Nöroz & Nörotik Yazarlar...

Impulse

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Tem 2019
Mesajlar
325
Tepkime puanı
340
Ömür boyu bir savaş meydanının ortasında var olmak nasıl bir duygu?
Batan akşam güneşinin kızıllığında daha da kırmızı görünen kana bulanmış toprak ve aldığı yaralardan delik deşik olmuş bir beden... Tükenen takat, bitkinlik, tükenmişlik ama yine de mücadeleye devam... Bitmeyen savaş... Sevdiklerinden sukutuhayale uğrama, gözümüzün bebeği malımız ve mülkümüze gelen ziyan, hiç gerçekleşmeyen arzular, eriyip giden gençlik, güzellik... Ve bıkıp usanmadan bizi kemiren zaman...
Her neye sahipsek eriyip gidiyor; anlamsız, trajik, saçma, fuzuli.

Nörozun, insanın altbilinçdışında ömür boyu hüküm sürebilen acımasız, trajik bir iç savaşın bilince yansıması olduğunu artık biliyoruz. Bize rağmen içimizde sürüp giden bu iç savaş, sadece bizimle sınırlı kalmaz, karşıt duygular, kompleksler, gölgeler birbirleriyle kıyasıya vurulurken, insanın ilişki kategorileri de yara alır. Özellikle çevremizdeki yakınlarımızı istemeden incitir, özellikle çocuklarda yıllar boyu sürecek derin yaraların açılmasına neden oluruz. Nesilden nesile aktarılan aile nörozları vardır ve geriye dönüp analizini yaparsak devasa boyutlarda insani bir yıkım trajedisi izleriz.

Nörozlar insanın "dikey" tekamül potansiyelini engeller. Bu iç savaşın uğultusu yüzünden dikkat ve himmet, ister istemez karmaşaya yönelir; üst bilinç dışı ile bağlantı azalır, zaten sayılı bir şekilde insana ihsan edilmiş nefesler heba olur. Yaşamadan bu dünyadan göçeriz. Halbuki üst alemimizle baglantı kopmasa aklıselim; vicdanlı, sağlıklı hüküm verme kabiliyeti devreye girecek ve bu kabustan uyanılacaktır.
Nörozları bir başka zararı; akıl ve gönül arasında açılan uçurum sebebiyle, Latif duygu ve duyguların körelmesidir. İnsan; siyah beyaz, daracık bir dünyaya hapsolur.
Sanki masmavi gökyüzü, birbirleriyle çatışan düşüncelerin kara bulutlarıyla kaplanır, neredeyse hiç bitmeyen bir fırtına başlar. Kısa sürelerle bulutlar biraz aralanıp güneş açsa bile, bu rahatlama uzun sürmez ve yine etraf kararır. Bu anlatmaya çalıştığımız halet i nefsaniyeyi en hakiki bir üslupla yine nörotikler tasvir edebileceği için, trajik bir hayat hikayesi olan, gencecik yaşında intihar eden Sylvia Plath'ın; Marcel Proust, Edgar Alan Poe ve Emily Dickinson gibi yazarların dilinden canlı örnekler sunuyorum.

Sylvia Plath şair ve yazardı. Şiirleri duygusal ve genellikle otobiyografikti. Otuz yaşındayken intihar etti.
Sylvia Plath'dan Seçme Aforizmalar:

Derin bir nefes aldım ve kalbimin o eski haykırışına kulak verdim: Ben. Ben. Ben.

Bencil, ego-merkezli, kıskanç ve hayal gücü kıt bir karı, kayda değer bir halt yazabilir mi?

Okumak istediğim bütün kitapları asla okuyamayacağım; olmak istediğim bütün o insanlar olamayacağım ve istediğim hayatları yaşayamayacağım. Edinmek istediğim becerileri kazanamayacağım. Öyleyse neden bunları yapmak istiyorum ki? Hayatta mümkün olan bütün gölgeleri, tonları, zihinsel ve fiziksel tecrübe varyasyonlarını yaşamak ve hissetmek istiyorum. Fakat fena halde de sınırlıyım.

