Mefetseger
Elit Üye
5- KUANTUM MANTIĞI
Küçük bir grup kuantum düşünürü, atomların özelliklerine sahip olma şekli sıradan dille ifade edilemiyorsa, bu durumda dolambaçlı kuantum dünyasını ele alabilmek için daha uygun yeni bir dil icat etmemiz gerektiğine inanıyorlar. Fakat gizemli kuantum gerçeklerini elde edebilmek için sıradan lisanda yapabileceğimiz en ufak değişiklik nedir? Dilimizin kelimelerini koruyup "mantığını" değiştirmek nasıl olacak?
Mantık, bilgi dağarcığımızın iskeletidir. Mantık, dilimizdeki en kısa ve en önemli kelimelerden bazılarının uygun şekilde kullanılmasını sağlar. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında İrlandalı bir öğretmen olan George Boole, "Düşüncenin Kanunları" adlı kitabıyla, mantıklı ifadelerin basit aritmetik kurallarına uyduğu suni sembolik bir dil yarattı. Boole'un mantık kurallarını kodlaması sıradan dilin mantık iskeletini ortaya çıkardı ve matematiksel mantığın modern bilimini buldu. Boole mantığı modern çağlarda insan köklerinde üstünlük sağladı. Artık bu iki değerli mantıksal aritmetik, bilgisayarların mekanik muhakemesinin temelini oluşturuyor.
Georgia Üniversitesi'ndeki David Finkelstein gibi kuantum fizikçileri, Einstein'ın Öklit geometrisine aykırı bir geometriyi, eğimli yer-zaman aritmetiğini ortaya çıkararak fizikte önemli bir problemi (yerçekiminin doğasıyla ilgili) çözmüş olduğunu unutmadılar. Bu bilim adamları kuantum kördüğümünün de benzer şekilde çözülmesinin mümkün olup olamayacağını sordular, yani, düşünce kanunlarımızda köklü bir değişiklik yaparak. Birisi bakana kadar pozisyonları karmaşık olan atomlar yerine, belki de dünya pozisyonları her zaman belirgin olan atomlar içeriyor ama biz bu atom pozisyonları hakkında ancak Boole mantığı dışında bir mantık kullanarak, konuşabiliyoruz.
Kuantum mantığı yaklaşımı kuantum yorumlamasının bazı problemlerini çözmekte, fakat birçok problemi de el değmeden bırakmaktadır. Kuantum mantığının şu anda hala ilk aşamalarında olduğu görülmektedir: atom davranışının baştan sona hazırlanmış grameri yerine çekingen bir öneri yapılmaktadır.
Rockefeller Üniversitesi fizikçilerinden Heinz Pagels, eğer kuantum mantığını dünyanın gerçek mantığı olarak kabul eder ve kendimize bu yeni yöntemle düşünmeyi öğretirsek, bu durumda kuantum mekanizmasının mantıklı geleceğine, fakat günlük dünyanın anlamlı olmaktan çıkacağına işaret ederek bu yaklaşımı eleştirmiştir. Boole mantığı dışındaki bu projenin en büyük boşluklarından biri, mantıksız atomlardan yapılmış bir dünyanın, bu tür atomlar sayısı büyüdüğü zaman bizim tanıdığımız sıradan mantık dünyasına nasıl dönüştüğü problemidir.
6- NEO REALİZM
Atomlar ve diğer kuantum varlıklarının gözlense de gözlenmese de daima kesin pozisyonlarının olduğunu düşünerek ölçme problemini çözüme ulaştırmak için yapılan diğer bir girişim, Fransız fizikçi prens Louis de Broglie ve İngiliz-Amerikan fizikçi David Bohm'un "Pilot dalgası" yaklaşımıdır.
Broglie-Bohm yaklaşımı kuantum fiziğin temeli olarak sıradan gerçeklik kavramını yeniden canlandırdığı için bu duruma "Neo realizm" adı verildi.
Neo realist yaklaşımın ana sorunu sıradan partikül davranışlarının kuantum gerçeklerini açıklamaya yetecek kadar çılgın olmayışıdır. Eğer atomlar gerçekten sıradan partiküllerden yapılmışsa, o zaman onların kuantum gerçeklerinin talep ettiği kadar garip davranmasını sağlayacak bir yöntem bulunmalıdır. Neo realist düzende partiküller sıradandır ve dünyanın tüm kuantum garipliği pilot dalgası denilen bir varlığa havale edilmiştir. Pilot dalgası, yerçekimi gibi alanı içindeki tüm partikülleri etkileyen sıradan güç alanlarının aksine, sadece bir partiküle eder: her partikülün, evrendeki tüm diğer partiküllerin konumunu algılayan sadece kendisine ait özel bir pilot dalgası vardır. Pilot dalgası özel partikülünü güç uygulayarak değil, bir radar ışını gibi "bilgi" sağlayarak yönlendirir. Ayrıca, bir partikülün kişisel pilot dalgası hesaplandığında, o partikülün daha basit dalga fonksiyonu anlamında hareketinin geleneksel kuantum açıklaması ile karşılaştırıldığı zaman son derece karmaşık olduğu görülür.
