klaroline
Kayıtlı Üye
Osmanlı Devleti’nde Cadılar Üzerine Bir Değerlendirme
Osmanlı tarihindeki cadı vakalarının tamamını göçe bağlayamayız. Farklı sebeplerden kaynaklanan, veya herhangi bir özel sebebi bulunmayan cadı vakaları da yaşanmış olabileceğini, hatta, vampirler gibi yaşayıp onlar gibi yok edilen Osmanlı cadılarının, Türkler’e ait batıl inançların Rumeli’de gayrimüslimlere ait batıl inançların etkisi altında şekillenmesi neticesinde, gelenekselleşmenin birer ürünü olarak ortaya çıktıklarını kabul etmek gerekir. Ancak, kendisine intikal eden hemen her cadı vakasında mezarların açılmasına izin verilmesini devletin göçü engelleyici politikası ile açıklayabiliriz. Cadılar hakkında sahip olduğumuz Ebussuud dönemine ait ilk veri, cadılarla mücadele için şer‘an öngörülen yöntemde esas noktanın göç olduğunu kuvvetli bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu arada, 1830’lu yıllardaki, parası devlet tarafından ödenen cadı üstadlarının ardından yaklaşık yetmiş yıllık süreç içinde devlet, göç ve cadılar arasındaki tuhaf ilişkide neler olup bittiği hakkında çok fikrimiz olmamakla beraber, 1900’lerin başına gelindiğinde Osmanlı Devleti’ni cadılara karşı tamamen farklı bir tutum içinde bulduğumuzu belirtmeliyiz. Muzaffer Albayrak tarafından neşredilen, 1904 yılına ait bir arşiv belgesinden öğrendiğimize göre36, Selanik’e bağlı Doyran kazasında cadı, ya da o bölgede kullanılagelen tabirle “vampir”, oldukları iddia edilen iki müslümanın mezarları hiçbir hükümet görevlisine başvurmaya gerek duyulmaksızın açılmış, cenazeleri yakılarak yok edilmiştir. Çok uzun olmayan bir geçmişte mezarların açılıp cenazelerin yok edilmesini onaylayan, hatta bu işi yapanlara para dahi ödeyen devlet, bu defa mezar açanları “şerefsiz” ilan etmiş ve adliyeye yönlendirmiştir. Aslında bu belge bile bir bakıma, yukarıda ele aldığımız vakaların tam zıddı bir yoldan, bizi yine devletin cadılara karşı tutumunun göçe karşı politikası kapsamında ele alınması gerektiği sonucuna ulaştırmaktadır. Resmiyete intikal ettirilmemiş olmasını örnekteki cadı inancının arkasında devleti ilgilendiren herhangi bir etken bulunmaması ile açıklayabiliriz. Doyranlılar’ın şikayetleri arasında can güvenliklerinin olmadığına ve bu yüzden yerlerini terk etmelerine izin verilirse kendilerini daha mutlu hissedeceklerine dair hiçbir ima bulunmamaktadır. Olay, evlerindeki mutfak gereçlerinin görünmeyen varlıklar tarafından karıştırılmasından rahatsızlık duymalarından ve bu rahatsızlıktan kurtulmak için asırlardır uygulana gelen cadı yok etme yöntemini kullanmakta kendilerini özgür hissetmelerinden ibarettir. Evlerdeki mutfak gereçlerini karıştıran görünmez yaratıklara bir açıklama getirmekle uğraşacak değiliz. Burada esas nokta, halkın neye niçin inandığından, ya da inanmak istediğinden çok, devletin halkın herhangi bir batıl inancına karşı hangi şartlar altında ne tepki gösterdiğidir. Yüz yıldan daha kısa bir süre öncesinde mezarların açılıp cenazelerin yok edilmesine izin veren devletin bu defa mezar açanları suçlu bulması, yani cadılara karşı tutumunun normal bir hal alması, işin içinde kendisini ilgilendiren herhangi bir etken olmaması ile ilgili gibi görünmektedir.
