Mutluluğa Giden Yol Çalışmanın Düzenli Olarak Azaltılmasından Geçer

mally

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ocak 2010
Mesajlar
720
Tepkime puanı
225
6.jpg


BERTRAND RUSSELL (1872-1970)​

İngiliz filozof Bertrand Russell çok çalışmaya yabancı değildir. Derlenmiş yazıları sayısız ciltten oluşur; başta analitik felsefenin kuruluşu olmak üzere 20. Yüzyıl felsefesindeki en önemli gelişmelerin altında imzası vardır ve tüm hayatı boyunca -97 yaşında ölmüştür- yorulmak bilmez bir aktivisttir. Peki en aktif düşünürlerden biri neden daha az çalışmamız gerektiğini öne sürmüştür?

Russell’in tembelliğe Övgü adlı denemesi ilk olarak 1932’de, 1929’da Wall Street’in çöküşünü izleyen küresel ekonomik kriz döneminde, Büyük Bunalım’ın tam ortasında yayınlanmıştır. İşsizliğin dünyanın bazı bölgelerinde çalışan nüfusun üçte birini etkilediği böyle bir zamanda tembelliğin erdemlerinin tanıtımını yapmak pek hoş görünmeyebilir. Ancak Russell’a göre zaten bu ekonomik krizin kendisi çalışma dünyası hakkındaki düşüncelerimizin çoğunun insafsızca süpürülüp atılması gerektiği kanaatindedir.

Çalışma Nedir?

Russell işe çalışmayı tanımlayarak başlar ve konuyu ikiye ayırır:

Birinci tür çalışma ’’başka bir cisme Göreceli olarak yeryüzünün üzerinde ya da yakınında duran bir cismin pozisyonunu değiştirmektir.’’ Bu çalışmanın –ağır işçiliğin- en temel anlamıdır.

İkinci tür çalışma ise ‘’cismin başka bir cisme göreceli olarak yerini değiştirmesini başka insanlara söylemektir.’’ Russell’a göre bu ikinci tür çalışma sonsuz şekilde (sadece cismi hareket ettirecek insanları denetleyecek birilerini istihdam etmez denetçileri de denetleyecek veya başka insanları istihdam etmeleri için onlara tavsiyeler verecek ya da insanları istihdam ederken onlara tavsiye verebilecek birilerini de yönetecek birilerini de yönetecek insanları istihdam edebilirsiniz ve bu böyle gider) genişletilebilir.

Russell birinci tür çalışma kaba ve düşük maaşlıyken ikinci türün daha keyifli ve iyi maaşlı olduğunu söyler. Bu iki tür çalışma iki tür çalışan anlamına da gelmektedir -işçi ve yönetici- ve bunlar iki sosyal sınıfı –çalışan sınıfı ve orta sınıfı- oluştururlar.Russell, bunlara hesap verecek çok şeyi olduğunu iddia ettiği bir üçüncü sınıfı daha ekler, ki bu da tüm çalışma biçimlerinden bağımsız olan ve tembelliğini sürdürmek için başkalarının emeğine dayanan, çalışmayan arazi sahipleridir.

Russell’a göre tarih tüm yaşamları boyunca çok çalışan ve sadece kendilerini ve ailelerini ayakta tutabilen çalışan sınıflarla karşılaştığında onların üretim fazlalarının tahsis edildiği savaşçılar,din adamları ve boşta gezer yönetici sınıfların örnekleriyle doludur. Ve adaletsizliği apaçık olan sisteme ahlaki yorumlar yükleyerek ‘’dürüst çalışma’’ nın erdemlerini öve öve bitiremeyenler yine bu sistemden en çok yararlananlardır. Russell’a göre sadece bu gerçek bile ‘’dürüst çalışma’’ kavramını kucaklayarak boyun eğdiğimiz ve hatta kendi kendimize boyunduruk geçirdiğimiz çalışma etiğini yeniden değerlendirmemiz için yeterlidir.

