aris
Kayıtlı Üye
Tinimizin yetkinliğini aramak insanlığımıza layık tek uğraştır.
Don Juan Matus
Spiritüel yani ruhsal öğreti ya da Tin’in bilgisi, anlayışı; binlerce yıldır ona ne isim verirseniz verin, anlamını ve derinliğini hiç kaybetmeden insanoğlunun bu gezegende neden var olduğu ve ne yapması gerektiği sorularına yanıt vermeye devam ediyor. İlk ademden bu yana hiçbir ruhsal öğreti, insanı dar kalıplar, üç boyut ve beş duyu varlığı olarak kabul etmedi; kendini bilme, tanıma ile ilgili sorularını ruhsal bilgilerle yanıtladı. En ilkel kabul ettiğimiz topluluklarda bile kendi anlayışlarına uygun ruhsallık düşüncesi mutlaka vardır. Ki bazen o ilkel dediğimiz kavimlerin uygulama ve astronomi bilgileri açısından bizden çok daha üstün verilere sahip olduklarına da şahit olabiliyoruz. Dogon kabilesi bunun en güzel örneklerinden biridir. Astronomiyle ilgili, bizim çok yakın zamanda keşfettiğimiz bazı bilgileri nasıl elde ettikleri hala sırrını korumaktadır.
İnsanoğlunun bir yanı gerçekten de maddîdir. Et, kemik ve kandan oluşmuş bir fiziksel bedeni vardır ama onun göksel olan sonsuz ve sınırsız yanını da göz ardı edemeyiz.
“İnsanın ayakları yerdedir ama başı göklerdedir.”
Bizim asıl benliğimiz, özümüz, aslımız görünenden çok farklıdır. Aslında bedenimiz de ruhun görünüş şekli. Beden, madde gibi görünür ama aslında o da ruhun uzantısıdır. Beden; ruhsal varlığın dünya ortamında büründüğü şekil,formu da oldukça güzel. Beden bildiğimizi sandığımız katı maddeden oluşmuş bir bütün değil ki. 21. yüzyılın ilk çeyreğine doğru yani önümüzdeki yıllarda beden hakkındaki tüm bilgilerimiz bilimin de katkıları ve buluşlarıyla daha spiritüel-bilimsel bilgilerle donatılacak kaçınılmaz olarak. İnsanoğlunun araştırma konusundaki evrimi öyle bir hızla gelişiyor ki, keşke ruhsal değerlerimize sahip çıkan yönümüzde aynı hızla gelişseydi; dünyamız cennete dönerdi.
Tanrılık Akla, Evren Zekâsına sahip olan ruhsal enerji bu tanrılık aklını ve tanrılık zekâsını değişikliklere uğrata uğrata bedene indirger. Bu indirgemeyi birbirinin içinden çıkan teleskobik borulara benzetebiliriz. Çeşitli isimler takarak anlamaya çalıştığımız bu enerji kuşakları ya da şuur alanları ruhsal enerjinin bir tür saçaklanmasına benzetilebilir.
Yeryüzüne doğmak, birbirinin içinden çıkan teleskobik boruların bir uzantısı gibi Tanrılık Akla ve Evren Zekâsına sahip Kızılderililerin andığı gibi Yüce Ruh’un madde içinde görünür hâle gelmesinden başka bir şey değil. Fiziksel bir ortamda yaşadığımız için bu zeki ve tanrılık enerji, gücünü indirgeye indirgeye beden hâlinde gözüküyor. Ama bu enerjinin maddî beden içinde tam anlamıyla görünmesi mümkün değil ki! Ruhsal Enerjinin bu teleskobik uzantısını ya da saçaklanmasını bitkilerdeki tropizme de benzetebiliriz. Ruh varlığı da bedenlenmek için suya veya ışığa ulaşmaya çalışan bir bitki gibi bu tropizmi kullanır.
Ruhsal Enerjinin beden içine bu akışı, renk tayfına da benzetilebilir. Bir titreşim skalası gibi en koyudan en açığa doğru renkler kendi içinde karışmadan bir akış hâlindedir. Ya da bir gökkuşağının koyudan açığa giden renkleri gibi uzanırız bu bedenli yaşamlara.
Aslında hepimiz tek bir okyanustaki su damlaları gibiyiz. Bazen hepimiz gözlemlemişizdir: Açık denizlerde, deniz suyu dalgalar hâlinde çevredeki kayalıklara doğru uzanır. Kayaların oyuklarına gizlenir. Bir süre orada kalır ve geri çekilir. Yeryüzüne doğuş olayı da buna benzer.
