yule
Yönetici
Dünyasal yaşamın sonsuz olmadığı kesindir ve ölüm korkusu olduğu sürece, ölüm sonrasında yaşam umudu sürecektir ve acaba bilinçli ölmenin yolu var mıdır? Çoğunluğu Asya kıtasında olmak üzere milyonlarca insan ölüm sonrasına inanırlar fakat yaşamaya devam etmeyi de arzularlar. Ama Materyalist Çağ’da da ölüm bir gerçektir ve aynı korkuya yol açmaktadır. Ölümden söz etmek zor bir gerçektir. Öncelikli neden temel olarak psikolojik ve kültüreldir. Zira ölüm konusu tabudur. Ölümü sıkça düşünmek bizi o gerçeğe daha da yakınlaştıracağı düşüncesiyle korku doğurur.
Ölümden söz ettirmeyi zorlaştıran diğer bir neden ise kökünün dilin niteliğine kadar uzanmasıdır. Bu, ölümü bildiğimiz şeylerle kıyaslamamız anlamına gelir. En yaygın benzetme ölümle uykunun kıyaslanmasıdır gibi... Her zaman kendimize “ölmek, uykuya dalmaya benzer” deriz. Her ne olursa olsun, ölüm bir doğa konunudur ve hepimizin başından geçecektir. Belki bu sizin ilk ölümünüzdür belki de yüzüncüdür. Ölümü olabildiğince az korkutucu, rahatlatan, huzur veren ve yeni yaşama ilk adımı atmanızı sağlayan bir gerçek olarak düşünmeye çalışabilir miyiz? Cevap bazendir.
Ölümün korkunçluğu insandan insana değişir. Bunca yıllık alışılmış ortamı, eşimizi, dostumuzu, çocuklarımızı ve en önemlisi bedenimizi bu dünyada bırakırız. İyi ama herşeyi terkedersek neden doğuyoruz? Tabii ki evrimleşmek, bilgi alışverişinde bulunmak, ya da klasik cevap olarak da iyiyi kötüden ayırt edebilmek için. Bu bir görüş. Bizce ölüm iç karartan, göz yaşartan, ne zaman geleceği belli olmayan fakat mutlaka gerçekleşecek bir başlangıçtır. Evet, başlangıç diyoruz çünkü ruh için ölüm yoktur, ruh dünyada doğar, ahirette ya da spatyomda tekrar doğar ve yine dünyada doğar. Ruh bedeni terkeder ve başka bedenlerde yaşamaya devam eder. Ölüm bir son değil, öte alem yaşamının başlangıcıdır. Ama bunlar da birer inançtır…
Ruhsal alanda çalışan hiç kimse yaşam ve ölüm konusunda kendisine özgün düşüncelerin ötesine geçemez. Ciddi parapsikologların kabul ettiği gerçek ölüm ötesi olaylar çok nadirdir hatta bazılarına göre ölüm bir yana yaşam da bir istisnadır. Çok az sayıdaki araştırmacı, yaşam sonrası için önerilen modellere inanır, çoğunluk ise yaşam sonrasını uygun bir yaklaşım biçimi olarak görür, iyi bir uzmanın kanıtlarla inançları karıştırmaması gereği bu noktada açık olarak karşımıza çıkar. Parapsikologların çoğunluğunun bakış açısı basit, güvenli ve kuşkucudur. Böyle olması da doğaldır çünkü ulaşılan sonuçlar kısmen taraflı, çoğu zaman da tümüyle bireyseldir.
Kamuoyu olan biteni duymuyor veya duyurulmamakta ama artık bilim dünyasında, ölümsüzlük peşinde koşan, ölümsüzlüğü arayan ve hatta yakaladığını iddia eden gruplar var. Öte yandan, insan bedeninin ölmek için doğmadığı da iddia ediliyor; eğer ölümsüzlük fikri bilinçaltımızda yer alır ve hücrelerimize işlerse ölmeyebiliriz deniyor...
