Zeyna
Kayıtlı Üye
TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE MÜZİKOTERAPİ
Müzik sözcüğü Yunan mitolojisindeki esin perileri Musa'lardan kaynaklanır. Musa'ya ait, Musa'ya yakışır bir sanat anlamındadır. Dokuz eş yürekli kızdır bunlar, bütün işleri ezgiler söylemektir. Ulu Zeus'un 9 tanrısal kızı Klio, Euterpe, Thalia, Melpomene, Terpsikhore - Erato, Polhymnia, Urania ve hepsinin başı sayılan Kalliope, işte budur Musa'ların insanlara verdiği. Nasıl krallar Zeus'tan gelirse, yeryüzündeki ozanlar ve çalgıcılar da Musa'lardan gelir. İlkçağ düşünürleri, müziğin temelini içinde yaşadığımız evrenin doğal ritmik düzenine ve uyumuna bağlamışlardır. Ay, güneş, gezegenler, gece-gündüz, mevsimler her biri belli bir ritim içinde devinen, belli bir uyum sergileyen nesne ve olaylardır. Ayrıca, insan bedeninin yapısı, işleyişi de müzikteki ritim ve uyum öğelerini taşır.
İlk insanın doğa seslerini yansıtması kendi sesini, rüzgarın, denizin, kuşun sesine benzetmesi, ezginin doğması yolunda ilk adımlar olmuştur. Önce doğayı yansıtmak için sesini yükselten insanoğlu, sonra yalnızlığını unutmak, doğa güçlerine tapınmak için mırıldanmaya başlamış, korkusunu yenmek için çığlıklar atmış, daha sonra ruhsal değişimine göre kimi neşeli, kimi hüzünlü ezgiler yaratmıştır.
İlkel kabilelerin yaşayışlarında ruhi varlıklar önemli rol oynamış, hekimler çeşitli bitki, ilaç, müzik ve dansı kullanarak hastalarını iyileştirmeye çalışmışlardır. Birçok toplumda hasta insan sağlığına kavuşmak için kendisini bazı güçlere sahip olduğu düşünülen sihirbaza, rahibe teslim etmiştir. Hastalıkların kötü ruh veya cin adı verilen varlıklar tarafından meydana getirildiğine inanılmıştır. Tedavi törenlerinde müzik, dans, ritim ve şarkılar başlıca rol oynamış, hastanın kötü varlık ve ruhlardan kurtarılması tedavinin temelini teşkil etmiştir. Ses, müzik de bu gizli varlıklarla haberleşmek için bir araç olarak görülmüş, ilaç, su ve otlar ise hastanın vücuduna girmiş olan bu kötü varlıklarla mücadele için kullanılmıştır. Bunların ancak sihirbaz - doktor tarafından danslar, şarkılar ve tütsülerle kullanıldığı zaman etkili olabileceğine inanılmıştır. Monoton bir ritm ile birlikte varlığın tepkisine göre hızlı, yavaş, yumuşak veya sert melodi ikna edici sözlerle övülü şarkı ile müziğe refakat, müzikle tedavinin temelini teşkil etmiştir.
Yerleşik toplumsal düzene geçildiğinde de müzik, büyüleyici, hastalıkları iyileştirici ve toplum içinde uyarıcı işlevlerini sürdürmeye devam etti. Fransızların melotherapie veya musicotherapie, Amerikalıların musicotherapy diye adlandırdıkları müzikle tedavi veya müziko-terapi, meşguliyet terapileri içinde en başta gelenidir. Bu yöntem, müzikle insan ruhu arasındaki duyusal bağlantıları ve bunların çeşitli psikoterapiler arasındaki önemli yerini bütün ayrıntıları ile incelemek, müzikal seslerin ve melodilerin fizyolojik ve psikolojik etkilerini çeşitli ruhsal bozukluklara göre ayarlamak suretiyle düzenli bir metot altında tedavi oluşturmak olarak tanımlanabilir.
Müzikle tedavinin tarihsel gelişimi
Müzik malzemesi, insan doğmadan milyonlarca yıl önce hazırdı. Çünkü doğa, sonsuz bir "sesli malzemedir Gök gürültüsü, yer kayması, yer sarsıntısı, suyun akışı ve çalkantısı, havanın darboğazlardaki hareketi, gibi olaylar, doğadaki sayısız sesler ve titreşimler bir bölümünü oluşturur.
Giderek müzik, ninni ya da matem şarkısında olsun veya büyüyle karışmış bir törende olsun, ilkel insanların bütün gereksinimlerine cevap verecek biçimde her alanda varlığına sıkıca girdi. Avlanma, savaş, ekim,ürün kaldırma, gençlerin ergenlik çağına kabul törenleri, hastanın tedavisi, ölü gömme törenlerinin her birinin kendi dansı ve şarkısı vardı. Yapılan araştırmalara göre, ilkel insanın nazarında müzik o derece önemli idi ki, onun ilahi bir lütuf olduğuna inanılıyordu. Nitekim, Mısırlılar, Çinliler, Grekler, Hintliler hatta Şamanist inanca bağlı eski Türkler, müziği cennetten gelme sayıyorlar dolayısıyla cenaze törenlerinin müzikli olmasına azami itina gösteriyorlardı.
Eski çağlardan başlayarak güç kazanma, hasta efsunlama, doğum, enme, başarı ve kazancı kutlama adına müziğin toplumda hep belirli bir rolü olmuştur. Din, felsefe-matematik, astronomi, folklor konusundaki eski bilgi kitapları müziğe önemli yer ayırır. Eski destan ve efsaneler, kutsal kitaplar müziğin gücü üzerinde dururlar.
Geçmişin müziğini gerçeğe yakın bir tarzda tanımak için iki yol vardır. Kulak geleneği ve müzik yazısının analizi. Pek çok ulus, şarkılarının kulaktan kulağa, babadan oğula, ustadan çırağa bırakarak saklamıştır. Bu bağlamda, tıp uğraşı ile müziğin birikiciliği birbirlerine çok yakın benzer bir yol katetmiş görülmektedir.Tıptaki uygulamalar da, müzikde zamanın süzgecinden geçerek geldiği için, zamanın gereksinimlerine uygun olarak değişime uğramıştır.
Yunan Müziği : Eski Yunan mitolojisinde güzel lir çalmasıyla tanınan Apollon, hem müziğin hem de hekimliğin tanrısı sayılırdı. Apollon, insanlara lir çalarak sıkıntılarım giderir ve onlara neşe verirdi. Apollon'un oğullarından ve eski Yunan'ın ünlü müzisyeni olan Orphee'nin de oldukça etkili şekilde lir çaldığı anlatılır. Hatta karısını bir yılanın sokması ve ölmesi üzerine onu aramak için cehenneme gittiğinde o derece güzel lir çalmıştı ki, kanatlı ve yılan saçlı ölüm perileri Erinye'ler ve cehennem kapıcısı, üç başlı, yılan kuyruklu canavar köpek Cerbere bile, bu harika müzik karşısında hareketsiz kalmışlardı.
Eski Yunanlılar, müziği her türlü erdemin kökeni sayarlardı. Onlara göre müzik, ruhun eğitimi ve arınması yönünde büyük bir etkendi. Yunan düşünürleri, müziğin ahlak üzerindeki etkilerini açıklamışlar, kişiyi olumlu yönde etkileyen müzikle olumsuz yönde etkileyen müziklerden söz etmişlerdir. Müziğin kullanımı devletin görevleri arasındaydı. İyi besteler kutsal sayılırdı. Nomos adı verilen bu şarkılarda en küçük bir değişiklik yapılmamasına özen gösterilirdi. Bu dönemde müziğin dinsel ve askeri törenlerle ölüm, hastalık, düğün, hasat, bağ bozumu gibi sosyal ve özel yaşamı tamamen içine alan özel bir yeri vardı. Hatta, Paignon adı verilen müzik parçaları dertlere karşı bir avunma, bir ilaç, hastalıklardan kurtulma şarkıları olarak kabul edilirdi.
Müzikle ilgili ilk kanıtlar, M.Ö. 9. yüzyılın büyük destanları İliada ve Odisseia ile varlığını duyurmaya başladı. Bu destanların yaratıcısı olarak bilinen Homeros'un şiirin ritmine uyarak onu destekleyen bir ya da birkaç çalgı eşliğinde yarı konuşma yarı şarkı söyleme biçimine başvurduğu söylenir. M.Ö. 585-500 yılları arasında yaşayan büyük Yunan filozofu ve matematikçisi, Pythagoras, ilk ve orta çağın bütün kuramcılarının yaptığı gibi, ses titreşimlerinin sayısı, yüksek rezonanslar, ses aralıkları ve ortak bir çözüme ulaşılamamış teorilerle ilgili açıklamalar yapmış, umutsuzluğa düşen kimseleri veya çabuk öfkelenen hastaları belirli melodilerle tedavi edebilmek olanağını araştırmıştır.
Tıbbın babası sayılan Hippocrates de, 2400 yıl önce bazı hastalıkları tedavi için hastaları ilahilerle tapınağa götürürdü. Platon'un öğrencisi ve Büyük İskender'in hocası Aristotales, müziğin insan ruhu üzerindeki etkilerini araştırmış ve bunu yazılarında belirtmiştir. Ona göre müzik, doğrudan ruhsal tutkuları dile getirir. Huzursuzluğu, mutluluğu, yürekliliği sergiler. Bedenin disiplini için nasıl beden eğitimi gerekli ise, beynin disiplini için müzik gereklidir. Müziğin kişiliği etkileme olayına ethos denir. Yunanistan' in en ünlü anatomi ve fizik alimi Claudis Galien de, müziğin akrep ve böcek sokmalarına karşı bir panzehir olduğunu iddia etmiştir. Bir Venedik'li olan Giovannid Andrea "Lira da Broccio"yu süsleyen madalyonun üzerine eski bir Yunan sözü olan "insan, ıstırabını dindirmek için bir şarkıyı kullanma olanağına sahiptir" sözünü işlemiş ve bu anlamda müziğin insan sağlığına olan etkisini doğrulamıştır.
Gerçekten, müzikle tedavi sara (epilepsi), malihulya (melankoli, depresyon), daü'ssıla, vezaniya (ruhsal melekelerin birbirine karışması), daü'm merak (merak hastalığı), lethargia (donukluk hastalığı), daü'ccemud (donukluk, neşesizlik), felç, afazya (konuşamama hastalığı), frenezya (zeka azlığı), humma, niksir, Taun (veba) gibi hastalıkları iyileştirmek için kullanılmıştır.
Roma Müziği: Roma müziğine ilişkin en eski belge, Romulus'un Cecina'lıları yenmesini kutlayan törenlerde ilahiler okunduğunu anlatan bir yazıttır. Eski Roma' da Celsus ve Areteus, müziğin ruhu yatıştırdığını ve ruh hastalıklarını iyi ettiğini söylemektedirler. Hatta M.Ö. 250-184 tarihleri arasında yaşayan Roma'lı şair Titus Maccius Platus "Charmides" adlı şarkısının yaralara iyi geldiğine değinmiştir.
Mısır Müziği: Araştırmalar, Mısır müziğinin M.Ö. 4000 yılma dayanan bir geçmişi olduğunu, M.Ö. 1600'ler de Çin etkilerinin Mısır'a gelerek çalgılarda değişiklik yarattığını ortaya koyuyor. Başlangıçta daha ufak çalgılar kullanılırken, bu tarihten itibaren Çin'den gelen daha büyük boy çalgılar kullanmaya başladılar. Mısır'da yaratılan merkeze bağlı olan tören müziği, istila ve göçler yoluyla İbrani, Grek ve kilise müziğini etkiledi.
Görkemli bir uygarlığa sahip olan eski Mısır'da yaşamın bütün evrelerine ait anıt ve mezarlarda, yazı resim ve kabartmalarda müzik aletlerine yer verilmiş olması, müziğin önemini ortaya koymaktadır. Kahire'nin büyük hastanelerinden birinde hastalara operasyondan önce müzik dinletilir, böylelikle hastaların operasyondan önce büyük bir güç kazandıklarına inanılırdı.
Mezopotamya Müziği: Sümerler, M.Ö. 4000-2300 yıllarında Güney Mezopotamya'da kültürleri, yazıyı bulma, yasa çıkarma, mimari ve astronomi çalışmaları, site devletleri, altın ve gümüşten değerli eşyaları, alçı tabletlere ve papirüslere yazıp sakladıkları tılsımlı ilahilerle yaygın bir uygarlık yaratmışlardır. Müzik, hem dinsel tapınma törenlerine özgü gizemli bir güç taşır, hem de dünyasal zevklerin sesi olmuştur.
Hint Müziği: Hindistan'da müziğin aşağı yukarı 4000 yıllık tarihi geçmişi vardır. Müzik bilgisini içeren Şama ve Dalor, bir çeşit teori kitabı olarak değerlendirilir. Bu eserlere göre, müzik Tanrı Brahma ve Tanrıça Sarasvati'nin buluşudur.
M.Ö.3000-600 yılları arasına tarihleyebileceğimiz Veda'lar, özellikle tıp metinleri olarak kabul edilmekte, bunlar içinde tıp ve felsefe birlikte ele alınmaktadır. Bu metinlerde sağlıklı kalmak, beden ve ruh sağlığının her ikisinin sağlıklı kalması ile mümkün görülmüştür. Hindistan'da sonraları oldukça karmaşık bir müzik kuramı gelişmiş, melodi çizgisini simgeleyen raga adlı ses dizileri ile ritmi belirleyen tala adlı ritmik kalıplar doğaçlamayı yönlendirmiştir. Her raganın bir ruh durumunu yansıttığı ileri sürülür. Günün belli saatlerinde çalınması yasak olan ragalar olduğu gibi, belli mevsim ve belli saatlerde çalınması gereken ragalar da vardır.