Bu Neo-realist önerme fiziği, birisi bakana kadar gerçekten orada bulunmayan partikülleri mistik kavramlarından kurtardığı için, her partikülün boşluktaki yolculuğunu kişisel dalgalarla yönlendirmesi fikir olarak çok cazip görünebilir. Fakat pilot dalgasının iki özelliği fizikçilere itici gelmektedir ve bu düşüncenin kolaylıkla kabul edilmesini engellemiştir.
Pilot dalgası sadece bir partikülü etkilediği için prensip olarak gözlemlenemez. Pilot dalgalarının varlığı ve şekli, her biri ilgili partikülün hareketini etkilediğinden, dolaylı yol haricinde bağımsız olarak teyit edilemez. Buna ek olarak, bu dalganın partikülüne tüm evren hakkında doğru olarak güncelleştirilmiş bilgi vermesi için sinyalleri ışıktan daha hızlı iletebilmesi gerekir. Birçok fizikçi Neo-realist yaklaşımın yaratıcılığı ve felsefi basitliğini takdir etmekte, fakat 1080 karmaşık süper luminal radar alanlarının (evrende her partikül için bir tane) dünyaya nüfuz ettiği, bunlardan hiçbirinin gözlemlenemediği kavramını hazmedememektedir.
Fizikçiler, prensip olarak gözlemlenemeyen varlıkları sevmezler: görünmeyen pilot dalgaları, onlara toplu iğne başında dans eden aynı derecede görünmez ortaçağ masal perilerini hatırlatır. Einstein süper luminal hareketlerin zaman makinesi yapmak için kullanılabileceğini gösterdiği için fizikçiler ışıktan hızlı hareket eden şeyler konusunda da huzursuzluk duyarlar. Neo realistler ikinci itirazın birinci tarafından iptal edildiğini belirlemekte gecikmezler. Pilot dalgası gözlemlenemezse, o zaman süper luminal hareketleri de Einstein'ın zaman makinesinde kullanılmak üzere mevcut olamaz.
7-BİLİNÇ GERÇEKLİĞİ YARATIR
Yirminci yüzyılın en önemli entelektüel şahsiyetlerinden biri de Macaristan doğumlu matematikçi John von Neumann'dır. Von Neuman saf matematik alanındaki katkılarına ek olarak, rasyonel oyunlar olarak yorumlanan ekonomik ve politik davranışlar çalışmasını başlatmış, kendisi kopyalayan robotlar konusunda ilk teoriyi oluşturmuş ve saklanan programlı bilgisayar kavramını icat etmiştir. Bilgisayar bilimi alanındaki katkıları öylesine önemlidir ki, bir kerede tek komut alabilen sıradan bilgisayarlara hala "Von Neumann makineleri" denmektedir.
1930'ların başlarında Von Neumann matematiksel zihnini yeni gelişmekte olan kuantum fiziğine yönlendirdi. Von Neumann, Bohr ve Heisenberg'in gevşek atılmış ilmeklere benzeyen kavramlarını sağlam bir şekle soktu ve kuantum teorisini, bugün hala bulunduğu, Hilbert Boşluğu denilen incelikli bir matematiksel konuma yerleştirdi. (Sonsuz boyutlu Hilbert boşluğu, sıradan üç boyutlu boşluğun tersine, bir atomun kuantum olasılıklarının tamamını bir seferde içine alabilecek kadar geniştir.) Von Neumann, birçok bilim adamı tarafından "kuantum teorisinin incili olarak değerlendirilen “Kuantum Mekaniğinin Matematiksel Temelleri” adlı kitabında, pek çok fizikçinin yüzleşmekten korktuğu veya çekindiği kuantum ölçüm problemini teşhir etti ve açıkça saldırdı. Von Neumann "kuantum İncil" inde Kopenhag görüşündeki dünyayı iki parçaya ayırma fikrine karşı çıktı. Kuantum varlıkları (olasılık dalgaları) ve klasik ölçüm aletleri (belirgin özellikler taşıyan gerçek nesneler). Von Neumann, Bohr takipçilerinin dünyayı temel olarak farklı iki parçaya ayırmakla yanlış yaptıklarına inanıyordu.
Von Neumann'a göre dünyamız tekti, ikiye ayrılmamıştı. Tek doğası vardı ve bu doğa kesinlikle klasik değildi. Ancak, eğer dünya von Neumann'ın düşündüğü gibi tamamıyla kuantum-mekaniksel ise, kuantum teorisinin, fiziksel özelliklerinin her biri için her zaman kesin bir değer taşıyan gerçek nesneler koleksiyonu olarak değil, olasılık dalgaları anlamında açıklanması gerekir. Orada hiçbir şey gerçekten olmaz; her şey gerçekliğin eşiğinde sonsuza kadar tereddütte kalır. Gerçek dünyayla karşılaştırıldığında, klasik fizikteki eski moda kesin "evet veya hayır" dünyasına göre kuantum dünyası belirsiz "belki" lerden kurulmuş bir masal ülkesine benzer.
Von Neumann'ın bütünüyle kuantum dünyasındaki ölçüm problemini çözmek için "dalga fonksiyonunu yıkacak", belirsiz kuantum olasılıklarını kesin gerçekliklere döndürebilecek yeni bir şeyin eklenmesi gerekir. Fakat von Neumann tüm fiziksel dünyayı olasılıklar olarak açıklamaya zorlandığı için, bu belkilerden bazılarını gerçeklere çeviren süreç fiziksel bir süreç olamaz.
