Nefsin makamları

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,252
Tepkime puanı
3,150
Nefsin makamları Nefis mertebeleri dediğimiz husus, insanın manevi eğitim sonucunda duygularında meydana gelen iyi ve güzel hasletlerin her birisinin faklı bir isim ile isimlendirilmesidir. Frager, insandaki nefsin mertebeleri ve dönüşümü ile ilgili olarak şöyle der: Ruh bedene girdiğinde soyut kökeninden kopar ve nefis şekillenmeye başlar. Böylece ruh maddi varlıkta hapsolur ve bedenin özelliklerini almaya başlar. Nefsin kökü, hem beden, hem de ruhta olduğu için nefis, hem maddi hem de manevî eğilimlere sahiptir. Başlangıçta nefiste maddiyat hâkimdir. Çünkü nefis, bu makamda dünyevi zevk ve ödüllere düşkündür. Maddi olan şeyi doğal olarak maddi dünya cezbeder. Ancak nefis dönüştükçe Allah’a daha çok yaklaşır ve dünyaya bağlılığı azalır (Frager, 2003: 70-71)

1- Nefs-i Emmare: Kötü ve günah olan işlerin yapılmasını emreden hayvanî nefis olup, insanı çirkin şeylere, dünyevî zevklere sevk eden tabiî kuvvet yerine kullanılan bir terimdir. Salik bu safhada tamamıyla hayvanî ve şehvani arzularının etkisi altındadır. Bu nefsin sıfatı, hep kötü işleri istemektir. Bunun tedavisi, samimi tövbe ve terbiyedir. Kuran-ı Kerimde “Hiç şüphesiz nefis devamlı kötülüğü emreder” (Yusuf, 12/53) ayeti bu sıfattaki nefsi tanıtmaktadır (Gündüz, 1984:210-215; Türer, 1995: 135; Hani, 2008: 125-138). Bu aşamadaki insan henüz iç görü ve farkındalık kazanmamıştır.

2- Nefs-i Levvame: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefis demektir. Emmareliği tamamıyla zail olmamakla beraber, ara sıra pişmanlık duyan, sahibini yasaklara yöneltmekten ayıplayan, bazen de hayırlı ameller ilham ederek güzellikleri fısıldayan nefis demektir. Bu safhada salikin ruhunda kötülüklerden iyiliklere dönüş arzusu doğar ve önceki kötü fiillerinden dolayı kendi kendini kınamaya başlar. Kuran-ı Kerimde: “Kendini kınayan nefse yemin ederim ki” (Kıyame,75/1-2) ayeti bu sıfattaki nefse işarettir (Gündüz, 1984: 215; Türer, 1995: 136; Hani, 2008: 139-162). Bu aşamadaki insan da iç görü oluşmaya başlar, farkındalık düzeyi arttıkça patolojik yönleri kendisini rahatsız eder. Farkındalığın getirdiği depresif bir hal yaşar.

3- Nefs-i Mülhime: İlham, feyiz ve keşfe mazhar olan, neyin iyi, neyin kötü ve günah olduğunu ilhami bir sezgi ile bilen ve davranışlarını ona göre ayarlayan, şehvet ve şeytanî hislere karşı direnebilen, ruh-i sultaninin sesini duyan ve dinleyen insan iradesi yerine kullanılır. Nefs-i Levvame mertebesinde dünyaya ait zevklerden vazgeçen salik, bu mertebede uhrevî mükâfatlardan da vazgeçer ve sadece Allah sevgisi ile meşgul olur. Kur’an-ı Kerim’de: “Nefse ve onu düzenleyene and olsun ki, nefsini temizleyen kurtulmuş, onu kirleten ise ziyana uğramıştır” (Şems, 91/7-10) ayetinde bu nefse işaret edilmektedir (Gündüz, 1984: 220; Türer, 1995: 137; Hani, 2008: 163-184). Bu aşamadaki insan patolojik kişilik özelliklerinden önemli ölçüde kurtulmuş, kendi özüne daha uygun bir yapıya kavuşmuş, Masterson’ın kuramında belirttiği kendilik aktivasyonu ortaya koymaya başlamıştır.

4- Nefs-i Mutmainne: Kalp nuru ile tenevvürü tamamlanmış, kötü ve çirkin sıfatlardan kurtulup, ahlak-ı hasene ile hem-hal olmuş nefse denilir. Mutmaine nefsinin en önemli özelliği, davranışlarından dolayı Rabbinin huzurunda kesinlikle hesap vereceğine inanmasıdır. Bu yüzden yaptığı amellerin ilahî rızaya uygun olup olmadığına azamî hassasiyet gösterir. Bu mertebede salikin, kalbinde ilahî aşk yerleşmiş, dünya ve dünyaya ait her şeyi kalbinden çıkarmış, her şeyde Hakk’ın fillerinin tecellilerini müşahede eder hale gelmiştir. Bu yüzden kalbi itminan içerisinde ve huzur doludur. Bu mertebede artık bütün eşyada Hakk’ın tecellilerini müşahede etmeye başlar ve bir takım keşif ve kerametlere nail olur. Kur’an-ı Kerim’de: “Ey mutmain olmuş Allah ile huzur ve sükûna ulaşmış nefis” (Fecr, 89/27) ayetiyle anlatılan nefis, Allah aşkı ve zikri ile mutmain olmuş nefistir (Gündüz, 1984: 222; Türer, 1995: 137; Hani, 2008: 185-192). Bu aşamada insan patolojik kişilik özelliklerinden kurtulmuş, içsel dünyasındaki bölme (ikilik) ortadan kalkmış, kişilik ve kendilik yapısı bütünleşmiştir. Psikoterapi kuramlarının terapotik hedeflerine genel anlamıyla baktığımızda mutmain nefs halinin ve sonrasındaki nefs makamlarının bir kısım özellik ve hedefleri terapi kuramlarının terapotik amaçları arasında yer almamaktadır.