Dipnotlar
1 Şeyhülislam Ebussuud Efendi imzalı bu fetvadan ilerleyen satırlarda detaylı olarak bahsedilmiştir
2 Seyahatname, VII : Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 308 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, 7. Kitap, haz. Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman- Robert Dankoff, İstanbul 2003, s. 279-280.
3 Seyahatname, I : Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu-Dizini, I. Kitap, haz. Orhan Şaik Gökyay, İstanbul 1996, s. 25.
4 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, İstanbul 1983, s.253.
5 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul 1973, s. 94-96.
6 Etymologisches Wörterbuch der Slavischen Sprachen, Wien 1886, s. 374-375.
7 “Vampir” kelimesinin kökeni hakkında tüm iddiaları içeren derli toplu bir çalışma için bkz. Katharina M. Wilson, “The History of the Word Vampire”, Journal of the History of Ideas, Vol. 46, No. 4 (Oct.-Dec., 1985), s. 577-583.
8 T. P. Vukanović, “Witchcraft in the Central Balkans I: Characteristics of Witches”, Folklore, Vol. 100, No. 1 (1989), s. 21-22.
9 Reşad Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Vakalar, İstanbul 1952, s. 6-8; Günvar Otmanbölük, “Akılötesi Olaylar-4. Tırnova’da Cadı Avı”, Tarih ve Medeniyet, sayı 22 (Aralık 1995), s. 55-56; Şahmurat Arık, “Osmanlı Döneminde Bir Cadı Avı ve Türk Romanında Cadı Kavramı”, Akademik Araştırmalar Dergisi, 2006, sayı 29, s. 140-142
10 Takvîm-i Vekāyi‘, Sayı: 68 (21 Cemâziyelevvel 1249).
11 Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, İstanbul 1964, s. 335-336.
12 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2008, s. 45.
13 Nitekim haberin bütününde yeniçerilere yönelik bir düşmanlık açıkça hissedilebilmektedir. Bu iki yeniçerinin hayatta iken yaptıkları kötülükler ile ölümlerinden sonra başlarına gelenler arasındaki bağlantı vurgulanmaya çalışılmıştır. Son kısımda Tırnova halkının ağzından nakledilen, yeniçerilerden zaten öteden beri nefret ettikleri, bu olaydan sonra ise nefretlerinin iki misli arttığı şeklindeki söz özellikle dikkat çekicidir. Bu haliyle haber, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması esnasında ve sonrasında kendilerine karşı uygulanan sert muamele dolayısıyla yeniçerilerin halk arasında kazanmış olabilecekleri “mazlum” imajını yıkmak için gayet uygun bir araç görünümündedir.
14 “Sarıgöl Folklorundan: Cadılar ve Cadıcılar”, Türk Folklor Araştırmaları, no: 150 (Ocak 1962), yıl: 13, cilt: 7, s. 2606.
15 Vak‘anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, IV-V, haz. Yücel Demirel, İstanbul 1999, s. 766.
16 aynı eser, s. 767.
17 Şahmurat Arık, agm, s. 148
18 Anonim Osmanlı Tarihi (1099-1116/1688-1704), haz. Abdülkadir Özcan, Ankara 2000, s. 148-149.
19 Anonim Osmanlı Tarihi (1099-1116/1688-1704), s. 149. Edirne’de yaşanan bu iki cadı vakası daha önce Markus Köhbach tarafından da ele alınmıştır: “Ein Fall von Vampirismus bei den Osmanen”, Balkan Studies, 20 (1979), s. 83-90.
20 Gerçi, yukarıda ele aldığımız Tırnova’daki cadı vakasında, cenazelerin yakılması için başvurulan şer‘î dayanak noktasında zikredilen ismin Ebussuud Efendi değil, Hoca Sadeddin Efendi olduğunu belirtmeliyiz. Ebussuud Efendi’nin şeyhülislamlığının üzerinden yirmi seneyi çok fazla aşmayan bir zaman geçmişken cadıların şer‘î açıdan gündemi bir kez daha meşgul etmiş oldukları anlaşılıyor.
21 İstanbul Ahkâm Defterleri, İstanbul’da Sosyal Hayat, I, İstanbul 1997, s. 102.