Russell’ın sınıflar arası mücadeleye vurgu yaptığı bu toplum açıklaması, her ne kadar Russell, Marksizm’le hep sıkıntılı bir ilişki içinde olmuş ve denemesinde kapitalist devletler kadar Marksist olanların da eleştirisini yapmışsa da, 19. Yüzyıl filozofu Karl Marx’a çok şey borçludur. Görüşü aynı zamanda Max Weber ‘in ilk kez 1905 te yayınlanan Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu kitabından, özellikle de Weber’in çalışmaya yaklaşımlarımızı belirleyen ahlaki değerler açıklamasından –ki Russell bu değerlere karşı çıkılması gerektiğinde ısrarlıdır- esinlenmiştir.

Örneğin çalışmayı yalnızca nir görev ve zorunluluk olarak görmüyor aynı zamanda çeşitli çalışma biçimlerinin bir erdemler hiyerarşisinde yer aldığını düşünüyoruz. El emeği genellikle vasıflı işler ya da entelektüel çalışmadan daha az erdemli görülüyor ve insanlara ne ürettiklerinden çok hiyerarşinin hangi basamağında bulunduklarına karşılık değer veriyoruz.

Çalışmanın kendisini de kalıtımsal bir erdem olarak gördüğümüze göre işsizleri erdemsiz kabul ediyoruz.

Bir adım daha ileri gidecek olursak görüyoruz ki çalışma ile ilgili yaklaşımlarımız karmaşık ve birbiriyle bağlantısız. Peki, o zaman ne yapmalı? Russell’a göre çalışmaya eski zamanlardan kalma tuhaf ahlaki değerlerle değil insan hayatını dolu ve tatminkâr kılacak terimlerle yaklaşmalıyız. Russell bunu yaptığımızda hepimizin daha az çalışmamız gerektiği sonucuna varacağımıza inanır ve sorar:

‘’Bir iş günü dört saat olsa ne olur?’’

Mevcut sistemde nüfusun bir kısmı aşırı çalışmakta ve acınacak durumda yaşamaktadır; öte yandan diğer kısım da işsizdir ve onlar da acınacak durumdadır. Yani bu durum kimsenin çıkarına değildir.

Oyunun Önemi

Russell’ın görüşüne göre çalışma saatlerinin azaltılması bize, yaratıcı faaliyetlerin peşine düşmemiz için olanak tanıyacaktır. Russell ‘’cisimlerin ortalıkta dolaşıp durmasının kesinlikle insan hayatının tek amacı olmadığını’’ yazar. Eğer uyanık olduğumuz her saati çalışmayla geçiriyorsak dolu dolu yaşamıyoruz demektir. Russell önceleri sadece ayrıcalıklı azınlık tarafından bilinen boş vakitlerin zengin ve anlamlı bir yaşam için gereklilik olduğuna inanır. Günde dört saat çalışan insanların geri kalan vakitlerinde ne yapacaklarını bilemeyecekleri şeklindeki itirazlara Russell karşı çıkar. Eğer bu doğruysa bunun ancak ‘’medeniyetimizin ayıbı’’ olacağını çünkü bunun bizim oyun ve tasasızca yaşama kapasitemizin hızlı ve verimli çalışma kültüyle dumura uğratıldığını söyler. Russel boş vakitlere ciddi şekilde bakan bir toplumun eğitimi de ciddiye alacağına –çünkü eğitim çok daha fazla çalışmaya yönelik olduğuna- inanır. Böyle bir toplumun sanatı da ciddiye alacağına çünkü sanatçıların ekonomik bağımsızlık için uğraşmadıkları için zamanlarını ortaya çok daha kaliteli eserler çıkarmak için harcayacaklarına da inanır. Üstelik böyle bir toplum eğlenme gerekliliğini de ciddiye alacaktır. Aslında Russell bu tür bir toplumun savaş arzusunu bile kaybedeceğini çünkü savaşın ‘’herkes için çok ve zor bir çalışma dönemi’’ anlamına geleceğini düşünür.
 

elfie

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Ara 2011
Mesajlar
22
Tepkime puanı
0
Paylaşım için teşekkürler, değişik bir bakış açısı...
 
Üst