alin
Kayıtlı Üye
ÖZEL DÜNYALAR
Heraklit der ki:
İnsanlar uyanık anlarında da
uyurkenki kadar etrafında olup bitenlere karşı dikkatsiz ve unutkandır.
Ahmaklar duymalarına karşın
sağır gibilerdir;
onlar için 'ne zaman burada
olsalar mevcut değiller'
deyimi uygun düşer.
Kişi uykudaymış gibi davranmamalı
ve konuşmamalıdır.
Uyanıkken tek bir ortak dünya vardır; uyuyanlarınsa her birinin kendi özel dünyası vardır.
Uyanıkken her gördüğümüz ölümdür, uyurken ise, hayaller.
Heraklit insanın en derin sorununa parmak basar; bu da, onun uyanıkken bile derin uykuda olduğudur.Heraklit der ki:
İnsanlar uyanık anlarında da
uyurkenki kadar etrafında olup bitenlere karşı dikkatsiz ve unutkandır.
Ahmaklar duymalarına karşın
sağır gibilerdir;
onlar için 'ne zaman burada
olsalar mevcut değiller'
deyimi uygun düşer.
Kişi uykudaymış gibi davranmamalı
ve konuşmamalıdır.
Uyanıkken tek bir ortak dünya vardır; uyuyanlarınsa her birinin kendi özel dünyası vardır.
Uyanıkken her gördüğümüz ölümdür, uyurken ise, hayaller.
Uyurken uyursun ama uyanıkken de uyursun. Bunun anlamı nedir? Çünkü Buda bunu söyler, İsa bunu söyler, Heraklit bunu söyler. Uyanık gibi görünüyorsun ama bu sadece görüntüdür; içinin derinliklerinde uyku devam etmekte.
Şu an dahi içinde rüya görmektesin. Bin bir tane düşünce akıp gitmekte ve sen ne olduğunun bilincinde bile değilsin, ne yaptığının farkında değilsin, kim olduğunun farkında değilsin. İnsanların uykusunda yaptığı şekilde davranıyorsun. Uykusunda dolanıp, şunu-bunu yapıp tekrar uykusuna dönen birilerini duymuş olmalısın. Uyurgezerlik denilen hastalık vardır. Bazı insanlar gece yataklarından kalkarlar; gözleri açıktır, hareket edebilirler. Dolaşabilirler, kapıyı bulabilirler. Mutfağa gidip bir şey yiyecekler; geri dönüp yatağa girecekler. Ve sabah onlara sorarsan gece hakkında hiçbir şey bilmezler. En fazla hatırlamaya çalıştıklarında, o gece uyanıp mutfağa gittiklerini rüyada gördüklerini söyleyeceklerdir. Ama her şeyden önce o bir rüyaydı; onu bile hatırlamak çok zordur.
Pek çok suç işlemiş insan; pek çok katil mahkeme esnasında böyle bir şeyi yaptıklarını hatırlamadıklarını ve hatta neden bahsedildiğini dahi bilmediklerini söyler. Mahkemeyi kandırmaya çalışmamaktalar, hayır. Artık psikanalistler onların kandırmaya çalışmadıklarını bulguladılar, onlar yalan söylemiyor, tamamen doğru söylüyorlar. Cinayeti işlediler — çok derin uykudayken işlediler— rüyadaymış gibi. Bu uyku normal olandan daha derindir. Bu uyku sarhoşluk gibidir: Biraz hareket edebilirsin, biraz bir şeyler yapabilirsin, birazcık farkında da olabilirsin ama körkütük sarhoşsun. Gerçekten ne olduğunu bilmiyorsun. Geçmişinde neler yaptın? Aynı şekilde yeniden anımsayabilir misin onu, neden yaptığını, ne yaptığını? Sana ne oldu? O olurken uyanık mıydın? Neden olduğunu bilmeden âşık oluyorsun; neden olduğunu bilmeden kızıyorsun. Bahaneler buluyorsun elbette; yaptığın her şeyi mantıklı hale sokuyorsun ama mantıklı olmak farkındalık değildir.
Farkındalık, anda olan her şeyin tam bir bilinçlilikle gerçekleşiyor olması anlamına gelir; sen orada mevcutsun. Kızgınlık gerçekleşirken sen orada mevcut olursan kızgınlık oluşamaz. O sadece sen derin uykudayken gerçekleşebilir. Sen orada olursan varlığında hemen bir dönüşüm olmaya başlar çünkü sen oradaysan, farkındaysan pek çok şey mümkün değildir. Günah denilen tüm şeyler sen farkındaysan mümkün değildir. Dolayısıyla, gerçekte sadece tek bir günah vardır o da farkında olmamaktır.