5- Nefs-i Raziyye: Gerek kendisi, gerekse de başkaları için tecelli eden, hakkındaki ilahî hükümlere tamamen rıza gösteren, keşke şu şöyle olsaydı, bu da böyle olsaydı diye itiraza kalkışmayan nefis demektir. Bu makamda salikte beşerî sıfatlar yok olup, salik, “beka” ya istidat kazanmaya başlar. Allah’tan gelen her şeye tam bir rıza gösterdiğinden bu mertebeye Raziyye denmiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. Gir Salih kullarımın arasına; gir cennetime” (Fecr, 89/27) ayetiyle anlatılan nefis, bu nefistir (Gündüz, 1984: 225; Türer, 1995: 138; Hani, 2008: 193-196). Bu aşamadaki kişi kendi içsel süreçlerinde iyilik halinde bulunup kendinden razı olduğu için diğerleriyle ilişkilerinde de bir rıza, hoşnutluk halinde olur. Merkez Efendi’nin bu isimle anılmasına neden olan vakıanın anlatıldığı menkıbe bu nefs makamına güzel bir örnektir. Hak dostlarından Sünbül Sinan Efendi, bir gün müritlerine şöyle sorar: ‘Eğer Cenab-ı Hak, bu kâinatın idaresini size vermiş olsaydı ne yapardınız?’ Böyle bir soru ile hiç karşılaşmamış olan müritler çok şaşırırlar. Fakat hocalarına bir cevap verebilmek için düşünüp farklı farklı görüşler ileri sürdüler:’ Efendim, dünya üzerinde bir tek kafir bırakmazdım!’ ‘Bütün kötülükleri yok ederdim!’ ‘İçki içenleri helak ederdim!’ İçlerinde biri ise cevap vermeden susuyordu. O kişi, Sünbül Sinan Hazretlerinin dikkatini çekti ve ona bakarak sordu: ‘Evladım! Ya sen ne yapardın? Mürit, büyük bir mahcubiyet içinde dedi ki: ‘Efendim! Allah Teâlâ’nın bu kâinatı idaresinde -hâşâ- bir noksanlık mı var ki, ben farklı bir şey yapabileyim? Kainattaki ilahî düzen, kusursuz bir şekilde işlerken ben; aciz, kısıtlı aklımla “Şunu şöyle yapardım, bunu böyle yapardım!” diyebilir miyim?’ Sünbül Sinan Hazretleri, bu güzel cevaptan son derece memnun kaldı ve şöyle dedi: ‘İşte şimdi iş merkezini buldu!’ Bundan sonra o müridin adı “Merkez Efendi” olarak kaldı ve asıl ismi olan Musa Muslihiddin unutuldu (Topbaş, 2011).

6- Nefs-i Marzıyye: Allah ile kul arasında karşılıklı rızanın bulunduğu, Allah’ın razı, kulun da razı olunmuş olduğu bir durumdur. Allah’ın kendisinden razı olduğu nefis bu mertebede tecelli-i ef’alden kurtulup, tecelli-i esma’yı, Hakk’tan bir cezbe ile ayne’lyakin müşahede eden nefsin tavrı demektir. Bu mertebede salik, Allah’tan razı olduğu gibi, artık Allah da ondan razıdır. Kur’an-ı Kerim’de: “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. Gir Salih kullarımın arasına; gir cennetime” (Fecr, 89/27) ayetiyle anlatılan nefis, bu nefistir (Gündüz, 1984: 227; Türer, 1995: 138; Hani, 2008: 197-202).

7- Nefs-i Kâmile: Bu mertebede salik Hakk’tan bir cezbe ile bütün kemâl ve marifet sıfatlarını kazanarak, insanları irşat mevkiine yükselir. Bu makam Hakk vergisi olup, buraya riyazet ve mücahede ile gelinmez. Bu menzilde mücadele ve mücahede biter. Bu mertebede artık salik en yüce makama ulaşmış, “kamil” sıfatını kazanmış, bütün güzel sıfatları kendinde toplamış ve adeta cisimleşmiş bir melek haline gelmiştir. Bu makamdaki kişinin hareketleri ve davranışları hasenat ve ibadetten ibarettir. Sözleri hikmettir. Bu makamdaki kişi bütün bu özellikleriyle “mürşid-i kâmil” sıfatıyla insanları irşad etme yetkisini eline almıştır (Gündüz,1984: 229; Türer, 1995: 139; Hani, 2008: 203-206).

Alıntı.
 
Üst