Aslında Batı dinleri cennetin yükselmiş bilincin diyarı olduğunu savunuyorlar. Duygusal
sevinç doğu ve batı geleneklerin ortak fenomenidir. Harvard University yöneticisi Lawrence E. Sullivan batıdaki düşünce doğrultusunda cennetin sonsuz bir bayram ve eğlence yeri olduğunu iddia etmektedir. Gökyüzü, Tanrı’nın sevgiyle ve barışla yıkanmış yüzü önüne çıkana kadar, ruhun yaşadığı yerdir. Çoğu dünya dinlerinde ortak bir inanç var; Ölümden sonraki hayatın şartları dünyadaki davranışlara göre değişkendir. Öbür dünyada yaşadıklarımız dünyadaki hayat tarzımızın bir sonucudur. Doğuda kader deniyor batıda ise davranışlarımızın ahlaki neticeleri. İkisi de hayatımızı iyi yaşamaya mecbur edici.
“Visions Of The Afterdeath-Ölüm sonrası vizyonları”
Proje: “Institude For The Study Of Afterdeath (ISA)”
Değişik kültürlerin ölüm sonrası inançları
Lider: Sukie Miller
Amaç: Amerikalıların ölüm üzerindeki tutumu için bir karşılaştırma olarak kullanıldı.
Cevaplar Hindistan’dan Sikhler’in, Brezilya’dan Guaraniler’in ve Nigerya’dan
Yorubalar’ın inançlarıyla karşılaştırıldı.
Denek kitle: 60.000 kişi
* İstatistikler, katılımcıların, öbür dünyada neşenin, sevincin ve ışığın var olduğu
görüşünde birleştiklerini gösteriyor.
* İnsanlar yaşlandıkça gelecek hakkında daha az iyimser oluyorlar. Bu insanlar öbür
dünyada sevincin ve huzurun var olmayacağını ve ölenle yaşayan arasında bir iletişim
bulunmayacağına inanıyorlar.
* Kadınlar, daha çok ölüm sonrasının kötü değil, daha ılımlı olduğunu düşünürken,
reearkarnasyona inanıyorlar.
* Erkekler ise, ölümden sonraki yaşamın varlığının bilimsel olarak kanıtlanması gereğine
inandırılmışlar ve ayrıca ölümden sonra duyu olarak yalnız kalacaklarına inanıyorlar.
* Şimdilerde ise ölüm ve ölüm sonrasıyla ilgili sorular sormaya yeni bir tür ilgi var. Batıda AIDS’den ölen genç bir nesil var. Bunlar ani ölümler değil, sürüp giden
hastalıklar. İnsanların düşünmek için zamanları var, ölüme karşı gelmeliler ve
hiddetlenmeliler.
* İstatistiklerden de anlaşılacağı gibi öbür dünya hakkında pozitif bir ümit var.
* Modern insanlar dini kökenlerine olan güçlü bağlılıklarını kaybetmiş gibi görünüyorlar.
Bir çoğu kiliseye gitmeye önem verilmeyen bir ortamda büyümüş, diğerleri ise
kiliseden vazgeçmişler. Bu insanlar, ölünce İsa’ya gideceğini söyleyen ölüm döşeğindeki büyük annelerine inanmakta gittikce zorlanıyorlar.
* Modern batıda ölüm güncel yaşamın bir parçası değil, dini kurumlar tarafından
organize edilen ve sisteme bağlanan dinsel bir olay olarak yaşanıyor. Diğerlerinde ölüm
kapılar arkasına saklanan bir şey değil, atmosfer ruhlarla dolu.
* Soykırım; Cases of Reincarnation from the Holocaust”un yazarı Rabbi Yonassan
Gersom diyor ki: “Musevi geleneğinin öğrettiği gibi her yaşam değerli ve kendi içinde
önemlidir. Bu yüzden ruh büyümeye devam ettiği gibi, özgürlük sonsuzlukta devam
ediyor.”
