logii
Kayıtlı Üye
ŞAMANLARIN DÜNYA GÖRÜŞÜ
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
Şamanlık geleneği insanların en eski inanç sistemi olup, tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışından binlerce yıl önce kültürel bir olgu olarak saygınlığını kazanmıştı. Dünyanın hemen her tarafında, insan topluluklarının ilk oluştuğu dönemden itibaren, şaman kültürünün izlerine rastlamak mümkündür. Kaya üstüne ve mağara duvarlarına çizilmiş olan resimler Şaman kültürü ile ilişkili olsalar da, Şamanlık esas itibariyle yaşamsal ve mistik bir gelenektir. Bu düşünce ve yaşam birlikteliğine “şamanların dünya görüşü” diyebiliriz.
Bu makalede şamanlık geleneği ve inanç dünyası en genel şekilde ele alınacak ve hem Meksika hem de Asya şamanlığından söz edilecektir. Şamanlar, ortalama insandan farklı olarak, bilinen güncel bilinç durumundan farklı olan ve “ikinci dikkat düzeyi” olarak tanımladıkları trans haline geçerek farklı bir gerçeklik deneyimi yaşayabilirler.
Asya şamanlarını yakından izlemiş olan Wilhelm Radloff şaman hakkında şunu söyler:“Şaman kişi ayinlerden sonra vecd halindeyken söylediklerini tekrarlayamaz ve hatırlayamaz”.
Bu durumun nedeni de şamanın an’da yaşaması ve o an içinde farklı bir gerçeklik boyutuna sıçrayabilmesidir. Bir başka gerçeklikte yaşanan tecrübeler ve alınan bilgiler insanın bilincinde değil, bilinçaltında kayıt olduklarından gündelik yaşama dönüldüğünde hatırlanmamaktadırlar.
Prof. Dr. Fuzuli Bayat, Ana Hatlarıyla Türk Şamanlığı başlıklı kitabında şaman kişiyi şu sözlerle tanımlıyor:
“Şaman, kendine has bir icraata ve bu icraatı gerçekleştirmek için özel tekniklere sahip (trans halleri, oyunculuk, illuziyon vs.) olan ve belli merasimleri yapan, genellikle kötü ruhlar diye nitelendirilen varlıklara hükmedebilen aracıdır. O, insan psikolojisini iyi bilen, korku ve inanın, saygı ve sevincin kaynağı üzerinde uzman serbestliğiyle davranan bir kişiliğe sahiptir. Din adamlarından (kâhin, rahip, keşiş, molla, lama) farklı olarak Şamanlar, esrime (vecd, extase) tekniğinden istifade ederek ruhlarla samimi bir ilişkiye girerler.”
“Şamanların önceden belirlenmiş kutsal bir kitabı olmadığı için, ayinlerde okunacak dua ve ilahiler de belirli değildir. Koruyucu ruhları ayin sırasında onlara ne ilham ederse öyle hareket ederler, öyle dua ve ilahiler okurlar”.
Türk Mitolojisinin Anahatları başlıklı kitabında Yaşar Çoruhlu şöyle diyor (sayfa 63): “Herkesin şaman olması mümkün değildir. Şamanlar seçilmiş insanlardır. Bunlar nadiren soylarında kam-şaman bulunmayanlar arasından seçilir. Araştırmacıların belirttiğine göre ‘büyük şamanlar’ kendi isteğiyle değil de ruhların çağrısı sonucunda şaman olurlar. Şamanlık mesleği babasından kalanlarsa ‘küçük şamanlar’dır.”
Toltek şaman geleneğinden gelen Don Juan Matus (DJM) Meksika Şamanlığını Carlos Castaneda’ya (CC) birçok yönüyle aktarmıştır. Don Juan Matus kendini bazen bir “bruho” (büyücü) bazen de “bilge savaşçı” olarak tanımlar. DJM’a göre büyücü hiçlikten geçerek hepliğe ulaşmış bir ‘bilge savaşçı’ kişidir. Castaneda’nın İçten Gelen Ateş başlıklı kitabında DJM bilge savaşçıyı şu sözler anlatır:
Bu tanıma göre bilge savaşçının (şamanın) amacı farklı bilinç durumları yaşayarak farkındalığını arttırmak ve kendi takıntılarıyla savaşarak ‘her şey’ olabilme yeteneğini elde etmektir. Bunu sağlamak için de tüm varsayımlarından ve ön fikirlerinden kurtulmak, salt enerji varlığına dönüşme yeteneğini kazanmak zorundadır. Evrende tüm var olanların enerji yumaklarından ibaret olduklarını “sezgisel görme” yetisi ile farkına varan bilge savaşçı, evrenin enerji alanını algılar ve bilgelik yolunda bir hayli ilerlemiş bir kişiliğe ulaşır.
