAB-I MUKADDES" Yani eski ahite bakıyoruz....

Yaratılış Kısmının 2. Konusu olan Adem ile Havva başlığındaki mezmurlara bakalım.

8 RAB Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Adem’i oraya koydu.
9 Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı.

15 RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu.
16 Ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu,
17 “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”

21 RAB Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı.
22 Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.
23 Adem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, Etimden alınmış ettir” dedi, “Ona ‘Kadın’ denilecek, Çünkü o adamdan alındı.”
24 Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.
25 Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.


......

Evet İşte Gördüğümüz gibi, İlk yaratılış Hikayesinde Yasak Meyve... Bilgi meyvesi; Hatta "iyiyi ve kötüyü bilme meyvesi" olarak tasvir edilmiştir.

Şimdi Kur'an Ayetlerine bakalım...

"Şeytan, oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı..." (Bakara, 2/36),

"Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: Rabbinizin sizi bu ağaçtan alıkoyması melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir." (A'raf, 7/20)

“Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yediler..." (Taha, 20/121)

Bu yaratılış Hikayesi; Monoteist dinlerden alındığı için; uzakdoğu felsefelerinde ve Ezoterik jargonda kaynak bulamıyoruz. Hatta Yasak meyveyi ilk olarak Adem'in mi Havva'nın mı yediği bilinmemektedir. Kitabı'ı Mukaddes'te ikisinde yediğinden bahseder ama ilk kim yedi bilmiyoruz. Bu konuda hiç bir kutsal metin, bilgi, hadis vs yoktur...

........

1) Bu hikaye İnsan'ın Tekamül başlangıcını, gelişimini ve bitişini anlatan sembolik bir hikayedir... Bunu nasıl anlıyoruz... Şimdi yavaş yavaş ilerleyelim.

2) Bilgi Meyvesi; Hatta iyiyi kötüyü bilme meyvesi; kutupluluk içerir. (iyi ve kötü) Dolayısıyla bu bilgiye sahip olmak için dualite evreni gerekirdi. Çünkü iyi ve kötü'yü kıyas yaparak görebiliriz. Cennet gibi tasvir edilen bir mekanda bu dualite olmayacağından daha bölünmüş, daha sınırlı, daha deterministik, daha kaotik bir evrene ihtiyaç vardır. Bizim 3 boyutlu evrenimiz bu tür kıyaslamalara çok uygundur.

3) Kitab'ı Mukaddes ve Kur'an'da Allah'ın zatından bolca bahsederken, Adem ile Havva Konularında RAB sıfatıyla yapar. RAB eğitici öğretici sıfatıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de “Rab”; terbiye eden-geliştiren, kefil-koruyucu, boyun eğilmeye lâyık varlık, sahip ve efendi anlamlarında kullanılır. Bu sıfat; Allah'ın tüm zatını değil, bize üflediği ruhun sıfatından gelir. YANİ RAB... Yüksek Benliğimizdir... Tanrı'nın Kendisi değil... Ama Tanrısal Olan... Şimdi İnceyi anlamaya başladınız mı :))

4) Şimdi Adem ile Havva'nın 3. Konusundaki mezmurlara bakalım...

RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu.
2 Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı, 3 “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.”
4 Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi, 5 “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”
6 Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. 7 İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.

Burada anlayacağınız gibi Yılan Nefs'tir... yani bilgiyi topladıkça, biriktirdikçe cevaplara sarılacak, onlara inanacak gerçekten sapacak ve Kendinizi tanrı gibi hissedip hayatı kontrol ettiğinizi düşüneceksiniz... ve bu gerçekten de böyle değilmidir? Bizler Bilim, Felsefe, Din, Parapsikoloji, Psikoloji, Tarih derken 1001 hakikat anlayışı içinde savrulup durmaktayız... halbuki hakikat tek iken...

5) Rab burada "Meyveyi yemeyin, yoksa ölürsünüz" derken "bilginin olduğu boyuta gittiğinizde ölümü de deneyimleyeceğiniz bir boyuta gidersiniz" demektedir. Dolayısıyla cennete geri dönüş bu dualiteden sıyrılıp temizlenmekle mümkündür.

6) Aslında burada Tanrısal Olana karşı gelme yoktur. Dünya da tekamül etme planının çok güzel sembolize edilmesidir. Eski Ahit bize buraya kadar olup bitenle dünya hayatında yaşayacağımız süreci anlatır... İlk önce saf ve temiz geliriz. sonra beynimiz ailemiz ve çevremiz tarafından bilgi bombardımanına tutulur. ve birbirinden kör edici çekirdek inançlar algıda seçiciliğimizi kullanarak "BİLDİĞİMİZİ" düşündürür... bu öylesine inandırıcı bir uykudur ki güçlü inançlarımız güçlü cevaplarımıza ve cevaplarımıza uygun çekim gücümüzle muhattap eder bizi...

7) İşte Eski Ahit bizi buraya getirir ve bırakır... bu süreç Doğmuş ve Büyümüş herkesin başına gelir... Son evreden Pek bahsetmez...

8) Son evreyi Yeni Ahit'te İsa'nın ağzından dinliyoruz... Matta 18 şöyle başlar...

Bu sırada öğrencileri İsa’ya yaklaşıp, “Göklerin Egemenliği’nde en büyük kimdir?” diye sordular.
2-3 İsa, yanına küçük bir çocuk çağırdı, onu orta yere dikip şöyle dedi: “Size doğrusunu söyleyeyim, yolunuzdan dönüp küçük çocuklar gibi olmazsanız, Göklerin Egemenliği’ne asla giremezsiniz. 4 Kim bu çocuk gibi alçakgönüllü olursa, Göklerin Egemenliği’nde en büyük odur. 5 Böyle bir çocuğu benim adım uğruna kabul eden, beni kabul etmiş olur.