Çin - Japon Müziği: Çin'de müzik ve müzik düşüncesi dünya görüşüne ilişkin bir felsefe olarak biçimlenmiştir. M.Ö. 3000'lere kadar uzanan Çin kültüründe müzik kalbin sesi ve evrenin imgesi olarak kabul edilmiştir, insanda 5 duyu, ekşi, acı, tuzlu, yakıcı, tatlı olarak sıralayabileceğimiz 5 tat, yaşamda 5 renk çok önemlidir. Çin tıbbı içinde sağırlık, dilsizlik, topallık, cücelik ve deformasyonlar 5 dert içinde; doğum, hastalık, ihtiyarlık, ayrılık ve ölüm 5 eza içinde sıralanmaktadır. Bu uygarlık döneminde 5 sayısının öneminin müziğe de yansıdığım görmekteyiz. Müzik de 5 ses üzerine kuruludur.
Çin müziğine saray ve tapınaklarda önemli yer verildiği ve imparator buyruğu ile kurumlaştığı ifade edilmektedir. Yer ile gök arasındaki uyumu yansıtması gerektiğine inanılan müziğin amacı halkı eğitmek, onlara iyi ve yüce duygular aşılamaktır. Ünlü Çin bilgini Konfüçyus, müziğe eğitim ve ahlak aracı olarak büyük önem vermiş, müziğin olumlu etkisinden yararlanmak için eski ezgileri saptayıp birleştirmiştir. Daha sonra müzik giderek yaygınlaşmış ve yaşamın bütün alanlarım etkilemiştira. Konfüçyus'a göre;müzik yapıldığı zaman kişilerarası ilişkiler düzelir, gözler parlak, kulaklar keskin olur, kanın hareketi ve dolanımı sakinleşir.
Eski Çin'de gür ses veren Lo isimli bir gongun, kötü cinleri ve ruhları hastanın yanından kaçırdığı inancı vardı ve hastalara iyi olmaları için bu org çalınırda. Japonya, M.S. III. yüzyılda Kore'yi istila ettiği zaman Çin sanatım benimsedi, Çin müziği Japonların geleneksel müziği oldu.
Ortaçağ Müziği: Ortaçağ'da İsviçre'deki Saint Gale Manastırı, çağın entellektüel merkezlerinden belki de en önemlisi olarak anılmaktaydı. Aralarında Notker Balbulus'un da (830-912) bulunduğu çağın en bilgili papazlarını barındırırdı. Balbulus'un müzik teorileri ile ilgili buluşları çok önemlidir. Manastır anlayışının özünü çok iyi anlatan Media Vita şarkısının ona ait olduğu sanılır. Ölüm her an yolumuzu gözler. Bu inanç Ortaçağ düşüncesinin temelidir. Gregorien müziğin başka duyguları ifade etmesi de zaten beklenemezdi.
Romalı bir Hıristiyan olan Boethius, Ortaçağ başlangıcındaki en eski kuramcılardan biridir. "De Musica" adlı kitabında Pythagoras ve Platon'un felsefesinden yola çıkarak müzik ve matematiğin ayrılmazlığına, müziğin insan karakterine etkisi ve eğitimindeki yerine değinir. Kendi içinde müzik sanatını 3 ayrı düzeyde inceler. Bu sıralama içinde;Musica - Humana hem fiziksel hem de ruhsal olarak yorumlanan müzik olarak isimlendirilir ve bu müziğin beden ve ruh sağlığı arasında bir denge unsuru olarak kullanılması gerektiği ifade edilir. Bu bağlamda, müziğin sağlığın korunması ve devamının sağlanması için kullanılan bir araç olduğu açıktır.
Ortaçağda hastaların maneviyatını yükseltmek amacıyla müzikoterapinin faydalı olabileceği düşüncesi kabul görmüş, pek çok hekimin bu tür tedaviyi uyguladıkları, önerdikleri görülmüştür. Henri de Mondeville (1260-1320) antigalenist olup, Galen'in her şeyi bildiğine inanmamış, yaraların temiz tutulmasını önermiş, maneviyatı yükseltmek için müzikoterapinin faydalı olabileceğini bildirmiştir. XIV. yüzyılda Fransa'nın ünlü hekimlerinden Fodere şöyle der: Müzik iki bakış açısından dikkate alınmalıdır; (1) yorgunluktan kurtulmak ve eğlenmek amacıyla, (2) etkileyici ve teskin edici bir ilaç olarak.
XV. yüzyılda zehirli örümcek ısırmasına karşı, özellikle İtalya'da müzikle tedavi yöntemi ve Hıristiyanlığın konuya bakışı ilgi çekici görünmektedir. Poyi ve Calabiere şehirlerinin tarantula denilen iri örümceği pek az tehlikelidir. Bunun ısırmasına bağlı olarak görülen etkiler Napoli halkına has bir çeşit melankoli tablosu ortaya çıkarmaktadır. Serras, 1742'de yayınladığı kitabında XV. yüzyılda görülen zehirli örümcek ısırması ile ilgili dikkat çekici sonuçlar yayınlar. Hastalık, ilk olarak Nikola Perotti tarafından tanımlanmıştır. Hastalar genellikle melankoliye düşüyor, sarhoşluk tesiriyle sızmış gibi akıl ve mukayese güçlerini kaybediyorlardı. Bir çoğunda musiki için büyük istek vardı. Hoşlarına giden melodi duyulur duyulmaz kalkıyor, güçsüz kalıncaya kadar dans ediyorlardı. Aynı konu ile ilgili olarak XVII. yüzyılda Bagiivi dikkat çekici açıklamalarda bulunmuş, müziğin bu hastalar üzerindeki şaşırtıcı etkilerini dile getirmiştir. Bagiivi'nin çağdaşlarından olan Richarmed'e göre de, müziğin hastalar üzerinde şaşırtıcı etkisi vardı. Müzik olmadıkça hasta ölünceye kadar büyük bir korku ve dehşet içinde kalırdı. Zira, müzik acil şifa için tek çareydi. Hasta, müziği duyar duymaz dans etmek için yerin-den kalkar üç dört saat sonra yatağına konur, orada terler ve bu ter onu teskin eder. Daha sonraki yıllarda Hetker ve öğretmen Jermense "Tarantizma"nın dans hastalıklarından biri olduğunu onayladılar ve tedavide müziğin önemine değindiler.
Zamanla kilise ileri gelenleri, müziğin ayinlerde kullanılış şekillerini ortadan kaldırarak müziği ruhi bir tedavi aracı olarak kullanmaya başlamışlardır. Montpellier hekimlerinin iddialarına göre, bacağı kangren olan hastalar ancak müzik aracılığı ile uyuyabilmişlerdir.
Rönesans ve sonrasında müzik: Sanatta realizmin hakim olduğu Rönesans döneminde, yalnız çalgılar için bestelenen insan sesinden arınmış müzik biçimleri öne çıkmıştır. Dünya edebiyat tarihini tetkik edecek olursak, müziğin insan ruhu üzerine etkilerine ilişkin örnekler görürüz. Protestanlığın kurucusu olan Martin Luther (1483-1544) iyi bir müzisyendi. Yazdığı bir yazıda, müziği tanrının bir hediyesi olarak kabul ederdi. Finlilerin yarı insan yarı ilah olarak kabul edilen Voinamonien adlı kahramanları, savaşta ağır bir biçimde yaralandığında, eski bir İskandinav sarkısı ile tedavi olmuştur. Bir İngiliz hekimi Filip Lebon, saç dökülmesinin operasyon ve müzikle tedavi edilebileceğini ileri sürmüştür. Yapılan operasyon sırasında, anestezi altındaki hastaya müzik dinletilmekte, böylelikle de baştaki kan dolaşımı hızlandırılmaktaydı. Dr. Lebon, çalışmalarım İngiltere'de büyük bir anfide yüzlerce uzman hekim önünde gerçekleştirmiştir. 1561-1626 yılları arasında yaşayan İngiliz filozof ve devlet adamı Francis Bacon'ın ölümünden sonra sekreteri tarafından yayınlanan "Syiva Syivarum" adlı eserinde, her gün müzik dinlemekle ruhunun canlandığını ve beslendiğini belirterek "müzik ruhun gıdasıdır" demektedir.
Müziğin, insan ruhu üzerindeki etkisini en güzel belirten, yazdığı 37 eserde 1041 insan tipi yaratan, büyük ingiliz şairi Shakespear'dir. 1595'de yazdığı II. Richard adlı trajedisinde, kralın ağzından " Delileri iyi etmesine rağmen, beni çılgına çeviren, delirten bu müziği susturun" diyerek, müziğin ruh hastalıkları üzerindeki etkisine değinmiştir..
Tedaviyi sağlayan sihirli kuvvet yalnızca çalınan musiki parçalarına bağlı değildir. Bazen de musiki aletlerinin yapıldığı maddelere göre etkili bir duruma gelirdi. Della Porta adlı bir hekim, bu konuya kesinlikle inanıyor ve görüşlerini 1586 yılında yazılan 4. Kitabında tanımlıyordu. Della Porta "........ eğer hastalık için o hastalığa karşı kullanılan ilacın ağacından bir müzik aleti imal edilirse, iyi olmaz hiç bir hastalığın kalmayacağını......." büyük bir ciddiyetle savunmuştur. 1634'de İngiliz yazarı Henry Peacham tarafından yazılan "Compleat Centlemen" adlı yapıtında "müziğin hayatı uzattığı, sıkıntı ve melankoliye iyi geldiği"ne ilişkin bölümlere rastlanır.
Kanın durdurulmasında söz eden alanlar yalnızca mitoloji değildir. W.B. Hanford adlı bir Rus subayının anlattıklarına göre II. Dünya Savaşı sırasında derin kılıç yaralarının neden olduğu kanamaları şarkılar hemen durdururmuş. Kuzey Harbi sırasında (1655-1660) Danimarka Savaşları'nda anılarını yazan Polonya'lı Jean Passek'in günlüğünde yazılanlara göre, Voyvoda ağır bir şekilde yaralanır. Hekimler bir süre hastanın musiki ile tedavi edilmesine karar verirler. Yandaki odada flüt, santur ve yaylı sazlarla musiki sağlandığında Voyvoda sağlığına kavuşur.
R. Brockleslay, Londra 1749 baskılı eserinde hastalık seyrinin eski ve modern müziğe göre gösterdiği tepkiyi ele alır. E. R. Clay ise "The Alternative : A study in Psychology" (Londra 1882) adlı eserinde, müziğin elemanlarından armoni, ritm, melodi v.b. unsurların birer terapi faktörü olduğu, bunun hastaya yeni bir güç, yeni bir enerji ve gözle görülür bir iyileşme olduğunu ifade etmiştir. Daha sonraları müzikoterapi çocuklar ve büyükler için okul ve hastanelerde uygulanmış ve çocuk hastalarda büyük bir başarı sağlanmıştır.
İngiltere'de La Gilda De Saint Cecile (İnsanlığa Hizmet Cemiyeti) bir çok hastalar üzerinde musikinin beden ve ruha sakinlik veren etkisini incelemeyi, doktorların gece ve gündüz emrini uygulamaya hazır müzisyen, hastabakıcılar yetiştirmeyi planlamıştır. Ayrıca, Londra'nın merkezi bir yerinde " müzik yardımı postası " oluşturup, her büyük hastanenin belli başlı koğuşlarına müziğin telefon yoluyla ulaştırılmasınI sağlamıştı. Müzik işitme sinirlerini uyarır, ağırlaşmış ruhu dinlendirir. Bununla ilgili olarak Jacques Bonet (1688) der ki: "Üç müzisyenden oluşan bir konser melankoliye yakalanmış olan Prens Dourange'ın rahatlatıcı şurubu idi."
Müzikle tedaviyi kliniğe sokmak isteyenlerden biri de tanınmış nörolog Philippe Pinel'dir. 1792'de Fransa' da Pinel'e henüz genç yaşında iken ihtilal komitesi tarafından iki büyük kilise hastanesindeki 50 akıl hastasını güneşe çıkarma ve ayak zincirlerini kırma izni verilmiştir.İlk defa bu cesur girişimi yapan Pinel, daha sonra Bicetre Hastanesi'nde çalışırken de moral tedavisi içine müziğin de sokulmasını teklif etmiştir. Pinel'in öğrencisi Esquirol der ki: "Bugün bazı başarısızlıklara rağmen, akıl hastalarına müzik yapmak ve kendilerine çaldırmak yararsızdır. Sonucunu çıkaramayacağını musiki şifa vermezse eğlendirir ve dolayısıyla sakinleştirir, beden ve ruhumuza sükunet verir. Hastalıklardan iyileşmeye başlama devresine girenlere çok faydalıdır. Dolayısıyla, musikinin kullanılmasından vazgeçilmemelidir."
Quarin, müzik ile iyileşmiş bir sara örneğini söyleyerek der ki: "Bir hasta kadın sara nöbetinin ilk belirtilerini hissettiği sırada müzik işitmiş ve bu sayede nöbetin yalnız ilk belirtilerini hissetmekle kurtulmuştur." Bruckman, "12 yaşında bir genç kız yakalanmış olduğu saraya benzer kramp hastalığından piyano sesleri ile kurtuldu" diyor. 1811'de Doktor De'zassar bir müşahede yayınlamıştır. 24 yaşında bir delikanlı baygınlık ve başım tutamayıp abuk sabuk konuşma ile karışık bir humma nedeniyle yatağa düşmüştü. Yatağın yanında müzik dinlettiler. Nefes daha düzenli ve serbest oldu. Aralıklarla müzik dinlettilen hasta rahatladı.
Dr. Belaqueman Portland Hastanesi'nde yapmış olduğu gözlemlere dayanarak şu sonuca varmıştır:
Müziğin etkisi sesin bir yere çarpıp geri dönmesi nedeniyle kan dolaşımı üzerine etkili olur. 1880'de yapılmış olan deneyler de bu konuya katkı niteliğindedir. Aynı yıl Almanya'da Rus doktor Dogiel tarafından yapılmış bir araştırma sonucuna göre de; insan ve hayvanda müzik, kan dolaşımı üzerine etki eder. Kan basıncı aralıklarla yükselme alçalma yapar.
