Ruhi Aydınlanma - İbn Arabî

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
İBN ARABÎ - Hilyetü'l-Ebdâl

1 Ruhî Aydınlanmanın Önkosulları

Bize bilmedigimiz seyleri İlham edip ögrettigi için Allah'a hamdolsun. Allah’ın üzerimizdeki inayeti
büyüktür, tartısılmazdır. Serefli efendimiz Muhammed’e selam olsun; en büyük makamda sözün en
derli toplu ve kalıcı olanı ona verilmistir.
şimdi ben Peygamber'in amcaoglu olan Abbas'ilhamlar] murad ettim ve su fasikülü4 yazıp "Hilyetü'l-
Ebdâl' diye adlandırdım. Bu hilyeden zuhur eden bilgi ve derin haller o iki arkadasıma ve baskalarına
saadet yolunda azık olsun; [müridin] iradesinin tüm renklerine ve dallarına açılan bir kapı olsun
istedim. Varolusu5 yaratandan destek ve yardım isteriz.

Hüküm hikmetin sonucudur. Bilgi, marifet [denen derin arastırma ve tahkikin] sonucudur. Hikmeti
olmayanın hükmü geçerli olmamalıdır. Yaratanı hakkıyla bilerek yargıda bulunan daima diktir,
ayaktadır, pörsümez. Allah’ı hakkıyla tanıyan daima tefekkür halindedir. Bilgili olan hâkimler “Lam”
harfindendirler. Ârif olan hikmet sahipleri ise "Bâ" harfindendirler.