Dalga fonksiyonunu yıkmak için fizik dışından yeni bir sürecin (olası değil gerçek) dünyaya girmesi gerekir. Dalga fonksiyonunu yıkabilecek gerçekten var olan ve fiziksel olmayan uygun bir varlık bulmak için beynini zorlayan von Neumann sonunda bu işe uygun olacak bilinen tek varlığın bilinç olduğu kararına tereddütlü olarak vardı. Von Neumann'ın yorumuna göre dünya; herhangi bir bilinçli zihnin dünyanın bir bölümünü her zamanki belirsiz durumundan gerçek var olma durumuna yükseltmeye karar vermesi dışında, her yerde saf olasılıklar durumunda kalır. Von Neumann'ın düşüncesi (fiziğe dayanan) Piskopos Berkeley'in düşüncesine (teolojiye dayanan) çok yakındır. Dünyadaki hiçbir şey bir zihin tarafından algılanmadıkça gerçek değildir. İrlandalı piskopos şöyle demişti: "Dünyanın kudretli çerçevesini oluşturan bütün bu bedenler, bir zihin olmadan öze sahip olamaz."
Von Neumann profesyonel bir matematikçi olarak onun mantıklı savlarını nereye giderse gitsin cesurca takip etmeye alışkındı. Fakat burada kendi mantığı özellikle tuhaf bir sonuca vardığı için profesyonelliği açısından ciddi bir sınavdan geçiyordu. Fiziksel dünya tam anlamıyla gerçek değildi, ancak çok sayıda bilinç merkezlerinin davranışları sonucunda şekilleniyordu. İşin komik tarafı, bu sonuç zihnin derinliklerini özel bir ortamda mistik bir şekilde inceleyen başka bir dünyadan değil, oldukça başarılı ve dünyanın tamamen materyalistik modelinin mantıksal sonuçlarını çıkaran dünyadaki en pratik matematikçilerin birinden geliyordu yani Von Neumann’dan.
8-"WERNER HEISENBERG'İN ÇİFT KATLI DÜNYASI"
Hiç kimse gözlenen bir atomun durumunu açıklamaktaki kavramsal zorlukların Werner Heisenberg kadar farkında olmamıştı. Werner Heisenberg 1925 yılında kuantumun ilk başarılı matematiksel kuramını keşfederek yeni kuantum dünyasının Christopher Columbus'u olmuştur.
Modern kuantum teorisi Heisenberg'in başlangıçtaki anlayışını derin bir şekilde işlemiş, fakat yeni deneysel sonuçlardaki patlamaya rağmen teorinin özü sonraki yıllarda değişmemiştir. Heisenberg ve meslektaşlarına sorun yaratan felsefi zorluklar günümüzde de yaşanmaktadır. Heisenberg şöyle diyordu: "Buradaki dil sorunları oldukça ciddi. Sadece "gerçekler" hakkında değil, atomların yapısı hakkında da belirli bir şekilde konuşabilmeyi istiyoruz. Örneğin, bir bulut odasındaki su damlacıkları. Ama, atomlar hakkında sıradan dille konuşamıyoruz".
Niels Bohr ve Kopenhaglı meslektaşları birçok fizikçiyi atom dünyasının resmini oluşturmanın insanlar açısından imkansız olduğuna ikna etmişlerdi. Fiziğin kuvvetli akıntısının tersine yüzen Heisenberg atomların kuantum davranışının sıradan dille nasıl açıklanacağı görevini cesurca üstlendi.
Heisenberg, kuantum teorisini sadece deneysel sonuçları hesaplamak için bir araç değil, dünyanın gerçek resmi olarak ele aldı ve kendi gerçeklik resmini oluşturdu. Kuantum teorisi gözlenmeyen dünyayı olasılık dalgaları olarak temsil ettiğine göre, bu durumda belki de bakılmadığı zaman dünya sadece olasılık dalgaları olarak gerçekten varoluyordu.
Heisenberg’in düşüncesine göre derin gerçeklik yoktur. Gözlenmeyen dünya yarı gerçektir ve sadece gözlenme sırasında tam gerçeklik statüsü elde eder. Atomik olaylar hakkındaki deneylerde şeylerle ve gerçeklerle, günlük hayattaki her hangi bir olay kadar gerçek olan olgularla uğraşmak durumundayız. Fakat atomlar ve temel partiküllerin kendileri bu kadar gerçek değildir; bir şey veya bir gerçek oluşturmaktan daha çok potansiyeller veya olasılıklar dünyası oluştururlar.
Olasılık dalgası... bir şey için eğilim anlamına gelir. Aristo felsefesindeki eski "potentia" kavramının niceliğe bağlı bir versiyonudur. Bir olay düşüncesi ve gerçek olay arasında tam ortada, olasılık ve gerçeklik arasında garip türden fiziksel gerçeklik olarak duran bir şeyi ileri sürer.