CC, Ixlan Yolculuğu adlı kitabında DJM tarafından kendisine aktarılan bilgilerin yaygınlığı ve dünya gerçekliği hakkında şu açıklamayı yapar:
“Şu ana dek Don Juan’ı bir kültür ortamına oturtmak için hiçbir çaba göstermiş değilim. Onun kendisini bir Yaqui Kızılderilisi olarak tanımlaması, onun büyücülük bilgisinin Yaqui Kızılderililerince yaygın olarak bilindiği ya da uygulandığı anlamına gelmez.” [sayfa 10]
Ancak, DJM’un tin tarafından seçilmiş şamanlar zincirinin son halkası olduğu ve Toltek Şamanları olarak bilinen bu kişilerin bilgilerini aktardığı söylenebilir. DJM’a gerçek hakkındaki görüşü sorulduğunda şu yanıtı veriyor:
“Bir büyücüye göre gerçeklik, ya da hepimizin bildiği dünya, yalnızca bir betimlemeden ibarettir”.[sayfa 11]
“Gerçekte bildiğimiz dünyanın gerçekliği öylesine sorgusuz sualsiz kabullenilmiştir ki, büyücülerin temel önermesi olan, gerçekliğimizin birçok betimlemelerinden yalnızca biri, diye ele alınması düşüncesine ciddi bir önerme diye bakıldığı pek görülmez.”[sayfa 12]
“Hepimizin bir baloncuğun içinde olduğumuzu söyler büyücüler. Doğum anımızda yerleştirildiğimiz bir baloncuktur bu. Önceleri açıktır baloncuk, sonraları kapanmaya başlar ve mühürlenir. Bu baloncuk bizim algılamamızdır. Yaşamımızın tümünü bu baloncuk içinde geçiririz. Yuvarlak çeperlerinde kendi yansımamızı görürüz”. [Erk Öyküleri, sayfa 257]
Tüm memeliler doğmadan önce plasenta denen bir zarın içinde yaşama başlarlar. Doğumdan sonra fiziksel plasenta baloncuğunun bir enerji kozası olarak devam ettiğini ve bu kozayı sadece şamanların görebildiklerini söylüyor, DJM. Doğumdan sonra kafanın tepesindeki bıngıldağın kapanışına benzer şekilde enerji kozası da kapanıyor. DJM devamla:
“Yansıyan şey bizim dünya görüşümüzdür. Bize doğum anımızda verilen bu görüş önce bir betimlemedir, tüm dikkatimiz onun tarafından çelinip de betimlemenin bir dünya görüşüne dönüşmesine dek de öyle kalır. Öğretmenin ödevi, bu görüşü yeniden düzenlemek, ışıldayan varlığı, velinimetin baloncuğu dışarıdan açacağı ana hazırlamaktır.” [Erk Öyküleri, sayfa 258]
Meksika şamanlığında şaman olacak olan çömezi iki kişi yönetmektedir. Biri, onun birinci dikkati ile ilgilenen öğretmeni, diğeri ikinci dikkati ile ilgilenen velinimetidir. Gündelik bilincimiz olan birinci dikkatte olduğumuz vakit çevremizdeki dünyayı maddesel ve bağımsız nesnelerden oluşmuş olarak betimler ve algılarız. İkinci dikkatte ise dünya bütünsel bir enerji alanıdır ve yalıtık nesneler yerine akışkan enerji dalgaları algılarız. DJM:
“Işıldayan varlığı bütünselliğine doğru yönlendirmek dikkat isteyen bir manevradır. Onun için öğretmenin içeriden, velinimetin de dışarıdan çalışması gerekir. Öğretmen dünya görüşünü yeniden düzenler. Bu görüşe Tonal adası adını vermiştim. Bizi biz yapan her şeyin bu adanın üstünde olduğunu söylemiştim. Çömezin algılaması söz konusu olduğunda, öğretmenin görevi tüm nesneleri baloncuğun bir yarısında yeniden düzene sokmaktır. Velinimetin görevi ise baloncuğu temizlenmiş tarafından açmaktır. Mühür bir kez kırılmayagörsün savaşçı asla eskisi gibi olamaz. Bütünselliğinin yönetimi elindedir artık. Baloncuğun bir yarısı aklın, tonalın mutlak merkezidir. Öteki yarısı da istencin, nagualın mutlak merkezidir artık. Olması gereken düzen budur.”[Erk Öyküleri, sayfa 258, 259]
Castaneda’nın kitabında Tonal şöyle açıklanır:
“Tonalbizi biz yapan her şeydir. Adlandırabildiğimiz her şey Tonaldır. Tonal da kendi edimlerinin bir bütünü olduğu için her şey ister istemez onun alanına girer. Göze görünen her şey Tonaldır, denebilir. Onu doğumla birlikte büyütmeye başlarız. İçimize havayı ilk çektiğimiz o an, Tonal içinde erkle nefes almaya başlamış oluruz. Yani bir insanın Tonalı, doğumla başlar, ölümle biter.”