Sürekli aktif ve mutlu olmak ile içe dönük bir halde pasif ve mutsuz olmak arasında bir seçme şansım var. Yahut ikisi arasında sekerek çıldırabilirim.

Eğer nörotik olmak iki çok özel şeye aynı anda sahip olma tutkusuysa, o zaman ben sırılsıklam nörotiğim ve geri kalan günlerimde hep bir şeyden diğerine uçmaya devam edeceğim...

Derin bir nefes alıyorm ve kalbimin homurtusunu dinliyorum...

Evet, bu benim, benim, benim...

Söyle bana, bu zihinden çıkışın bir yolu var mı?

Geçen hayatım bir masala benzer rastlantılar ve geçip giden sevinçler... Güzelliğin içimde uyandırdığı şokun yanı sıra, acı dolu kendini sorgulamalar...

Anımsa bu yaşadığın an şimdi, şimdi ve şimdi. Yaşa, hisset, sarıl ona. Evet doğal gelen her şeyi acilen fark etmek istiyorm...

Ve inanç üzerine görüşleri...

Tanrı'ya ve ahiret hayatına inanmıyorsun, öyleyse var olmayan nefsin - ölümden sonra-yükseldiğinde, tatlı erikler yiyebileceğine dair hiçbir ümidin olamaz...
...
Tanrı' yla konuşuyorum ama gökler bomboş...
...
Ne olur beni bırak, yaşayayım, seveyim ve bunları düzgün bir lisansla ifade edeyim...

Marcel Proust' un Aforizmaları:

Dünyada müthiş olan ne varsa nörotiklerin eseridir. Dinlerimizi onlar kurdu, başyapıtlarımızı onlar besteledi.

Alışkanlık birinci doğamızı tanımamıza engelleyen ikinci bir doğamızdır. Ve alışkanlık doğasının ne birinci doğamızın şiddetlerinden ne de neşelerinden nasibi yoktur.

Mutluluk vücudumuz için faydalıdır ama aklın gücünü geliştiren acıdır.

Mutluluğun tek işe yaradığı yer mutsuzluğa imkan vermesidir.

Azıcık hayal kurmak tehlikelidir, ilacı, daha az değil daha çok, hatta sürekli hayal kurmaktır.

Sırf zarafet olsun diye ahlaklı olmaya çalışıyorum.

Hastalık en çok kulak verdiğimiz doktordur; iyiliğe ve bilgiye sadece vaatler veririz; acıya ise boyun eğeriz.

Bir ayrılıkta en romantik şeyleri söyleyen, gerçekte aşık olmayan kişidir.

Kalıcı kararları her zaman geçici bir halet i ruhiye de alırız.

Diğer insanlara karşı sevgimiz onlar öldüğü için azalmaz, bizzat biz kendimiz öldüğümüz için azalır.

Bizi mutlu eden insanlara müteşekkir olalım, nefslerimize çiçek açtıran bahçıvanlardır onlar.

Diğer nörotik yazarlar...

Çocukluğumdan bugüne, diğer insanlara kıyasla hep değişiktim, onlar gibi göremedim, arzularımı tek bir kaynaktan besleyemedim. Ve... Ne görüyorsak, nasıl görünüyorsak, hepsi hayal içinde bir hayal.
Edgar Alan Poe, Hayal içinde bir Hayal

Al beni, ilacım ben
Yut beni, halüsinojeniğim senin.
Salvador Dali

Ölüm için duramadığımdan,
o kibarca benim için durdu,
arabada sadece ikimiz vardık,
bir de sonsuzluk...
Emily Dickinson

Sylvia Plath ve diğerlerinin bu eserler vasıtasıyla acıları dünyaya açmaları, nörozumuzu ifade edebilmenin ne büyük bir ihtiyaç olduguna dikkatimizi çekiyor. Evet hepimiz cesaret bulsak, çevremizdeki en yakın dama çıkıp, bu trajedimizi dünyaya haykıracağız.
Varoluş, bir "kabuğundan çıkma" süreci ise ve bu süreci dikkatle incelersek; sanat, edebiyat, musiki, dans, mimari ve benzeri estetik arayışlar, "dama çıkamayan" insanların sembolik haykırışları olabilir. Aslında insanın yaptığı tüm anlamlı, anlamsız, olağan veya olağanüstü aktiviteler, değişik oranlarda nörozun da feryadıdır.