2 Zuhur Öncesi durum
Zahidin ihtiyacı dünyayı terkedebilmesiyle gerçeklestigi, mütevekkil tüm islerinde efendisi olan
Tanrı'ya güvendigi, mürid sema ve vecd ile huzur buldugu, abid, ibadet ve zorluklara katlanmayla
tatmin oldugu; hikmet sahibi arif Tanrı'da yogunlasarak kendini gerçeklestirdigi; manevi hüküm
ve güç sahibi âlimler Tanrı'nın gayb hazinesinde eriyip yok oldukları için, onların nasıl bu hale
geldiklerini hiçbir âlim, hiçbir mürid hiçbir abid tam olarak bilemez. Onların bu haline hiçbir
mütevekkil ve zahid de geregince tanık ve vakıf olmamıstır.6 [Hiçbiri, kendi halleri hususunda
hakiki suur sahibi olamadılar] Zahidin dünyayı terkedisi elbette bir bedel içindir, mütevekkilin tevekkülü maksadını elde etmek içindir, müridin vecdi ve coskusu ruhundaki sıkıntıları defetmek
içindir, abidin zorluklara katlanısı Tanrı'ya yakın olmak içindir. Arifin amacı ise Tanrı'yla
bulusmadır.
Hak ancak tüm çizgilerini, resmini, ismini ve hüviyetini imha edene yansır.
Marifet ve tüm diger derin nitelikler alfabedeki harflere benzer; hepsi de bir baska sey için vesiledirler, isarettirler. sim, çizgi ve resim gibi seylerin tümü, gözün saf gerçegi görmesini engelleyen sebep perdesidirler; ısıgı gölgeleyen yapraktırlar.
Eger olus / olusum öne çıkmasaydı hakiki zat (el-ayn) tüm çıplaklıgıyla zuhur ederdi. isimler olmasaydı, sadece isimlerin sahibi belirgin hale gelirdi.
Sevgi olmasaydı kavusum / kabz daimi olur, [varlık hiç zuhura gelmezdi].
Kavusumun hazzı / nasibi olmasaydı sadece mertebeler egemen olurdu.
Hüviyet ["o" olmak] olmasaydı enniyet ["ben" olmak] zuhur ederdi.
"O" olmasaydı, "Ben" ortalıgı kaplardı.
"Sen" olmasaydı, bilinmezlik fermanı heryere duyurulurdu.
"Anlamak / anlasılmak" olmasaydı, "bilme"nin iktidarı tek ceberrut olurdu.
Bu karanlıklar dagılıp fena :)yokluk) halinin ince kırıntıları uçusunca içime su beyitler ilham
edildi:
Sonsuz varlık yansıdı, senin gönlüne
En derin kuyularından, ezelin ve ebedin
Gözler görmekten aciz kalıp perdelenmisse
Bir mesel bu sadece, ama sebebi sensin.
Kalbin kanat çırptıgı kafeste tek gerçek,
"O"nu onda görenin fani olmayacagıydı,
Ve mesaj, kelâm gömlegiyle, bilgiyle sarılıydı,
Göründü isaret tasları zirvede, yer ve zamanın.
**
3 Abdülmecid bin Seleme'nin aydınlanısı
Endülüs'te Mersanetü'z-Zeytun'da Allah'ın ermis kullarından biri vardı Abdülmecid bin Seleme
adında. Onu tanırdık; çocuklara Kur'an ögretir, fıkıhtan anlar, hadisleri ezbere okur, Tanrı sevgisiyle dopdolu oldugu her halinden belli olurdu. Yoksullara yardım etmekten geri durmayan bu mütevazı kisi bir gün bana sunları anlattı, Allah onu dogruda baki kılsın:
"Bir gece herzamanki gibi bir miktar Kur'an okuyup seccademde sakin bir sekilde oturmus, basımı
dizlerimin arasına koymustum; Allah'ı anıyordum. Ansızın garip bir kuvvetin seccadeyi altımdan
çektigini hissettim. Bu garip kisi hemen bir hasır buldu ve seccade yerine bu hasırı sererek;
- Bunun üzerinde namaz kıl! dedi.
Evimin kapısı sıkı sıkı kilitliydi; onun nasıl buraya girdigini anlamamıstım, korktum ve tir tir
titremeye basladım. Ansızın seslendi:
- Tanrı'yla dost olan, hiçbir seyden korkmaz.
Devam etti:
- Her zaman sadece Tanrı'dan çekin.
Sonra sakinlestim, bana cesaret geldi ve ona dedim ki:
— Efendim, abdal nasıl abdal olur?
- Ebû Talib Mekkî'nin Kûtu'l-Kulûb kitabında bahsettigi gibi dört asamadan geçmekle kisi ruhen
olgunlasıp abdal olur. Dile hâkimiyet, mideye hâkimiyet, uykuya hâkimiyet.7
Bu sözleri söyledikten sonra döndü gitti, nasıl eve girdigini, nasıl çıktıgını asla anlayamadım. Ama
kapıya baktıgımda hâlâ açıktı. Onun bıraktıgı hasır ise altımdaydı! Tüylerim diken diken olmus
vaziyette ardından bakakaldım!”
Bu adam abdal tayfasındandı ve ismi Muaz bin Esres idi. Allah ondan razı olsun. Onun bahsettigi dört esas, yolumuzun temel direkleridir. Kimin ayagı kayar da ana esaslara dikkat etmezse kendini
kaybeder; bulamaz Tanrı’ ya giden yolu.
4 "Sumt": Dile hâkim olarak aydınlanma
Dile hâkim olmak yani dogru zamanda susmak, iki kısımdır.
Allah'tan baskasıyla Allah'tan baska birsey konusmamak. Bu, zahiri olarak masivadan tamamen
kopabilmek demektir.
Esas sumt, kalbin her türlü düsünceden, bosaltılmasıdır. Mutlak surette sükût herhangi bir olay, kisi,sey hakkında bile kalpten birsey geçirmemeyi basarmaktır.
Kim ki diline hâkim olur da kalbine hâkim olamazsa onun sorumlulugu azalmıs ama yok olmamıstır.
Daha ermemistir, hamdır o. Kim ki hem dili hem kalbi derin sükut haline erismisse o, kendi ruhunun sırlarına vakıf olmaya baslamıs demektir; ve Rabbi ona tecelli eder. Kim ki kalbini sükuta erdirmis ama diline konusma hakkı vermisse hikmet lisanıyla konusma seviyesini tercih etmis demektir. Kim de ne diline ne de kalbine sükut dizgini takmamıssa seytanın maskarası olur; ruhunu seytanın memleketine çevirir.
Dile hâkim olmak umum halkın mertebesidir, hakikat yoluna ilk koyulanlar da böyle yapar.
Kalbe hâkim olmak, yüce tecellilere tanık olan mukarreb :) Tanrı'ya yakın olan) kisilerin halidir.
Yücelme yoluna koyulan saliklerin sükut hali, manevi afetlerden uzak durmaktır. Mukarreb kisilerin sükut hali ise, Tanrı'ya yakın olmanın verdigi hazzı derin bir sükun içinde yasamaktır.
Kim ki bu anlamda suskunlugu tüm hallerinde yasarsa artık o sadece Rabbiyle basbasa kalmayı
basarmıstır. Aslında susmak, özellikle de iç konusmaları defetmek insan için imkânsızdır. Bu yüzden, hiç olmazsa, mütemadiyen baska varlıklarla kurdugu diyalogun bitmesinin hemen ardından Rabbiyle diyaloga geçerse bu durum, kendisi için daha hayırlı olur. Kurtulus yolunun kapısını aralar. O artık konustugunda dogruyu söyler, çünkü kendini Rabbinde fani etmistir; sanki Rabbinin tercümanı olmustur. Kuran'da söyle buyurulur: "O kendi arzu ve hevâsıyla konusmadı!" (Necm Sûresi, ayet: 3).
Dogruyu konusabilmek, dogru dilekte bulunmak, yanlısı söylememekten, yanlıs seyi dilememekten
geçer. Esasında Tanrı dısında birseyle konusmak her hâlükârda sakıncalıdır; konustugunda Allah'ın
[tecellilerini] bulmamak baslı basına kötüdür. Rabbimiz buyurdu: "Onların çogu fısıltılarında hayır
yoktur; ancak sadaka vermeyi, iyilik yapmayı veya insanlar arasını düzeltmeyi isteyenler hariç." (Nisâ Sûresi, ayet: 114) Bu durumun tam yetkinlesmesi ile ilgili olarak söyle buyurulur: "oysa onlar Hakk'a tapan, Allah'ı birleyici olarak dini yalnızca Allah'a tahsis edip ona ibadet etsinler diye
emrolunmuslardı…” (Beyyine Sûresi, ayet: 5)
Sumt hali, vahiy türlerinden birinin makamıdır.
Sumt, yani verimli sükut Tanrı bilgisini getirir insana.