XIX. yüzyılda müzikle tedavi Briere de Boismont (1860), 1870'de Laurent, 1874'de Chomet ve daha sonra 1913'de Vinchon ve 1943'de de Vander Wall tarafından ileri sürülmüş ve savunulmuştur. Amerika'da müzikle tedavide ilk adımı atan Dr. VViller Van de VValI'dır. İlk defa 1920 senesinde Pensilvannia ve New York eyaletlerinin hastane ve hapishanelerinde, müziğin insan ruhu üzerindeki etkilerim araştırmıştır. WalI'a göre, müziğin insan ruhu üzerinde yatıştırıcı ve stimüle edici etkileri vardır. Daha sonra Licht (1947), Radin (1948), Fery (1951), Zanker Glatt (1956), Murineddu (1954) ve Demianovvski (1958)'nin öncü çalışmaları müzikle tedaviyi bugünkü durumuna getirmiştir.
Licht, müzikle tedaviyi aktif ve pasif olarak iki grupta inceler. Bu yazara göre, müzik hastalarda dikkati artırır, ilgiyi devam ettirir ve davranışa da etki ederek bir rahatlık sağlar. Radin, müziğin ilkel insanlar üzerinde olumlu etkileri olduğunu belirttikten sonra, onun din adamının bir sembolü olması ve hastalığa yol açan kötü ruhları kontrol etmesinden dolayı, tedavide bir değeri olduğunu söyler. Zanker ve Glatt'a göre müzik bilinç dışına etki ederek, refulmanları dışarı çıkarmakta ve böylece bir çeşit katharzis yapmaktadır. Murineddu ve Drake de müziği, dikkati toplayıcı bir stimülan ve behaviora yön verici bir oluşum olarak kabul ederler. Müzik ajite hastalıkları sakinleştirdiği gibi, içine kapanık yaşayan hastaları da uyanık hale getirir. Hastalara müzik dinletmekle, dikkatleri, patolojik fikirlerinden uzaklaştırır. Müzik sayesinde hastanın realite ve çevre ile olan ilgisi artar ve hasta kendisini daha iyi sosyal hissetmeye başlar.
Frey, müziğin hipnotik olarak etki ederek, ajite hastaları rahatlattığını belirtirken, Polonyalı Damianovvski, ruh hastalarında müzik tedavisinin Pavlov'un kondisyonel refleks teorisine uyarak, bir şartlı tedavi olarak kabul eder. Ancak, bütün bu öncü çalışmalara rağmen, müzikle tedavi psikiyatri kliniklerine son 30-35 yılda girebilmiştir. Altshuler 1947'den beri Michigan Devlet Hastanesi'nde müziği tedavi programı içine sokmuştur. Altshuler'i 1948'de Ainlay, 1950'de Mann, 1955'de Blair, 1956'da Gilliland, 1957'de Shervin izlemiştir. Wittkovver ve Alexander Offer, tedavi ettikleri bazı nevroz olgularında müzik dinlemeyi, resim yapmakla birlikte uygulamışlardır. Böylelikle yapılan resimlerde yüksek bir orijinalite ve anlatım gücü olduğunu görmüşler ve bu şekilde yapılan resimlerin grup dışında yapılan basmakalıp resimlerden çok daha farklı olduklarına dikkati çekmişlerdir. Weis, Margolin ve Gutheil, grup psikoterapilerinde müzikten yararlanmışlardır.
Daha sonra Osvvald (1961), Koh ve Hedlund (1969) şizofrenler üzerinde, Diephouse (1964) ve Scott (1970 = çocuk psikiatrisinde), Zonneveldt (1969) nevrozlarda, Neli (1965), Schultz (1969) Ruiz ve Pilon (1969), Ulirich (1969), Koffer (1969), Dickens ve Sharpe (1970) grup psikoterapilerinde müzikle tedaviyi uygulamışlardır.
Türklerde müzikle tedavinin tarihsel gelişimi
Eski Türklerde ruh hastalıklarının müzikle tedavi edilebileceğine inanılır ve bu tedavi yöntemlerine çok önem verilirdi. Türklerde müzik, Türk tarihi kadar eskiye gitmektedir. Bazı müzikolog ve tarihçiler en az 6000 yıl geriye giden Türk musiki tarihinden bahsetmektedirler. Korku, heyecan, kuşku ve ruhi bunalım gösterenlerin nabız atışlarındaki değişme ve bunun meydana getirdiği ruhi huzursuzluk üzerinde duran Türk hekimleri hastalara çeşitli melodileri dinletir ve bu arada nabız atışlarını da kontrol ederek, hastaya uygun olan müziği bulup, aynı hastalığı olanları bir araya getirerek bu uygun şarkılarla tedavi ederlerdi. Ruh hastalarının hoşlanacakları şarkılar kadar beğendikleri müzik aletleri de göz önüne alınır, hastalara ve hastalıklara göre çeşitli müzik aletleri kullanılırdı.
Türklerde hasta tedavisi ve bakımı ile uğraşan hekim, eczacı, hastabakıcı gibi çeşitli sağlık görevlileri, gerek meslekleri açısından gerekse isim ve kimlikleri açısından tarih boyunca değişiklik göstermişlerdir. Türk hekimlerin hikayesi "Kam" adı verilen sihirbaz hekim ile başlar. Kam, gök ile yer Tanrı ve ruhları ile doğrudan ilişki kuran ayinleri yürüten kişiydi. Kam hastasını, adaklar, içecekler, dağlama, çeşitli hareketler, oyun, müzik, büyü ve bitkilerle tedavi ederdi.
Müzik yalnızca zevk, neş'e, aşk, hüzün ve eğlence unsuru olarak görülmemiştir. Devlet, millet birliğini oluşturan; savaşta orduya duygu veren, yürüyüş ve hareketlerini düzenleyen ses ve ritimdir. Öyle ki, müzik aletlerinden kopuz yalnızca tedavi ve kötü ruhları korumada kullanılan bir ses aleti değildir. Bir velilik ve ululuk sembolü, "Uluslarla haberleşme" medet ve yardım sesi, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan kutlu bir sesti.
Kırgız Türklerinde "Baksı", tedavi işini yürüten bir hekimdir. Hasta olan bir kişi için Baksı çağrılır. Baksıların ağır hastaları tedaviden kaçındıkları anlatılır. Tedaviye katılan Baksı, nabız kontrol eder, kopuz eşliğinde çalar söyler, hastalığın nedenini araştırdıktan sonra büyük ve yağlı bir koyunun kurban edilmesi gerektiğini bildirir. Hayvanın rengini, büyüklüğünü bütün ayrıntıları ile tarif eder; öyle ki bazen bu özellikleri taşıyan bir koyun bulmak çok zor olur. Kurban edilen hayvanın etleri bir kapta pişirilir, komşular davet edilir, Baksı henüz soğumamış ciğeri alıp hastasına 3 kez vurur, köpeklere atar. Baksı dualar eder ve "şu güne kadar ölmezse hasta iyi olacak" der, söylediği güne kadar sık sık uğrayıp hastasını kontrol eder. Baksı, kopuz eşliğinde söylediği dualardan sonra üzerinde demir halkaların bulunduğu asasını alıp çıkan seslerle kendisinden geçer. Baksının bir yardımcısı da kopuz çalmaya devam ederken o dansa devam eder. Öylesi bir danstır ki, bu çoğu defa Baksı kendisinden geçer, bayılır. Bu durumda Baksı bir kuş olup tabiat üstü bir geziye çıkmaz. Onun yaptığı kötü ruhu kurban edilen koyunun bir uzvuna, cansız bir cisme ya da bazen kendisine transfer etmek, sonra da o ruhu kendisine has metodlarla kovmaktır.
Kamların okudukları ilahi ve duaları tespit etmek zordur. Ayinlerden sonra Kam bunları tekrarlayamaz. Çünkü, Kam bu sözcükleri o anda söyler ve unutur. Asya Türk musikisi İslam dini tesiri ile spritüel yönden daha da güçlenmiş Tasavvufi Türk Musikisi bundan doğmuştur.
Türkler müzikle tedavinin esaslarını Araplar ve Acemler'den almışlardır. Hoca Nasır Musa, Abdülmümin Safi, Safiddin Barid, Keyhüsrev gibi Arap ve Acem bilginlerinin ve bilhassa Farabi'nin kitapları musikimiz için rehber olmuştur. İslam Medeniyeti tarihinde, özellikle tasavvuf ekolü mensupları müzikle uğraşmış, faydasına inanmış ve savunmuşlardır. Müzikle tedavide ise yine sufiler, müziğin insan sağlığı üzerine yaptığı tesirden bahsetmişler ve lüzumlu oluşunun bir delili olarak görmüşlerdir. Sufiler ruh hastalıklarının tedavisinde müzik ile tedaviyi denemişlerdir. Bu konuda Serrac: "Eskiler Sevda (Histeri) hastalığını hoş namelerle tedavi ederlerdi; Bu sayede hastanın illeti zail olur ve sıhhate kavuşurdu" demektedir.
M.Ö. 834-932 yılları arasında yaşamış olan Müslüman Türk bilginlerinden Ebu Bekir Razi, melankoliklerin meşguliyetle tedavileri üzerine yazdığı bir yapıtında, önce melankoliyi tanımlamış, "......... melankolik hasta kesinlikle meşguliyetle tedavi edilmelidir....." dedikten sonra, meşguliyetle tedavinin nasıl uygulanacağını da şöyle anlatmıştır. "........ melankolik hasta balık tutma veya avlanma gibi eğlenceli işlerden biri ile uğraşmalıdır. Mümkünse çeşitli oyunlara alıştırılmalı, huyunu, ahlakını, davranışlarını beğendiği ve sevdiği kimse ile buluşup görüşmeli, dostluk kurmalıdır. Müzik öğrenmeli, öğretmeli özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir. Melankolik hastanın ancak bu şekilde sıkıntılarından, dertlerinden kurtularak iyileşme olanağı sağlanabilir........." Dünyaca ün yapan büyük Türk bilgini Farabi (870-950), sahip olduğu çeşitli ilimlerin yanında musiki ilmini de değerli saymış, kendisinden sonra gelenlere öncülük etmiştir. Farabi, Musiki-ul-Kebir adlı eserinde musikinin, fizik ve astronomi ile olan ilişkisini açıklamaya çalışmıştır. Hekimbaşı Gevrekzade Hasan bin Ahmet (Emraz-ı ruhaniye-i nağamat-ı musikiye) adlı risalesinde " üstadan-ı ilmi edvar olanlardan Hoca Nasr-ı Tusi ve muallimi Sani Haki-im Farabi ve Hoca Abdül-mümin Sufi ve Hoca Safiyuddin ve sair ulemai'fenni musiki olanlar nice Kitab-ı mutebereler telif ve usulü ve furuğu tahrir ve tasnif eylemişlerdir. Zira İlm-i musikinin İlm-i hikmet ve fenni hey'et ve nu'Cum ve İlm-i tıb ile kemal münasebeti olduğunu arifan-ı üstadana mahfi......değildir." diye ruhi hastalıkların musiki nağmeleriyle tedavisi kısmında Farabi'nin ve kendisinden sonra gelenlerin bu hususta yazdıkları bahislere temas etmektedir.
İbni Sina (980-1037)'da müzik dinlemenin dinlendirici olduğunu, insanların kendi ruh cevherlerini ve alemlerini geliştirmek amacıyla müzik dinlemeleri gerektiğini vurgulamıştır. Şifa, El Medhal ila Sınaat el Musiki adlı eserinde musikinin tedavideki önemini vurgulamıştır. Yine Tabib Şuuri, "müzikten anlamayan bir hekim tıpta bilgin ve mesleğinde yetenekli olmayıp teşhise kadir olamaz diyerek müzikle tedaviye verdiği önemi göstermiştir. Şuuri, Tadil-i Emzice adlı eserinde belirli makamların günün belirli zamanlarında etkili olduğunu belirtmektedir. Hüseyni makamı sabahleyin, Nihavent makamı öğleyin, Buselik makamı ikindi vakti, Uşşak makamı da gün batarken etkilidir.
Türk hekimleri, nabız hareketlerinin musikinin oynak makam ve usulleriyle ilgisi bulunduğunu, bu sayede nabız hareketlerinin bir makama ve bir nağmeye uygun olduğunu düşünmüşlerdir. İşte nabzın düşmesi, yükselmesi, genişlemesi gibi oynak hallerin her birine birer musiki makamı uygulanmış ve musiki tedavisi bu suretle başlamıştır.
Hangi hastalıklara hangi melodinin daha uygun düşeceği üzerinde de araştırma yapan ilgililer; Rast ma-kamının felçli hastalar, Irak makamının nevrotik hastalar, Rehavi makamının da baş ağrısı ve iç sıkıntısı olan hastalara iyi geleceğini vurgulamışlardır. İnsanların renkleri, giyimleri hatta huyları ile musiki makamlarının yakından ilişkili olduğunu kabul eden Türk hekimleri; Irak makamı esmer ve agresif hastalara, Rast makamını sarışın ve sessiz olanlara, Köçe makamını beyaz tenli ve sakin huylu olanlara uygularlardı.
Büyük İslam filozof ve bilginlerinden İbni Sina (980-1037) musiki'nin tıpta oynadığı rolü şöyle tanımlamaktadır. "Tedavinin en iyi ve en etkili yollarından biri hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, hastanın çevresini sevimli ve hoşa gider hale getirmek, ona en iyi musikiyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir." İbni Sina'ya göre: ses tonu değişiklikleri insan ruh hallerini belirtir.