Yoldan Dönmek ve Çocuklar gibi olmak.... hımm neden bu iki metaforu aynı cümlede kullansın... Yolunuzdan dönün diyebilirdi... Ya da sadece Çocuklar da cennete gidebilir diyebilirdi. Yolumdan Dönüp Çocuk gibi olmak... İşte son evre :))) Çocuklar cennete henüz hazır değildir. Çünkü bilgi meyvesinden yememiştir. Çocuk cennete girmeye hazır olan değil, bilgi meyvesinden yemek üzere olup cennetten çıkarılacak olandır yani cennetten yeni gelmiş olandır... (cocukken ki masumiyetlerinizi hatırlayın, Henüz meyveyi yeni yeni yiyorsunuz. gerçeklerle henüz pek tanışmadınız) Çocuk olarak ölenler muhtemelen bu meyveyi yemek için tekrar tekrar dünyaya gelecektir. Ve hayatlarında bilgiyi deneyimleyecek, ta ki teslim olana, affolana, aydınlanana, "Tekrar çocuk masumiyeti" kazanana kadar gelecek ve görevini tamamlayacaktır....

daha sonra Kuran ayetlerine daha detaylı giriş yapacağız... neden son kitap olduğunu anlayacağız...
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
7) Herkes Cennete gitmek istiyor... Ama kimse ölmek istemiyor...

bu bildiğim bir laftı... ama en son arkadaşımın youtube kanalında Küçük Atakan'dan duymuştum... Yorumların yarısında Atakan'ın Bir proje olduğundan, Diğer yarısı ise Bir deccal olduğundan bahsediyordu.

"Büyük resmi" gören Mücahitler Amariga nın Oyununu keşfetmişler... Hiç anlamam bu işlerden. halk eğitim bir kurs açarsa bende "Büyük resim" kursuna gidicem inşallahh...


Mutsuzluğun Kökeni: Ölüm


İnsan ne kadar ölçülü yaşarsa yaşasın, ne kadar dostluk kurarsa kursun, ölüm onun aşamayacağı bir engel. Epikür, ölüm korkusunun sürekli bir acı kaynağı olduğunu görmüş (gelecek kaygısı şeklinde) ve şöyle bir çözüm sunmuş:

İnsan, öleceği gerçeğini reddediyor ve bu mutsuzluk yaratıyor.
Reddediyor çünkü ölümün korkunç bir şey olduğunu düşünüyor.

Ana amacı hayatta kalıp üremek ve bunu yaparken acıdan kaçmak olan bir varlık, ölümün getirdiği hiçliği düşününce ne doğru düzgün seks yapabilir, ne acısını azaltır, ne de yaşama isteğiyle dolmuş olur...

Ölüm Sonrası ile ilgili pazarlıklara girişiriz haliyle... Nelere ulaşırız...?

Ahiret... (Tek yaşam, imtahan)
Yeniden Doğuş (Reankarne, karma)
Bütüne Kavuşma (ışık olma vs)
Hiçlik (toprak olup gitme)

Çevresel etkilerin, bizim değer yargılarımızla nasıl pazarlık yaptığı ile ilgili olarak ölüm sonrası için fikirlere sarılmak isteriz. sorgulama ve akletmenin gitgide zorlaştığı kısımlara geliyoruz. Çünkü yakın çevreden edindiğimiz bilgilere göre İSLAM son din... Ona inanmadan cennete gidemeyeceğiz.... İnanmaz inkar edersek Kafir olacağız... Sonsuz cehennem... ve cennette ne istersek olacak...

sıkı sıkıya tutundukları meşhur soru YA VARSA...

Ya varsa mı? Sonsuza dek yakmak isteyen Mitolojik Bir Yaratıcı ile Pazarlık yapılması Nasıl Süper bir argüman olabilir ki ?

Sus... Sorgulama... küfre düşme... YA varsa BEN KURTULDUM... Sen Düşün !?

Evet bu bir manifestodur...

Uzaktan yaratıp izleyen, sınayan, öfkelenen, insansı, egosal özellikleri olan, gücüne giden... Peygamberlerle birebir Diyalog kuran... bir Allah Yoktur... Bu olsa olsa içimizde Değer yargılarımıza göre tasavvur ettiğimiz Acaip Süper Muhteşem Kahraman gibi bişey olur...
Attention PLEASE... Holy ŞİRK.... evet Şirk Tam olarak budur... Allah ismini verdiğiniz zihninizdeki Mit... Allah zihninizdeki Mit değildir...

Elime baltayı alıp Kabe'nizdeki putları bir bir yıkmaya çalıştığım için üzgünüm... Ama İSLAM'ın kapısını aralamak istiyorsanız önce İSLAM zannettiğiniz şeyin ATEİSTİ olmalısınız... X kuşağının bitik mitolojisini elinizin tersiyle itin. Y kuşağının komplo teorilerine gülün... Kapı açıldı açılacak...

BAKARA 170
""Onlara, Allah neyi indirdiyse ona uyun dendi mi dediler ki: Hayır, biz atalarımız neye uyduysa ona uyarız. İyi ama atalarınızın aklı bir şeye ermiyorsa ve doğru yolu bulmadılarsa ne olacak?""
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
8) Akıl Nereye Götürür ?

Ateist Bir doktor arkadaşımla sohbet ederken bana şöyle söylemişti...

- Tüm hayat deneyimi, beyindeki nöral aktivitelerden, bilgiye verdiğimiz anlamlarda salgılanan Nörotransmitterlerden dolayıdır. Biz öldükten sonra beyin toprak olacak. Bilinç yok olacak. Dolayısıyla ortada bir bilinç kalmayacak...

bu arkadaşa ne cevap verdiğime geçmeden önce Aklın bizi nerelere götürebileceğinden söz etmek istiyorum...

bu arkadaşın hipotezi kendi içinde tutarlıdır. Çünkü tüm deneysel gözlemlerimiz, duyusal aktivitelerimiz, beynimizdeki nöral ağların bir ürünü... harika değil mi? Öylesine kapalı devre bir sistemin içindeyiz ki, sırf sistemin dışına çıkamadığımız için litatatüre hakim bir beyin ölüm sonrasına dair tüm fikirlerimizi çürütebilir... Haklıdır da... Metafiziği, özellikle de RUH'u... Madde beden içindeki HOLOGRAM varlık olarak aradıkça bu duvarlara çok toslarız...

Akıl ve Mantık dediğiniz şeyin doğasını biraz araştırsanız, İçinizdeki TANRI mitinin ulaşılabilicek yüzlerce sonuçtan sadece biri olduğunu keşfedersiniz...

"yaaa onca şey... matematiksel düzen... onca canlı... kendiliğinden olmuş olamazz... bir sandalyenin bile tasarımcısı varsa bu evreni de biri tasarlamış olmalı yauwww kessin Allah Var"

yoo dostum. okadar basit değil. Hele şimdiki Ateistler ve Agnostikler öyle argümanlara sahipler ki adamın aklını alırlar aklını...