Sembolik dışa vurum, çok önemli bir rahatlama vasıtasıdır. Ressam, farkına varmadan eserlerinde iç alemini tasvir eder; şair, satırlar arasında hep söylemek isteyip de söyleyemediğin dünyaya fısıldar; komponist, hep özlemini çektiği ahengi namelere döker. Ve çok ilginçtir ki eğer bu icraatlar onun nefs katlarında tekamülüne, ontolojik olarka daha ferah, daha anlamlı varoluş mertebelerine ulaşmasına sebep oluyorsa; o eserleri izleyen bizlerde ferahlarız, bir manada kurtuluruz. Bizim de akordumuz düzelir tevfik(senkronizasyon) halini yaşarız ve dünya renklenir, nurlanır.
Ama bazen sanat veya edebiyat diye sunulan ne ise; bırakın bizi rahatlatmayı, tam tersine ümitsizliğin, çaresizliğin korkunç çaresizliğin de düşürebilir. Gariptir ki insan; anlamsızlık, ahenksizlik, harmıni değil de kakafoniden de haz aldığını, istifade ettiğini zannedebilir, bir mazoşist in acıdan zevk aldıgı gibi. Burada olsa olsa paylaşılan bir yalnızlık, anlamsızlık ve sefalet vardır. Halbuki gerçek rahmani sanat ve edebiyat, acıyı paylaştırmakla yetinmez, insanın kalbini akort ederek kainattaki asli, latif harmoniyi yaşatır; tevfik halini uyandırır. Fakat rasyonalite ile kalp arasındaki denge; kalp aleyhine bozulduğunda ve rahmani ilham kapıları kapandığında, sanat, edebiyat, musiki, ne yazık ki, anti-estetik ve anti-ahenk ifade tarzlarına da dönüşebilir. (enantiodromi!). Postmodern sanat ve edebiyata baktığımızda çoğu zaman, sanat adı altında saçmalığın(absurdity) doludizgin tezahürünü görürüz. Önemli olan satmaksa saçmalıkta satar, hatta ne kadar çok saçmaysa bazen o kadar çok satar. Bu nedenle ne okuyorsak, dinliyorsak ve müşahede ediyorsak bu eserlerin değerleri, gönlümüzde uyandırdıkları güzel haller ile orantılıdır. Ümit, güven, sükunet, barış, sevgi, muhabbet, merhamet vb. halleri uyanıyorsa, bilin ki istifade ediyoruz. Eğer gerçek sanat beş duyu organımızla göremediğimiz eşya ve insanın hakikat sınırlarına bir yaklaşma çabasıysa, gönlü savaş alanına dönmüş biz garip nörotik insanlardan maalesef başka ne beklenir?

"insanların bir kısmı da vardır ki; içlerinde daimi olarka savaş vardır, ve nefisleri ile akılları çarpışır durur. Bu insanlar, bir bedende yarı insan, yarı hayvan olarak ömür sürerler. Bu yüzdendir ki; bu kısımda bulunan insanların ahirleri(sonları) yani hayvani ruhları, hayvanlıkları ruh aleminden gelen evvelleri(önleri) yani tertemiz olan insani ruhları, insanlıkları gece gündüz savaşmaktadır. "
Evet," hasta gönlümde" biri daha var ve sürekli benimle savaşıyor, feryat ediyor; her düşünceme, duyguma, yaptıgıma karışıyor...
Peki, "ben" kimim Allah (cc) aşkına? Üzerine tefekkür ettiğimizde çok ürkütücü bir soru bu. Demek ki biz bilmesek de, "deliliğe" bu denli yakınız.
"Ben" ve "içimdeki deli veya deliler", her an dama çıkıp feryat etmeye başlayabilirler.
 
Üst