* Doğu dinleri değişik bir yol izliyorlar. San Jose State Üniversitesi’nde dinleri
karşılaştıran Prof. Kenneth Kramer’e göre, öbürdünya yolcusu bireysel yokolma fikrine bağlı olmamak için istiyor ve şöyle devam ediyor: “Bu bizi yüksek bilince bağlanmakta ve bizi sadece bir insan olmaktan kurtaran ve ebedi yapan şeydir.”
* Cehenneme inanç azalmıştır ama cennete olan inanç aynı kalmıştır. İnsanlar tanrının
onlara kötü birşey yapabileceğine artık inanmıyorlar. İyimserlik, ölümün çok güç ve acı
dolu bir seyahat ile başladığını düşünen kültürlerle çatışıyor.
İnançlar
* Eski Mısırlılarda ölümden sonraki yaşam tehlikelerle doludur. Bunlar ancak büyü yoluyla yokedilebilirler. Ölü kişi mezarın içinde ya da çevresinde varolmaya devam edebilir veya ölümden sonraki yaşam içinde yolculuk yapabilir. Ölüm ile diğer dünyaya katılma arasında yargı yer alır. Ölü kişinin kalbi, bir terazide tartılır. Eğer kalp ile ruh dengede kalmışsa sınav başarı ile sonuçlanmış demektir ve ölü tanrı Osiris’e sunulur. Yargı anında “Yeyici” ya da “Ölülerin Yeyicisi” adı verilen melez bir dişi canavar bulunur. Görevi sınavı başaramayanları yok etmektir. Hanedanlar öncesi dönemde ölüler çölün kenarında kazılan sığ çukurlara konuluyor ve üzerleri kumla örtülüyordu. Kuru atmosfer içinde kızgın kum ile temasla, daha dokular bozulmadan ceset su kaybına uğruyor ve böylece bedenler tümüyle doğal yollarla korunmuş oluyordu. Hanedanlar öncesi dönemin sonlarında ise mumyalama geleneği gelişti.
* Tarih öncesinde Anadolu’da ölüler cenin biçiminde gömülürdü Ölülere ayrılan yerin küçüklüğü, cenin durumunun doğumu, yemek yeme vaziyetini temsil ettiği, ana rahmindeki duruşu taklit ettiği ve öte dünyaya doğduğu gibi göçtüğünü simgelediği, ölünün hortlamasından korkulup bağlandığı ve bu bağlama için en uygun durumun bu olduğu ve aynı zamanda da uyku durumunu temsil ettiği ve de ölümün de bir nevi uyku durumu olduğu düşünülmüştür.
* Hattiler’de ölüler, cenin biçiminde, dizleri bükük olarak gömülüyor, yanına günlük hayatta kullandığı altın taçlar, kemer, gerdanlık, küpeler, gümüş tarak ve aynalar, kupa, sürahi gibi birçok eşyalar konuluyordu.
* Yahudiler’de ise ölülerin gömülmesi basit bir şekilde yaplır. Hahamların bulunması gerekmez ve çiçek koymazlar. Ölünün vücudu bir kefene sarılır ve genellikle basit bir tabutun içine konulur. Yas, ilk haftada çok yoğun, ilk ayda daha az ve bir yıl boyu giderek azalan bir biçimde tutulur. Yaslı, bundan sonra normal yaşama döner ve sadece yıllık anma törenleri yapılır.
* Tibetliler’e göre, ölümden hemen sonra, birçok ruh isteklerinin aksine sürükleniyorlar ve bir çeşit dünyasal yaşamın kozmik artığı olan hedeften uzak kalarak, reenkarnasyon kaderine bağlanıyorlar. Bunun adı kişisel öncelik ve özgürlük ve Amerikan toplumunun üstüne dayandırıldığı temeldir; bu yüzden batılıların özgür isteklerden mahrum edilmiş bir öbür dünyayı kabullenmede zorlanmalarına şaşmamak gerekiyor. Prof.Kramer;”Batıda biz bireysellliğimize değer veriyoruz;
isteklerimiz bilinçle ve özdeşlikle birleşiyor”diyor.