Akıl Hakikate ulaştırsaydı... Ateist doktor, bilimadamı, matematikçi, fizikçi, astronom, biyolog vs olmazdı. onlar bu mükemmel düzene senden benden daha aşina...

Allah Ayetlerinde "Akletmez misiniz" diye ısrarla vurgularken akletmek fiilini TÜMEVARIM yapın şeklinde söylemez. Farkındalık belirtir... Hani şu "Hıııııııı tabiii yaaa ulan daha önce nasıl anlayamadım " diye kala kaldığınız aydınlanma anı vardır ya...

Ayet sana orda "çaktınmı köfteyi, inceyi gördün mü" babında selam çakar anlayacağın...

Ve Akledin diye Ünlemli bir emir yerine; genelde soru şeklinde sorar teklifte bulunur.... Hani şöyle şöyle bir Farkındalık var AKLETMEZ MİSİN ?

Diğer Akletmek ile ilgili vurgularında Farkındalıklara işaret ettiğini görürsünüz...


FARKINDALIK

bir aydınlanma anına işaret eder. Aklın (sol beynin) tüme varımı değil... Kalbin (sağ beynin) ile birlikte senkron çalışarak vardığı anlamladır...

dolayısı ile sol beyinle Bir tanrı fikrine ulaşan bir kişi, bir süre sonra varoluş bunalımına girip pazarlıkçı bir imana sahip olacaktır. sürekli kendine ve başkalarına Kafasındaki tanrıyı kanıtlamaya çalışacak ve bunun savaşını verecektir. Bunu ister islamla, ister başka bir inançla süslesin içinde biryerlerde o boşluk dolmayacağından Bu boşluk ne kadar büyükse o kadar ideolojisinin aktivisti olacaktır. Ben bu cümleleri yazarken içinizde uyanan kötü duygular varsa bu yüzdendir...

Sağ beyine takılıp giden bir kişi ise bir tanrı fikrine ulaşmakla birlikte... Kendini Ruhban sınıfında hissedecek, meleklerle, cinlerle konuştuğuna inanıcak, kendini mesih, mehdi, buda sanacak... Ruhani bir lider olmaya çalışacaktır... Ya da sağdan soldan aparttıkları ile kendi dinini oluşturacaktır...


"Benliğe uyanlar benlikle ilgili, Ruh'a uyanlarsa Ruh'la ilgili işleri düşünürler." (YENİ AHİT, Romalılara 8-5)



DİN sandığımız şeyi biraz metaforla anlatmak gerekirse...

Adsız.png

Peygamberler aydınlanmış kişilerdi... Bu aydınlanmış kişi Resmin Ortasındaki NOKTA olsun... Bir de bu aydınlanmış kişilerin etrafında sahabeler, havariler, talebeler vardı... Bu kişiler de NOKTA'yı anladıklarını sanan ama noktanın kendisi olamamış kişilerdi. Bu anlattığımda noktanın etrafındaki ilk daire olsun... tarihten tarihe... devletten devlete... mezhepden mezhebe aktarıla aktarıla Noktanın etrafı dairelerle çepe çevre sarılmış olsun... kimbilir kaç daire...

biz bize aktarılana, anlatılana iman edicez diye iç içe geçmiş daire katmanları arasında debelenip duruyoruz... Noktanın kendisinden Haberimiz bile yok...

Noktanın kendisinin ışığı iç içe daireler içinde debelenerek bulunamaz...


""" Kur'an """ Hayat simulasyonun hikayesi gereği Hz. Muhammed'e (s.av) İndi...

Bu senin Hologram deneyimin... YANİ ASLINDA SANA İNDİ...

Gözlerinden perde kalktığında, Ayetlerin manası sana doğru açılacaktır... "işte ozman Nokta" yı anlamaya başlarsın...


"ilim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı." Hz Ali...


to be continued...
 
Son düzenleme:

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
9) Bir şeyi gizlemek Allah'ın izzetidir; Fakat kralların izzeti bir işi eşmektir. """ Eski Ahit, Süleyman Meseleleri (25)"""


Tüm anlayışımı; hayatın kendisinden; insani deneyim ve tefekkürlerimden aldığım ilhamla anlatmaktayım... hazırsak devam edelim...


7ZvpoGeh_400x400.jpg


Başta RUH olmak üzere, tüm metafizik meseleleri madde hologramımın içinde aramanın, yanlış tarafa baktığımızın işaretleri olduğunu defalarca anlatmıştım aslında... MADDE VARDIR ve GERÇEKTİR ön kabulü ile birlikte MADDE BEDENİN İçinde GÖZLE GÖRÜLMEYEN bir Ruh arıyoruz asırlardır. Bu TANRI MİTİ ile yaptığımız ahiret pazarlığının olmazsa olmazı çünkü...

Madde bedenimiz ölümü deneyimleyince, Madde bedenin içinde "Hayalet Casper" a benzeyen bir varlık, bedeni terkeder. Bu evreden sonrası ile ilgili sayısız ekol var. Sarıldığımız genel kanı ise BİLİNÇ denen fenomenin devam etmesidir. Madde beden gerçekse TÜM HAYAT DENEYİMİ beyinde olup biter. Dolayısıyla Devam edecek bir bilinç olmayacaktır...

Hayalet Casper ların bir Et beyni, nöronları, nörotransmitterleri yoktur... BEN ilizyonu zaten yok olacağı gibi, BENDEN İÇERİ, ya da BENDEN ÜZERİ bir bilinç deneyimlenmesi mümkün değildir. CASPER gerçek olsa dahi bir BEN Deneyimi mümkün değildir.

Gerçek bir BEN deneyimi Nutella yediğinde yaşadığın duyusal algılarla birlikte, vücudunda salgılanan seratonin ve dopamin etkisiyle yaşanan bir olgudur. Hayaletler Nutella yiyemezler. Ekollerin bazıları; bu sorunu şöyle atlarlar... "Ruhların bilinçleri ve algıları normal insana benzemez, perdeler kalkar vs vs" bu da çok manada tutarsızdır. Mitolojiktir. İnsani deneyime uzaktır. BU bir imtahansa yaratıcının Gaybı insani deneyim dışında şeylerle Aklettirmekle imtahan etmesi abesle iştigaldir.