22 “Osmanische Lokalbehörden der frühen Tanzimat im Kampf gegen Vampire? Amtsrechnungen (masarıf defterleri) aus Makedonien im Lichte der Aufzeichnungen Marko Cepenkovs (1829-1920)”, Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, 82 (1992), s. 359-374.
23 “The Role of Women In Southeast European Vampire Belief”, Women In The Ottoman Balkans, Gender, Culture and History, ed. Amila Buturović-İrvin Cemil Schick, New York, 2007, s. 236.
24 Aslında biz burada düzeltilmesi gereken bir yanlış anlaşılma olduğunu düşünmekteyiz. Ursinus masarif defterlerinde karşılaştığı cadıcıları devletten para almakla kalmayıp aynı zamanda devlet tarafından atanan görevlilermiş gibi ele almış ve Kreuter de aynen o şekilde değerlendirmiştir. Hatta Ursinus, halk içinde cadıları yok etmekte uzmanlaşmış kimseler zaten mevcutken bu devlet görevlisi cadıcıların ortaya çıkışına bir anlam verememektedir. Bizim anladığımız ise, bunların bağımsız olarak hizmet sunan insanlar olduğudur. Ursinus’un incelediği masarif defterlerinde, isimleri geçen cadıcıların devlet tarafından atandığına dair bir bilgi yoktur. Defterlerden anlaşılan sadece, bu cadıcılara verilen paranın devlete mahsup edildiğidir. Devletin bu masrafı neden üstlendiğinin cevabını ise, cadı ile mücadelenin göçe karşı bir önlem olarak düşünülmesinin yanısıra, bu yılların aynı zamanda Tanzimat yıllarına denk geliyor olmasında da arayabiliriz. Aslında bu bağlantı Ursinus’un da dikkatini çekmiş, fakat o bu konuyu biraz üstü kapalı şekilde bırakmıştır. Devletin, nüfusun büyük çoğunluğunu gayrimüslimlerin oluşturduğu Rumeli köy, kasaba ve şehirlerinde cadı avı için ödenek tahsis etmesini, gayrimüslimlere yönelik Tanzimat ile neticelenecek olan hoşgörü siyaseti kapsamında değerlendirebiliriz.
25 Youssef Ragheb, “Müslüman Ülkelerde Yalancı Ölümler ve Diri Diri Gömülenler”, İslam Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri (Cimetiéres et Traditions Funéraires Dans Le Monde Islamique) II, Ankara 1996, s. 59-71.
26 M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1983, s. 197-198.
27 Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul 1985, s. 230, 289.
28 Önceleri kaçak yükümlülerin cizyelerinin sadece bir yarısı köylüler arasında paylaştırılır, diğer yarısı ise timar sahibinden tahsil edilirdi. Fakat XVI. yüzyılın sonlarından itibaren timar sisteminin çökmesiyle birlikte timar sahibi aradan çekilmiş ve vergi açığının tamamı köylülerin üzerine kalmıştır. Halil İnalcık, “Cizye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, VIII, İstanbul 1993, s. 46.
29 Mevkufâtî, Vakı‘ât-ı Rûzmerre, II, TSMK, Revan 1224, vr. 158b.
30 BA, KK, nr. 3508, s. 82.
31 A. Tabakoğlu, aynı eser, s. 231.
32 A. Tabakoğlu, aynı eser, s. 230-231, 288-291.
33 BA, MD, nr. 100, s. 76/287.
34 Ahmed Refik Altınay, Onuncu Asr-ı Hicrî’de İstanbul Hayatı (1495-1591), İstanbul 1988, s. 139-140. Burada sureti verilen Safer 975 (1567) tarihli hükümde son beş yıl içinde İstanbul’a gelip yerleşenlerin tespiti ve bundan sonra dışarıdan gelen hiç kimsenin şehirde mesken tutmasına izin verilmemesi üzerinde durulmaktadır.
35 Silahdâr Târîhi, II, nşr. Ahmed Refik (Altınay), İstanbul 1928, s. 543-544.
36 “Cadı Avcılarına Takibat”, NTV Tarih, Sayı: 9 (Ekim 2009), s. 67
alıntı
sevgilerle...
