"Gizlimabet Parapsikoloji Platformu"

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Mekaniksel Beyin ve Yaratıcılık

Mefetseger

Elit Üye
Her birimiz an be an kendi realitemizi yaratıyoruz. Psikiyatristler ve nörofizyologlarla birlikte belli başlı fizikçiler ve matematikçiler de artık bu görüşü destekliyorlar. Kuantum mekaniği ise kişisel yaratıcılığın, realite olarak adlandırdığımız algılamamız üzerinde önemli bir rolü olduğu teorisini destekliyor.

Sinirsel Ateşlemenin Mekaniği

Herhangi bir algılama oluştuğu zaman, duyulardan beyindeki uygun nöronlara bir elektrik impulsu gönderilir. Bu impuls aksonlar boyunca dentritlere taşınır. Beynimizdeki milyarlarca dentrit bağlantısının her biri arasında az miktarda boşluk vardır. Bu boşluklar sinaps olarak adlandırılır ve boyut olarak mikroskobik düzeydedir. İletişim, bu sinapslar arasında sinirsel-ileticilerin (nöro-transmiterler) kullanılmasıyla oluşur.
Kuantum fiziğinin belirlediğine göre, dalga örüntüleri (wave patterns), beynin elektro-kimyasal sinirsel-ileticilerinin en önemli yapı taşlarıdır. Kuantum dalga örüntülerinin sinirsel ileticilere dönüştürüldüğü yer sinapstadır. Dönüştürülen dalga frekansları nöronal sinaptik ateşleme yoluyla koherent (yani daha kolay anlaşılır) hale gelir. Bu durumda koherent frekanslar dentritten dentrite geçerek beynin uygun alanlarına iletilirler.
Fareler üzerinde hem uyarıcı ortamlarda hem de izole ortamlarda çalışmalar yapan psikolog William Greenough, beyinlerindeki incelemeler sonucunda uyarıcı ortamlardaki farelerin daha fazla dentrit uzantısına sahip olduğunu ve bu yüzden de sinaptik bağlantı açısından daha zengin olduklarını keşfetti. Buradan yola çıkılarak, uyarılan (stimüle edilen) beynin, sinaptik ileticilik açısından daha zengin olmasından dolayı daha fazla bilgiyi kullanabileceği sonucuna varılabilir.

İdrak Edemediğimizi Algılayamayız

Sadece kavrayabildiğimizi algılayabiliriz ya da gerçekten görebiliriz. İster hayali ister gerçek ya da algılanabilir düzeyde olsun, bir cismi bir realite (gerçek) olarak kaydetmemiz için beyinlerimizde sinirsel bir ateşlemenin meydana gelmesi gerekir. Joseph Chilton Pearce The Crack in the Cosmic Egg (Kozmik Yumurtadaki Çatlak) isimli kitabında, sadece kavrayabildiğimiz şeyleri algılayabildiğimizi iddia ediyor ve bununla ilgili pek çok örnek sunuyor. Macellan, donanması ile birlikte Güney Amerika kıtasının güney ucunu dolaşırken, Tierra del Fuego isimli bir yerde durmuş. Kıyıya vardığında bu garip ziyaretçileri görmeye gelen bazı yerlilerle karşılaşmış. Geminin tarihçisine göre, Macellan kıyıya vardığında yerliler kendisine oraya nasıl ulaştığını sormuşlar. Macellan da onlara kıyıda demirlemiş bulunan, bir sürü direkleri olan donanma gemilerini işaret etmiş. Fakat yerlilerden hiçbirisi gemileri görememiş. Daha önceden hiç gemi görmedikleri için beyinlerinde onlarla ilgili herhangi bir referans noktası oluşmamıştı ve gözleri ile gerçekten görememişlerdi. Bu nedenle, beyinlerimizi değişik uyaranlara (stimuluslara) açmamız bizim lehimizedir, böylece uygun sinirsel bağlantıların oluşumu hızlanır. Bu sayede çevremizi daha anlamlı bir biçimde deneyimleme yönündeki yeteneğimizi geliştirir ve zenginleştiririz.