5 “Uzlet”: Yalnız kalarak aydınlanma
Uzlet derin sükutun merdivenidir. İnsanlardan uzaklasan adam, konusacak kimse bulamayınca dilini terbiye etmeyi ögrenir. Yalnızlık iki kısımdır:
Müridlerin uzleti ki maddi yalnızlık demektir; baskalarından fiili olarak uzaklasmak demektir.
Tamamen kalbin yogunlasmasıyla gerçeklesen ve dıs dünyadaki herseyin kalpten atılmasıyla son
bulan, derin kisilerin :)muhakkiklerin) uzleti. Onların gönlünde Tanrı bilgisinden baska birsey kalmaz.
O kendi kalbinde Tanrı’yı müsahade eder.
Yalnızlasanların üç amacı vardır. Diger insanların muhtemel kötülüklerinden arınmak, kendisinin
yıkıcı etkilerinden baskalarını korumak, -ki bu ilkinden daha yücedir- ve Tanrı ile dostlugu tercih edip tüm masivayı bosamak. İkinci amaç birinciden daha yücedir demistik; çünkü birinci amaçta insanlara suizanda bulunmak, onları kötü saymak vardır; ikinci durumda ise kisinin kendi nefsini muhasebe etmesi daha çok öne çıkar. Senin kendi nefsin hakkında suizan etmen baskaları hakkında suizan etmenden daha iyi! Çünkü sen kendini baskalarından daha iyi bilirsin.
Ama yalnızlıgı tercih edenlerin en yücesi, Rabbinin dostlugunu tercih ederek inzivaya çekilenlerdir.
Kim, Rabbinin dostlugunu amaçlayarak yalnızlasırsa kimse onu bilmez, Hak tarafından ona verilen
ruhi sır ve yeteneklerden kimse haberdar olmaz.
Yalnız kalma isteginin bir kalbe yerlesmesi, iki basamakta gerçeklesir; önce bir "yabancılasma"
gereklidir. Yabancılasma, yabanıl kalma hissi, kisinin kopmak istedigi hal ve seylere :) masiva) karsı tepki alıstır. Sonra varmak, sıgınmak istedigi seye dogru yanasmak, ilismek, ünsiyet peyda etmek basamagı gelir. İnsanı gönüllü ve huzurlu yalnızlıga iten de budur.
Yalnızlık, verimli suskunlugu zenginlestirir; ona katkıda bulunur. Suskunluk, aslında yalnızlıgın
getirdigi zorunlu hallerdendir. Burada dilin susmasını kastediyorum. Kalbi susturmak, uzlet yoluyla elde edilemez. Yalnız kisi ne denli gayret etse de Tanrı'dan baska biriyle masiva hakkında konusabilir.
Bu yüzden susmayı yolun esaslarından kıldık.
Kim uzlete yapısırsa ilahî birligin sırlarına vakıf olur. Böylece onun önünde ahadiyyet sıfatının :)
Tanrı'nın mutlak birliginin makamı) sırları açılır.
Uzlet hali, mürid veya muhakkikin tüm beseri niteliklerden soyutlanarak yücelmesi demektir.
Uzletin en yüksek derecesi, mutlak halvet makamıdır. Bu makam "yalnızlık içinde yalnızlık"
demektir. Böyle bir uzletin semeresi, umumi uzletten daha güzeldir; daha verimlidir. Yalnızlasan,
ayrılan anlamında "mutezil" kisi Tanrı hakkında kesin bir inanç ve güven hissiyle dolmalıdır; ta ki
hiçbir fikir geçmesin gönlünden. Eger o, kesin güvenden ve "Tanrı'yı görüyormusçasına bilme
makamı”ndan :) el-yaqîn) mahrum ise uzlet zamanını bir tür azık saysın; yalnızlıgı esnasında ilahî
yansımaların aynası olmak için beklesin. Umulur ki ruhen güçlenir de Tanrı'yı görüyormusçasına
inanma makamına yaklasır. Verimli uzletin ön sartlarından biri de bu makama geçebilmektir.
Uzlet, dünya hakkında açık ve dogru bilgiler getirir insana.