İngilizcesi "sin" olan günah sözcüğünün orijinali kaçırmak anlamına gelir. Yanlış bir şey yapmak anlamına gelmez; kaçırmak, orda olmamak anlamına gelir. "Sin" sözcüğünün İbranca'daki kökü "miss" (kaçırmak) anlamına gelir. Bu bazı İngilizce sözcüklerde geçer: "misconduct" (zina, ahlaksızlık, görevi kötüye kullanmak), "misbehavior" (terbiyesizlik, kötü davranış). Kaçırmak orada olmamak demektir, bir şeyi kendini tam vermeden yapmaktır; tek günah budur. Ya tek erdem? Bir şey yaparken tamamıyla dikkatlisin; Gurdjieff'in kendini-anımsamak dediği şey, Buda'nın doğru şekilde dikkatli dediği şey, Krishnamurti'nin farkındalık dediği şey, Kabir'in surati dediği şey budur.
Hiçbir şeyi değiştirmeye ihtiyacın yok ve değiştirmeye çalışsan da zaten yapamazsın. Kendinde pek çok şeyi değiştirmeye çalışıp duruyorsun. Başarılı oldun mu? Kaç sefer tekrar kızgın olmamaya karar verdin? Kararına ne oldu? Zamanı geldiğinde tekrar aynı tuzaktasın: Kızarsın ve kızgınlık gittiğinde tekrar pişmanlık duyarsın. Bu bir kısırdöngüye dönüştü: Kızıyorsun ve sonra pişman oluyorsun ve sonra da tekrar aynı şeyi yapmaya hazırsın.
Unutma, pişmanlık duyarken dahi orada değilsin, pişmanlık da günahın parçası. Bu nedenle hiçbir şey olmaz. Denemeye ve denemeye devam eder durursun, pek çok kararlar alırsın ve yeminler edersin ama hiçbir şey olmaz; sen aynı kalırsın. Doğduğun zamankiyle tamamen aynısın, küçücük bir değişiklik dahi gerçekleşmedi sende. Denemedin değil, yeterince denemedin değil; denedin ve denedin ve denedin. Başaramazsın çünkü bunun gayret etmekle bir alakası yok. Daha çok çaba yardımcı olmaz. Çabayla değil, dikkatli olmakla ilgisi var.
Dikkatli olursan pek çok şey senin onları bırakmana gerek kalmadan gider. Farkındalıkta belli şeyler mümkün olmaz. Ve bu benim tanımlamamdır, başka bir kriter de yoktur. Eğer farkındaysan aşka düşemezsin; bu durumda aşka düşmek bir günahtır. Aşık olursun ama bu düşüş gibi olmaz, yükseliş gibi olur. Neden aşka düşmek terimini kullanırız? O düşmektir; yükselmezsin, düşersin. Farkında olursan düşmek mümkün olmaz, âşıkken bile. İmkânsızdır; yalnızca imkânsız. Ve aşkta yükselmek aşka düşmekten tamamıyla farklı bir olgudur. Aşka düşmek bir rüya halidir. Bu nedenle âşık insanlar diğerlerine nazaran daha fazla uykudadır, sarhoştur, rüya âlemindedir; bunu gözlerinden anlayabilirsin. Bunu gözlerinden anlayabilirsin çünkü gözleri uykuludur.
Aşkta yükselen insanlar tamamen farklıdır. Onların artık rüyada olmadıklarını görebilirsin, onlar hakikatle yüzleşirler ve onun aracılığıyla gelişirler.
Aşka düşerek bir çocuk olarak kalırsın; aşkta yükselerek olgunlaşırsın. Ve yavaş yavaş aşk bir ilişki olmaktansa varlığının bir parçası haline gelir. O zaman onu sevmek ve bunu sevmemek yoktur, hayır; sevgisin sadece. Yakınına gelenler kim olursa olsun onlarla paylaşırsın. Ne olursa olsun sevgini veririsin ona. Bir taşa dokunursun ve ona sanki sevdiğinin bedenini okşar gibi dokunursun. Ağaca bakarsın ve sanki sevgilinin yüzüne bakıyormuşsun gibi bakarsın. Bu bir var oluş şekli haline gelir. Sevmiyorsun; artık sen sevgisin. Bu yükselmektir, düşmek değil.