Kodlanmış Dalga Bilgisi

Beyin, şuurluluğu kodlanmış dalga modelleri olarak zihin dediğimiz koherent alan içerisine tercüme eder. Peki beyin bu dalga/parçacıklardan ya da karışık dalga kodlarından realiteyi (gerçekliği) nasıl oluşturmaktadır? Deepak Chopra Quantum Healing (Kuantum İyileşme) isimli kitabında, karışık model ile anlaşılır bir imge arasındaki farka ilişkin bir örnek veriyor. “Bunun için iyi bir görüntü Chopin etüdü çalan bir piyanist olacaktır.” diyor. “Müzik nerededir? Bunu pek çok seviyede bulabilirsiniz -titreşen tellerde, çekiçlerin dansında, tuşlara basan parmaklarda, kağıttaki siyah işaretlerde ya da çalanın beyninde üretilen sinir impulslarında. Fakat bütün bunlar sadece kodlardır; müziğin gerçekliği, titrek bir şekilde parıldayan, güzel, görünmez bir şekildir ki bu fiziksel dünyada hiç oluşmadan belleklerimize ulaşmaktadır.”
Bu durum, kesintili sinyalleri elektrik impulslarına çeviren bir bilgisayara benzer. Bu impulslar bitlere, bitler baytlara, baytlar da bir programı meydana getiren dil kalıplarına çevrilir. Uyarılmış bir beyin, sinaptik potansiyel bakımından daha zengindir, böylece daha fazla şifreyi çözebilir. Bu durum 8 bitlik bir 286 yerine 32 bitlik bir Pentiuma sahip olmaya çok benziyor. Bu durumda işleme konan bilginin miktarının fazla olmasının yanında, daha sofistike programlamaya ya da dalga şekli transformasyonuna yatkınlığıyla birlikte kalite de fazla olmaktadır.

Şuurun Holografik Modeli

Nörofizyolog Karl Pribram, beynin, gerçeklik deneyimimizi meydana getirmek için holografik bir şekilde davrandığını ispatlamak için oldukça kapsamlı bir çalışma yapmıştır. Ayrıca beyin, karışık dalga modellerinin nakledicisidir. Dalga frekanslarını elektriksel ve kimyasal kalıplara çevirir. Hologram, bir lazer demetinin ikiye bölünerek, bir objeden sektirilmesi ve sonra bir aynadan fotoğraf plakası üzerine yansıtılmasıyla oluşur. Diğer lazer demeti ise üç boyutlu bir hologramın meydana getirildiği holografik plaka üzerine yönlendirilir.

Hologram ve Şuurlu Zihin

Aynı zamanda beynimiz kuantum dünyasının karışık kalıplarını üç boyutlu yapılara dönüştürür ve yansıtır. John Briggs ve F. David Peat The Looking Glass Universe’de (Ayna Evren) şöyle bir açıklama yapmaktadırlar; “Eğer dünya frekanslardan meydana gelmişse ve beyin bir frekans çözümleyicisi ise (ki kendisi de madde frekansından oluşmaktadır) bildiğimiz üç boyutlu katı dünya nasıl oluşuyor? Cevap önceki gibidir: Bunu öğrenmek zorundayız. Esas olarak belli frekanslara yanıt vermeyi öğreniyoruz, frekansların sabit değişimlerine değil. Seçilmiş bazı hologramlar stabilize olmakta ve görünüşe göre bir diğerinden “nesneler ya da şeyler”e ayrılmaktadır. Hafıza olarak şekillenmiş hologramlar, bu ayrılmış nesnelerin/şeylerin izlenimini kuvvetlendirmektedir ve bu yüzden bildiğimiz görünen uzay-zaman dünyası dalga ve frekansların saklı evreninin dışına saçılmaktadır.

Süperiletken Olarak Şuur

Bir süperiletken, içinden geçen herhangi bir şeye hiçbir şekilde direnç göstermeden, tamamen uyumlu bir vasıta olarak davranır. Yine F. David Peat, yazdığı “The Philosopher’s Stone (Filozof Taşı), Chaos (Kaos), Synchronicity (Eşzamanlılık) ve The Hidden Order of the World (Dünyanın Saklı Düzeni)” adlı kitaplarda, bu süperiletken yapı ve şuurun kendisi arasında karşılıklı bir ilişki olduğunu şöyle anlatmaktadır: “Beyinle ilgili öncelikli fikirlerden biri de onun uyumlu (koherent) bir kuantum sistemi olduğudur ve bu görüş Herbert Froehlich’i desteklemektedir. Tartıştıkları şuur tek bir parçadır; uyumludur ve herhangi bir klasik mekanistik modele indirgenemez. Bir süperiletkendeki elektronlar, bütün tarafından yönlendirilen her bir bireysel ritmdeki global dansta yer aldıkları gibi, sinir hücrelerinin bireysel faaliyetleri de düşüncenin bu muazzam dansıyla iş birliği içinde olabilirler.”