Savaşçı şaman kişi hem Tonal’in, yani gündelik hayatla ilgi gerçekliğin, hem de Nagual’in, yani ruhsal ve tinsel dünyanın, üstadıdır. Her ikisinde gerektiği şekilde yol bulur ve her ikisi arasında gidip-gelerek anda yaşar; dolayısıyla her anın değerini tam olarak verir. Bu tür bir yaşam tarzına “kusursuz yaşam” adını verir.
Savaşçı bilge kişi aynı zamanda bir gönül yolcusu olarak tanımlanabilir. Bilgiyi üstün olmak, önemsenmek veya ego tatmini için aramaz. Gönlüne mutluluk verdiği için ve enerjsini arttırdığı için onu seçer ve içselleştirir. Bilir ki seçeceği yeni bir deneyimin diğer herhangi bir deneyimden farkı yoktur. Onun için tek ölçüt yaşamakta olduğu deneyimin bir gönül yolu olmasıdır. Gönül yolunu seçen şaman kişi bu yolda hem kendine hem de çevresine faydalı ve yararlı bilgiler edinir ve aktarır. Eğer gittiği yol gönül yolu değilse o yolu tereddüt etmeden terk etmesini de bilir.
ASYA ŞAMANLIĞI
Şaman kişinin kendi isteği ile bu yola girmediği ve genelde Bay Ülgen veya Ulu Toyon adı verilen göksel güçler tarafından seçildiği kabul edilir. Şaman statüsüne geçişte demircilerin patronu Kıday Baksı’nın da etkileyici olduğu, ateşle demiri ısıtan, yumuşatan ve şekil veren demircilerin özel kişiler oldukları, kötü ruhları kovdukları, tedavi edici ve gelecekten haber verici özelliklere sahip olduklarına inanılır. Ateşe egemen olan ve sert demire şekil veren demirci ustası ile insana, doğaya ve topluma etkin olan şaman kişi arasında ortak özelliklerin bulunduğu inancı en eski dönemlerden beri var olan bir görüştür.
Ana Hatlarıyla Türk Şamanlığı başlıklı kitabının 215’inci sayfasında Fuzuli Bayat şunları söylüyor:
“Türk mitolojisine göre bilgeliğin kaynağı, başlangıcın kaynağı olan öteki dünyadır. Şaman, kozmik seyahat olarak değerlendirilen kamlık süresi boyunca bu bilgiyi insanlara ulaştıran aracı kişi görevini üstlenir. Kamlık, işlevi açısından önce evreni ve maddi âlemle ruhlar âlemi arasındaki ilişkiyi anlama ve algılama yoludur”.
Wilhelm Radloff, Türklük ve Şamanlık adlı kitabında şunları söylüyor:
“Şamanlara göre bütün dünya ruhlarla doludur. Dağlar, göller, ırmaklar (yer-su) hep canlı nesnelerdir. Bunlar yalnız coğrafi yapılar değil, fakat konuşan, duyan varlıklardır. Kutsal saydıkları dağlardan ve ırmaklardan bahsettiklerini dinlerken, gözle görülen dağlardan ve sulardan mı yoksa o isimleri taşıyan insanlardan mı söz ettiklerini fark etmek güçtür; ruh bizzat dağdır ve dağ bizzat ruhtur”.