Atalarımızın DİNİ... yıkılmaya mahkumdur. Dünyada yükselen Ateizm, Agnostizim ve Deizm trendinin yükselmesinin sebebi GERÇEKTEN AKLEDENLERİN olmasıdır... Çok ilginç değil mi? Yaratıcı Ahdini yerine getirirken insanları akletmeyi öğütlüyor. Sonra Dünya da Ateizm yükseliyor...

“Babalarımız daha önce şirk koşmuştu. Biz ise onlardan sonra gelen (ve onları taklit eden) bir nesiliz. Batıl ehlinin yaptıkları yüzünden bizi helak mı edeceksin?” dememeniz içindir. (A'râf 173)

Onlar, sözü (Kur’ân’ı) derinlemesine düşünmediler mi? Yoksa onlara, geçmişteki babalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (23/Mü'minûn 68)

"Biz babalarımızı böyle yaparken bulduk. (Hiç sorgulamadan biz de aynısını yapıyoruz." (26/Şuarâ 74)

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

RUH konumuza geri dönelim...

Allah Ayetleri'de bizlere seslenirken RAB sıfanın tecellisi ile seslenmektedir. Çünkü ALLAH isminin işaret ettiği Zat bir kişi değildir. Dolayısı ile Onu Tasavvur etmeye çalışmak "Papatyalar evlimidir, bekar mıdır" diye sormak gibi anlamsız bir durumdur.

Simulasyon kelimesini kullanıyorsak, Allah isminin herşeyin mümkün olduğu SONSUZ bir SOURCE CODE olduğunu metaforlayabiliriz.

Bu kaynak koddan -Bir şekilde var olan, Ruhundan Üflediği - bir TECELLİ olan RAB bi simulasyon için varılabilecek son noktadır ki. Bu durum yeryüzünde çok az insana nasip olmuştur. şahsım adına bu yargıya Tüm tarihte aydınlanmışların, ve Allah dostlarının anlatılarından yola çıkarak yorumlamaktayım. Peki tüm Aydınlanmışların işaret ettiği HAL nasıl bir durumdur... yukarıda ki konularda da bahsettiğim gibi buna ERMEK, İNSAN-I KAMİL ya da Nirvana diyebilirsiniz...

Anladığım kadarıyla Bu HAL... Benliğin aradan çekilmesi ile Hologramın birebir anlaşılması..." kişinin ölmeden önce ölmesi " manasında RABB İYLE kavuşmasıdır...

" Arif olanın dini olmaz " sözüyle karşılaştığımda Buna açıkçası ile önyargı ile yaklaşmıştım. Ama sonra gördüm ki'' feiza kanel arifu arifen hakikaten felem yetekayyed bimutekadin ' yani ' bir irfan sahibi hakikaten arif olduğu zaman, bir itikad ile kayıtlanmaz' sözünün türkçeye uyarlanmış halidir. muhyiddin ibn-i arabi'nin bir zamanlar müritlerine aktardığı bu sözün içine gizlenmiş bir sürü anlam vardır.


DİN bizim Hakikat yolculuğunda Rabbimize kavuşmamız için BENLİĞİMİZİN ihtiyacı olan bir araçtır. BENLİK yok olduğunda YOL bitmiştir. BİLGİ MEYVESİ kusulmuş, ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜNMÜŞ tür... Ahid Tamamlanmıştır. DİN; Hologram simulasyonun bir parçasıdır artık...

Allah Dostu Bir Alim ya da Hakikate Ulaşmış Budist bir rahip... onlar bizim gördüğümüz etiketlerdir sadece...


Daha yeni başlıyoruz... :coffee:
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
10 ) " SANA RUHTAN SORUYORLAR......"

Şimdi biz üniversitedeyken Fincanla Ruh Muh Cin çağırma işine girmiştik... İşine girdik dediysem de Bir öğrenci evinde Kızlı Erkekli otururken "naapsak naapsak" diye düşünürken Bir kahve fincanı alıp Ruh çağırmak istedik... Neyse harfleri kestik... Ritüel Falan Hak getire... "Eyyy ruhhh Geldiysen bize işaret ver sorularımızı cevapla".... İflah olmaz bir Trol olan ben kahve fincanını parmağımla ustalıkla oynatırken, evdeki herkese kafayı yedirmiştim. Sonraki buluşmalarda Şişe Çevirmecenin daha eğlenceli olduğuna karar verdik...

her neyse efendim... Şimdi Ruh ile ilgili ayetlere göz attığımızda... Ruh ile ilgili 6 ayet görüyoruz..

15:29 -​
Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın."
16:2 -​
Kendi emrinden ruh (vahiy) ile melekleri, kullarından dilediği peygamberlere indirip şu gerçeği insanlara bildirin, buyuruyor: Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Ancak benden korkun.
17:85 -​
Ey Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki: "Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir."
32:9 -​
Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfürdü. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti. Siz pek az şükrediyorsunuz!
38:72 -​
"Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın."
66:12 -​
Irzını korumuş olan, İmrân kızı Meryem'i de Allah örnek gösterdi. Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönülden itaat edenlerdendi.


Görünen O ki... Kur'an 'da Madde beden içinde var olan RUH BEDEN in işaretlerine rastlayamıyoruz...


"RUH Rabbimin bildiği iştir" diyor ayette...

Yani Bu gerçekliğe sunulmuş bir varlık olmaktan öte RUH metaforunu Bilinmezi anlatmak için kullanılan bir GİZEM olduğunu anlıyoruz...


varoluşu madde ve ötesi diye ikiye ayırmak yerine hepsinin aynı şey olduğu fikri üzerine düşündüğünüzde yepyeni bir algının içinde bulacaksınız kendinizi...

Yine Bu sitede yazdığım bir yazıyı alıntılıyorum...


Metafor yaparsak

"saf beyaz ışık" sizin Yüksek Benliğiniz olsun (Rab Sıfatı).... Beyaz ışığın önüne Cam prizma koyarsanız Işığın 7 Ana renge ayrıldığını görürsünüz... Ortaokul Fen derslerinden hatırlayın. Ve farkeder siniz ki çakraların temsil renkleridir...