Derviş Hasan Gülşeni tarafından yazılmış ve Safiyuddin Abdülmümin (1224-1294)'in "Kitab-ı Edvar"ından özetlenmiş olan Zübbe-i Makale-i İlm-i Musiki isimli eserde, musikinin insan bedeni ve ruhu üzerindeki etkilerini açıklayan Eflatun'un fikirleri, Kuran-ı Kerim-i güzel sesle okumanın bir peygamber emri olduğu v.b. hususlarda temel bilgiler vermektedir. Musikinin fizik, astronomi, tıp, astroloji ve hendese gibi ilimlerle yakından ilgisi bulun-duğunu, güzel nağmenin insan ruhunda zevk, vecd ve suvura vesile olduğunu, bu kişilerde ruhani sıfatların galebe çaldığını, hoş nağmeden nasibi olmayanların nefsinde kabalık olduğunu belirtmektedir. İnsan, haleti ruhiyesi gereği günün her saatinde aynı formu koruyamaz, bu bakımdan ünlü müzik üstadı Safiyuddin günün belli saatlerinde çalınıp dinlenmek üzere musiki makamlarını belirlemiştir. Aynı eserde; yazar insanların renk-lerine göre musiki zevklerinin de farklılık gösterdiğini ifade etmiştir. Siyah tenli insanların tabiatlarının germi huşk (kuru sıcak) olduğu, bunların ırak makamı ve bu makamın yapısına benzeyenlerden hoşlandıkları, esmer çehrelilerin serd-i huşk (kuru soğuk) olduğu ve bunlarında rast makamı ve bu makamın yapısına benzeyenlerden hoşlandıkları, kumral ve sarışın olanlar ise serd-ter (daha soğuk) olduğu, bunlara da küçek makamı ve bu makamın yapısına benzeyenlerin uygun olacağı belirtilmektedir.
Selçuklu dönemi ve sonrasında, İslam dünyasında, Asya ve Avrupa'da tesis edilen hastanelerin bir sürü mimari özelliklerini ve hasta yatağı başında klinik dersleri verilmesinin menşeini değil, tıbbi olarak akıl hastalarının ilaç ve müzikle tedavisinin esaslarını da Selçuklu hastanelerinde aramak gerekir. Moğol istilası ile Selçuklu İmparatorluğu' nün yıkılmasından sonra XIV-XV.yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu, Anadolu ve Balkanlarda gelişip yayılmaya başladı. Dünya tarihinin en büyük imparatorluklarından biri haline gelen Osmanlı İmparatorluğunda sadece halk için değil, ordu hatta saray mensupları içinde hastaneler tesis edildi.
İşletmede olası Selçuklu ve Memlüklü devri hastanelerinin bulunduğu yerlerde yeni hastaneler tesis etmeye ihtiyaç duymayan Osmanlılar, bunları vakıfların gereği işletmede bırakarak Bursa, Edirne, istanbul, Selanik, Belgrat gibi yeni fethedilen şehirlerde yeni hastaneler inşa ettiler.
İstanbul IX. yüzyıldan bu yana çeşitli musiki türleri ve geleneklerinin önemli bir merkezi olmuştur. Çeşitli dini ve etnik cemaatlerden Osmanlı toplumunda değişik kültürler yanyana yaşamıştır. Bu kültürler bir yandan, aynı bölge ve yörelerin daha eski kültürlerinden etkilenerek, bir yandan da birbirlerini etkileyerek yüzyıllar boyunca aynı coğrafyada bir arada barınmış; her cemaat dini musikisini tapınağında muhafaza etmiş, halk musikisini de bir folklor ürünü olarak görenekleri içinde besleyip yaşatmıştır. Osmanlı okumuş çevre musikisi bu kültürel yapıda bir merkez kültürü, bir üst kültür halini almıştır. Bu musiki, bütün Osmanlıların musiki zevkini yüksek bir düzeyde birleştiren bir gelenek yarattığı için özgül bir toplumsal ve tarihi anlam taşır. Bu yönüyle de klasik bir musikidir. Bu müzik kültürü bir üst kültür olmakla birlikte, alt kültürlere ve çevre kültürlerine de kapısını kapatmamıştır.
Akıl hastalarının Avrupa'da yakıldığı ve tıbbi tedaviye layık görülmediği bir devirde müzikle ruhi ve diğer hastalıklara müptela olanların tedavisi için düşünülerek planlanan Edirne'deki II. Bayezit Hastanesi, XVIII. ve XIX. yüzyıllardaki hastane yapılarına ışık tutmuştur. Bu hastanede 6 yaz 6 kış odası vardır. Yaz odalarından birinin musiki salonu olabileceği, hastalar için haftada üç defa düzenlenen konserlerin bu salonda verilmiş olabileceği bildirilmektedir.
Evliya Çelebinin Seyahatnamesinden edindiğimiz bilgilere göre de, Osmanlı Darüşşifa'larında da müzikle tedavi uygulamaları vardı. Edirne II. Beyazıt Darüşşifası bunlardan biridir. Edirne Darüşşifa'sında Türk musikisinin insan ruhuna pek uygun gelen yumuşak nağmeleri tedavi maksadıyla kullanılmıştır. Yine Evliya Çelebi' ye Kulak verelim "merhum ve mağfur Bayezid-i Veli, vakıfnamesinde, hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve defi sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tahsis etmiştir ki, üçü hanende, biri neyzen, biri kemani, biri musikan, biri santuri, biri çengi, biri ceng-i santuri, biri udi olup, haftada üç kere gelerek hastalara, delilere musiki faslı icra ederler."
Eski kaynaklara göre 1554 yılında öldüğü bilinen Musabin Hamun'un 1526-1551 seneleri arasında yazdığı diş tababetine ait eserde, ilk defa diş hastalıklarının müzikle tedavisinden bahsetmektedir. Müziğin hastalıkların tedavisindeki tesirini bilen eski hekimlerin, bunun için hükümdar çocuklarının beşikte müzikle uyutulmasını tavsiye ettiklerini yazmaktadır.
Süleymaniye Darüşşifasında da (1555) hastalara müzikoterapi uygulandığına dair kayıtlar vardır. 19. yüzyılın başlarında yaşayan Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Bin Ahmet'in, "Emraz-ı Ruhaniyeyi Negamatı Musikiye ile Tedavi" adlı risalesinde akıl hastalarının müzikle tedavilerine ilişkin geniş bilgiler vardır. Gevrekzade bu eserinde, eski Türklerde akıl hastalarının müzikle tedavilerine büyük değer verildiğini ve uygulanan bu tedavi ile olumlu sonuçlar alındığını belirtmektedir. Müzikle tedavinin özellikle durgun, hayata küskün ve çevreye karşı ilgisiz hastalar üzerinde etkili olduğuna işaret etmiştir.
Evliya Çelebinin çağdaşı olan ve 1683'te öldüğü bilinen meşhur Osmanlı şair hekimlerinden Şuuri Hasan Efendi'nin hangi makamların hangi hastalıklara şifa verdiğine dair "Tadil el-Emzice" adlı bir eser yazdığı gibi o devirde Topkapı Sarayında Enderun denilen kabiliyetli çocuk ve gençlerin askeri bir disiplin içinde yetiştirildikleri saray ünitesine ait Enderun Hastanesinde de hasta Enderun mensuplarının müzikle tedavi edildiği o zaman İstanbul'u ziyaret eden Baron J. B. Tavernier'in 1675'de Paris'te neşredilen Topkapı Sarayını tasvir eden eserinde belirtilmektedir. Tavernier'e göre, iki saray hekimi ve iki saray cerrahı her gün muayyen saatlerde Enderun Hastanesindeki hastaları ziyaret ederler ve tedavisi için gerekli işlemleri yaparlar, lüzumlu ilaçları verirlerdi. Tavernier'in verdiği malumata göre bu Enderun Hastanesinde hastalara müzik konserleri verilip, saray hekimlerinin müsadesiyle tedavi için şarap içmelerine müsaade edilmiştir.
Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi'nin 1794'te yazmış olduğu "Neticetü'l Fikriye ve Tedbir-i Veladetü'l Bikriyye isimli eserinde çocuk hastalıklarından, sütten kesme hal-erinden ve 94a ile 104a arasındaki bölümünde hangi musiki makamlarının hangi çocuk hastalıklarına iyi geldiği açıklanmaktadır. Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi'nin bu bölümü yazarken kendisinden bir asır önce yaşayan ve 1693'de öldüğü bilinen Meşhur Osmanlı şair hekimlerinden Şuuri Hasan Efendi'nin Türk musikisinin hangi makamlarının hangi hastalıklara şifa verdiğine dair yazdıklarından istifade etmiş olduğu, aradaki benzerlikten anlaşılmaktadır.
Bahsi geçen eserde hastalıkların müzikle tedavisine ilişkin şu bilgiler yer almaktadır. Özetle; (94b) Makam-ı Rast; bu makamın nağme ve teranesile illet-i dimagiyeden naşi olan emü-s-sibyan ve faliçtabir olunan illete tedbir ve tedavi olunur. Makam-ı Irak; kezalık işbu makam-ı ırak ile dahi etfalün (çocuğun) sersam (menenjit) ve (95a) illet-i hafakan (hafakan hastalığı) net'i kesiri (çok yararlı) olduğu bilittifak-ı hukemadır (hekimler birleşmiştir). Makam-ı Zirefgend; imdi zirefgend makamının hassası dahi etfalün di-mağından naşi arız olan illet-i lakve (ağız çarpılması) ve faliş (felç) ve vec'i zahr (sırt ağrısı) ve vec'i me-fasil (mafsal ağrıları) hususile illet-i kulunç (kulunç hastalığına) nef'i azimi (büyük taydaşı) ve mezkur olan illetlere dahi tesir-i kavisi (kuvvetli tesiri) vardır. Makam-ı Rahavi; iş bu makam etfalün anva'i suda'ma (tüm baş ağrılarına) nafi olup, rüfina (burun kanamasına), lakve'ye (ağız çarpıklığına), faliç (felç) ve emraz-ı balgamiye (balgamdan ileri gelen hastalıklar) her veçhile rafi (kaldıran) ve dafidür (defedicidir). Makam-ı Büzürt; bu makamın nagamı (nağmeleri) dahi magz (beyin) ve kulunç ve etfalde bahis olan (ortaya çıkan) emraz-ı haddeye (şiddetli hastalıklara) menafii azimesi (büyük yararı) olup ve tasfiyye-i vehn (kuvvetsizliği ortadan kaldırmak) ve istikamet-i fikre (düşüncenin yönüne) dahl-ı umumi (genel etkisi) ve dafi-i sevdayi (sevdayı defedici) ve havf-ı bim (tehlikeden korkma) hususunda makm-ı mezbur (adı geçen makam) davayı cismi olur. Makamı Hicaz; bu makamın nağmesi etfale vaki olur. Usr-ı bevi (idrar zoru) nef-i azimesi (büyük yararı) olup ve rical-ı kebire-nin (büyük erkeklerin) tahrik-i bahı (şehvetinin tahriki) hususunda dahl-ı azimi (büyük etkisi) olup alel-husus makam-ı mezbun (adı geçen makamı) terane eyleyen mahbube-i dilaram (gönül alan sevgili) ve sevdayı hoşendam (düzgün bir ses ola.). Makam-ı Buselik; iş bu makamın tesir-i bedeniyyesi (bedene etkileri) etfale olan terkiye-i di-magiyyesi (beyni boşaltıcılığı) sebebile ba'de Bu'dun (bir zaman sonra) hadis olacak arızalardan illet-i kulunca ve vec-i verek (kalça ağrısı) ve suda'l baride (soğuk baş ağrısına) ve illet-i çeşmiyyeden (göz hastalıklarından) enva-ı reme-de (türlü göz ağrısına) vasaire emraz-ı ayniyyeye (göz hastalıklarına) dahi nef-i beliği (açık faydası) vardır.
Meşguliyet tedavileri, topluma uyamayan veya sosyal hayata uyumda güçlük çeken, kendilerini toplumun diğer bireylerinden güçsüz, yetersiz ve aşağı gören ve bu nedenle de kendi iç dünyalarına çekilmiş ruh hastalarının, özür ve yetersizliklerini düzelterek, realite ile ilişkilerini sağlayarak onları yeniden topluma kazandırma çabaları anl***** gelen meşguliyet tedavileri (Readaptation, Readuction, Rehabilitation, Recreation, Ergotherapie, Ludotherapy) günümüzde modern psikiyatrinin en önemli konularından biri haline gelmiştir. Meşguliyet tedavilerinin diğer alanlarında olduğu gibi, müzikle tedavinin de uzun bir geçmişi vardır. Ancak, son yıllarda diğer rehabilitasyon alanlarından çok daha fazla önem kazanmış, psikiyatristlerin, psikologların, eğitimcilerin ve hekimlerin dikkatini çekmiş, yepyeni bir araştırma dalı olarak parlamaya başlamıştır. Son yıllarda ruh hekimleri, klinik psikologlar ve müzikle tedavi uzmanlarının çok kez ortak araştırmaları ve çalışmaları müziğin hastalara ve hastalıklara göre radikal ve yerine göre de yardımcı bir tedavi niteliği olduğunu meydana çıkarmıştır. Amacı ve etkileri açısından bu tedavi psikoterapiler arasında yer alır. Ancak, klasik tıp kitaplarında müzikle tedaviye ait gerekli ve doyurucu bilgilere rastlamak çok zor olmaktadır.
Günümüzde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde hastalara meşguliyet terapileri uygulana-gelmektedir. Kronik şizofrenlerden oluşan yüz kişilik boru ve trompet ekibi ile mehter takımı oluşturulmuştur. "Spor ve Eğlenceli Oyunlar Bayramı" adı altında protokol ve hasta yakınlarına zaman zaman sunulmaktadır. Böylece, modern psikiyatride meşguliyet terapilerinin etkileri vurgulanmaya çalışılmaktadır.
Sonuç
Müzikoterapide ülkenin milli, otantik ve basit müziklerinin etkili olduğu, hastalığın çeşidine göre değişik makam ve enstrümanlardan yararlanıldığı dikkat çekicidir. İnsanların ilgisini, dikkatini çekerek onları iç dünyalarından çıkarmaya yardımcı olan müzik, aynı zamanda gevşetici ve öfkeleri yatıştırıcı özelliği ile psikolojik ve psikomotor bozuklukların giderilmesinde etkili olmaktadır. Müzikoterapi, günümüzde meşguliyet terapileri içinde kabul edilmekle birlikte yeterince etkin kullanılmamaktadır. Hangi müzik türünün hangi hastalar ya da hastalıkların tedavisi için yararlı ya da zararlı olduğu konusu bugün üzerine dikkatle eğilinmesi gereken konulardan biridir. Belki de yeterli çalışmaların yapılması sonucu, klasik kitaplarda diğer tıbbi yöntemlere alternatif olarak, olması gereken noktaya ulaşacaktır.