Görülüyor ki Asya şamanları ruh-beden ayırımını batılı düşüncede olduğu gibi yapmıyorlar ve Hem-hem mantığına uygun düşünüyorlar. Aynı şekilde ruh sahibi olan ateşe inandıklarından, ateşin kendilerine birtakım bilgiler aktaracağına da inanırlar. Radloff kitabının 273’cü sayfasında şunları aktarıyor:
“Ateşe bakıp kehanet etmek Türklerde çok eski bir görenektir. Ateş ıslık çalarsa uzaktan bir kişinin geleceğine işarettir. Yakutlar ocaktaki külün kıpırdadığını görürlerse “oğ kutu oynuyo” (çocuk ruhu oynuyor) derler ve ateşin ailede bir çocuk doğacağını haber verdiğine inanırlar. Umumiyetle ateşe bakıp fal bakmak Orta Asya Türklerinde yaygındır. Kırgızların Manas destanında Manas’ın babası Çakıp Han ateşe bakıp gelinlerinin geleceği hakkında yorumlar yapar. Şamanlara göre ateş her şeyi temizler, kötü ruhları kovar.”[sayfa 274]
“İslam şeyh ve dervişlerinin menkıbelerine benzeyen menkıbeler (Altayca yürümler) kamlar-şamanlar hakkında da söylenir. “Ateşe atmışlar yanmamış”, “Kuş suretine girmiş uçmuş” veya “iki rakip şaman boğa donuna girip kavga etmişler” şeklinde söylemler bulunur.” Resimde bir Tuva şamanının kıyafeti görülüyor.
“DJM daha sonra bana, gün batımında oradan ayrılacaklarını ve gitmeden önce benim için yapabilecekleri en son şeyin, zamanımın sürekliliği içinde bir açıklık, bir kesinti yaratmak olacağını söyledi. Bende süreklilik içinde bir bütün olduğum duygusuna müdahalede bulunmak üzere beni derin bir uçuruma fırlatacaklardı. Boşluğa atlayış, normal bilinç düzeyinde bulunduğum anda başlayacaktı ve söylenene göre düşüş anında ikinci dikkatim dizginleri ele alacaktı; uçurumun dibine vardığımdaysa ölmeyecek, tamamen öteki benliğimin içine girmiş olacaktım. Don Juan enerjim tükendiğinde öteki benlikten çıkacağımı, ancak kendimi, atladığım uçurumun kenarında bulmayacağımı belirtti. Tahminine göre kendimi en sevdiğim yer neresiyse, orada bulacaktım. Bu, bendeki zaman duygusunun akışına bir müdahale olacaktı”.
Bu sözlerden şunu anlamak mümkündür: Büyücü olacak olan şaman kişi ikinci dikkate geçtiği vakit fiziksel bedeni saf enerjiye dönüşebilmekte ve bu enerji-bedenin veya kozasının ışıltılı iplikçikleri sayesinde diğer enerji dalgalarını kullanarak farklı ve uzak yerlere giderek maddeye yeniden dönüşebilmektedir. İşte, bilim adamlarının araştırdığı “teleportation” denen maddenin bir yerden diğer bir yere ışınlanması ve yeniden madde olarak belirmesi olayını şamanların gerçekleştirebildikleri anlıyoruz. Bu dönüşümü Tonal’dan Nagual’e ve tekrar Tonal’e geçiş olarak tanımlayabiliriz. Ancak bu dönüşümün ne şekilde gerçekleştiğini şamanlar dahi açıklamaktan acizdirler.
“Büyücü istenci sayesinde bu telciği aklına gelebilecek herhangi bir yere yönlendirebilir. Başka bir anlatımla, savaşçı Nagual’a bu telcik yoluyla batar”.
DJM istenç denen gücü şöyle açıklar: “Bizler, ışıldayan varlıklar, iki erk halkasıyla birlikte doğduk: ne var ki, dünyamızı yaratmak için yalnızca birini kullanırız. Biz doğduktan hemen sonra bize takılan bu halka akıldır, yoldaşıysa konuşma. İkisinin arasında tertip edilip sürdürülür bu dünya.
Yani, aslında, aklın sürdürmek istediği dünya, bir betimlemeden, aklın kabullenmeyi ve savunmayı öğrendiği değiştirilemez kurallarından yaratılan dünyadır. Işıldayan varlıkların gizi ise şudur; hiçbir zaman kullanmadıkları ikinci bir erk halkası daha vardır onların: istenç. Büyücünün oyunu, sokaktaki adamın oyunuyla aynıdır. İkisinin de bir betimlemesi vardır. Biri; sokaktaki adam, bunu aklıyla destekler. Diğeri; büyücü ise ‘istenci’ ile. İki betimlemenin de kendine özgü kuralları vardır. Ama büyücü daha üstün durumdadır, çünkü istenç, akla oranla daha kapsayıcıdır.”