Osmanlı tarihindeki cadı vakalarının tamamını göçe bağlayamayız. Farklı sebeplerden kaynaklanan, veya herhangi bir özel sebebi bulunmayan cadı vakaları da yaşanmış olabileceğini, hatta, vampirler gibi yaşayıp onlar gibi yok edilen Osmanlı cadılarının, Türkler’e ait batıl inançların Rumeli’de gayrimüslimlere ait batıl inançların etkisi altında şekillenmesi neticesinde, gelenekselleşmenin birer ürünü olarak ortaya çıktıklarını kabul etmek gerekir. Ancak, kendisine intikal eden hemen her cadı vakasında mezarların açılmasına izin verilmesini devletin göçü engelleyici politikası ile açıklayabiliriz. Cadılar hakkında sahip olduğumuz Ebussuud dönemine ait ilk veri, cadılarla mücadele için şer‘an öngörülen yöntemde esas noktanın göç olduğunu kuvvetli bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu arada, 1830’lu yıllardaki, parası devlet tarafından ödenen cadı üstadlarının ardından yaklaşık yetmiş yıllık süreç içinde devlet, göç ve cadılar arasındaki tuhaf ilişkide neler olup bittiği hakkında çok fikrimiz olmamakla beraber, 1900’lerin başına gelindiğinde Osmanlı Devleti’ni cadılara karşı tamamen farklı bir tutum içinde bulduğumuzu belirtmeliyiz. Muzaffer Albayrak tarafından neşredilen, 1904 yılına ait bir arşiv belgesinden öğrendiğimize göre36, Selanik’e bağlı Doyran kazasında cadı, ya da o bölgede kullanılagelen tabirle “vampir”, oldukları iddia edilen iki müslümanın mezarları hiçbir hükümet görevlisine başvurmaya gerek duyulmaksızın açılmış, cenazeleri yakılarak yok edilmiştir. Çok uzun olmayan bir geçmişte mezarların açılıp cenazelerin yok edilmesini onaylayan, hatta bu işi yapanlara para dahi ödeyen devlet, bu defa mezar açanları “şerefsiz” ilan etmiş ve adliyeye yönlendirmiştir. Aslında bu belge bile bir bakıma, yukarıda ele aldığımız vakaların tam zıddı bir yoldan, bizi yine devletin cadılara karşı tutumunun göçe karşı politikası kapsamında ele alınması gerektiği sonucuna ulaştırmaktadır. Resmiyete intikal ettirilmemiş olmasını örnekteki cadı inancının arkasında devleti ilgilendiren herhangi bir etken bulunmaması ile açıklayabiliriz. Doyranlılar’ın şikayetleri arasında can güvenliklerinin olmadığına ve bu yüzden yerlerini terk etmelerine izin verilirse kendilerini daha mutlu hissedeceklerine dair hiçbir ima bulunmamaktadır. Olay, evlerindeki mutfak gereçlerinin görünmeyen varlıklar tarafından karıştırılmasından rahatsızlık duymalarından ve bu rahatsızlıktan kurtulmak için asırlardır uygulana gelen cadı yok etme yöntemini kullanmakta kendilerini özgür hissetmelerinden ibarettir. Evlerdeki mutfak gereçlerini karıştıran görünmez yaratıklara bir açıklama getirmekle uğraşacak değiliz. Burada esas nokta, halkın neye niçin inandığından, ya da inanmak istediğinden çok, devletin halkın herhangi bir batıl inancına karşı hangi şartlar altında ne tepki gösterdiğidir. Yüz yıldan daha kısa bir süre öncesinde mezarların açılıp cenazelerin yok edilmesine izin veren devletin bu defa mezar açanları suçlu bulması, yani cadılara karşı tutumunun normal bir hal alması, işin içinde kendisini ilgilendiren herhangi bir etken olmaması ile ilgili gibi görünmektedir.
Dipnotlar
1 Şeyhülislam Ebussuud Efendi imzalı bu fetvadan ilerleyen satırlarda detaylı olarak bahsedilmiştir
2 Seyahatname, VII : Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 308 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, 7. Kitap, haz. Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman- Robert Dankoff, İstanbul 2003, s. 279-280.