Hayatın kaçınılmaz gerçeklerinden biri de seçimlerimizin gerçek seçimler olduğudur. Bir yoldan gitmek diğerlerinden vaz geçmek anlamına gelir. Sıradan insan deneyimi hepsi aynı zamanda olan birbirine zıt birçok olayı içermez. Bizim için dünya, atomik gerçeklikte olmayan bir sağlamlık ve tekliğe sahiptir. Burada bir seferde sadece bir olay gerçekleşir, ama bu bir olay gerçekten olur.
Diğer taraftan kuantum dünyası bizimkine benzer gerçek olayların dünyası değil, gerçekleşmemiş ve eyleme hazır sayısız eğilimle dolu bir dünyadır. Bu eğilimler Heisenberg ve meslektaşlarının keşfettiği kesin kuantum hareket kanunlarına göre sürekli olarak hareket eder, büyür, birleşir ve kaybolur. Fakat bu çılgınca atomik faaliyete rağmen orada hiçbir şey gerçekten olmaz. Atom dünyasındaki olaylar gözlenmediği sürece olasılık bölgesinde kalır.
Heisenberg'in iki dünyası fizikçilerin bir "ölçüm" adını verdiği özel bir etkileşimle bağlanır. Sihirli ölçüm eylemi sırasında bir kuantum olasılığı ayrılır; yarı-gerçek gölgeli kardeşlerini terk eder ve sıradan dünyamızda gerçek bir olay olarak su yüzüne çıkar. Dünyamızda olan her şey, bu diğer kuantum olasılık dünyasında bizim için hazırlanan olasılıklardan meydana gelir. Buna karşılık olarak, dünyamız bu olasılık havuzlarının ne kadar yayılacağı konusunda limitler koyar. Dünyamızda bazı olgular gerçeğe dönüştüğü için kuantum dünyasında her şey eşit derecede mümkün değildir. Heisenberg'in çift katlı vizyonuna göre bizim bildiğimiz anlamda derin gerçeklik yoktur. Gözlenmeyen evren olasılık, eğilim ve dürtülerden oluşmuştur. Heisenberg'e göre somut günlük dünyamız bir vaatten daha özlü bir şey üzerine kurulmuştur.
KUANTUMUN SEKİZ GERÇEKLİĞİNİN YORUMU
Bohm'un neo realist partikül-artı-dalga modelinden von Neumann'ın şuurun yarattığı dünya modeline kadar bu sekiz gerçekliğin her birinin aynı kuantum gerçekleriyle kusursuz bir uygunluk sağladığını belirtmekte yarar var. Olgu dünyasının altında neyin bulunduğuna karar vermek için bu çelişkili savlar arasından birini seçmekte en azından bilinen türde deneyleri kullanamayız.
Ancak, deneysel onaylamadan yoksun olmamız bu kuantum gerçekliklerinin gereksiz olduğunu göstermez. Metafiziksel çerçevelerin en önemli kullanım alanlarından biri de kuantum fiziğin yeni alanlara uzatılmasıdır: örneğin, zihin modellerine. Dünyada gerçekten neler olduğuyla ilgili geçici modeller olmadan, kuantum teorisi donuk matematiksel bir şekilcilik, seçkin türden bir yadsıma olmaktan ileri gidemez. Matematik formülleri her seferinde işe yarayan büyüye benzer; büyücünün (matematikçi) gücünü bütün dünyada kullanabilmesi için bunun nasıl işe yaradığını asla bilmemesi gerekir. Kahramanlık gösterisi yapmak için matematik tek başına yeterli olur, ama araştırmacılık adına neler olduğuyla ilgili kötü bir önerme bile yeni keşiflere yol açabilir. Yeni alanları araştıran biri bu sekiz kuantum gerçekliğinin bilinmeyen toprakların sınırlarını gösteren geçici haritalar olduğunu düşünebilir. Tüm evren, fiziksel gerçeklikte var olduğu şekilde birçok parçaların içinden sadece bir tanesidir.
BİLİM ŞUUR VE FİZİK ÖTESİ
Klasik bilim fiziksel algılama ile elde edilen bilgilerden oluşur. Şuurun esasta fiziksel olmadığını işaret eden birçok gösterge vardır. Fiziksel algılama ile sınırlı kalındığı sürece, bilimin şuurun derin esasları konusunda fazla bir şey öğrenmesine olanak yoktur. Dolayısıyla, gerçek anlamda bir şuur bilimi uygun algılama yöntemleri kullanmayı içermelidir, başka bir deyişle fizik ötesi olanı.
KURAL DIŞI OLAYLARIN İKİ TARAFLI ÖZELLİĞİ
Aslında hiçbir şey kural dışı değildir. Her kural dışı olay iki taraflı bir ilişkiyi barındırır. Bir yandan üzerinde kuruldukları parametreleri açıklarken, diğer yandan kendilerini açıklarlar. Bilimdeki kural dışı olaylar da bu kapsama girer. Bu kural dışı olguların, bilimin esasları hakkında söyleyecekleri çok yararlı\şeyleri vardır. Ancak, bilimin kural dışı olayları dediğimizde ne kastettiğimiz konusunda açık olmamız da önemlidir. Genel olarak, bu, dünyanın nasıl çalıştığı konusundaki normal bilimsel görüşün dışına çıkan herhangi bir şey için geçerlidir. Bazı kuş, hayvan ve böcek sürülerinin, bir grup şuuruna uygun davranmaları, bilim açısından kural dışı bir olay olarak kabul edilebilir. Diğer yandan, pek açık olmayan sebeplerden ötürü, telepati, prekognisyon,uzaktan şifa ve ölümden sonra yaşam da kural dışı olarak görülmektedir.