Sonuç

Beyin, şuurun kuantum-dalga örüntülerini elektro-kimyasal sinir ileticilerine çevirmektedir. Bu bilgi ayrıca holografik olarak beynin değişik bölümlerinde gerçeklik dediğimiz kavrama dönüştürülmektedir. Beyninize ne kadar çok meydan okursanız, dünyamızı daha anlamlı bir biçimde görmemizi sağlayan nöron, akson ve dentrit denizindeki düşünce dalgalarıyla o oranda daha iyi bağlantı kurarsınız. Nörologlar buna “kullanıma bağlı şekil verilebilirlik (plasticity)” diyorlar. Görünüşte imkansız olan bir problem için çözüm sağlayan sinirsel bir patika oluşturmadıysanız, şuurunuz size görmeniz için ilham verse de cevabı sezemessiniz ya da cevabın farkına varamazsınız. Siz sadece kendinize deneyimlemek üzere izin verdiğiniz şeyi görebilirsiniz.
Beyninizin her iki tarafını da kullanın. Bu araştırılmamış alanların haritasını çıkarıp araştırın. Onu bilinen sınırların ötesine doğru genişletin. Burada belirttiğimiz günlük bulmacalarla uğraşmak, sizin mantıklı ve mantıksız düşünceler ile ilgili zanlarınıza meydan okuyacaktır. Bulmacaların çözülmeye çalışılması sırasında yeni sinirsel yollar oluşturursunuz ve sinaptik çatlakların sayısını artırırsınız. Alışkanlığa bağlı düşünme yöntemlerini yeni olasılıklarla değiştirirsiniz. Belli tipteki yanal ve karşılaştırmalı bulmacalar için çözümler ararken aynı zamanda beyninize de antrenman yaptırırsınız. Dehadan anlaşılan bu esastır. Yaratıcı bir dahi açık fikirlidir ve diğer insanların düşünmeye cesaret edemedikleri şeyler üzerinde uzun uzun düşünür. Bu yolla dahiler, beynin, bilim adamlarınca uyumakta olduğu söylenen %90’lık bölümünü kullanırlar. Kendinize açık cevapları olmayan sorular sorun. Diğer zamanlarda ihmal ettiğiniz şaşırtıcı durumlar hakkında düşünmek için kendinize fırsat tanıyın. Herkes henüz farkına varamadığı bir yaratıcı potansiyele sahiptir. Siz kendinizinkini keşfedin ve onun için donanımlı olun.

_ALINTIDIR_
 
Kendinize açık cevapları olmayan sorular sorun.(acaba bu büyük harflerle yazdığım yazıdan ne anlıyorsunuz, ben çözümleyemedim ;yardımcı olur musunuz?) Diğer zamanlarda ihmal ettiğiniz şaşırtıcı durumlar hakkında düşünmek için kendinize fırsat tanıyın. Herkes henüz farkına varamadığı bir yaratıcı potansiyele sahiptir. Siz kendinizinkini keşfedin ve onun için donanımlı olun.
 
Macellan, donanması ile birlikte Güney Amerika kıtasının güney ucunu dolaşırken, Tierra del Fuego isimli bir yerde durmuş. Kıyıya vardığında bu garip ziyaretçileri görmeye gelen bazı yerlilerle karşılaşmış. Geminin tarihçisine göre, Macellan kıyıya vardığında yerliler kendisine oraya nasıl ulaştığını sormuşlar. Macellan da onlara kıyıda demirlemiş bulunan, bir sürü direkleri olan donanma gemilerini işaret etmiş. Fakat yerlilerden hiçbirisi gemileri görememiş. Daha önceden hiç gemi görmedikleri için beyinlerinde onlarla ilgili herhangi bir referans noktası oluşmamıştı ve gözleri ile gerçekten görememişlerdi. Bu nedenle, beyinlerimizi değişik uyaranlara (stimuluslara) açmamız bizim lehimizedir, böylece uygun sinirsel bağlantıların oluşumu hızlanır. Bu sayede çevremizi daha anlamlı bir biçimde deneyimleme yönündeki yeteneğimizi geliştirir ve zenginleştiririz.

Halbuki onlara sorulan sorunun tek bir cevabı var. Fakat onlar daha önce hiç gemi görmedikleri için önlerinde duran nesneleri tanımlayamıyor ve net bir cevap veremiyorlar. Onların kafasında oluşan sadece bir dizi karmaşıklıktan ibaret. Sizin sorduğunuz soruyu bu kısma bağlarsak: Eğer kendimize net ve ucu açık olmayan (yani sadece tek bir cevabı olan) sorular sorarsak beynimizin algılamasını geliştirebilir,daha karmaşık bilgiler için bir başlangıç yapabilir ve daha fazla gerçekliği öğrenmek için uyarıcı bir yol oluşturabiliriz. Bu başlangıçla birlikte daha karmaşık soruları cevaplandırabiliriz. Böylece doğanın karmaşıklığına kendi kendimize de olsa memnun edici cevaplar verebiliriz.
 
Geri
Üst