Bu Ayrılan renkler Bizim yaratılış dediğimiz "Hologram evren"... İnsan 7 çakrasıyla aslında tekilliğe bağlıdır. bu 7 çakra ne kadar açık ve temiz ise özle bir olursunuz. Tabi varoluş ve madde diye algıladığınız herşey de bu renk skalasına dahil... Bizim varoluş sandığımız şey aslında beyaz ışığın bölünmüş parçaları...

Şimdi sistemin dışına çıkamadığımız için Ayrılmış renklerle muhattabız. Bilinç mertebelerimiz yükseldikçe (ki tasavvufta dahil tüm kadim bilgilerde karşılıkları vardır) bu renklerin aynı kaynaktan geldiğini anlamaya başlarsınız... Dalga ve deniz diye ayırmazsınız... çünkü biri olmassa diğer olmaz...

ZAN... madde diye birşeyin olduğu, bunların fiziksel olarak birbirinden ayrık olduğu... entropi'nin etkisiyle kaotik bir şekilde yayılım gösterdiği, ve ulaşılan tüm sonuçların tesadüfi süreçler olduğu (Ateizm);;;; eğer korkupda iman edersek Madde ötesi diye birşeyin olduğu Fiziksel bedenin içinde görünmeyen ruhumuzun olduğu ve ölünce bedeni terkettiği... ve bunun başka bir aleme gittiği, yeniden doğduğu ya da mahşer gününde tekrar dirildiği, dünyada kalan cesedimizin toprak altında cürüyüp yok olduğu fikirlerine ulaşmaktır... çift tandanslı anlattım ama bir çok olaslılık olabilir... Kişi Sincapa bile tapabilir... yeter ki o inancını temellendirebilmiş olsun...

Yani ne ZANnediyoruz... Madde ve (varsa)Ötesi...

- Madde gerçek... tamam onda sıkıntı yok.
diyoruz... ama bir kere yanlış yerden yola çıktık ya... Madde ve ötesinin olduğuna inanmak istiyoruz. Dolayısıyla bunu temellendirmek için yüzyıllar boyu çırpınıp duruyoruz... newton fiziği ile ölçebildiğimiz bir kanıt bulamıyoruz. Ama şu meşhur soru içimizde beliriyor... YA VARSA..... ya varsa ile yaşamak yetmiyor... temellendirmek istiyoruz...


konu sapmadan tekrar dönelim...

ışık prizmadan geçti... ve ayrılmış renklerden oluşan Ayrılmış (tek)illiği algılamaya başladık... buna hayat dedik...


Peki Prizma ile kasteddiğim nedir ?

Prizma RUH dediğimiz şeydir... Ama RUH (prizma) olup bitenleri yorumlamamamız için kullandığımız sanal süreçtir... Yani RUH aslında bu holograma ait bir kavramdır... Bunu beyni anlayarak çözebiliriz...

sistemin dışına çıkamadığımız bir simulasyonda herşey çok gerçekçi olmalı... Bir nörolog beyni incelediğinde Tüm hayat deneyiminin, beyindeki nöronlarda olup bittiği, nörotransmiterlerle hayatı anlamlandırdığımız fikrine ulaşabilir. Dolayısıyla öldüğümüzde beynimiz yok olduğunda Bilinç algı vs yok olacaktır. Öyleyse Madde ötesi ruh, öte dünya vs vs yoktur... Bu ulaşılan fikir kendi içinde tutarlıdır. çünkü tüm duyulardan gelen veriler beyinde işlenir... Evet Kalp gözü açılmamış bir Ateist Kendi içinde tutarlıdır Aslında... Ama büyük bir iddaa ile söylüyorum ki... fiziksel bir bedene, ve içindeki ruha inanan... Uzaklarda bir yerlerde Onu yaratıp izleyen Mitolojik bir Allah'a inanan kişinin benim için şu bahsettiğim Ateistten farkı yoktur. Bir kutbun karşıtları gibidir.

Konumuza dönersek..Amigdalada bir hayat deneyimi yaşanır... yani aslında biz beynimizin içindeki gerçeklikle muhattabız... dışarıda gerçekte ne var bilmiyoruz. ben bilgisayarımda oturmuş bunları yazarken karşımda bir bilgisayar var sanıyorum. Halbuki ben kafamın içindeki bilgisayarla muhatabım... ama algı sanki dışımdaymiş gibi :)))

Simulasyonun içinde Beyin diye bir yapı olacak ki, herşeyin ondan çıktığı fikrini bize vericek...

Ruh ve Beyin ikisi bir prizmanın iki yüzü gibi...

biz Prizmanın bize bakan yüzünü görebiliyoruz... Buna Beyin diyoruz... Işığı 7 parça çıktığı yüz...

Ruh ise Prizmanın ışığı alan yüzü... Hologram yapının çakralarla olan bağlantısınu sayede anlayabiliriz...

images.png
images


BABA OĞUL ve KUTSAL RUH bu anlayışın öyküsüdür...

BABA (Rab)
Oğul (Gerçekliğin bendeki Bölünmüş İfadesi)
Kutsal Ruh (Prizma)

De ki “Onu, Ruh’ül-kudüs Rabbinden bir gerçek olarak indirdi ki inanıp güvenenleri sağlamlaştırsın, doğru yolu göstersin ve tam teslim olanlara bir müjde olsun.(Nahl 16/102)

Onu (Beyaz ışık)
Ruh’ül-kudüs (prizma,nefs)
Rabbinden (Işığın Kaynağı)
bir gerçek (Gerçeklik)


bu sebeple BEYİN Nasıl sanal bir süreç ise... "Ruh da" Rabb'in kendi ruhundan üflediğini; HAYAT deneyimi şeklinde benliğimize PROJEKTE EDEN varsaydığımız bir decoder yapıdır...

Madde ve Ruh birbirinden ayrı kavramlar değiller.

"Sizden birinize ölüm geldiği vakit, elçilerimiz (meleklerimiz) onun ruhunu alırlar." (Enam,6/ 61)


öldüğünüzde geride bir ceset bırakacağınızı düşünüyorsunuz.... Çünkü başkalarının ölümünü görüp oradan yola çıktınız...

Öldüğünüzde geride bir cesediniz olmayacak... Prizma aradan çekip alınıyor...

simulasyon kapanıyor ... algılayamadığımız zaman ve mekanda, simulasyona girdiğimiz yerde gözlerimizi açıp uyanıyoruz...

Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar kaldınız?” diye sordu. “Bir gün, belki de daha az kaldık” dediler.(Kehf 18/19)


devam edeceğiz...
 

Ekli dosyalar

  • images.png
    images.png
    81.3 KB · Görüntüleme: 1
  • images.png
    images.png
    81.3 KB · Görüntüleme: 1

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
11) Anlam Karmaşası....


Çok çarpıcı olduğunu düşündüğüm ayetlere devam etmeden önce biraz anlam verme arayışımızdan bahsedeyim.


"If it's a simulation, it is remarkable in the fact that universe seems purposeless and random."
("Eğer evren bir simülasyon ise, bu kadar amaçsız ve rastgele gözükmesi epey ilginç.")


Simülasyon olmamızın, hayatın anlamı üzerine etkisi ne olabilir? ...

Ateist bir fizikçi olan Lawrence Krauss'un yukarda bahsettiği amaçsızlığı ve rastgeleliği, elbette dindarlar paylaşmıyorlar. Onlara göre evren mükemmel bir şekilde ayarlanmış....

Fakat Tanrı, deneyine sürekli müdahale eden disiplinsiz bir araştırmacı gibi davranıyor. Test edildiğimizi bize söylüyor, testteki doğru cevapları söylüyor, testi geçememenin sonuçlarını da söylüyor. Hatta Hz İsa avatarıyla bizzat simülasyona giriyor ve kendini öldürterek(!), Sim'lerin önceki sorulara verdikleri yanlış cevapları (günahları) siliyor, testi yeniden başlatıyor....


Tüm bunları açıklamaya çalışan daha "mistik" bir yoruma göreyse Tanrı'nın amacı keşfedilmek.....

Yani testin objektif olmaması mühim değil, ödül-cezaya da fazla takılmayın, önemli olan öğrencilerin, öğretmeni tanıması ve aşkla sevmesi (Metafor tehlikeli noktalara geldi, uzatmıyorum).

Bu ilginç bir yaklaşım ama Tanrı'nın yerine simülasyon yapan ileri bir uygarlığı koyduğunuzu düşünün:

  1. Yüzlerce kat daha dandik bir varlığa kendilerini tanıtmakla niye uğraşsınlar?
  2. Uğraşsalar bile bu mümkün mü?
  3. Mümkünse bile, niye bunca figüran? Niye bunca galaksi, virüs, buzul çağı, süpernova?

Bir kamera şakası yaparken kurbanlara önce kamerayı göstermezsiniz, yahut double-blind bir bilimsel çalışmanın ortasında deneklere deneyi anlatmazsınız. Stanford Hapishane Deneyi vardır meşhur... test edildiğini bilenlerin farklı davrandıklarını gözlemliyoruz. Yani evrenin sessizliği, bizim gibi zavallı türlerin moralini o kadar da bozmamalı... Zavallı türden Kastım biziz... Yani Marble Hariç... :rolleyes:



Önce bu asgari şartları sağlayan bir hayat kurmak gerekli. Sonra da, tüm şüphelerinizden arınamayacağınız gerçeğiyle yüzleşmek....


Bugün benim Doğum.... 31 Mart... simulasyonumun bugün kü evresinde bir sürü pasta yapan eşim dostum var. Karantina marantina derken biraz göbek yapmış olabilirim... Six Pack lerimi özlerken yeni ilhamlarım için 2 gün ara veriyorum.

YENİDEN DOĞANLARA ithaf ettiğim bu yazı dizimin devamında görüşmek üzere...
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
11) LEHVi MAHFUZ

Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır. Ana kitap O’nun katındadır.
Ra'd / 39


Doğrusu o, katımızdaki Ana Kitap’ta bulunan çok yüce, her türlü şüphe ve değişiklikten uzak, hüküm ve hikmetlerle dolu bir kitaptır.
Zuhruf / 4

"Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta olmasın." (Neml Suresi, 75)

İslam dininde kader olarak isimlendirilen, geçmiş ve gelecek tüm olaylar ve varlıklar Allah katında bulunan Levh-i Mahfuz'da yazılı bulunmaktadır. İbn-i Kemal'e göre, Levh-i mahfuz, korunmuş levha demektir. Olmuş ve olacak her şeyin yazılı olduğu kitap anlamındadır. Melekler, Levh-i Mahfûz'u görürler.

Olmuş ve olacak şeyler Allah'ın bilgisine bağlı olduğundan Levh-i Mahfuz doğrudan Allah'ın ilim sıfatı ile ilişkilendirilir. Korunmuş olarak nitelenmesinin nedeni, burada yazılı olan şeylerin herhangi bir müdahale ile değiştirilmekten, bozulmaktan uzak ve korunmuş olmasındandır.

::::Vikipedia:::::

https://www.kuranvemeali.com/levh-i-mahfuz-ile-ilgili-ayetler (lütfen İnceleyiniz)


Daha önce de söylediğim gibi bizler yaratılmışlardan yola çıkıp hipotezler üretebiliyoruz... SİMULASYON kelimesi çağımıza en uygun metafor olduğundan yeni nesil SORGUCU lar bu kelimeyi kullanıyorlar. Bir bilgisayar mühendisi olarak benimde anlatılarımda daha çok işime geliyor. Geçmiş çağlarda SİMULASYON kelimesinin bir karşılığı yoktu. APAÇIK BİR KİTAP... KORUNMUŞ LEVHA... metaforları bu anlatı için birebirdi...

Simulasyon Kavramı bir üst Boyut için çok anlamsız, çok ilkel kalabilir... 2500 Yılına geldiğimizde Yeni çağın Sorgucuları Bunu başka bir isimle nitelendirilebilir. BLACK MIRROR izleyip "bir kesin bir simulasyondayız agaa" diye kesin bir iddaam yok... Sadece yaşadığımız dünyanın bir VR (sanal gerçeklik) olduğunu bu şekilde anlatabiliyorum... 1. Bölüm de anlattığım gibi... Bizler BİLİM KURGU yapabiliriz...

Simulasyon fikrine Karşı çıkan bilim insanları da var.