Yeryüzündeki tüm uygulamaların,uğraşıp didinmelerin,günlük yaşamın ve onun tüm kaotik olaylar zincirinin tek amacı varlığın kendi tanrısal aklını, Tin'in gücünü fark etmesi, evrensel enerjileri, şuurlu bir biçimde kullanır hâle getirmesidir.
alıntı
Don Juan Matus
Spiritüel yani ruhsal öğreti ya da Tin’in bilgisi, anlayışı; binlerce yıldır ona ne isim verirseniz verin, anlamını ve derinliğini hiç kaybetmeden insanoğlunun bu gezegende neden var olduğu ve ne yapması gerektiği sorularına yanıt vermeye devam ediyor. İlk ademden bu yana hiçbir ruhsal öğreti, insanı dar kalıplar, üç boyut ve beş duyu varlığı olarak kabul etmedi; kendini bilme, tanıma ile ilgili sorularını ruhsal bilgilerle yanıtladı. En ilkel kabul ettiğimiz topluluklarda bile kendi anlayışlarına uygun ruhsallık düşüncesi mutlaka vardır. Ki bazen o ilkel dediğimiz kavimlerin uygulama ve astronomi bilgileri açısından bizden çok daha üstün verilere sahip olduklarına da şahit olabiliyoruz. Dogon kabilesi bunun en güzel örneklerinden biridir. Astronomiyle ilgili, bizim çok yakın zamanda keşfettiğimiz bazı bilgileri nasıl elde ettikleri hala sırrını korumaktadır.
İnsanoğlunun bir yanı gerçekten de maddîdir. Et, kemik ve kandan oluşmuş bir fiziksel bedeni vardır ama onun göksel olan sonsuz ve sınırsız yanını da göz ardı edemeyiz.
“İnsanın ayakları yerdedir ama başı göklerdedir.”
Bizim asıl benliğimiz, özümüz, aslımız görünenden çok farklıdır. Aslında bedenimiz de ruhun görünüş şekli. Beden, madde gibi görünür ama aslında o da ruhun uzantısıdır. Beden; ruhsal varlığın dünya ortamında büründüğü şekil,formu da oldukça güzel. Beden bildiğimizi sandığımız katı maddeden oluşmuş bir bütün değil ki. 21. yüzyılın ilk çeyreğine doğru yani önümüzdeki yıllarda beden hakkındaki tüm bilgilerimiz bilimin de katkıları ve buluşlarıyla daha spiritüel-bilimsel bilgilerle donatılacak kaçınılmaz olarak. İnsanoğlunun araştırma konusundaki evrimi öyle bir hızla gelişiyor ki, keşke ruhsal değerlerimize sahip çıkan yönümüzde aynı hızla gelişseydi; dünyamız cennete dönerdi.
Tanrılık Akla, Evren Zekâsına sahip olan ruhsal enerji bu tanrılık aklını ve tanrılık zekâsını değişikliklere uğrata uğrata bedene indirger. Bu indirgemeyi birbirinin içinden çıkan teleskobik borulara benzetebiliriz. Çeşitli isimler takarak anlamaya çalıştığımız bu enerji kuşakları ya da şuur alanları ruhsal enerjinin bir tür saçaklanmasına benzetilebilir.
Yeryüzüne doğmak, birbirinin içinden çıkan teleskobik boruların bir uzantısı gibi Tanrılık Akla ve Evren Zekâsına sahip Kızılderililerin andığı gibi Yüce Ruh’un madde içinde görünür hâle gelmesinden başka bir şey değil. Fiziksel bir ortamda yaşadığımız için bu zeki ve tanrılık enerji, gücünü indirgeye indirgeye beden hâlinde gözüküyor. Ama bu enerjinin maddî beden içinde tam anlamıyla görünmesi mümkün değil ki! Ruhsal Enerjinin bu teleskobik uzantısını ya da saçaklanmasını bitkilerdeki tropizme de benzetebiliriz. Ruh varlığı da bedenlenmek için suya veya ışığa ulaşmaya çalışan bir bitki gibi bu tropizmi kullanır.
Ruhsal Enerjinin beden içine bu akışı, renk tayfına da benzetilebilir. Bir titreşim skalası gibi en koyudan en açığa doğru renkler kendi içinde karışmadan bir akış hâlindedir. Ya da bir gökkuşağının koyudan açığa giden renkleri gibi uzanırız bu bedenli yaşamlara.
Aslında hepimiz tek bir okyanustaki su damlaları gibiyiz. Bazen hepimiz gözlemlemişizdir: Açık denizlerde, deniz suyu dalgalar hâlinde çevredeki kayalıklara doğru uzanır. Kayaların oyuklarına gizlenir. Bir süre orada kalır ve geri çekilir. Yeryüzüne doğuş olayı da buna benzer.
Yeryüzündeki tüm uygulamaların,uğraşıp didinmelerin,günlük yaşamın ve onun tüm kaotik olaylar zincirinin tek amacı varlığın kendi tanrısal aklını, Tin'in gücünü fark etmesi, evrensel enerjileri, şuurlu bir biçimde kullanır hâle getirmesidir.
alıntı