3 Seyahatname, I : Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu-Dizini, I. Kitap, haz. Orhan Şaik Gökyay, İstanbul 1996, s. 25.
4 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, İstanbul 1983, s.253.
5 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul 1973, s. 94-96.
6 Etymologisches Wörterbuch der Slavischen Sprachen, Wien 1886, s. 374-375.
7 “Vampir” kelimesinin kökeni hakkında tüm iddiaları içeren derli toplu bir çalışma için bkz. Katharina M. Wilson, “The History of the Word Vampire”, Journal of the History of Ideas, Vol. 46, No. 4 (Oct.-Dec., 1985), s. 577-583.
8 T. P. Vukanović, “Witchcraft in the Central Balkans I: Characteristics of Witches”, Folklore, Vol. 100, No. 1 (1989), s. 21-22.
9 Reşad Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Vakalar, İstanbul 1952, s. 6-8; Günvar Otmanbölük, “Akılötesi Olaylar-4. Tırnova’da Cadı Avı”, Tarih ve Medeniyet, sayı 22 (Aralık 1995), s. 55-56; Şahmurat Arık, “Osmanlı Döneminde Bir Cadı Avı ve Türk Romanında Cadı Kavramı”, Akademik Araştırmalar Dergisi, 2006, sayı 29, s. 140-142
10 Takvîm-i Vekāyi‘, Sayı: 68 (21 Cemâziyelevvel 1249).
11 Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, İstanbul 1964, s. 335-336.
12 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2008, s. 45.
13 Nitekim haberin bütününde yeniçerilere yönelik bir düşmanlık açıkça hissedilebilmektedir. Bu iki yeniçerinin hayatta iken yaptıkları kötülükler ile ölümlerinden sonra başlarına gelenler arasındaki bağlantı vurgulanmaya çalışılmıştır. Son kısımda Tırnova halkının ağzından nakledilen, yeniçerilerden zaten öteden beri nefret ettikleri, bu olaydan sonra ise nefretlerinin iki misli arttığı şeklindeki söz özellikle dikkat çekicidir. Bu haliyle haber, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması esnasında ve sonrasında kendilerine karşı uygulanan sert muamele dolayısıyla yeniçerilerin halk arasında kazanmış olabilecekleri “mazlum” imajını yıkmak için gayet uygun bir araç görünümündedir.
14 “Sarıgöl Folklorundan: Cadılar ve Cadıcılar”, Türk Folklor Araştırmaları, no: 150 (Ocak 1962), yıl: 13, cilt: 7, s. 2606.
15 Vak‘anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, IV-V, haz. Yücel Demirel, İstanbul 1999, s. 766.
16 aynı eser, s. 767.
17 Şahmurat Arık, agm, s. 148
18 Anonim Osmanlı Tarihi (1099-1116/1688-1704), haz. Abdülkadir Özcan, Ankara 2000, s. 148-149.
19 Anonim Osmanlı Tarihi (1099-1116/1688-1704), s. 149. Edirne’de yaşanan bu iki cadı vakası daha önce Markus Köhbach tarafından da ele alınmıştır: “Ein Fall von Vampirismus bei den Osmanen”, Balkan Studies, 20 (1979), s. 83-90.
20 Gerçi, yukarıda ele aldığımız Tırnova’daki cadı vakasında, cenazelerin yakılması için başvurulan şer‘î dayanak noktasında zikredilen ismin Ebussuud Efendi değil, Hoca Sadeddin Efendi olduğunu belirtmeliyiz. Ebussuud Efendi’nin şeyhülislamlığının üzerinden yirmi seneyi çok fazla aşmayan bir zaman geçmişken cadıların şer‘î açıdan gündemi bir kez daha meşgul etmiş oldukları anlaşılıyor.
21 İstanbul Ahkâm Defterleri, İstanbul’da Sosyal Hayat, I, İstanbul 1997, s. 102.