Bu kadar verinin depolanacağı bir veritabanının imkansız olduğunu iddaa ediyorlar. Aşırı saçma bir antitez. Bilgisayarda GTA oynarken şehirdeki Devasa gökdelenlerin bir kaç satırlık kod olduğunu unutuyorlar. Hadi bunu bilmediklerini var sayalım... artık Kuantum bilgisayarları keşfettik...

Bizden daha üst boyutlara hükmeden, ileri gelişmiş bir medeniyetin GEZEGEN boyutunda bir Kuantum bilgisayar üretmesi, içine giren gözlemcinin gözlemlerine göre bir "sanal gerçeklik" oluşturabilmesi Bilim Kurgusal olarak mümkün...

LEHV-İ MAHVUZu ; Tüm olasılık kodlarını içinde barındıran, yaşanılan alemin Tüm Deterministik ölçülerini belirleyen (SÜNETULLAH) bir kuantum bilgisayar olarak hayal edebiliriz.


İleri Gelişmiş bir uygarlığın bizimle "tanrıcılık" oynadığını elbette iddaa etmiyorum... Bu sınırlara vardığımızda daha dikkatli olmalıyız... Bu konuyla ilgili bir varsayımsal bir iddaam olsa da çok güçlü değil... Bunu bir Düşünce Oyunu olarak nitelendirebiliriz...


BİR İDDAA

Allah İsminin işaret ettiği varlığın SONSUZ BİR SOURCE CODE olduğu fikrimi daha önce söylemiştim. Kur'an da göreceğimiz gibi,

BEN ve BİZ subjeleri kullanılmış...

Neden bu ayrım var... Bazı ayetlerde BEN... Bazı Ayetlerde BİZ... ÇOK İlginç olarak "O" zamiri de geçiyor.....

"Kullarım senden beni sordukları vakit de ki, muhakkak ben çok yakınım. Bana dua ettiği zaman, dua edenin duasına cevap veririm. Öyle ise onlar da benim davetime uysunlar. Bana iman etsinler ki, doğru yolu bulmuş olsunlar."(Bakara, 2/186)

"Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız." (Hicr, 15/9)

" Allah, ilkin mahlûkunu yaratır, (ölümden) sonra da bunu (yaratmayı), tekrarlar. Sonunda hep O'na döndürüleceksiniz. " RUM 11

bu BİZ yanlış yorumlanıyor olabilir. BEN ya da BİZ zaten şahıs ifadeleridir. Allah varlığı itibariyle şahıs kavramlarından müzezzeh ise o zaman BİZ ile ilgili bir kaç ayete bakarak bir düşünce deneyi yapalım...


Yani Mesaj gönderen bir Yaratıcı "Ben Allah'ım, Kuran'ı ben Yolluyorum, Sizi ben dirilteceğim, ve Bana döndürüreceksiniz" demek yerine Akledenlerin aklını alıcak şekilde metaforlar kullanmış olabilir.


Öyleyse;


Ben diye Subjelenen Ayetler "RAB" sıfatının tecellisidir. Çünkü Rab sıfatına kişilik ve bilinçlilik adledildiğini görüyoruz. BEN ALLAH'ınızım demez. Ama bazı Yerlerde BEN RABB'İNİZİM mesajını görürsünüz.

Ben de sizin Rabbinizim; o halde yalnız bana kulluk edin! (Enbiya 92)

Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Naziat 24)

Kuran'da bize birebir Seslenen RAB'dır... ve Allah ismini işaret ederek "O" na döndürüleceksiniz der... Hemde bir çok yerde....

RAB bize birebir seslenen sıfatıdır. Litaratür olarak Ayırmaya çalışırsak TANRInın kendisi değil ruhundan üflediği TANRISAL olandır.

Yani Sonsuz Source Code (kaynak kod) dan üretilmiş tanrısal figür...

__________________


Toparlarsak;

Bilinmeyen bir zamanda ve mekanda, Sonsuz kaynak koddan varolan, tüm boyutlara hükmedebilen algıların üzerinde gelişmiş bir medeniyet düşünün.(düşünemedi) Ve bu medeniyet algıların üzerinde bir sebeple kuantum bir bilgisayar ile hologram gerçeklik ortamı yaratsın. o medeniyetten bir varlık katmanlı sistemin içerisine bağlanarak Hologram sistemin içerisinde deneyime girsin. Deneyime giren Varlık, kendisinin sisteme girdiğini unutarak üst boyutun sıfatlara ayrılmış, parçalanmış hologramında deneyim yaşasın... Deneyimin içerisinde İBLİS adını verdiğimiz antagoist olsun. Bu sayede ayrılmış parçaları birleştirmek bir tekamül gerektirsin. İblis denen Kod parçacığı sayesinde, hem algıyı gerçek zannedelim, bu sayede nefsimize tutunalım. Sonra işlerin böyle yürümediğini anlayıp hakikat yolcuğuluna çıkalım... Dolayısıyla parçaları birleştirip hakikate varalım... Ama hologram gerçeklik öyle bir yapı da olsun ki Tekamül ettikçe Simulasyonun içerisinde de yollanan PACK leri yorumlayabilelim. Bir ayet Kalbimize açıldığında huşu içinde "hıııııııııııı" diye şaşkınlıklıktan delirelim... Ölüm geldiğinde uyanmamız gereken yerde uyanıp "O" na döndürülelim.

Bu düşünce deneyi Aracı bir ırkın olabilieceği iddaa yı içeren bir fikirdir.

anlayacağınız salla gitsin...

Devreler yandı yanlız ?
 
Son düzenleme:

Mr. Şeytan

Banlı Kullanıcı
Katılım
7 Şub 2018
Mesajlar
220
Tepkime puanı
915
Konum
Zamanın dışında boşluğun içinde
Başını okudum sadece ama şimdiden şunu diyebilirim. Usta bir yazarın imzasıyla yazılan bu yazıyı okumak için sabırsızlanıyorum..

""Alp Er Tunga hakikaten de öldü mü, yoksa o avatarı mıydı? "
-berksurucu "
Düşüncelerimin örtüştüğü bu yazı benim için asla doyamayacağım bir nimet olacak.