Alıntı
Müzik sözcüğü Yunan mitolojisindeki esin perileri Musa'lardan kaynaklanır. Musa'ya ait, Musa'ya yakışır bir sanat anlamındadır. Dokuz eş yürekli kızdır bunlar, bütün işleri ezgiler söylemektir. Ulu Zeus'un 9 tanrısal kızı Klio, Euterpe, Thalia, Melpomene, Terpsikhore - Erato, Polhymnia, Urania ve hepsinin başı sayılan Kalliope, işte budur Musa'ların insanlara verdiği. Nasıl krallar Zeus'tan gelirse, yeryüzündeki ozanlar ve çalgıcılar da Musa'lardan gelir. İlkçağ düşünürleri, müziğin temelini içinde yaşadığımız evrenin doğal ritmik düzenine ve uyumuna bağlamışlardır. Ay, güneş, gezegenler, gece-gündüz, mevsimler her biri belli bir ritim içinde devinen, belli bir uyum sergileyen nesne ve olaylardır. Ayrıca, insan bedeninin yapısı, işleyişi de müzikteki ritim ve uyum öğelerini taşır.
İlk insanın doğa seslerini yansıtması kendi sesini, rüzgarın, denizin, kuşun sesine benzetmesi, ezginin doğması yolunda ilk adımlar olmuştur. Önce doğayı yansıtmak için sesini yükselten insanoğlu, sonra yalnızlığını unutmak, doğa güçlerine tapınmak için mırıldanmaya başlamış, korkusunu yenmek için çığlıklar atmış, daha sonra ruhsal değişimine göre kimi neşeli, kimi hüzünlü ezgiler yaratmıştır.
İlkel kabilelerin yaşayışlarında ruhi varlıklar önemli rol oynamış, hekimler çeşitli bitki, ilaç, müzik ve dansı kullanarak hastalarını iyileştirmeye çalışmışlardır. Birçok toplumda hasta insan sağlığına kavuşmak için kendisini bazı güçlere sahip olduğu düşünülen sihirbaza, rahibe teslim etmiştir. Hastalıkların kötü ruh veya cin adı verilen varlıklar tarafından meydana getirildiğine inanılmıştır. Tedavi törenlerinde müzik, dans, ritim ve şarkılar başlıca rol oynamış, hastanın kötü varlık ve ruhlardan kurtarılması tedavinin temelini teşkil etmiştir. Ses, müzik de bu gizli varlıklarla haberleşmek için bir araç olarak görülmüş, ilaç, su ve otlar ise hastanın vücuduna girmiş olan bu kötü varlıklarla mücadele için kullanılmıştır. Bunların ancak sihirbaz - doktor tarafından danslar, şarkılar ve tütsülerle kullanıldığı zaman etkili olabileceğine inanılmıştır. Monoton bir ritm ile birlikte varlığın tepkisine göre hızlı, yavaş, yumuşak veya sert melodi ikna edici sözlerle övülü şarkı ile müziğe refakat, müzikle tedavinin temelini teşkil etmiştir.
Yerleşik toplumsal düzene geçildiğinde de müzik, büyüleyici, hastalıkları iyileştirici ve toplum içinde uyarıcı işlevlerini sürdürmeye devam etti. Fransızların melotherapie veya musicotherapie, Amerikalıların musicotherapy diye adlandırdıkları müzikle tedavi veya müziko-terapi, meşguliyet terapileri içinde en başta gelenidir. Bu yöntem, müzikle insan ruhu arasındaki duyusal bağlantıları ve bunların çeşitli psikoterapiler arasındaki önemli yerini bütün ayrıntıları ile incelemek, müzikal seslerin ve melodilerin fizyolojik ve psikolojik etkilerini çeşitli ruhsal bozukluklara göre ayarlamak suretiyle düzenli bir metot altında tedavi oluşturmak olarak tanımlanabilir.
Müzikle tedavinin tarihsel gelişimi
Müzik malzemesi, insan doğmadan milyonlarca yıl önce hazırdı. Çünkü doğa, sonsuz bir "sesli malzemedir Gök gürültüsü, yer kayması, yer sarsıntısı, suyun akışı ve çalkantısı, havanın darboğazlardaki hareketi, gibi olaylar, doğadaki sayısız sesler ve titreşimler bir bölümünü oluşturur.
Giderek müzik, ninni ya da matem şarkısında olsun veya büyüyle karışmış bir törende olsun, ilkel insanların bütün gereksinimlerine cevap verecek biçimde her alanda varlığına sıkıca girdi. Avlanma, savaş, ekim,ürün kaldırma, gençlerin ergenlik çağına kabul törenleri, hastanın tedavisi, ölü gömme törenlerinin her birinin kendi dansı ve şarkısı vardı. Yapılan araştırmalara göre, ilkel insanın nazarında müzik o derece önemli idi ki, onun ilahi bir lütuf olduğuna inanılıyordu. Nitekim, Mısırlılar, Çinliler, Grekler, Hintliler hatta Şamanist inanca bağlı eski Türkler, müziği cennetten gelme sayıyorlar dolayısıyla cenaze törenlerinin müzikli olmasına azami itina gösteriyorlardı.
Eski çağlardan başlayarak güç kazanma, hasta efsunlama, doğum, enme, başarı ve kazancı kutlama adına müziğin toplumda hep belirli bir rolü olmuştur. Din, felsefe-matematik, astronomi, folklor konusundaki eski bilgi kitapları müziğe önemli yer ayırır. Eski destan ve efsaneler, kutsal kitaplar müziğin gücü üzerinde dururlar.
Geçmişin müziğini gerçeğe yakın bir tarzda tanımak için iki yol vardır. Kulak geleneği ve müzik yazısının analizi. Pek çok ulus, şarkılarının kulaktan kulağa, babadan oğula, ustadan çırağa bırakarak saklamıştır. Bu bağlamda, tıp uğraşı ile müziğin birikiciliği birbirlerine çok yakın benzer bir yol katetmiş görülmektedir.Tıptaki uygulamalar da, müzikde zamanın süzgecinden geçerek geldiği için, zamanın gereksinimlerine uygun olarak değişime uğramıştır.
Yunan Müziği : Eski Yunan mitolojisinde güzel lir çalmasıyla tanınan Apollon, hem müziğin hem de hekimliğin tanrısı sayılırdı. Apollon, insanlara lir çalarak sıkıntılarım giderir ve onlara neşe verirdi. Apollon'un oğullarından ve eski Yunan'ın ünlü müzisyeni olan Orphee'nin de oldukça etkili şekilde lir çaldığı anlatılır. Hatta karısını bir yılanın sokması ve ölmesi üzerine onu aramak için cehenneme gittiğinde o derece güzel lir çalmıştı ki, kanatlı ve yılan saçlı ölüm perileri Erinye'ler ve cehennem kapıcısı, üç başlı, yılan kuyruklu canavar köpek Cerbere bile, bu harika müzik karşısında hareketsiz kalmışlardı.
Eski Yunanlılar, müziği her türlü erdemin kökeni sayarlardı. Onlara göre müzik, ruhun eğitimi ve arınması yönünde büyük bir etkendi. Yunan düşünürleri, müziğin ahlak üzerindeki etkilerini açıklamışlar, kişiyi olumlu yönde etkileyen müzikle olumsuz yönde etkileyen müziklerden söz etmişlerdir. Müziğin kullanımı devletin görevleri arasındaydı. İyi besteler kutsal sayılırdı. Nomos adı verilen bu şarkılarda en küçük bir değişiklik yapılmamasına özen gösterilirdi. Bu dönemde müziğin dinsel ve askeri törenlerle ölüm, hastalık, düğün, hasat, bağ bozumu gibi sosyal ve özel yaşamı tamamen içine alan özel bir yeri vardı. Hatta, Paignon adı verilen müzik parçaları dertlere karşı bir avunma, bir ilaç, hastalıklardan kurtulma şarkıları olarak kabul edilirdi.
Müzikle ilgili ilk kanıtlar, M.Ö. 9. yüzyılın büyük destanları İliada ve Odisseia ile varlığını duyurmaya başladı. Bu destanların yaratıcısı olarak bilinen Homeros'un şiirin ritmine uyarak onu destekleyen bir ya da birkaç çalgı eşliğinde yarı konuşma yarı şarkı söyleme biçimine başvurduğu söylenir. M.Ö. 585-500 yılları arasında yaşayan büyük Yunan filozofu ve matematikçisi, Pythagoras, ilk ve orta çağın bütün kuramcılarının yaptığı gibi, ses titreşimlerinin sayısı, yüksek rezonanslar, ses aralıkları ve ortak bir çözüme ulaşılamamış teorilerle ilgili açıklamalar yapmış, umutsuzluğa düşen kimseleri veya çabuk öfkelenen hastaları belirli melodilerle tedavi edebilmek olanağını araştırmıştır.
Tıbbın babası sayılan Hippocrates de, 2400 yıl önce bazı hastalıkları tedavi için hastaları ilahilerle tapınağa götürürdü. Platon'un öğrencisi ve Büyük İskender'in hocası Aristotales, müziğin insan ruhu üzerindeki etkilerini araştırmış ve bunu yazılarında belirtmiştir. Ona göre müzik, doğrudan ruhsal tutkuları dile getirir. Huzursuzluğu, mutluluğu, yürekliliği sergiler. Bedenin disiplini için nasıl beden eğitimi gerekli ise, beynin disiplini için müzik gereklidir. Müziğin kişiliği etkileme olayına ethos denir. Yunanistan' in en ünlü anatomi ve fizik alimi Claudis Galien de, müziğin akrep ve böcek sokmalarına karşı bir panzehir olduğunu iddia etmiştir. Bir Venedik'li olan Giovannid Andrea "Lira da Broccio"yu süsleyen madalyonun üzerine eski bir Yunan sözü olan "insan, ıstırabını dindirmek için bir şarkıyı kullanma olanağına sahiptir" sözünü işlemiş ve bu anlamda müziğin insan sağlığına olan etkisini doğrulamıştır.
Gerçekten, müzikle tedavi sara (epilepsi), malihulya (melankoli, depresyon), daü'ssıla, vezaniya (ruhsal melekelerin birbirine karışması), daü'm merak (merak hastalığı), lethargia (donukluk hastalığı), daü'ccemud (donukluk, neşesizlik), felç, afazya (konuşamama hastalığı), frenezya (zeka azlığı), humma, niksir, Taun (veba) gibi hastalıkları iyileştirmek için kullanılmıştır.
Roma Müziği: Roma müziğine ilişkin en eski belge, Romulus'un Cecina'lıları yenmesini kutlayan törenlerde ilahiler okunduğunu anlatan bir yazıttır. Eski Roma' da Celsus ve Areteus, müziğin ruhu yatıştırdığını ve ruh hastalıklarını iyi ettiğini söylemektedirler. Hatta M.Ö. 250-184 tarihleri arasında yaşayan Roma'lı şair Titus Maccius Platus "Charmides" adlı şarkısının yaralara iyi geldiğine değinmiştir.
Mısır Müziği: Araştırmalar, Mısır müziğinin M.Ö. 4000 yılma dayanan bir geçmişi olduğunu, M.Ö. 1600'ler de Çin etkilerinin Mısır'a gelerek çalgılarda değişiklik yarattığını ortaya koyuyor. Başlangıçta daha ufak çalgılar kullanılırken, bu tarihten itibaren Çin'den gelen daha büyük boy çalgılar kullanmaya başladılar. Mısır'da yaratılan merkeze bağlı olan tören müziği, istila ve göçler yoluyla İbrani, Grek ve kilise müziğini etkiledi.
Görkemli bir uygarlığa sahip olan eski Mısır'da yaşamın bütün evrelerine ait anıt ve mezarlarda, yazı resim ve kabartmalarda müzik aletlerine yer verilmiş olması, müziğin önemini ortaya koymaktadır. Kahire'nin büyük hastanelerinden birinde hastalara operasyondan önce müzik dinletilir, böylelikle hastaların operasyondan önce büyük bir güç kazandıklarına inanılırdı.
Mezopotamya Müziği: Sümerler, M.Ö. 4000-2300 yıllarında Güney Mezopotamya'da kültürleri, yazıyı bulma, yasa çıkarma, mimari ve astronomi çalışmaları, site devletleri, altın ve gümüşten değerli eşyaları, alçı tabletlere ve papirüslere yazıp sakladıkları tılsımlı ilahilerle yaygın bir uygarlık yaratmışlardır. Müzik, hem dinsel tapınma törenlerine özgü gizemli bir güç taşır, hem de dünyasal zevklerin sesi olmuştur.
Hint Müziği: Hindistan'da müziğin aşağı yukarı 4000 yıllık tarihi geçmişi vardır. Müzik bilgisini içeren Şama ve Dalor, bir çeşit teori kitabı olarak değerlendirilir. Bu eserlere göre, müzik Tanrı Brahma ve Tanrıça Sarasvati'nin buluşudur.
M.Ö.3000-600 yılları arasına tarihleyebileceğimiz Veda'lar, özellikle tıp metinleri olarak kabul edilmekte, bunlar içinde tıp ve felsefe birlikte ele alınmaktadır. Bu metinlerde sağlıklı kalmak, beden ve ruh sağlığının her ikisinin sağlıklı kalması ile mümkün görülmüştür. Hindistan'da sonraları oldukça karmaşık bir müzik kuramı gelişmiş, melodi çizgisini simgeleyen raga adlı ses dizileri ile ritmi belirleyen tala adlı ritmik kalıplar doğaçlamayı yönlendirmiştir. Her raganın bir ruh durumunu yansıttığı ileri sürülür. Günün belli saatlerinde çalınması yasak olan ragalar olduğu gibi, belli mevsim ve belli saatlerde çalınması gereken ragalar da vardır.