Günümüzde enerji bedene “astral beden” denmekte ve bu bedenden sürekli bir ışınım içinde bulunan bu enerji alanı görücü medyumlarca görülebilmektedir. Çakra denen merkezlerden çevreye yayılan enerji telcikleri çevre ile etkileşmekte, tesirler yollamakta ve tesirler almaktadır. Türklerin Kültür Kökenleri adlı kitabında Ergun Candan Anadolu’da selamlaşmak, el sıkışıp tokalaşmak ve kucaklaşıp öpüşmek dahi bir tesir (enerji) alış-verişi olduğunu söyler.
Yada Taşı
Ergun Candan aynı kitabın 460cı sayfasında: “Doğa olaylarına sihirli (büyülü) yöntemlerle müdahalede bulunmak Orta Asya’daki Türkler arasında çok yaygındı. Elimizdeki tarihi belgeler bu alanda atalarımızın oldukça başarılı olduklarını göstermektedir….Ancak Anadolu adetlerine sadece yağmur yağdırma ritüeli gelebilmiştir”.
Kaşgarlı Mahmut Divan-i Lügat–it Türk adlı ünlü eserinde konuyla ilgili bizzat şahit olduğu olayı şöyle anlatır:
“Belli taşlarla yapılan birtakım ayinlerde rüzgâr estirilir, yağmur yağdırılırdı. Bu, Türkler arasında tanınan bir şeydir. Ben buna gözümle şahit oldum. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi ve bu uygulamayla kar yağdırıldı ve yangın söndürüldü”.
Söz konusu taşlar Yada taşı olarak bilinen yeşil renkli yarı değerli taşlardır. Bu taşların daha nadir olan değerlilerine yakut adı verilmiştir ki, kuzey doğu Asya bölgesine Yakutistan adının verilişi bu taşla ilgilidir. Radloff da Türklük ve Şamanlık adlı eserinin 350ci sayfasında diyor ki:
“Türk kavimlerinde çok eski devirlerden beri yaygın bir inanışa göre, büyük Türk tanrısı tarafından kendilerine Yada (yahut cada) denilen bir sihirli taş armağan edilmiştir ki bununla istediklerinde yağmur, dolu yağdırır, fırtına çıkarırlardı”.
Asya şamanı DJM’dan farklı olarak istenç denen enerjiyi Yada taşı sayesinde doğa olaylarını etkilemek ve kendi isteği yönünde oluşturmak için kullanır. Yada taşı hakkında bilgiler Prof. Fuat Köprülü ve Prof. Zeki Velidi Toğan’ın eserlerinde bulunur. Aktardıklarına göre Abbasi halifesi Me’mun bu taş hakkında bilgi edinmesi için Nuh Bin Esed adlı kişiyi görevlendirmiş ve sorgulanan Asya Türkleri: “Bu haberler doğrudur, fakat sebebini bilmiyoruz” demişlerdir. [Türklük ve Şamanlık, W. Radloff, sayfa352]
Bütün Dünya dergisinin Mart 2010 sayısında bu konuda bir makale yayınlayan Cengiz Özakıncı, derginin 78’inci sayfasında şunları söylüyor:
“Avrupa’da her nerede kuruluşu 6,000 yıl önceye dayanan bir taş anıt veya gömüt bulunmuşsa orada yapılan kazılarda, Orta Asya Türklerinin Yada taşı dedikleri; hemen bütün Avrupa dillerinde “Jade” (ceyd) olarak adlandırılan ve Farsların Yeşim taşı dedikleri sert taştan yapılma baltalar ve Türkuaz taşından gerdanlıklar bulunmuştu”.
Yeşil-mavi renkli olan bir yarı kıymetli taş Avrupa’ya Türkler tarafından tanıtılmış olmasından dolayı “Türk’e ait” anlamında taşa “Türkuaz” denmiştir. Cengiz Özakıncı makalesinde şu sonuca varıyor (sayfa 79): “Jade taşından baltaları yapanlar da, bunları Avrupa’ya, Truva’ya getirenler de Asya’lı Turani Türklerdir.”