* İran kökenli antik Zerdüşt dininde can çekişmek, ölmek ve ümidin yok olması örneğinde olduğu gibi. Cennete ulaşabilmek için ruhun cehenneme düşmeden bir ateş köprüsüden geçmesi lazım.
* Yeni Gine inançlarında ölü, tüylü ve memeli bir hayvanın ardından karanlık ve soğuk bir ülkeye doğru gidiliyor.
* İzlanda efsanelerinde ölümden sonra yaşanan dünya, donmuş çorak bir toprak
olarak tarif ediliyor.
* Venezuela’daki Waraolar kendi köylerinden çıkan bir çok yolun dünyanın sonuna
gittiğine inanıyorlar. Ölümlerinden sonra hayattaki yaşamlarına göre belli bir yol onlar için belirleniyor. Gökyüzündeki krallığa hayattaki davranışlara uygun bir şekilde gidiyorlar.
* Meksikalılar ölüm gününde ölü çocukların mezarlarında mumlar yakıp oraya
şekerler bırakıyorlar. Mumlar titremeye başlarsa bu çoçukların gelip şekerlerin
esansını aldıklarının işareti olarak görüyorlar. Biz bunu şairane bir fikir olarak kabul ederken, Meksika’daki mum yakan kişiler için bu deney gerçektir.
Çocuklar gerçekten dönmüş oluyorlar ve böylece ölülerle bağlantı kurmuş
olunuyor.
* Çin’de atalara çok büyük bir saygı var. Onlarla bağlantı kurmak için özenle
düzenlenmiş törenler var. Ölüleri önemli kararlar verileceği zaman çağırıyorlar.
* Afrika’daki bazı kabileler ölüleriyle bağlantı kurmanın zorunlu olduğuna inanıyorlar. Bu sistemde ölü büyükbabaya ve büyükanneye bakmanız ve onlara hediye vermeniz
lazım. Eğer bunu yapmazsanız ruhlar çok kötü olabiliyorlar ve cehennemin ipleri
kopuyor.
* Nijerya’da Yorubalar, hayat mutluluk ve acıyla başladığı için ölümün bir parçasın da
acı olması gerektiğine inanıyorlar. Onlar avın başarısını takip eden bir tanrıya inanıyorlar. Öldükleri an av sırasında yaşamış oldukları olayları, yargılanmalarını ve tehlikeleri bir daha görüyorlar ve bunlar acı, terör ve üzüntüleri de içeriyor
Ölümden söz ettirmeyi zorlaştıran diğer bir neden ise kökünün dilin niteliğine kadar uzanmasıdır. Bu, ölümü bildiğimiz şeylerle kıyaslamamız anlamına gelir. En yaygın benzetme ölümle uykunun kıyaslanmasıdır gibi... Her zaman kendimize “ölmek, uykuya dalmaya benzer” deriz. Her ne olursa olsun, ölüm bir doğa konunudur ve hepimizin başından geçecektir. Belki bu sizin ilk ölümünüzdür belki de yüzüncüdür. Ölümü olabildiğince az korkutucu, rahatlatan, huzur veren ve yeni yaşama ilk adımı atmanızı sağlayan bir gerçek olarak düşünmeye çalışabilir miyiz? Cevap bazendir.