Çin - Japon Müziği: Çin'de müzik ve müzik düşüncesi dünya görüşüne ilişkin bir felsefe olarak biçimlenmiştir. M.Ö. 3000'lere kadar uzanan Çin kültüründe müzik kalbin sesi ve evrenin imgesi olarak kabul edilmiştir, insanda 5 duyu, ekşi, acı, tuzlu, yakıcı, tatlı olarak sıralayabileceğimiz 5 tat, yaşamda 5 renk çok önemlidir. Çin tıbbı içinde sağırlık, dilsizlik, topallık, cücelik ve deformasyonlar 5 dert içinde; doğum, hastalık, ihtiyarlık, ayrılık ve ölüm 5 eza içinde sıralanmaktadır. Bu uygarlık döneminde 5 sayısının öneminin müziğe de yansıdığım görmekteyiz. Müzik de 5 ses üzerine kuruludur.
Çin müziğine saray ve tapınaklarda önemli yer verildiği ve imparator buyruğu ile kurumlaştığı ifade edilmektedir. Yer ile gök arasındaki uyumu yansıtması gerektiğine inanılan müziğin amacı halkı eğitmek, onlara iyi ve yüce duygular aşılamaktır. Ünlü Çin bilgini Konfüçyus, müziğe eğitim ve ahlak aracı olarak büyük önem vermiş, müziğin olumlu etkisinden yararlanmak için eski ezgileri saptayıp birleştirmiştir. Daha sonra müzik giderek yaygınlaşmış ve yaşamın bütün alanlarım etkilemiştira. Konfüçyus'a göre;müzik yapıldığı zaman kişilerarası ilişkiler düzelir, gözler parlak, kulaklar keskin olur, kanın hareketi ve dolanımı sakinleşir.
Eski Çin'de gür ses veren Lo isimli bir gongun, kötü cinleri ve ruhları hastanın yanından kaçırdığı inancı vardı ve hastalara iyi olmaları için bu org çalınırda. Japonya, M.S. III. yüzyılda Kore'yi istila ettiği zaman Çin sanatım benimsedi, Çin müziği Japonların geleneksel müziği oldu.
Ortaçağ Müziği: Ortaçağ'da İsviçre'deki Saint Gale Manastırı, çağın entellektüel merkezlerinden belki de en önemlisi olarak anılmaktaydı. Aralarında Notker Balbulus'un da (830-912) bulunduğu çağın en bilgili papazlarını barındırırdı. Balbulus'un müzik teorileri ile ilgili buluşları çok önemlidir. Manastır anlayışının özünü çok iyi anlatan Media Vita şarkısının ona ait olduğu sanılır. Ölüm her an yolumuzu gözler. Bu inanç Ortaçağ düşüncesinin temelidir. Gregorien müziğin başka duyguları ifade etmesi de zaten beklenemezdi.
Romalı bir Hıristiyan olan Boethius, Ortaçağ başlangıcındaki en eski kuramcılardan biridir. "De Musica" adlı kitabında Pythagoras ve Platon'un felsefesinden yola çıkarak müzik ve matematiğin ayrılmazlığına, müziğin insan karakterine etkisi ve eğitimindeki yerine değinir. Kendi içinde müzik sanatını 3 ayrı düzeyde inceler. Bu sıralama içinde;Musica - Humana hem fiziksel hem de ruhsal olarak yorumlanan müzik olarak isimlendirilir ve bu müziğin beden ve ruh sağlığı arasında bir denge unsuru olarak kullanılması gerektiği ifade edilir. Bu bağlamda, müziğin sağlığın korunması ve devamının sağlanması için kullanılan bir araç olduğu açıktır.
Ortaçağda hastaların maneviyatını yükseltmek amacıyla müzikoterapinin faydalı olabileceği düşüncesi kabul görmüş, pek çok hekimin bu tür tedaviyi uyguladıkları, önerdikleri görülmüştür. Henri de Mondeville (1260-1320) antigalenist olup, Galen'in her şeyi bildiğine inanmamış, yaraların temiz tutulmasını önermiş, maneviyatı yükseltmek için müzikoterapinin faydalı olabileceğini bildirmiştir. XIV. yüzyılda Fransa'nın ünlü hekimlerinden Fodere şöyle der: Müzik iki bakış açısından dikkate alınmalıdır; (1) yorgunluktan kurtulmak ve eğlenmek amacıyla, (2) etkileyici ve teskin edici bir ilaç olarak.
XV. yüzyılda zehirli örümcek ısırmasına karşı, özellikle İtalya'da müzikle tedavi yöntemi ve Hıristiyanlığın konuya bakışı ilgi çekici görünmektedir. Poyi ve Calabiere şehirlerinin tarantula denilen iri örümceği pek az tehlikelidir. Bunun ısırmasına bağlı olarak görülen etkiler Napoli halkına has bir çeşit melankoli tablosu ortaya çıkarmaktadır. Serras, 1742'de yayınladığı kitabında XV. yüzyılda görülen zehirli örümcek ısırması ile ilgili dikkat çekici sonuçlar yayınlar. Hastalık, ilk olarak Nikola Perotti tarafından tanımlanmıştır. Hastalar genellikle melankoliye düşüyor, sarhoşluk tesiriyle sızmış gibi akıl ve mukayese güçlerini kaybediyorlardı. Bir çoğunda musiki için büyük istek vardı. Hoşlarına giden melodi duyulur duyulmaz kalkıyor, güçsüz kalıncaya kadar dans ediyorlardı. Aynı konu ile ilgili olarak XVII. yüzyılda Bagiivi dikkat çekici açıklamalarda bulunmuş, müziğin bu hastalar üzerindeki şaşırtıcı etkilerini dile getirmiştir. Bagiivi'nin çağdaşlarından olan Richarmed'e göre de, müziğin hastalar üzerinde şaşırtıcı etkisi vardı. Müzik olmadıkça hasta ölünceye kadar büyük bir korku ve dehşet içinde kalırdı. Zira, müzik acil şifa için tek çareydi. Hasta, müziği duyar duymaz dans etmek için yerin-den kalkar üç dört saat sonra yatağına konur, orada terler ve bu ter onu teskin eder. Daha sonraki yıllarda Hetker ve öğretmen Jermense "Tarantizma"nın dans hastalıklarından biri olduğunu onayladılar ve tedavide müziğin önemine değindiler.
Zamanla kilise ileri gelenleri, müziğin ayinlerde kullanılış şekillerini ortadan kaldırarak müziği ruhi bir tedavi aracı olarak kullanmaya başlamışlardır. Montpellier hekimlerinin iddialarına göre, bacağı kangren olan hastalar ancak müzik aracılığı ile uyuyabilmişlerdir.
Rönesans ve sonrasında müzik: Sanatta realizmin hakim olduğu Rönesans döneminde, yalnız çalgılar için bestelenen insan sesinden arınmış müzik biçimleri öne çıkmıştır. Dünya edebiyat tarihini tetkik edecek olursak, müziğin insan ruhu üzerine etkilerine ilişkin örnekler görürüz. Protestanlığın kurucusu olan Martin Luther (1483-1544) iyi bir müzisyendi. Yazdığı bir yazıda, müziği tanrının bir hediyesi olarak kabul ederdi. Finlilerin yarı insan yarı ilah olarak kabul edilen Voinamonien adlı kahramanları, savaşta ağır bir biçimde yaralandığında, eski bir İskandinav sarkısı ile tedavi olmuştur. Bir İngiliz hekimi Filip Lebon, saç dökülmesinin operasyon ve müzikle tedavi edilebileceğini ileri sürmüştür. Yapılan operasyon sırasında, anestezi altındaki hastaya müzik dinletilmekte, böylelikle de baştaki kan dolaşımı hızlandırılmaktaydı. Dr. Lebon, çalışmalarım İngiltere'de büyük bir anfide yüzlerce uzman hekim önünde gerçekleştirmiştir. 1561-1626 yılları arasında yaşayan İngiliz filozof ve devlet adamı Francis Bacon'ın ölümünden sonra sekreteri tarafından yayınlanan "Syiva Syivarum" adlı eserinde, her gün müzik dinlemekle ruhunun canlandığını ve beslendiğini belirterek "müzik ruhun gıdasıdır" demektedir.
Müziğin, insan ruhu üzerindeki etkisini en güzel belirten, yazdığı 37 eserde 1041 insan tipi yaratan, büyük ingiliz şairi Shakespear'dir. 1595'de yazdığı II. Richard adlı trajedisinde, kralın ağzından " Delileri iyi etmesine rağmen, beni çılgına çeviren, delirten bu müziği susturun" diyerek, müziğin ruh hastalıkları üzerindeki etkisine değinmiştir..
Tedaviyi sağlayan sihirli kuvvet yalnızca çalınan musiki parçalarına bağlı değildir. Bazen de musiki aletlerinin yapıldığı maddelere göre etkili bir duruma gelirdi. Della Porta adlı bir hekim, bu konuya kesinlikle inanıyor ve görüşlerini 1586 yılında yazılan 4. Kitabında tanımlıyordu. Della Porta "........ eğer hastalık için o hastalığa karşı kullanılan ilacın ağacından bir müzik aleti imal edilirse, iyi olmaz hiç bir hastalığın kalmayacağını......." büyük bir ciddiyetle savunmuştur. 1634'de İngiliz yazarı Henry Peacham tarafından yazılan "Compleat Centlemen" adlı yapıtında "müziğin hayatı uzattığı, sıkıntı ve melankoliye iyi geldiği"ne ilişkin bölümlere rastlanır.
Kanın durdurulmasında söz eden alanlar yalnızca mitoloji değildir. W.B. Hanford adlı bir Rus subayının anlattıklarına göre II. Dünya Savaşı sırasında derin kılıç yaralarının neden olduğu kanamaları şarkılar hemen durdururmuş. Kuzey Harbi sırasında (1655-1660) Danimarka Savaşları'nda anılarını yazan Polonya'lı Jean Passek'in günlüğünde yazılanlara göre, Voyvoda ağır bir şekilde yaralanır. Hekimler bir süre hastanın musiki ile tedavi edilmesine karar verirler. Yandaki odada flüt, santur ve yaylı sazlarla musiki sağlandığında Voyvoda sağlığına kavuşur.
R. Brockleslay, Londra 1749 baskılı eserinde hastalık seyrinin eski ve modern müziğe göre gösterdiği tepkiyi ele alır. E. R. Clay ise "The Alternative : A study in Psychology" (Londra 1882) adlı eserinde, müziğin elemanlarından armoni, ritm, melodi v.b. unsurların birer terapi faktörü olduğu, bunun hastaya yeni bir güç, yeni bir enerji ve gözle görülür bir iyileşme olduğunu ifade etmiştir. Daha sonraları müzikoterapi çocuklar ve büyükler için okul ve hastanelerde uygulanmış ve çocuk hastalarda büyük bir başarı sağlanmıştır.
İngiltere'de La Gilda De Saint Cecile (İnsanlığa Hizmet Cemiyeti) bir çok hastalar üzerinde musikinin beden ve ruha sakinlik veren etkisini incelemeyi, doktorların gece ve gündüz emrini uygulamaya hazır müzisyen, hastabakıcılar yetiştirmeyi planlamıştır. Ayrıca, Londra'nın merkezi bir yerinde " müzik yardımı postası " oluşturup, her büyük hastanenin belli başlı koğuşlarına müziğin telefon yoluyla ulaştırılmasınI sağlamıştı. Müzik işitme sinirlerini uyarır, ağırlaşmış ruhu dinlendirir. Bununla ilgili olarak Jacques Bonet (1688) der ki: "Üç müzisyenden oluşan bir konser melankoliye yakalanmış olan Prens Dourange'ın rahatlatıcı şurubu idi."
Müzikle tedaviyi kliniğe sokmak isteyenlerden biri de tanınmış nörolog Philippe Pinel'dir. 1792'de Fransa' da Pinel'e henüz genç yaşında iken ihtilal komitesi tarafından iki büyük kilise hastanesindeki 50 akıl hastasını güneşe çıkarma ve ayak zincirlerini kırma izni verilmiştir.İlk defa bu cesur girişimi yapan Pinel, daha sonra Bicetre Hastanesi'nde çalışırken de moral tedavisi içine müziğin de sokulmasını teklif etmiştir. Pinel'in öğrencisi Esquirol der ki: "Bugün bazı başarısızlıklara rağmen, akıl hastalarına müzik yapmak ve kendilerine çaldırmak yararsızdır. Sonucunu çıkaramayacağını musiki şifa vermezse eğlendirir ve dolayısıyla sakinleştirir, beden ve ruhumuza sükunet verir. Hastalıklardan iyileşmeye başlama devresine girenlere çok faydalıdır. Dolayısıyla, musikinin kullanılmasından vazgeçilmemelidir."
Quarin, müzik ile iyileşmiş bir sara örneğini söyleyerek der ki: "Bir hasta kadın sara nöbetinin ilk belirtilerini hissettiği sırada müzik işitmiş ve bu sayede nöbetin yalnız ilk belirtilerini hissetmekle kurtulmuştur." Bruckman, "12 yaşında bir genç kız yakalanmış olduğu saraya benzer kramp hastalığından piyano sesleri ile kurtuldu" diyor. 1811'de Doktor De'zassar bir müşahede yayınlamıştır. 24 yaşında bir delikanlı baygınlık ve başım tutamayıp abuk sabuk konuşma ile karışık bir humma nedeniyle yatağa düşmüştü. Yatağın yanında müzik dinlettiler. Nefes daha düzenli ve serbest oldu. Aralıklarla müzik dinlettilen hasta rahatladı.
Dr. Belaqueman Portland Hastanesi'nde yapmış olduğu gözlemlere dayanarak şu sonuca varmıştır:
Müziğin etkisi sesin bir yere çarpıp geri dönmesi nedeniyle kan dolaşımı üzerine etkili olur. 1880'de yapılmış olan deneyler de bu konuya katkı niteliğindedir. Aynı yıl Almanya'da Rus doktor Dogiel tarafından yapılmış bir araştırma sonucuna göre de; insan ve hayvanda müzik, kan dolaşımı üzerine etki eder. Kan basıncı aralıklarla yükselme alçalma yapar.