22 “Osmanische Lokalbehörden der frühen Tanzimat im Kampf gegen Vampire? Amtsrechnungen (masarıf defterleri) aus Makedonien im Lichte der Aufzeichnungen Marko Cepenkovs (1829-1920)”, Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, 82 (1992), s. 359-374.
23 “The Role of Women In Southeast European Vampire Belief”, Women In The Ottoman Balkans, Gender, Culture and History, ed. Amila Buturović-İrvin Cemil Schick, New York, 2007, s. 236.
24 Aslında biz burada düzeltilmesi gereken bir yanlış anlaşılma olduğunu düşünmekteyiz. Ursinus masarif defterlerinde karşılaştığı cadıcıları devletten para almakla kalmayıp aynı zamanda devlet tarafından atanan görevlilermiş gibi ele almış ve Kreuter de aynen o şekilde değerlendirmiştir. Hatta Ursinus, halk içinde cadıları yok etmekte uzmanlaşmış kimseler zaten mevcutken bu devlet görevlisi cadıcıların ortaya çıkışına bir anlam verememektedir. Bizim anladığımız ise, bunların bağımsız olarak hizmet sunan insanlar olduğudur. Ursinus’un incelediği masarif defterlerinde, isimleri geçen cadıcıların devlet tarafından atandığına dair bir bilgi yoktur. Defterlerden anlaşılan sadece, bu cadıcılara verilen paranın devlete mahsup edildiğidir. Devletin bu masrafı neden üstlendiğinin cevabını ise, cadı ile mücadelenin göçe karşı bir önlem olarak düşünülmesinin yanısıra, bu yılların aynı zamanda Tanzimat yıllarına denk geliyor olmasında da arayabiliriz. Aslında bu bağlantı Ursinus’un da dikkatini çekmiş, fakat o bu konuyu biraz üstü kapalı şekilde bırakmıştır. Devletin, nüfusun büyük çoğunluğunu gayrimüslimlerin oluşturduğu Rumeli köy, kasaba ve şehirlerinde cadı avı için ödenek tahsis etmesini, gayrimüslimlere yönelik Tanzimat ile neticelenecek olan hoşgörü siyaseti kapsamında değerlendirebiliriz.
25 Youssef Ragheb, “Müslüman Ülkelerde Yalancı Ölümler ve Diri Diri Gömülenler”, İslam Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri (Cimetiéres et Traditions Funéraires Dans Le Monde Islamique) II, Ankara 1996, s. 59-71.
26 M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1983, s. 197-198.
27 Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul 1985, s. 230, 289.
28 Önceleri kaçak yükümlülerin cizyelerinin sadece bir yarısı köylüler arasında paylaştırılır, diğer yarısı ise timar sahibinden tahsil edilirdi. Fakat XVI. yüzyılın sonlarından itibaren timar sisteminin çökmesiyle birlikte timar sahibi aradan çekilmiş ve vergi açığının tamamı köylülerin üzerine kalmıştır. Halil İnalcık, “Cizye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, VIII, İstanbul 1993, s. 46.
29 Mevkufâtî, Vakı‘ât-ı Rûzmerre, II, TSMK, Revan 1224, vr. 158b.
30 BA, KK, nr. 3508, s. 82.
31 A. Tabakoğlu, aynı eser, s. 231.
32 A. Tabakoğlu, aynı eser, s. 230-231, 288-291.
33 BA, MD, nr. 100, s. 76/287.
34 Ahmed Refik Altınay, Onuncu Asr-ı Hicrî’de İstanbul Hayatı (1495-1591), İstanbul 1988, s. 139-140. Burada sureti verilen Safer 975 (1567) tarihli hükümde son beş yıl içinde İstanbul’a gelip yerleşenlerin tespiti ve bundan sonra dışarıdan gelen hiç kimsenin şehirde mesken tutmasına izin verilmemesi üzerinde durulmaktadır.
35 Silahdâr Târîhi, II, nşr. Ahmed Refik (Altınay), İstanbul 1928, s. 543-544.
36 “Cadı Avcılarına Takibat”, NTV Tarih, Sayı: 9 (Ekim 2009), s. 67
alıntı
sevgilerle...