Bu kuraldışı olaylardan söz ederken özel bir değerlendirme yapmamız gerekir. Bilimin ve bilim adamlarının bir şeyi anlamamaları, söz konusu şeyin özde anlaşılmaz olduğu anlamına gelmemelidir. Ancak, bilim bir şeyi anlayamadığı sürece, o zaman bilimde değil de o şeyde bir kusur olması gerektiği görüşü revaçtadır. Kendi sınırlamalarımızı o kural dışı olanın bir özelliğiymiş gibi gösterecek bir şekilde yansıtmamaya dikkat etmeliyiz. Kural dışı olayların kanıtları vardır. Bilim adamlarının, bu kanıtları kabul edip etmemelerinin, kanıtların varlığı veya kalitesi ile çok az ilgisi vardır. Çoğumuzda, bütün deneyimlerimizi açıklayabilecek yönteme sahip olduğumuza dair bir inanca ihtiyaç vardır. Bilim, etrafımızdaki dünyayı inandırıcı ve doğru bir şekilde açıklamada o kadar başarılı olmuştur ki, ister kural dışı bir olay olsun ister olmasın, karşılaştığımız her şeyi açıkla ya bilme kapasitesini bilime atfetmek cezbedici bir alışkanlık haline gelmiştir. Bu cazibeye teslim olma derecemiz, güven ve kesinlik ihtiyaçlarımızla doğru orantılı olarak değişmektedir. Bizim kesinlik ihtiyacımız güçlü ise anlamadığımız şeye karşı açık fikirli bir tavır alabilme olasılığımız azalır. Bu kesinlik ihtiyacımızı bilimin çok başarılı oluşu ile birleştirdiğimizde, bilimsel dünya görüşünün, zamanımızın hazır ve yerleşmiş görüşlerini oluşturmasına hiç şaşmamak gerekir.
_alıntıdır_
Küçük bir grup kuantum düşünürü, atomların özelliklerine sahip olma şekli sıradan dille ifade edilemiyorsa, bu durumda dolambaçlı kuantum dünyasını ele alabilmek için daha uygun yeni bir dil icat etmemiz gerektiğine inanıyorlar. Fakat gizemli kuantum gerçeklerini elde edebilmek için sıradan lisanda yapabileceğimiz en ufak değişiklik nedir? Dilimizin kelimelerini koruyup "mantığını" değiştirmek nasıl olacak?
Mantık, bilgi dağarcığımızın iskeletidir. Mantık, dilimizdeki en kısa ve en önemli kelimelerden bazılarının uygun şekilde kullanılmasını sağlar. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında İrlandalı bir öğretmen olan George Boole, "Düşüncenin Kanunları" adlı kitabıyla, mantıklı ifadelerin basit aritmetik kurallarına uyduğu suni sembolik bir dil yarattı. Boole'un mantık kurallarını kodlaması sıradan dilin mantık iskeletini ortaya çıkardı ve matematiksel mantığın modern bilimini buldu. Boole mantığı modern çağlarda insan köklerinde üstünlük sağladı. Artık bu iki değerli mantıksal aritmetik, bilgisayarların mekanik muhakemesinin temelini oluşturuyor.
Georgia Üniversitesi'ndeki David Finkelstein gibi kuantum fizikçileri, Einstein'ın Öklit geometrisine aykırı bir geometriyi, eğimli yer-zaman aritmetiğini ortaya çıkararak fizikte önemli bir problemi (yerçekiminin doğasıyla ilgili) çözmüş olduğunu unutmadılar. Bu bilim adamları kuantum kördüğümünün de benzer şekilde çözülmesinin mümkün olup olamayacağını sordular, yani, düşünce kanunlarımızda köklü bir değişiklik yaparak. Birisi bakana kadar pozisyonları karmaşık olan atomlar yerine, belki de dünya pozisyonları her zaman belirgin olan atomlar içeriyor ama biz bu atom pozisyonları hakkında ancak Boole mantığı dışında bir mantık kullanarak, konuşabiliyoruz.
Kuantum mantığı yaklaşımı kuantum yorumlamasının bazı problemlerini çözmekte, fakat birçok problemi de el değmeden bırakmaktadır. Kuantum mantığının şu anda hala ilk aşamalarında olduğu görülmektedir: atom davranışının baştan sona hazırlanmış grameri yerine çekingen bir öneri yapılmaktadır.
Rockefeller Üniversitesi fizikçilerinden Heinz Pagels, eğer kuantum mantığını dünyanın gerçek mantığı olarak kabul eder ve kendimize bu yeni yöntemle düşünmeyi öğretirsek, bu durumda kuantum mekanizmasının mantıklı geleceğine, fakat günlük dünyanın anlamlı olmaktan çıkacağına işaret ederek bu yaklaşımı eleştirmiştir. Boole mantığı dışındaki bu projenin en büyük boşluklarından biri, mantıksız atomlardan yapılmış bir dünyanın, bu tür atomlar sayısı büyüdüğü zaman bizim tanıdığımız sıradan mantık dünyasına nasıl dönüştüğü problemidir.