6 "Açlık": Bedene hâkim olarak aydınlanma
Açlık, bu ilahî yolun üçüncü esasıdır. Dördüncü esas olan uykusuzlugu da içerir. Tıpkı uzletin
sükûtu içermesi gibi.
Açlık iki türlüdür.
İradi açlık: müridin bilerek, nefsi terbiye etmek için girdigi açlıktır.
Mecburi açlık: muhakkiklerin :) derin sufilerin) açlıgı bu türdendir. Zira muhakkik kisi kendini
"aç kalacagım!" diye bir amaç ve niyet çerçevesinde aç bırakmaz. Ama ilahî ünsiyet makamında
ise yedigini azaltmak zorunda kalır bazen. Muhakkik kisi, ilahî heybet dedigimiz güç ve kudret
makamında ise onun yemegi çogalacaktır. Muhakkik sufilerin yemek konusundaki rahatlıkları,
tanık oldukları azamet haline uygundur. Hakikat nuru, olanca agırlıgıyla azamet renginde onlara
yansıyınca buna dayanmak için güçlü bir bedene sahip olmak durumundadırlar. Eger muhakkik
sufi az yeme durumundaysa ona yansıyan tecellinin ünsiyet ve dostluk rengi tasımasından
ötürüdür.
Ama bu yola yeni giren müridde durum farklıdır. Onun çok yemesi, Tanrı zikrinden ve fikrinden
uzaklasmasına kanıttır. Sanki Tanrı'nın kapısından ötelere sürülmüstür de sehvetin dizginleri ele
aldıgı nefis onu yönetmektedir. Hayvani hisler onda güçlüdür. Müridin az yemesi, ilahî rahianın
kalbine yavas yavas dolduguna isarettir. Böylece bedeninin isteklerini takip etme derdinden
uzaklasıp yücelmektedir.
Açlık, zorlanma derecesine varan bir ifrata gidilmedigi sürece hem yeni mürid hem de muhakkik
için iyidir. Yeni müridi güzel ve üstün hallere hazırlar muhakkiki ise ilahî sırlara vakıf kılar.
Ancak açlıkta asırıya gidilirse aklın yitirilmesine, saçma sapan hayallerin görülmesine ve mizacın
bozulmasına yol açılmıs olur.
Öyleyse mürid kendi kendine "ben yücelecegim" diyerek açlık nöbetlerine giremez! Ancak ehil
bir üstad nezdinde, onun uyarı ve yönlendirmeleriyle girisir. Tek basına bu ise karar
vermemelidir. Mürid tek basına kaldıgında açlık prensibini uygulamak istiyorsa yemegini dikkatli
bir sekilde azaltmalı; oruç tutmalı, gece ile gündüz arasında tek bir ögünle yetinmeye alısmalıdır.
(...)8
Açlıgın kendine özgü halleri ve mertebeleri vardır. Tevazu, efendilik, sakinlik, açık kalplilik,
fuzuli islerle ugrasmama, gönülden kötü seyleri geçirmeme ve kendini Allah'a muhtaç hissetme
açlıgın müridde olusturdugu hallerdir. Açlık muhakkikte ise daha farklı hallere yol açar: ince
ruhluluk, merhamet, hos dillilik, dostluk, varlık ve sahip olmak hissinin kaybedilmesi, Tanrı’dan
gelen izzet ve heybet sebebiyle beseri / hayvani niteliklerden uzaklasma gibi. Açlık hali,
muhakkiki "samedaniyet makamı"na :) Tanrı'nın sonsuz güç sahibi oldugunu ve hiçbirseye
ihtiyacı olmadıgını; herseyin Tanrı'ya muhtaç oldugunu derinden hissetme) götürür. Bu makam,
kendine ait sırları, yansımaları olan yüce bir derecedir ve biz "Mevâqıu'n-Nucûm" kitabında söz
kalpten söz açınca bundan bahsettik. H. 596 yılında Câbiye sehrinde bunu yazmıstım . Daha sonra
birçok nüsha kopye edildi ama ben orada yoktum; bu kısım :) menzil) sabit degilmis o nüshalarda.
İlahi gayret sahibinin faydalanacagı haller vardır açlıkta. Yoksa sıradan bu manada açlıktan medet
umması gereksizdir. Ama su da bir gerçek ki sıradan kisinin açlıgı, mizacın düzene girmesine,
bedenin daha sıhhatli bir sekilde nimetleri tatmasına yol açabilir.
Açlık insanın Seytanı daha iyi tanımasına yol açar. Allah bizi ve sizi korusun ondan.