Onun aracılığıyla yükselirsen aşk güzeldir ve aşk onun aracılığıyla düşersen kirli ve çirkin hale gelir. Ve er ya da geç onun zehirli olduğunun kanıtlarını göreceksin. Kölelik haline gelir. Ona yakalanmış durumdasın, özgürlüğün ezilmiş durumda. Kanatların kesilmiştir; artık özgür değilsindir. Aşka düşerek bir mülkiyete dönüşürüsün; sahip olursun ve birisinin de sana sahip olmasına izin verirsin. Bir nesneye dönüşürsün ve aşka düştüğün diğer kişiyi de bir nesneye dönüştürmeye çalışırsın. Bir karı-kocaya bak: Her ikisi de birer nesneye benzemişlerdir, artık birer kişi değillerdir. Her ikisi de birbirine sahip olmaya çalışıyorlar. Sadece nesnelere sahip olunabilir, kişilere asla! Bir kimseye nasıl sahip olabilirsin? Nasıl bir insanı baskılarsın? Nasıl bir kimseyi bir mülkiyete dönüştürebilirsin? İmkânsız! Ama koca karısına sahip olmaya çalışıyor; karısı da aynı şey için uğraşıyor. O zaman çarpışma vardır, birbirlerine düşman oluverirler. O zaman birbirleri için ölümcül hale gelirler.
Sahiplenmek... herkes sevdiğine, sevgilisine sahip olmaya çalışıyor. Artık bu aşk değildir. Aslında birisine sahip olduğunda ondan nefret edersin, onu yok edersin, onu öldürürsün: Aşk özgürlük vermelidir; aşk özgürlüktür. Aşk sevileni çok, daha çok özgürleştirecektir, aşk kanatlar takacaktır ve aşk sonsuz gökyüzünü açacaktır. O bir hapishane, hücre haline gelemez. Ama bu aşkı sen bilmiyorsun çünkü sadece sen farkındaysan gerçekleşir; aşkın bu niteliği sadece sen farkında olduğunda gelir. Sen günah olan bir aşkı biliyorsun çünkü uykudan çıkmadır o
Şimdiki an sadece bir bölme çizgisidir. Yer kaplamaz. O geçmiş ve geleceği böler; yalnızca bir bölme çizgisidir. Şimdiki anda bulunabilirsin ama düşünemezsin; düşünmek için alana ihtiyaç vardır. Düşüncelerin tıpkı nesneler gibi alana ihtiyacı vardır. Şunu unutma; düşünceler çok ince nesnelerdir, onlar maddidir. Düşünceler manevi değildir çünkü maneviyat boyutu ancak düşünceler yoksa başlar. Düşünceler maddi şeylerdir, çok incedir ve tüm maddi şeylerin bir alana ihtiyacı vardır.
Şimdiki anda düşünemezsin. Düşünmeye başladığın anda o artık geçmiş olur. Güneşin doğuşunu izliyorsun; gördüğünde diyorsun ki: "Ne güzel bir gündoğumu." Geçmiş oldu bile. Güneş doğarken "Ne güzel!" bile diyecek yeterli boşluk yoktur çünkü sen bu sözleri —"Ne güzel!"— söylerken yaşantı geçmiş oldu bile; zihin şimdiden onu hafızasından tanır. Ama tam olarak ne zaman güneş doğuyor, tam olarak hangi zaman güneş doğmakta, nasıl düşünebilirsin? Ne düşünebilirsin? Doğan güneş ile birlikte olabilirsin ama düşünemezsin. Senin için yeterli yer vardır ama düşüncelerin için yoktur.
Bahçede güzel bir çiçek ve sen "Güzel bir gül" diyorsun; o anda artık sen gülle beraber değilsin, şimdiden bir anıya dönüştü. Çiçek oradayken ve sen de oradayken, birbiriniz için orada mevcut durumdayken nasıl düşünebilirsin? Ne düşünebilirsin? Düşünmek nasıl mümkün olabilir? Onun için yer yoktur. Yer o kadar dardır ki —aslında hiç yer yoktur— aslında sen ve çiçek aynı anda varolamazsınız çünkü iki için yer yoktur, sadece bir varolabilir.
Bu yüzdendir ki çok derin bir mevcudiyette sen çiçek ve çiçek de sen olmuştur. Düşünme olmadığı zaman çiçek kimdir ve gözleyen kimdir? Gözleyen gözlenene dönüştü. Aniden sınırlar kayboldu. Aniden sen nüfuz ettin, çiçeğin içine nüfuz ettin ve çiçek de senin içine nüfuz etti. Aniden iki değilsiniz; bir vardır.
Ve kapı dardır; şimdinin kapısı dardır. İki bile oradan geçemez, yalnızca bir. Şimdide düşünmek imkânsızdır, hayal görmek imkânsızdır çünkü hayal görmek resimlerle düşünmekten başka bir şey değildir. Her ikisi de nesnedir, maddidir.
Düşünmeden şimdiki anın içerisinde olduğunda ilk kez maneviyatınla temas kurdun demektir. Yeni bir boyut açılır; bu boyut farkındalıktır. Bu boyutu önceden bilmemiş olduğun için Heraklit senin uykuda olduğunu, farkında olmadığını söyleyecektir. Farkındalık şimdiki anın içinde öylesine tam olarak bulunmak demektir ki, ne geçmişe ne de geleceğe doğru bir hareket etme söz konusudur; tüm hareket durur.
Osho