6- NEO REALİZM
Atomlar ve diğer kuantum varlıklarının gözlense de gözlenmese de daima kesin pozisyonlarının olduğunu düşünerek ölçme problemini çözüme ulaştırmak için yapılan diğer bir girişim, Fransız fizikçi prens Louis de Broglie ve İngiliz-Amerikan fizikçi David Bohm'un "Pilot dalgası" yaklaşımıdır.
Broglie-Bohm yaklaşımı kuantum fiziğin temeli olarak sıradan gerçeklik kavramını yeniden canlandırdığı için bu duruma "Neo realizm" adı verildi.
Neo realist yaklaşımın ana sorunu sıradan partikül davranışlarının kuantum gerçeklerini açıklamaya yetecek kadar çılgın olmayışıdır. Eğer atomlar gerçekten sıradan partiküllerden yapılmışsa, o zaman onların kuantum gerçeklerinin talep ettiği kadar garip davranmasını sağlayacak bir yöntem bulunmalıdır. Neo realist düzende partiküller sıradandır ve dünyanın tüm kuantum garipliği pilot dalgası denilen bir varlığa havale edilmiştir. Pilot dalgası, yerçekimi gibi alanı içindeki tüm partikülleri etkileyen sıradan güç alanlarının aksine, sadece bir partiküle eder: her partikülün, evrendeki tüm diğer partiküllerin konumunu algılayan sadece kendisine ait özel bir pilot dalgası vardır. Pilot dalgası özel partikülünü güç uygulayarak değil, bir radar ışını gibi "bilgi" sağlayarak yönlendirir. Ayrıca, bir partikülün kişisel pilot dalgası hesaplandığında, o partikülün daha basit dalga fonksiyonu anlamında hareketinin geleneksel kuantum açıklaması ile karşılaştırıldığı zaman son derece karmaşık olduğu görülür.
Bu Neo-realist önerme fiziği, birisi bakana kadar gerçekten orada bulunmayan partikülleri mistik kavramlarından kurtardığı için, her partikülün boşluktaki yolculuğunu kişisel dalgalarla yönlendirmesi fikir olarak çok cazip görünebilir. Fakat pilot dalgasının iki özelliği fizikçilere itici gelmektedir ve bu düşüncenin kolaylıkla kabul edilmesini engellemiştir.
Pilot dalgası sadece bir partikülü etkilediği için prensip olarak gözlemlenemez. Pilot dalgalarının varlığı ve şekli, her biri ilgili partikülün hareketini etkilediğinden, dolaylı yol haricinde bağımsız olarak teyit edilemez. Buna ek olarak, bu dalganın partikülüne tüm evren hakkında doğru olarak güncelleştirilmiş bilgi vermesi için sinyalleri ışıktan daha hızlı iletebilmesi gerekir. Birçok fizikçi Neo-realist yaklaşımın yaratıcılığı ve felsefi basitliğini takdir etmekte, fakat 1080 karmaşık süper luminal radar alanlarının (evrende her partikül için bir tane) dünyaya nüfuz ettiği, bunlardan hiçbirinin gözlemlenemediği kavramını hazmedememektedir.
Fizikçiler, prensip olarak gözlemlenemeyen varlıkları sevmezler: görünmeyen pilot dalgaları, onlara toplu iğne başında dans eden aynı derecede görünmez ortaçağ masal perilerini hatırlatır. Einstein süper luminal hareketlerin zaman makinesi yapmak için kullanılabileceğini gösterdiği için fizikçiler ışıktan hızlı hareket eden şeyler konusunda da huzursuzluk duyarlar. Neo realistler ikinci itirazın birinci tarafından iptal edildiğini belirlemekte gecikmezler. Pilot dalgası gözlemlenemezse, o zaman süper luminal hareketleri de Einstein'ın zaman makinesinde kullanılmak üzere mevcut olamaz.
7-BİLİNÇ GERÇEKLİĞİ YARATIR
Yirminci yüzyılın en önemli entelektüel şahsiyetlerinden biri de Macaristan doğumlu matematikçi John von Neumann'dır. Von Neuman saf matematik alanındaki katkılarına ek olarak, rasyonel oyunlar olarak yorumlanan ekonomik ve politik davranışlar çalışmasını başlatmış, kendisi kopyalayan robotlar konusunda ilk teoriyi oluşturmuş ve saklanan programlı bilgisayar kavramını icat etmiştir. Bilgisayar bilimi alanındaki katkıları öylesine önemlidir ki, bir kerede tek komut alabilen sıradan bilgisayarlara hala "Von Neumann makineleri" denmektedir.