Ölümün korkunçluğu insandan insana değişir. Bunca yıllık alışılmış ortamı, eşimizi, dostumuzu, çocuklarımızı ve en önemlisi bedenimizi bu dünyada bırakırız. İyi ama herşeyi terkedersek neden doğuyoruz? Tabii ki evrimleşmek, bilgi alışverişinde bulunmak, ya da klasik cevap olarak da iyiyi kötüden ayırt edebilmek için. Bu bir görüş. Bizce ölüm iç karartan, göz yaşartan, ne zaman geleceği belli olmayan fakat mutlaka gerçekleşecek bir başlangıçtır. Evet, başlangıç diyoruz çünkü ruh için ölüm yoktur, ruh dünyada doğar, ahirette ya da spatyomda tekrar doğar ve yine dünyada doğar. Ruh bedeni terkeder ve başka bedenlerde yaşamaya devam eder. Ölüm bir son değil, öte alem yaşamının başlangıcıdır. Ama bunlar da birer inançtır…
Ruhsal alanda çalışan hiç kimse yaşam ve ölüm konusunda kendisine özgün düşüncelerin ötesine geçemez. Ciddi parapsikologların kabul ettiği gerçek ölüm ötesi olaylar çok nadirdir hatta bazılarına göre ölüm bir yana yaşam da bir istisnadır. Çok az sayıdaki araştırmacı, yaşam sonrası için önerilen modellere inanır, çoğunluk ise yaşam sonrasını uygun bir yaklaşım biçimi olarak görür, iyi bir uzmanın kanıtlarla inançları karıştırmaması gereği bu noktada açık olarak karşımıza çıkar. Parapsikologların çoğunluğunun bakış açısı basit, güvenli ve kuşkucudur. Böyle olması da doğaldır çünkü ulaşılan sonuçlar kısmen taraflı, çoğu zaman da tümüyle bireyseldir.
Kamuoyu olan biteni duymuyor veya duyurulmamakta ama artık bilim dünyasında, ölümsüzlük peşinde koşan, ölümsüzlüğü arayan ve hatta yakaladığını iddia eden gruplar var. Öte yandan, insan bedeninin ölmek için doğmadığı da iddia ediliyor; eğer ölümsüzlük fikri bilinçaltımızda yer alır ve hücrelerimize işlerse ölmeyebiliriz deniyor...
Aslında Batı dinleri cennetin yükselmiş bilincin diyarı olduğunu savunuyorlar. Duygusal
sevinç doğu ve batı geleneklerin ortak fenomenidir. Harvard University yöneticisi Lawrence E. Sullivan batıdaki düşünce doğrultusunda cennetin sonsuz bir bayram ve eğlence yeri olduğunu iddia etmektedir. Gökyüzü, Tanrı’nın sevgiyle ve barışla yıkanmış yüzü önüne çıkana kadar, ruhun yaşadığı yerdir. Çoğu dünya dinlerinde ortak bir inanç var; Ölümden sonraki hayatın şartları dünyadaki davranışlara göre değişkendir. Öbür dünyada yaşadıklarımız dünyadaki hayat tarzımızın bir sonucudur. Doğuda kader deniyor batıda ise davranışlarımızın ahlaki neticeleri. İkisi de hayatımızı iyi yaşamaya mecbur edici.
“Visions Of The Afterdeath-Ölüm sonrası vizyonları”
Proje: “Institude For The Study Of Afterdeath (ISA)”
Değişik kültürlerin ölüm sonrası inançları
Lider: Sukie Miller
Amaç: Amerikalıların ölüm üzerindeki tutumu için bir karşılaştırma olarak kullanıldı.
Cevaplar Hindistan’dan Sikhler’in, Brezilya’dan Guaraniler’in ve Nigerya’dan
Yorubalar’ın inançlarıyla karşılaştırıldı.
Denek kitle: 60.000 kişi
* İstatistikler, katılımcıların, öbür dünyada neşenin, sevincin ve ışığın var olduğu
görüşünde birleştiklerini gösteriyor.
* İnsanlar yaşlandıkça gelecek hakkında daha az iyimser oluyorlar. Bu insanlar öbür
dünyada sevincin ve huzurun var olmayacağını ve ölenle yaşayan arasında bir iletişim
bulunmayacağına inanıyorlar.
* Kadınlar, daha çok ölüm sonrasının kötü değil, daha ılımlı olduğunu düşünürken,
reearkarnasyona inanıyorlar.
* Erkekler ise, ölümden sonraki yaşamın varlığının bilimsel olarak kanıtlanması gereğine
inandırılmışlar ve ayrıca ölümden sonra duyu olarak yalnız kalacaklarına inanıyorlar.