7 “Uykusuzluk" Zihne hâkim olarak aydınlanma
Uykusuzluk aslında açlıgın semeresidir. Mide tamtakır olunca uyku da çekip gider. Uykusuzluk
iki türlüdür:
Gözün açık kalması; fiili uykusuzluk,
Kalbin uyanık kalması, zihnî uykusuzluk
Kalbin uyanıklıgı anlamında uykusuzluk, insanın ilahî müsahedeleri talep ederek gafletten,
aymazlık halinden uyanması demektir. Gözün uyanık kalması ise geceleri uyumamak yoluyla
kalpteki himmeti :) manevi yogunluk ve yüce bir amaca kilitlenme) artırmak için yapılır.
nsan gözünü kapatıp uykuya dalınca, kalbin manevi eylemi durur. Bedenî uyku devam etmekle
birlikte kalp uyanıksa, onun istegi evvelce fiili olarak uyanıkken tanık oldugu seylere erismektir.
(......)9
Uykusuzlugun faydası, kalbin hiç ara vermeden manevi isine devam etmesidir. Bu sayede ilahî
hazinelere erismek mümkün olur. Uykusuzluk bir tür bakım ve "vakti yenileme" demektir hem
mürid hem de muhakkik açısından... Ancak muhakkik sufi, ilahî ahlak gömlegine daha fazla
bürünürken yeni mürid bunu bilmez, bunu tadamaz.
Uykusuzluk makamı, kayyumiyet makamıdır. :) Tanrı'nın her an kâinatı yönettigi ve bir an ilgisini
esirgese herseyin yok olacagını yogun olarak hissetme makamı). Bazı dostlarımız kisinin
kayyumiyet makamıyla bütünlesmesini, kendini bu mertebede gerçeklestirmesini yasakladılar.
Bazı dostlarımız da bu makamın ahlakına bürünmeyi yasakladılar.
**
Bir keresinde Ebû Abdullah bin Cüneyd'le görüstüm; o da bundan menediyordu. Ama biz bu
fikirde degiliz. İlahî hakikatler bize sunu ögretti ki; insan-ı kâmil, ilahî mertebenin tüm isimlerini
yüklenecektir. Eger bazı dostlarımız bu konuda çekimser kalıp [tavakkuf ettiyse] insanın hakikati
ve varolusu hakkında yeterince bilgiye sahip olamayıslarındandır bu tavırları. Eger o dostumuz,
kendini hakkıyla tanısaydı, bu gibi hususlar ona zor gelmezdi.
Uykusuzluk insana nefsini tanıtır.
Böylece ilahî bilgiyi elde etme yolunun, ruhi aydınlanmanın dört esası tamamlanmıs oldu. Bilgi
bunların üzerinde yükselir. Allah'ı tanımak, kendi nefsini tanımak, dünyayı tanımak ve Seytanı
tanımak bu esaslar üzerine dayanılırsa mümkün olur. nsan kendi nefsinden kopup masivadan10
uzaklasarak inzivaya çekilirse; Rabbini anarak baska seyi unutursa; bedenî gıdayı terkedip
herkesin uyudugu zaman uyanık kalmayı basarırsa onda dört temel nitelik "tahakkuk" etmis olur.
Onun beseri / hayvani yönü melekilige dönüsür; ibadeti, efendilige dönüsür; zihnî algıları somut
[bes duyusu gibi] keskinlesir, duyarlı hale gelir. Bilmedigi, görmedigi seyleri yakından bilmis,
görmüs gibi olur. çte kalan gizli hususlar ona asikâr olur. O bir yeri terkedip gittiginde kendi ruhi
"bedel"ini oraya bırakır; o sehrin ruhları onun yanına gelir; onunla sohbet eder,11 Eger o yerin
halkı bu ruhani varlıgı sever ve bagırlarına basarlarsa onlar için bedenî surete bürünür. Onlarla
konusur, aslında onlardan uzaktadır ama dileklerini dinleyen, yerine getiren biri karsılarındaymıs gibi gibi görünür oralılara. Bazen bu " bedel" in asıl sahibi kendi vatanına dönmek isterse oralı insanların herhangi bir talebi olmadan da geliverir ve dolasır yurdunda.
Ama uzaklarda iken kendi vatanında görünme, abdal olmayan kisiler tarafından da gerçeklestirlir.
Aradaki fark sudur: Yüce kisi bir abdal olarak oradan gittiginde bilinçli olarak kendi görüntüsünü,
"bedeli"ni bırakır; o bu isin bilincindedir. Ama abdal olmayan kisinin basına bu is geldiginde o kendi
benzerini "bedel"ini orada terkettigini bilmez bile. Çünkü o yukarda izah ettigimiz dört esasa
dayanmamıs, bunları hakkıyla uygulamamıstır.12
Allah sizleri ve bizleri bu esasları anlama ve uygulama yolunda basarılı kılsın, hepimizi ihsan makamında agırlasın. Daima veren dost odur.
Allah’a hamdolsun, efendimiz Muhammed'e,
Ailesine ve arkadaslarına selam olsun.