XIX. yüzyılda müzikle tedavi Briere de Boismont (1860), 1870'de Laurent, 1874'de Chomet ve daha sonra 1913'de Vinchon ve 1943'de de Vander Wall tarafından ileri sürülmüş ve savunulmuştur. Amerika'da müzikle tedavide ilk adımı atan Dr. VViller Van de VValI'dır. İlk defa 1920 senesinde Pensilvannia ve New York eyaletlerinin hastane ve hapishanelerinde, müziğin insan ruhu üzerindeki etkilerim araştırmıştır. WalI'a göre, müziğin insan ruhu üzerinde yatıştırıcı ve stimüle edici etkileri vardır. Daha sonra Licht (1947), Radin (1948), Fery (1951), Zanker Glatt (1956), Murineddu (1954) ve Demianovvski (1958)'nin öncü çalışmaları müzikle tedaviyi bugünkü durumuna getirmiştir.
Licht, müzikle tedaviyi aktif ve pasif olarak iki grupta inceler. Bu yazara göre, müzik hastalarda dikkati artırır, ilgiyi devam ettirir ve davranışa da etki ederek bir rahatlık sağlar. Radin, müziğin ilkel insanlar üzerinde olumlu etkileri olduğunu belirttikten sonra, onun din adamının bir sembolü olması ve hastalığa yol açan kötü ruhları kontrol etmesinden dolayı, tedavide bir değeri olduğunu söyler. Zanker ve Glatt'a göre müzik bilinç dışına etki ederek, refulmanları dışarı çıkarmakta ve böylece bir çeşit katharzis yapmaktadır. Murineddu ve Drake de müziği, dikkati toplayıcı bir stimülan ve behaviora yön verici bir oluşum olarak kabul ederler. Müzik ajite hastalıkları sakinleştirdiği gibi, içine kapanık yaşayan hastaları da uyanık hale getirir. Hastalara müzik dinletmekle, dikkatleri, patolojik fikirlerinden uzaklaştırır. Müzik sayesinde hastanın realite ve çevre ile olan ilgisi artar ve hasta kendisini daha iyi sosyal hissetmeye başlar.
Frey, müziğin hipnotik olarak etki ederek, ajite hastaları rahatlattığını belirtirken, Polonyalı Damianovvski, ruh hastalarında müzik tedavisinin Pavlov'un kondisyonel refleks teorisine uyarak, bir şartlı tedavi olarak kabul eder. Ancak, bütün bu öncü çalışmalara rağmen, müzikle tedavi psikiyatri kliniklerine son 30-35 yılda girebilmiştir. Altshuler 1947'den beri Michigan Devlet Hastanesi'nde müziği tedavi programı içine sokmuştur. Altshuler'i 1948'de Ainlay, 1950'de Mann, 1955'de Blair, 1956'da Gilliland, 1957'de Shervin izlemiştir. Wittkovver ve Alexander Offer, tedavi ettikleri bazı nevroz olgularında müzik dinlemeyi, resim yapmakla birlikte uygulamışlardır. Böylelikle yapılan resimlerde yüksek bir orijinalite ve anlatım gücü olduğunu görmüşler ve bu şekilde yapılan resimlerin grup dışında yapılan basmakalıp resimlerden çok daha farklı olduklarına dikkati çekmişlerdir. Weis, Margolin ve Gutheil, grup psikoterapilerinde müzikten yararlanmışlardır.
Daha sonra Osvvald (1961), Koh ve Hedlund (1969) şizofrenler üzerinde, Diephouse (1964) ve Scott (1970 = çocuk psikiatrisinde), Zonneveldt (1969) nevrozlarda, Neli (1965), Schultz (1969) Ruiz ve Pilon (1969), Ulirich (1969), Koffer (1969), Dickens ve Sharpe (1970) grup psikoterapilerinde müzikle tedaviyi uygulamışlardır.
Türklerde müzikle tedavinin tarihsel gelişimi
Eski Türklerde ruh hastalıklarının müzikle tedavi edilebileceğine inanılır ve bu tedavi yöntemlerine çok önem verilirdi. Türklerde müzik, Türk tarihi kadar eskiye gitmektedir. Bazı müzikolog ve tarihçiler en az 6000 yıl geriye giden Türk musiki tarihinden bahsetmektedirler. Korku, heyecan, kuşku ve ruhi bunalım gösterenlerin nabız atışlarındaki değişme ve bunun meydana getirdiği ruhi huzursuzluk üzerinde duran Türk hekimleri hastalara çeşitli melodileri dinletir ve bu arada nabız atışlarını da kontrol ederek, hastaya uygun olan müziği bulup, aynı hastalığı olanları bir araya getirerek bu uygun şarkılarla tedavi ederlerdi. Ruh hastalarının hoşlanacakları şarkılar kadar beğendikleri müzik aletleri de göz önüne alınır, hastalara ve hastalıklara göre çeşitli müzik aletleri kullanılırdı.
Türklerde hasta tedavisi ve bakımı ile uğraşan hekim, eczacı, hastabakıcı gibi çeşitli sağlık görevlileri, gerek meslekleri açısından gerekse isim ve kimlikleri açısından tarih boyunca değişiklik göstermişlerdir. Türk hekimlerin hikayesi "Kam" adı verilen sihirbaz hekim ile başlar. Kam, gök ile yer Tanrı ve ruhları ile doğrudan ilişki kuran ayinleri yürüten kişiydi. Kam hastasını, adaklar, içecekler, dağlama, çeşitli hareketler, oyun, müzik, büyü ve bitkilerle tedavi ederdi.
Müzik yalnızca zevk, neş'e, aşk, hüzün ve eğlence unsuru olarak görülmemiştir. Devlet, millet birliğini oluşturan; savaşta orduya duygu veren, yürüyüş ve hareketlerini düzenleyen ses ve ritimdir. Öyle ki, müzik aletlerinden kopuz yalnızca tedavi ve kötü ruhları korumada kullanılan bir ses aleti değildir. Bir velilik ve ululuk sembolü, "Uluslarla haberleşme" medet ve yardım sesi, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan kutlu bir sesti.
Kırgız Türklerinde "Baksı", tedavi işini yürüten bir hekimdir. Hasta olan bir kişi için Baksı çağrılır. Baksıların ağır hastaları tedaviden kaçındıkları anlatılır. Tedaviye katılan Baksı, nabız kontrol eder, kopuz eşliğinde çalar söyler, hastalığın nedenini araştırdıktan sonra büyük ve yağlı bir koyunun kurban edilmesi gerektiğini bildirir. Hayvanın rengini, büyüklüğünü bütün ayrıntıları ile tarif eder; öyle ki bazen bu özellikleri taşıyan bir koyun bulmak çok zor olur. Kurban edilen hayvanın etleri bir kapta pişirilir, komşular davet edilir, Baksı henüz soğumamış ciğeri alıp hastasına 3 kez vurur, köpeklere atar. Baksı dualar eder ve "şu güne kadar ölmezse hasta iyi olacak" der, söylediği güne kadar sık sık uğrayıp hastasını kontrol eder. Baksı, kopuz eşliğinde söylediği dualardan sonra üzerinde demir halkaların bulunduğu asasını alıp çıkan seslerle kendisinden geçer. Baksının bir yardımcısı da kopuz çalmaya devam ederken o dansa devam eder. Öylesi bir danstır ki, bu çoğu defa Baksı kendisinden geçer, bayılır. Bu durumda Baksı bir kuş olup tabiat üstü bir geziye çıkmaz. Onun yaptığı kötü ruhu kurban edilen koyunun bir uzvuna, cansız bir cisme ya da bazen kendisine transfer etmek, sonra da o ruhu kendisine has metodlarla kovmaktır.
Kamların okudukları ilahi ve duaları tespit etmek zordur. Ayinlerden sonra Kam bunları tekrarlayamaz. Çünkü, Kam bu sözcükleri o anda söyler ve unutur. Asya Türk musikisi İslam dini tesiri ile spritüel yönden daha da güçlenmiş Tasavvufi Türk Musikisi bundan doğmuştur.
Türkler müzikle tedavinin esaslarını Araplar ve Acemler'den almışlardır. Hoca Nasır Musa, Abdülmümin Safi, Safiddin Barid, Keyhüsrev gibi Arap ve Acem bilginlerinin ve bilhassa Farabi'nin kitapları musikimiz için rehber olmuştur. İslam Medeniyeti tarihinde, özellikle tasavvuf ekolü mensupları müzikle uğraşmış, faydasına inanmış ve savunmuşlardır. Müzikle tedavide ise yine sufiler, müziğin insan sağlığı üzerine yaptığı tesirden bahsetmişler ve lüzumlu oluşunun bir delili olarak görmüşlerdir. Sufiler ruh hastalıklarının tedavisinde müzik ile tedaviyi denemişlerdir. Bu konuda Serrac: "Eskiler Sevda (Histeri) hastalığını hoş namelerle tedavi ederlerdi; Bu sayede hastanın illeti zail olur ve sıhhate kavuşurdu" demektedir.
M.Ö. 834-932 yılları arasında yaşamış olan Müslüman Türk bilginlerinden Ebu Bekir Razi, melankoliklerin meşguliyetle tedavileri üzerine yazdığı bir yapıtında, önce melankoliyi tanımlamış, "......... melankolik hasta kesinlikle meşguliyetle tedavi edilmelidir....." dedikten sonra, meşguliyetle tedavinin nasıl uygulanacağını da şöyle anlatmıştır. "........ melankolik hasta balık tutma veya avlanma gibi eğlenceli işlerden biri ile uğraşmalıdır. Mümkünse çeşitli oyunlara alıştırılmalı, huyunu, ahlakını, davranışlarını beğendiği ve sevdiği kimse ile buluşup görüşmeli, dostluk kurmalıdır. Müzik öğrenmeli, öğretmeli özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir. Melankolik hastanın ancak bu şekilde sıkıntılarından, dertlerinden kurtularak iyileşme olanağı sağlanabilir........." Dünyaca ün yapan büyük Türk bilgini Farabi (870-950), sahip olduğu çeşitli ilimlerin yanında musiki ilmini de değerli saymış, kendisinden sonra gelenlere öncülük etmiştir. Farabi, Musiki-ul-Kebir adlı eserinde musikinin, fizik ve astronomi ile olan ilişkisini açıklamaya çalışmıştır. Hekimbaşı Gevrekzade Hasan bin Ahmet (Emraz-ı ruhaniye-i nağamat-ı musikiye) adlı risalesinde " üstadan-ı ilmi edvar olanlardan Hoca Nasr-ı Tusi ve muallimi Sani Haki-im Farabi ve Hoca Abdül-mümin Sufi ve Hoca Safiyuddin ve sair ulemai'fenni musiki olanlar nice Kitab-ı mutebereler telif ve usulü ve furuğu tahrir ve tasnif eylemişlerdir. Zira İlm-i musikinin İlm-i hikmet ve fenni hey'et ve nu'Cum ve İlm-i tıb ile kemal münasebeti olduğunu arifan-ı üstadana mahfi......değildir." diye ruhi hastalıkların musiki nağmeleriyle tedavisi kısmında Farabi'nin ve kendisinden sonra gelenlerin bu hususta yazdıkları bahislere temas etmektedir.
İbni Sina (980-1037)'da müzik dinlemenin dinlendirici olduğunu, insanların kendi ruh cevherlerini ve alemlerini geliştirmek amacıyla müzik dinlemeleri gerektiğini vurgulamıştır. Şifa, El Medhal ila Sınaat el Musiki adlı eserinde musikinin tedavideki önemini vurgulamıştır. Yine Tabib Şuuri, "müzikten anlamayan bir hekim tıpta bilgin ve mesleğinde yetenekli olmayıp teşhise kadir olamaz diyerek müzikle tedaviye verdiği önemi göstermiştir. Şuuri, Tadil-i Emzice adlı eserinde belirli makamların günün belirli zamanlarında etkili olduğunu belirtmektedir. Hüseyni makamı sabahleyin, Nihavent makamı öğleyin, Buselik makamı ikindi vakti, Uşşak makamı da gün batarken etkilidir.
Türk hekimleri, nabız hareketlerinin musikinin oynak makam ve usulleriyle ilgisi bulunduğunu, bu sayede nabız hareketlerinin bir makama ve bir nağmeye uygun olduğunu düşünmüşlerdir. İşte nabzın düşmesi, yükselmesi, genişlemesi gibi oynak hallerin her birine birer musiki makamı uygulanmış ve musiki tedavisi bu suretle başlamıştır.
Hangi hastalıklara hangi melodinin daha uygun düşeceği üzerinde de araştırma yapan ilgililer; Rast ma-kamının felçli hastalar, Irak makamının nevrotik hastalar, Rehavi makamının da baş ağrısı ve iç sıkıntısı olan hastalara iyi geleceğini vurgulamışlardır. İnsanların renkleri, giyimleri hatta huyları ile musiki makamlarının yakından ilişkili olduğunu kabul eden Türk hekimleri; Irak makamı esmer ve agresif hastalara, Rast makamını sarışın ve sessiz olanlara, Köçe makamını beyaz tenli ve sakin huylu olanlara uygularlardı.
Büyük İslam filozof ve bilginlerinden İbni Sina (980-1037) musiki'nin tıpta oynadığı rolü şöyle tanımlamaktadır. "Tedavinin en iyi ve en etkili yollarından biri hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, hastanın çevresini sevimli ve hoşa gider hale getirmek, ona en iyi musikiyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir." İbni Sina'ya göre: ses tonu değişiklikleri insan ruh hallerini belirtir.