* Şimdilerde ise ölüm ve ölüm sonrasıyla ilgili sorular sormaya yeni bir tür ilgi var. Batıda AIDS’den ölen genç bir nesil var. Bunlar ani ölümler değil, sürüp giden
hastalıklar. İnsanların düşünmek için zamanları var, ölüme karşı gelmeliler ve
hiddetlenmeliler.
* İstatistiklerden de anlaşılacağı gibi öbür dünya hakkında pozitif bir ümit var.
* Modern insanlar dini kökenlerine olan güçlü bağlılıklarını kaybetmiş gibi görünüyorlar.
Bir çoğu kiliseye gitmeye önem verilmeyen bir ortamda büyümüş, diğerleri ise
kiliseden vazgeçmişler. Bu insanlar, ölünce İsa’ya gideceğini söyleyen ölüm döşeğindeki büyük annelerine inanmakta gittikce zorlanıyorlar.
* Modern batıda ölüm güncel yaşamın bir parçası değil, dini kurumlar tarafından
organize edilen ve sisteme bağlanan dinsel bir olay olarak yaşanıyor. Diğerlerinde ölüm
kapılar arkasına saklanan bir şey değil, atmosfer ruhlarla dolu.
* Soykırım; Cases of Reincarnation from the Holocaust”un yazarı Rabbi Yonassan
Gersom diyor ki: “Musevi geleneğinin öğrettiği gibi her yaşam değerli ve kendi içinde
önemlidir. Bu yüzden ruh büyümeye devam ettiği gibi, özgürlük sonsuzlukta devam
ediyor.”
* Doğu dinleri değişik bir yol izliyorlar. San Jose State Üniversitesi’nde dinleri
karşılaştıran Prof. Kenneth Kramer’e göre, öbürdünya yolcusu bireysel yokolma fikrine bağlı olmamak için istiyor ve şöyle devam ediyor: “Bu bizi yüksek bilince bağlanmakta ve bizi sadece bir insan olmaktan kurtaran ve ebedi yapan şeydir.”
* Cehenneme inanç azalmıştır ama cennete olan inanç aynı kalmıştır. İnsanlar tanrının
onlara kötü birşey yapabileceğine artık inanmıyorlar. İyimserlik, ölümün çok güç ve acı
dolu bir seyahat ile başladığını düşünen kültürlerle çatışıyor.
İnançlar
* Eski Mısırlılarda ölümden sonraki yaşam tehlikelerle doludur. Bunlar ancak büyü yoluyla yokedilebilirler. Ölü kişi mezarın içinde ya da çevresinde varolmaya devam edebilir veya ölümden sonraki yaşam içinde yolculuk yapabilir. Ölüm ile diğer dünyaya katılma arasında yargı yer alır. Ölü kişinin kalbi, bir terazide tartılır. Eğer kalp ile ruh dengede kalmışsa sınav başarı ile sonuçlanmış demektir ve ölü tanrı Osiris’e sunulur. Yargı anında “Yeyici” ya da “Ölülerin Yeyicisi” adı verilen melez bir dişi canavar bulunur. Görevi sınavı başaramayanları yok etmektir. Hanedanlar öncesi dönemde ölüler çölün kenarında kazılan sığ çukurlara konuluyor ve üzerleri kumla örtülüyordu. Kuru atmosfer içinde kızgın kum ile temasla, daha dokular bozulmadan ceset su kaybına uğruyor ve böylece bedenler tümüyle doğal yollarla korunmuş oluyordu. Hanedanlar öncesi dönemin sonlarında ise mumyalama geleneği gelişti.
* Tarih öncesinde Anadolu’da ölüler cenin biçiminde gömülürdü Ölülere ayrılan yerin küçüklüğü, cenin durumunun doğumu, yemek yeme vaziyetini temsil ettiği, ana rahmindeki duruşu taklit ettiği ve öte dünyaya doğduğu gibi göçtüğünü simgelediği, ölünün hortlamasından korkulup bağlandığı ve bu bağlama için en uygun durumun bu olduğu ve aynı zamanda da uyku durumunu temsil ettiği ve de ölümün de bir nevi uyku durumu olduğu düşünülmüştür.