1930'ların başlarında Von Neumann matematiksel zihnini yeni gelişmekte olan kuantum fiziğine yönlendirdi. Von Neumann, Bohr ve Heisenberg'in gevşek atılmış ilmeklere benzeyen kavramlarını sağlam bir şekle soktu ve kuantum teorisini, bugün hala bulunduğu, Hilbert Boşluğu denilen incelikli bir matematiksel konuma yerleştirdi. (Sonsuz boyutlu Hilbert boşluğu, sıradan üç boyutlu boşluğun tersine, bir atomun kuantum olasılıklarının tamamını bir seferde içine alabilecek kadar geniştir.) Von Neumann, birçok bilim adamı tarafından "kuantum teorisinin incili olarak değerlendirilen “Kuantum Mekaniğinin Matematiksel Temelleri” adlı kitabında, pek çok fizikçinin yüzleşmekten korktuğu veya çekindiği kuantum ölçüm problemini teşhir etti ve açıkça saldırdı. Von Neumann "kuantum İncil" inde Kopenhag görüşündeki dünyayı iki parçaya ayırma fikrine karşı çıktı. Kuantum varlıkları (olasılık dalgaları) ve klasik ölçüm aletleri (belirgin özellikler taşıyan gerçek nesneler). Von Neumann, Bohr takipçilerinin dünyayı temel olarak farklı iki parçaya ayırmakla yanlış yaptıklarına inanıyordu.
Von Neumann'a göre dünyamız tekti, ikiye ayrılmamıştı. Tek doğası vardı ve bu doğa kesinlikle klasik değildi. Ancak, eğer dünya von Neumann'ın düşündüğü gibi tamamıyla kuantum-mekaniksel ise, kuantum teorisinin, fiziksel özelliklerinin her biri için her zaman kesin bir değer taşıyan gerçek nesneler koleksiyonu olarak değil, olasılık dalgaları anlamında açıklanması gerekir. Orada hiçbir şey gerçekten olmaz; her şey gerçekliğin eşiğinde sonsuza kadar tereddütte kalır. Gerçek dünyayla karşılaştırıldığında, klasik fizikteki eski moda kesin "evet veya hayır" dünyasına göre kuantum dünyası belirsiz "belki" lerden kurulmuş bir masal ülkesine benzer.
Von Neumann'ın bütünüyle kuantum dünyasındaki ölçüm problemini çözmek için "dalga fonksiyonunu yıkacak", belirsiz kuantum olasılıklarını kesin gerçekliklere döndürebilecek yeni bir şeyin eklenmesi gerekir. Fakat von Neumann tüm fiziksel dünyayı olasılıklar olarak açıklamaya zorlandığı için, bu belkilerden bazılarını gerçeklere çeviren süreç fiziksel bir süreç olamaz.
Dalga fonksiyonunu yıkmak için fizik dışından yeni bir sürecin (olası değil gerçek) dünyaya girmesi gerekir. Dalga fonksiyonunu yıkabilecek gerçekten var olan ve fiziksel olmayan uygun bir varlık bulmak için beynini zorlayan von Neumann sonunda bu işe uygun olacak bilinen tek varlığın bilinç olduğu kararına tereddütlü olarak vardı. Von Neumann'ın yorumuna göre dünya; herhangi bir bilinçli zihnin dünyanın bir bölümünü her zamanki belirsiz durumundan gerçek var olma durumuna yükseltmeye karar vermesi dışında, her yerde saf olasılıklar durumunda kalır. Von Neumann'ın düşüncesi (fiziğe dayanan) Piskopos Berkeley'in düşüncesine (teolojiye dayanan) çok yakındır. Dünyadaki hiçbir şey bir zihin tarafından algılanmadıkça gerçek değildir. İrlandalı piskopos şöyle demişti: "Dünyanın kudretli çerçevesini oluşturan bütün bu bedenler, bir zihin olmadan öze sahip olamaz."
Von Neumann profesyonel bir matematikçi olarak onun mantıklı savlarını nereye giderse gitsin cesurca takip etmeye alışkındı. Fakat burada kendi mantığı özellikle tuhaf bir sonuca vardığı için profesyonelliği açısından ciddi bir sınavdan geçiyordu. Fiziksel dünya tam anlamıyla gerçek değildi, ancak çok sayıda bilinç merkezlerinin davranışları sonucunda şekilleniyordu. İşin komik tarafı, bu sonuç zihnin derinliklerini özel bir ortamda mistik bir şekilde inceleyen başka bir dünyadan değil, oldukça başarılı ve dünyanın tamamen materyalistik modelinin mantıksal sonuçlarını çıkaran dünyadaki en pratik matematikçilerin birinden geliyordu yani Von Neumann’dan.
8-"WERNER HEISENBERG'İN ÇİFT KATLI DÜNYASI"
Hiç kimse gözlenen bir atomun durumunu açıklamaktaki kavramsal zorlukların Werner Heisenberg kadar farkında olmamıştı. Werner Heisenberg 1925 yılında kuantumun ilk başarılı matematiksel kuramını keşfederek yeni kuantum dünyasının Christopher Columbus'u olmuştur.
Modern kuantum teorisi Heisenberg'in başlangıçtaki anlayışını derin bir şekilde işlemiş, fakat yeni deneysel sonuçlardaki patlamaya rağmen teorinin özü sonraki yıllarda değişmemiştir. Heisenberg ve meslektaşlarına sorun yaratan felsefi zorluklar günümüzde de yaşanmaktadır. Heisenberg şöyle diyordu: "Buradaki dil sorunları oldukça ciddi. Sadece "gerçekler" hakkında değil, atomların yapısı hakkında da belirli bir şekilde konuşabilmeyi istiyoruz. Örneğin, bir bulut odasındaki su damlacıkları. Ama, atomlar hakkında sıradan dille konuşamıyoruz".