Derviş Hasan Gülşeni tarafından yazılmış ve Safiyuddin Abdülmümin (1224-1294)'in "Kitab-ı Edvar"ından özetlenmiş olan Zübbe-i Makale-i İlm-i Musiki isimli eserde, musikinin insan bedeni ve ruhu üzerindeki etkilerini açıklayan Eflatun'un fikirleri, Kuran-ı Kerim-i güzel sesle okumanın bir peygamber emri olduğu v.b. hususlarda temel bilgiler vermektedir. Musikinin fizik, astronomi, tıp, astroloji ve hendese gibi ilimlerle yakından ilgisi bulun-duğunu, güzel nağmenin insan ruhunda zevk, vecd ve suvura vesile olduğunu, bu kişilerde ruhani sıfatların galebe çaldığını, hoş nağmeden nasibi olmayanların nefsinde kabalık olduğunu belirtmektedir. İnsan, haleti ruhiyesi gereği günün her saatinde aynı formu koruyamaz, bu bakımdan ünlü müzik üstadı Safiyuddin günün belli saatlerinde çalınıp dinlenmek üzere musiki makamlarını belirlemiştir. Aynı eserde; yazar insanların renk-lerine göre musiki zevklerinin de farklılık gösterdiğini ifade etmiştir. Siyah tenli insanların tabiatlarının germi huşk (kuru sıcak) olduğu, bunların ırak makamı ve bu makamın yapısına benzeyenlerden hoşlandıkları, esmer çehrelilerin serd-i huşk (kuru soğuk) olduğu ve bunlarında rast makamı ve bu makamın yapısına benzeyenlerden hoşlandıkları, kumral ve sarışın olanlar ise serd-ter (daha soğuk) olduğu, bunlara da küçek makamı ve bu makamın yapısına benzeyenlerin uygun olacağı belirtilmektedir.
Selçuklu dönemi ve sonrasında, İslam dünyasında, Asya ve Avrupa'da tesis edilen hastanelerin bir sürü mimari özelliklerini ve hasta yatağı başında klinik dersleri verilmesinin menşeini değil, tıbbi olarak akıl hastalarının ilaç ve müzikle tedavisinin esaslarını da Selçuklu hastanelerinde aramak gerekir. Moğol istilası ile Selçuklu İmparatorluğu' nün yıkılmasından sonra XIV-XV.yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu, Anadolu ve Balkanlarda gelişip yayılmaya başladı. Dünya tarihinin en büyük imparatorluklarından biri haline gelen Osmanlı İmparatorluğunda sadece halk için değil, ordu hatta saray mensupları içinde hastaneler tesis edildi.
İşletmede olası Selçuklu ve Memlüklü devri hastanelerinin bulunduğu yerlerde yeni hastaneler tesis etmeye ihtiyaç duymayan Osmanlılar, bunları vakıfların gereği işletmede bırakarak Bursa, Edirne, istanbul, Selanik, Belgrat gibi yeni fethedilen şehirlerde yeni hastaneler inşa ettiler.
İstanbul IX. yüzyıldan bu yana çeşitli musiki türleri ve geleneklerinin önemli bir merkezi olmuştur. Çeşitli dini ve etnik cemaatlerden Osmanlı toplumunda değişik kültürler yanyana yaşamıştır. Bu kültürler bir yandan, aynı bölge ve yörelerin daha eski kültürlerinden etkilenerek, bir yandan da birbirlerini etkileyerek yüzyıllar boyunca aynı coğrafyada bir arada barınmış; her cemaat dini musikisini tapınağında muhafaza etmiş, halk musikisini de bir folklor ürünü olarak görenekleri içinde besleyip yaşatmıştır. Osmanlı okumuş çevre musikisi bu kültürel yapıda bir merkez kültürü, bir üst kültür halini almıştır. Bu musiki, bütün Osmanlıların musiki zevkini yüksek bir düzeyde birleştiren bir gelenek yarattığı için özgül bir toplumsal ve tarihi anlam taşır. Bu yönüyle de klasik bir musikidir. Bu müzik kültürü bir üst kültür olmakla birlikte, alt kültürlere ve çevre kültürlerine de kapısını kapatmamıştır.
Akıl hastalarının Avrupa'da yakıldığı ve tıbbi tedaviye layık görülmediği bir devirde müzikle ruhi ve diğer hastalıklara müptela olanların tedavisi için düşünülerek planlanan Edirne'deki II. Bayezit Hastanesi, XVIII. ve XIX. yüzyıllardaki hastane yapılarına ışık tutmuştur. Bu hastanede 6 yaz 6 kış odası vardır. Yaz odalarından birinin musiki salonu olabileceği, hastalar için haftada üç defa düzenlenen konserlerin bu salonda verilmiş olabileceği bildirilmektedir.
Evliya Çelebinin Seyahatnamesinden edindiğimiz bilgilere göre de, Osmanlı Darüşşifa'larında da müzikle tedavi uygulamaları vardı. Edirne II. Beyazıt Darüşşifası bunlardan biridir. Edirne Darüşşifa'sında Türk musikisinin insan ruhuna pek uygun gelen yumuşak nağmeleri tedavi maksadıyla kullanılmıştır. Yine Evliya Çelebi' ye Kulak verelim "merhum ve mağfur Bayezid-i Veli, vakıfnamesinde, hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve defi sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tahsis etmiştir ki, üçü hanende, biri neyzen, biri kemani, biri musikan, biri santuri, biri çengi, biri ceng-i santuri, biri udi olup, haftada üç kere gelerek hastalara, delilere musiki faslı icra ederler."
Eski kaynaklara göre 1554 yılında öldüğü bilinen Musabin Hamun'un 1526-1551 seneleri arasında yazdığı diş tababetine ait eserde, ilk defa diş hastalıklarının müzikle tedavisinden bahsetmektedir. Müziğin hastalıkların tedavisindeki tesirini bilen eski hekimlerin, bunun için hükümdar çocuklarının beşikte müzikle uyutulmasını tavsiye ettiklerini yazmaktadır.
Süleymaniye Darüşşifasında da (1555) hastalara müzikoterapi uygulandığına dair kayıtlar vardır. 19. yüzyılın başlarında yaşayan Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Bin Ahmet'in, "Emraz-ı Ruhaniyeyi Negamatı Musikiye ile Tedavi" adlı risalesinde akıl hastalarının müzikle tedavilerine ilişkin geniş bilgiler vardır. Gevrekzade bu eserinde, eski Türklerde akıl hastalarının müzikle tedavilerine büyük değer verildiğini ve uygulanan bu tedavi ile olumlu sonuçlar alındığını belirtmektedir. Müzikle tedavinin özellikle durgun, hayata küskün ve çevreye karşı ilgisiz hastalar üzerinde etkili olduğuna işaret etmiştir.
Evliya Çelebinin çağdaşı olan ve 1683'te öldüğü bilinen meşhur Osmanlı şair hekimlerinden Şuuri Hasan Efendi'nin hangi makamların hangi hastalıklara şifa verdiğine dair "Tadil el-Emzice" adlı bir eser yazdığı gibi o devirde Topkapı Sarayında Enderun denilen kabiliyetli çocuk ve gençlerin askeri bir disiplin içinde yetiştirildikleri saray ünitesine ait Enderun Hastanesinde de hasta Enderun mensuplarının müzikle tedavi edildiği o zaman İstanbul'u ziyaret eden Baron J. B. Tavernier'in 1675'de Paris'te neşredilen Topkapı Sarayını tasvir eden eserinde belirtilmektedir. Tavernier'e göre, iki saray hekimi ve iki saray cerrahı her gün muayyen saatlerde Enderun Hastanesindeki hastaları ziyaret ederler ve tedavisi için gerekli işlemleri yaparlar, lüzumlu ilaçları verirlerdi. Tavernier'in verdiği malumata göre bu Enderun Hastanesinde hastalara müzik konserleri verilip, saray hekimlerinin müsadesiyle tedavi için şarap içmelerine müsaade edilmiştir.
Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi'nin 1794'te yazmış olduğu "Neticetü'l Fikriye ve Tedbir-i Veladetü'l Bikriyye isimli eserinde çocuk hastalıklarından, sütten kesme hal-erinden ve 94a ile 104a arasındaki bölümünde hangi musiki makamlarının hangi çocuk hastalıklarına iyi geldiği açıklanmaktadır. Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi'nin bu bölümü yazarken kendisinden bir asır önce yaşayan ve 1693'de öldüğü bilinen Meşhur Osmanlı şair hekimlerinden Şuuri Hasan Efendi'nin Türk musikisinin hangi makamlarının hangi hastalıklara şifa verdiğine dair yazdıklarından istifade etmiş olduğu, aradaki benzerlikten anlaşılmaktadır.
Bahsi geçen eserde hastalıkların müzikle tedavisine ilişkin şu bilgiler yer almaktadır. Özetle; (94b) Makam-ı Rast; bu makamın nağme ve teranesile illet-i dimagiyeden naşi olan emü-s-sibyan ve faliçtabir olunan illete tedbir ve tedavi olunur. Makam-ı Irak; kezalık işbu makam-ı ırak ile dahi etfalün (çocuğun) sersam (menenjit) ve (95a) illet-i hafakan (hafakan hastalığı) net'i kesiri (çok yararlı) olduğu bilittifak-ı hukemadır (hekimler birleşmiştir). Makam-ı Zirefgend; imdi zirefgend makamının hassası dahi etfalün di-mağından naşi arız olan illet-i lakve (ağız çarpılması) ve faliş (felç) ve vec'i zahr (sırt ağrısı) ve vec'i me-fasil (mafsal ağrıları) hususile illet-i kulunç (kulunç hastalığına) nef'i azimi (büyük taydaşı) ve mezkur olan illetlere dahi tesir-i kavisi (kuvvetli tesiri) vardır. Makam-ı Rahavi; iş bu makam etfalün anva'i suda'ma (tüm baş ağrılarına) nafi olup, rüfina (burun kanamasına), lakve'ye (ağız çarpıklığına), faliç (felç) ve emraz-ı balgamiye (balgamdan ileri gelen hastalıklar) her veçhile rafi (kaldıran) ve dafidür (defedicidir). Makam-ı Büzürt; bu makamın nagamı (nağmeleri) dahi magz (beyin) ve kulunç ve etfalde bahis olan (ortaya çıkan) emraz-ı haddeye (şiddetli hastalıklara) menafii azimesi (büyük yararı) olup ve tasfiyye-i vehn (kuvvetsizliği ortadan kaldırmak) ve istikamet-i fikre (düşüncenin yönüne) dahl-ı umumi (genel etkisi) ve dafi-i sevdayi (sevdayı defedici) ve havf-ı bim (tehlikeden korkma) hususunda makm-ı mezbur (adı geçen makam) davayı cismi olur. Makamı Hicaz; bu makamın nağmesi etfale vaki olur. Usr-ı bevi (idrar zoru) nef-i azimesi (büyük yararı) olup ve rical-ı kebire-nin (büyük erkeklerin) tahrik-i bahı (şehvetinin tahriki) hususunda dahl-ı azimi (büyük etkisi) olup alel-husus makam-ı mezbun (adı geçen makamı) terane eyleyen mahbube-i dilaram (gönül alan sevgili) ve sevdayı hoşendam (düzgün bir ses ola.). Makam-ı Buselik; iş bu makamın tesir-i bedeniyyesi (bedene etkileri) etfale olan terkiye-i di-magiyyesi (beyni boşaltıcılığı) sebebile ba'de Bu'dun (bir zaman sonra) hadis olacak arızalardan illet-i kulunca ve vec-i verek (kalça ağrısı) ve suda'l baride (soğuk baş ağrısına) ve illet-i çeşmiyyeden (göz hastalıklarından) enva-ı reme-de (türlü göz ağrısına) vasaire emraz-ı ayniyyeye (göz hastalıklarına) dahi nef-i beliği (açık faydası) vardır.
Meşguliyet tedavileri, topluma uyamayan veya sosyal hayata uyumda güçlük çeken, kendilerini toplumun diğer bireylerinden güçsüz, yetersiz ve aşağı gören ve bu nedenle de kendi iç dünyalarına çekilmiş ruh hastalarının, özür ve yetersizliklerini düzelterek, realite ile ilişkilerini sağlayarak onları yeniden topluma kazandırma çabaları anl***** gelen meşguliyet tedavileri (Readaptation, Readuction, Rehabilitation, Recreation, Ergotherapie, Ludotherapy) günümüzde modern psikiyatrinin en önemli konularından biri haline gelmiştir. Meşguliyet tedavilerinin diğer alanlarında olduğu gibi, müzikle tedavinin de uzun bir geçmişi vardır. Ancak, son yıllarda diğer rehabilitasyon alanlarından çok daha fazla önem kazanmış, psikiyatristlerin, psikologların, eğitimcilerin ve hekimlerin dikkatini çekmiş, yepyeni bir araştırma dalı olarak parlamaya başlamıştır. Son yıllarda ruh hekimleri, klinik psikologlar ve müzikle tedavi uzmanlarının çok kez ortak araştırmaları ve çalışmaları müziğin hastalara ve hastalıklara göre radikal ve yerine göre de yardımcı bir tedavi niteliği olduğunu meydana çıkarmıştır. Amacı ve etkileri açısından bu tedavi psikoterapiler arasında yer alır. Ancak, klasik tıp kitaplarında müzikle tedaviye ait gerekli ve doyurucu bilgilere rastlamak çok zor olmaktadır.
Günümüzde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde hastalara meşguliyet terapileri uygulana-gelmektedir. Kronik şizofrenlerden oluşan yüz kişilik boru ve trompet ekibi ile mehter takımı oluşturulmuştur. "Spor ve Eğlenceli Oyunlar Bayramı" adı altında protokol ve hasta yakınlarına zaman zaman sunulmaktadır. Böylece, modern psikiyatride meşguliyet terapilerinin etkileri vurgulanmaya çalışılmaktadır.
Sonuç
Müzikoterapide ülkenin milli, otantik ve basit müziklerinin etkili olduğu, hastalığın çeşidine göre değişik makam ve enstrümanlardan yararlanıldığı dikkat çekicidir. İnsanların ilgisini, dikkatini çekerek onları iç dünyalarından çıkarmaya yardımcı olan müzik, aynı zamanda gevşetici ve öfkeleri yatıştırıcı özelliği ile psikolojik ve psikomotor bozuklukların giderilmesinde etkili olmaktadır. Müzikoterapi, günümüzde meşguliyet terapileri içinde kabul edilmekle birlikte yeterince etkin kullanılmamaktadır. Hangi müzik türünün hangi hastalar ya da hastalıkların tedavisi için yararlı ya da zararlı olduğu konusu bugün üzerine dikkatle eğilinmesi gereken konulardan biridir. Belki de yeterli çalışmaların yapılması sonucu, klasik kitaplarda diğer tıbbi yöntemlere alternatif olarak, olması gereken noktaya ulaşacaktır.
Alıntı