* Hattiler’de ölüler, cenin biçiminde, dizleri bükük olarak gömülüyor, yanına günlük hayatta kullandığı altın taçlar, kemer, gerdanlık, küpeler, gümüş tarak ve aynalar, kupa, sürahi gibi birçok eşyalar konuluyordu.
* Yahudiler’de ise ölülerin gömülmesi basit bir şekilde yaplır. Hahamların bulunması gerekmez ve çiçek koymazlar. Ölünün vücudu bir kefene sarılır ve genellikle basit bir tabutun içine konulur. Yas, ilk haftada çok yoğun, ilk ayda daha az ve bir yıl boyu giderek azalan bir biçimde tutulur. Yaslı, bundan sonra normal yaşama döner ve sadece yıllık anma törenleri yapılır.
* Tibetliler’e göre, ölümden hemen sonra, birçok ruh isteklerinin aksine sürükleniyorlar ve bir çeşit dünyasal yaşamın kozmik artığı olan hedeften uzak kalarak, reenkarnasyon kaderine bağlanıyorlar. Bunun adı kişisel öncelik ve özgürlük ve Amerikan toplumunun üstüne dayandırıldığı temeldir; bu yüzden batılıların özgür isteklerden mahrum edilmiş bir öbür dünyayı kabullenmede zorlanmalarına şaşmamak gerekiyor. Prof.Kramer;”Batıda biz bireysellliğimize değer veriyoruz;
isteklerimiz bilinçle ve özdeşlikle birleşiyor”diyor.
* İran kökenli antik Zerdüşt dininde can çekişmek, ölmek ve ümidin yok olması örneğinde olduğu gibi. Cennete ulaşabilmek için ruhun cehenneme düşmeden bir ateş köprüsüden geçmesi lazım.
* Yeni Gine inançlarında ölü, tüylü ve memeli bir hayvanın ardından karanlık ve soğuk bir ülkeye doğru gidiliyor.
* İzlanda efsanelerinde ölümden sonra yaşanan dünya, donmuş çorak bir toprak
olarak tarif ediliyor.
* Venezuela’daki Waraolar kendi köylerinden çıkan bir çok yolun dünyanın sonuna
gittiğine inanıyorlar. Ölümlerinden sonra hayattaki yaşamlarına göre belli bir yol onlar için belirleniyor. Gökyüzündeki krallığa hayattaki davranışlara uygun bir şekilde gidiyorlar.
* Meksikalılar ölüm gününde ölü çocukların mezarlarında mumlar yakıp oraya
şekerler bırakıyorlar. Mumlar titremeye başlarsa bu çoçukların gelip şekerlerin
esansını aldıklarının işareti olarak görüyorlar. Biz bunu şairane bir fikir olarak kabul ederken, Meksika’daki mum yakan kişiler için bu deney gerçektir.
Çocuklar gerçekten dönmüş oluyorlar ve böylece ölülerle bağlantı kurmuş
olunuyor.
* Çin’de atalara çok büyük bir saygı var. Onlarla bağlantı kurmak için özenle
düzenlenmiş törenler var. Ölüleri önemli kararlar verileceği zaman çağırıyorlar.
* Afrika’daki bazı kabileler ölüleriyle bağlantı kurmanın zorunlu olduğuna inanıyorlar. Bu sistemde ölü büyükbabaya ve büyükanneye bakmanız ve onlara hediye vermeniz
lazım. Eğer bunu yapmazsanız ruhlar çok kötü olabiliyorlar ve cehennemin ipleri
kopuyor.
* Nijerya’da Yorubalar, hayat mutluluk ve acıyla başladığı için ölümün bir parçasın da
acı olması gerektiğine inanıyorlar. Onlar avın başarısını takip eden bir tanrıya inanıyorlar. Öldükleri an av sırasında yaşamış oldukları olayları, yargılanmalarını ve tehlikeleri bir daha görüyorlar ve bunlar acı, terör ve üzüntüleri de içeriyor