Bu tılsımlı taşı yağmur yağdırmak için kullananlar da yine Asya şamanlarıdır. Doğu Anadolu Kültürü Üzerine bir İnceleme başlıklı kitabında Mustafa Aksoy şöyle diyor (sayfa 173):
“Eski Türk inancına göre ilk insanlar meyve ve bitkilerle beslendikleri için ateşe ihtiyaçları yoktu. Fakat zamanla Tanrı Ülgen et yemelerini de istedi ve kuru otları toplayıp iki taş arasında ezerek ateşi meydana getirdi. Altay ve Yakut Türklerinde çakmak (Yada) taşından elde edilen ateş “kutlu” sayılmaktadır. Yakut şamanları ayinlerinde bu taştan elde edilen ateşi kullanırlar. Kibritle elde edilen ateşe “Rus ateşi” derler ve ayinlerinde kullanmazlar.”
Rüya bedeni
Asya şamanları ateşe bakarak trans denen ikinci dikkat düzeyine geçebilirler. Trans sözünün Arapçası “vecd”, Türkçesi “esrime”dir. DJM için transta bilinçli hareket edebilen kişilere “Rüya Görücüler” denir. DJM CC’ya bu konuda şunları açıklar:
“Bir rüya görücü olduğuna kendini ikna et. Henüz tam bir rüya görücü olmasan bile rüya görücü olduğuna kendini ikna edersen enerjiden ibaret olan bedenin bunu bilir, yani şuurlu olur. Şuurlu olmak demek, bilincin bilincinde olup dikkati sürdürebilir olmak demektir. Bir büyücü için Rüya görmek, ikinci dikkat düzeyinde kontrol kazanmanın kapısıdır. İkinci dikkat düzeyini bir okyanusa benzetirsek, rüya görmek, bu okyanusu besleyen bir dereye benzer. Büyücü ikinci dikkat düzeyinde farklı dünyalardan haberdar olur ve onların içinde serbestçe hareket eder. Rüya sayesinde diğer dünyalarda bilinçli hareket edip bilgi toplamak, bilge savaşçının en büyük başarısıdır.“
İşte tüm Asya şamanlarının yaptığı da budur. Davul sesi ile birlikte sürekli tekrarlanan sözler sayesinde şaman transa geçer ve ikinci bilinç düzeyinde aradığı sorunun yanıtına ulaşır. Soru bir kişinin şifa bulması veya gelecekte olması istenen herhangi bir olayla ilgili olabilir.
Şaman kişi yani büyücü ikinci dikkat düzeyinde kendine yardımcı bir ortak seçer. Bu ortak rüyasında çeşitli şekillere bürünebilir. Örneğin, Castaneda Peyotlu çiğnediğinde karşısına bir köpek çıkmış ve kendi de köpek gibi davranıp onunla oynamıştır. Şu halde Castaneda’nın kutsal hayvanı ve yardımcısı köpektir. Her insanın kutsal hayvanı farklıdır.
Rüyada kutsal hayvanı ile karşılaşan rüya beden saf enerji olduğundan kütlesi yoktur. Bu özelliğinden dolayı fizik bedenin başaramayacağı işler başarabilir. Uçabilir, düz duvara tırmanabilir her türlü ortamdan geçebilir, hatta bir anda evrenin öbür ucuna seyahat edebilir. Kutsal hayvan, yani “ortak” ona her türlü hareketinde yardımcı olur ve istediği bilgilere ulaşmasını sağlar. Rüya görme sanatı bu ortak denen enerjiye hâkim olma sanatıdır. Onu şuurlu bir şekilde kullanma sanatıdır.
Rüya bedeninin etrafındaki diğer enerji paketlerini algılama gücü vardır. Rüyada şuurlu hareket etmek ve enerji olan akışkan bedene hâkim olmak fazladan erk sahibi olmayı gerektirir. Her varlık belli bir erk deposu olup bu enerjisini gündelik hayatta uyanık iken harcar. Uyurken de yeniden enerji depolar. Fakat uyurken erkini kullanan büyücünün gündelik hayatta depoladığı enerjiyi çok hesaplı harcaması gerekir. Bu bakımdan gündelik hayatta gereksiz her türlü enerji tüketen davranıştan kaçınmaya çalışır. Yani, evrensel enerji olan tin enerjisi ile uyum halinde olması ve istemeden istemesi gerekir.
Evrensel enerji ile uyum içinde olmak, gündelik yaşam içinde etrafında beliren küçük etkileri (yora denen mesajları) yorumlaması anlamına gelir. İşte bu şekilde yaşanan gündelik yaşam, diğer insanlarınkinden farklı olduğu için bu tür bir yaşam tarzına Şamanın Dünya Görüşü denir.