--
"Öykü ile gerçek arasındaki ayrımımız epey komik ve düşündürücü... Ciddiye alacağımız öyküleri seçerken sistematik davranmıyoruz."
Ciddiyetle karışık şakam bir yana benzer bir düşünce yapısına sahibim, yemeğimi yeyip geliyorum bakalım neler varmış.
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
966
Konum
Güzel İzmir
12) İKRA

Etimolojik kökene indiğimizde İKRA emir kipinin; yazılmış harfleri ya da cümleleri OKU mak anlamına gelmediğini keşfetmemiz gerekiyor... 40 yaşına kadar yaratılışın sırlarını merak etmiş bir peygamberin, okuma yazma bilmediğine inanmak güç. Bunu bilmiyorum. Bununla ilgili kesin bir kaynak yok. Ama bir meleğin gelip OKU diye sıkıştırması, öykücülük hakkındaki 1. bölümde anlattığım sistematik olmayan durumlara çıkıyor...

İlkokulda çarpım tablosunu öğrenirken babamın kafama bi tane vurup "Ezberle" diye bağırması gibi... Sayıların doğasını anlamadan çarpım tablosunu ezberlemeye çalışmak, pavlovun köpeği gibi şartlanıp korku temelli bir veri sunacaktır...

İslam'ın doğasını anlamak yerine... İslamı ve Peygamberini istediğimiz şekle sokuyoruz... OKU mayı bilmediğimizden "Peygamber Ümmiydi" demek ne basit... Okuma yazma bilmeyen bir kişiye melek gelip okuma yazma öğretiyor. Bakın bu çok mitolojik bir hikaye... (doğrusu tüm gerçekleşen mucizelerin yorumu islamı zaten mitolojikleştirdi bile)

İKRA; karae fiilinin emir kipidir. ikra'nın arapça'da net bir anlamı yoktur. bu söz süryanicedir. arap tefsircileri de kelimenin anlamını tam olarak bilmediklerinden bu kelimeyi çeşitli anlamlarından yola çıkarak yorumlamışlardır. kökeni arapça olsa anlamını yorumlamak için bu kadar uğraşmazlardı. ikra ve karea kelimelerinin sözlüklerdeki tüm anlamları şu şekilde:

takip etmek, içinde erimek, kaybolmak, onunla olmak, akışın içinde olmak, doğum, rahim içinde olmak, içinden çıkmak, ödünç alma yoluyla bir şeyleri biriktirip onu dağıtmak, başka yerlere nakletmek.

Bunu onca anlam içinde çarpıtmamamız için ayet devam ediyor. Neyi Nasıl okuyacağız...

Ikra' bismi rabbikelleziy halak (ALAK 1)
Yaratan Rabbinin adıyla oku!


Yaratılış öyküsünde iblisin kibrini bilirsiniz... itaat etmeyen, büyüklenen... İşte ilk ayette şeytanı devreden çıkartıp senin nefsini yok edecek şifreyi söylüyor. Ama hologramı gezip dolaşmadan, bilincimizi evriltmeden şifreyi göremiyoruz...

Bir an için yazdıklarımı unut. güncel hayatına dön. Özgür İrade ZANNI ile tanrıcılık oynarken, istediğin ve istemediğin şeyler olduğunda nasılda duygu durumlarının sürekli değiştiğini hatırla... Hele işler yolunda giderken nasılda sahte özgüveninin yükseldiğini hatırla...

İçinde bir yerlerde Nefsinin tatmin olmasını istediğin yer... SENİN TANRICILIK OYNADIĞIN yer... Hani ister dindar ol ister olma... İstersen Allah diye bir şeyin varlığını kabul et... sende bulunduğun bölgede işlerin istediğin gibi gitmesini, ve bunu yönetmek istiyorsun... Kafandaki tanrı mitiyle pazarlıklı sende kendi çapında bir tanrı olmak istiyorsun...

La ilahe illalah... (tapılacak tanrılar yok. Sadece Allah)

Tapılacak tanrıları Totem Heykeli gibi yapılar mı sanıyorsunuz... Hayır... Taptığınız onca şey var...

Sevgilinizden ayrılırsınız... aşk acınızla bir insana diz çökersiniz. Cep telefonunuzun ekranı kırılır... Plastik bir elektronik parçasına diz çökersiniz. Tuttuğunuz takım kazanır kaybeder... Bir futbol takımına diz çökersiniz... Başkasının ne dediğini umursamaktan kendiniz olamaz, Başka insanlara diz çökersiniz... Dışarıdaki aynalarınız içinizde taptığınız şeylerdir...

LA İLAHE yerine "BEN" liğinizi koyun...

BEN YOKUM İLLA ALLAH...

Rabbinizin adıyla okumak, Aklınla beraber kalbinizinde derinliklerinde olanı ortaya çıkarmaktır...

Sadece OKU mak... hologram evrenin bilgisini keşfetmek için yeterli değil. Tüm kuranı Ezberleyen bir hafız, ya da bir fizik profesörü olmak örüntüyü tanıma yeteneğimizin farklı yansımalarıdır...


Bilimsel Litaratürde "Simulasyon Teorisi" diye bir şey geçmez... Ama "holographic principle" adıyla tanımlanan bir ilke vardır. Bunu hayata geçiren bilimadamından okuyup okuyup "aaa simulasyon böyleyken böyleymiş" diye okursam ilmel Yakin olamam. Prensiplerin içinde Esmaları göremediğinde sana verilen telkini duymamış olursun...

PARADOXAL VESVESE

böyle bir tamlama yok. Bunu ben uydurdum. Paradox ve Vesvese kelimelerini anlatmak için...

Hakikat yolculuğu, sırat köprüsünde yürümek gibidir. Her bulduğumuzu sandığımız cevap bizim dengemizi kaydırabilir... Asla cevaplara tutunmamalı soruda kalmalıyız...

Simulasyon hakkında düşünce deneyi yapıyorsak ve MERAK.dll dosyasının da İBLİS adlı klasörün içinde geldiğini de farketmeliyiz...

Merak fıtratımız gereği tüm algılarla izdüşümlü çalışıyor... TANRIYI merak eden bir kişi aynı zamanda, insani meraklarından dolayı dünyevi şeyleri de merak ediyor... Dünya daki tanrıcılık oynayan ve rablığını ilan etmiş şeylerinde merakını duyuyor. Rabbın Rabbı Merak etmesi vesvesesi ortaya çıkar ki... Buna girmeyeceğim. Çünkü bu mevzuyu derinleştirmek istemiyorum...

ben niye buralara daldım ki...

hayırlısı...
 
Üst