Notlar:
1. Baslıgı “Abdalların Hayat Tarzı" olarak çevrilebilecek bu risalede ruhun olgunlasması ve
ezoterik aydınlanma için gerekli olan nefis terbiyesinin esasları; kısaca bu isin maddî kosulları
anlatılır. Baslıgın devamı bazı nüshalarda söyle bir cümleyle tamamlanır: "ve bu yolda
belirginlesen ruhî haller ve derin bilgiler" Bkz.; bn Arabî, "Hilyetü'l-Ebdâl", Resâil, nesreden:
Muhammed Sihâbeddin el-Arabî Dâr-ı Sâdır, s. s. 507-513, Beyrut: 1997. Muhammed
Sihabeddin, bu nesrini h. 997'de istinsah edilmis bir nüshaya dayandırmıstır.

2 Endülüslü büyük sufi. Sevenleri nezdinde Seyh-i Ekber / En Büyük Üstad diye bilinir. 28
Temmuz 1165'te Endülüs'ün Mürsiye kentinde (Güney spanya) dogdu. Arapların cömertligiyle ünlü
Tayy kabilesine mensuptur. bn Tufeyl ve bn Rüsd'ün çagdasıdır. Otuz, yıl boyunca sürecek
seyahatleri sonunda Sam'a yerlesti ve 1240 yılında burada vefat etti. Kuzey Afrika, Mısır, Hicaz,
Bagdat, Malatya ve Konya'ya gelen bn Arabî, Anadolu üzerinde yogun bir sekilde etkisini hissettiren
düsünürlerdendir. Îbn Arabî'nin irili ufaklı 300 civarında eseri vardır. Basılı eserleri 50 kadardır. En
meshurları Fusûsu'l-Hikem ve Futûhal-ı Mekkiyye’dir. bn Arabî üzerine düsülen serh, talikat, reddiye
ve arastırmalar binlerle ifade edilir. Bugün bile yasıyormus gibidir; fikirleri, sıcak münakasaların
konusudur. İbn Arabî aynı zamanda güçlü bir söz ustasıdır.

3 Hayırlısını istemek, istihareye yatmak: Yapılacak bir is veya açıklama için dogru mu yanlıs mı diye
rüyaya yatmak ve rüyada görülen sembollere göre hareket etmek demektir.

4 Esas metinde el-Kürrase deniyor. Kürrâse forma sisteminin atasıdır; duruma göre 16 ya da 32
sayfaya denk düser.
5 Metindeki terim "el-kevn"dir ve pasif anlamıyla varlık, kâinat, varolus demektir. Aktif anlamıyla
varlık ise "el-vücûd"dur.

6 Burada hiçbir kisi ve varlıgın kendi hali ile ilgili olarak tam bir bilinç sahibi olamayısını / Tanrısal
bilince eremeyisini anlatıyor. Bu bilince eremeyis, bn Arabi ontolojisinde varlıgın zuhurdan önceki
mutlak yokluk haline benzetiliyor.

7 Ebû Talib Mekkî 996 yılında Bagdat'ta vefat etti. Yukarda anılan eseri tasavvufun en önemli
klasiklerinden sayılmaktadır.

8 Burada silik bir bolüm var. Okuyamadım.
9 Siliktir.
10 Mâsivâ: Tann gayrında her sey; tüm fanilik âlemi.
11 İbn Arabî bu satırlarda "abdal"ı tarif ediyor. Abdal, "bedel"in çoguludur, tebeddül le aynı
köktendir; degisim, dönüsüm yasayan ulu eren demektir. Bu degisim hem ruhîdir hem de bedenîdir.
Abdallar, duası kabul olan kisilerdir; ama sıradan biri gibi görünürler. Eski Türklerden kalan, "don"
yani kılık ve sekil degistirme sonucu her yer ve iklimde zuhur edip iyilere, zayıflara yardım etme fikri
de buna benzer bir anlayıstır.
12 Burada kısa bir siir var, dogru çevirememe kaygısıyla almadım.

Alıntıdır.
 

[XTR] Similar Threads

Üst