Niels Bohr ve Kopenhaglı meslektaşları birçok fizikçiyi atom dünyasının resmini oluşturmanın insanlar açısından imkansız olduğuna ikna etmişlerdi. Fiziğin kuvvetli akıntısının tersine yüzen Heisenberg atomların kuantum davranışının sıradan dille nasıl açıklanacağı görevini cesurca üstlendi.
Heisenberg, kuantum teorisini sadece deneysel sonuçları hesaplamak için bir araç değil, dünyanın gerçek resmi olarak ele aldı ve kendi gerçeklik resmini oluşturdu. Kuantum teorisi gözlenmeyen dünyayı olasılık dalgaları olarak temsil ettiğine göre, bu durumda belki de bakılmadığı zaman dünya sadece olasılık dalgaları olarak gerçekten varoluyordu.
Heisenberg’in düşüncesine göre derin gerçeklik yoktur. Gözlenmeyen dünya yarı gerçektir ve sadece gözlenme sırasında tam gerçeklik statüsü elde eder. Atomik olaylar hakkındaki deneylerde şeylerle ve gerçeklerle, günlük hayattaki her hangi bir olay kadar gerçek olan olgularla uğraşmak durumundayız. Fakat atomlar ve temel partiküllerin kendileri bu kadar gerçek değildir; bir şey veya bir gerçek oluşturmaktan daha çok potansiyeller veya olasılıklar dünyası oluştururlar.
Olasılık dalgası... bir şey için eğilim anlamına gelir. Aristo felsefesindeki eski "potentia" kavramının niceliğe bağlı bir versiyonudur. Bir olay düşüncesi ve gerçek olay arasında tam ortada, olasılık ve gerçeklik arasında garip türden fiziksel gerçeklik olarak duran bir şeyi ileri sürer.
Hayatın kaçınılmaz gerçeklerinden biri de seçimlerimizin gerçek seçimler olduğudur. Bir yoldan gitmek diğerlerinden vaz geçmek anlamına gelir. Sıradan insan deneyimi hepsi aynı zamanda olan birbirine zıt birçok olayı içermez. Bizim için dünya, atomik gerçeklikte olmayan bir sağlamlık ve tekliğe sahiptir. Burada bir seferde sadece bir olay gerçekleşir, ama bu bir olay gerçekten olur.
Diğer taraftan kuantum dünyası bizimkine benzer gerçek olayların dünyası değil, gerçekleşmemiş ve eyleme hazır sayısız eğilimle dolu bir dünyadır. Bu eğilimler Heisenberg ve meslektaşlarının keşfettiği kesin kuantum hareket kanunlarına göre sürekli olarak hareket eder, büyür, birleşir ve kaybolur. Fakat bu çılgınca atomik faaliyete rağmen orada hiçbir şey gerçekten olmaz. Atom dünyasındaki olaylar gözlenmediği sürece olasılık bölgesinde kalır.
Heisenberg'in iki dünyası fizikçilerin bir "ölçüm" adını verdiği özel bir etkileşimle bağlanır. Sihirli ölçüm eylemi sırasında bir kuantum olasılığı ayrılır; yarı-gerçek gölgeli kardeşlerini terk eder ve sıradan dünyamızda gerçek bir olay olarak su yüzüne çıkar. Dünyamızda olan her şey, bu diğer kuantum olasılık dünyasında bizim için hazırlanan olasılıklardan meydana gelir. Buna karşılık olarak, dünyamız bu olasılık havuzlarının ne kadar yayılacağı konusunda limitler koyar. Dünyamızda bazı olgular gerçeğe dönüştüğü için kuantum dünyasında her şey eşit derecede mümkün değildir. Heisenberg'in çift katlı vizyonuna göre bizim bildiğimiz anlamda derin gerçeklik yoktur. Gözlenmeyen evren olasılık, eğilim ve dürtülerden oluşmuştur. Heisenberg'e göre somut günlük dünyamız bir vaatten daha özlü bir şey üzerine kurulmuştur.
KUANTUMUN SEKİZ GERÇEKLİĞİNİN YORUMU
Bohm'un neo realist partikül-artı-dalga modelinden von Neumann'ın şuurun yarattığı dünya modeline kadar bu sekiz gerçekliğin her birinin aynı kuantum gerçekleriyle kusursuz bir uygunluk sağladığını belirtmekte yarar var. Olgu dünyasının altında neyin bulunduğuna karar vermek için bu çelişkili savlar arasından birini seçmekte en azından bilinen türde deneyleri kullanamayız.
Ancak, deneysel onaylamadan yoksun olmamız bu kuantum gerçekliklerinin gereksiz olduğunu göstermez. Metafiziksel çerçevelerin en önemli kullanım alanlarından biri de kuantum fiziğin yeni alanlara uzatılmasıdır: örneğin, zihin modellerine. Dünyada gerçekten neler olduğuyla ilgili geçici modeller olmadan, kuantum teorisi donuk matematiksel bir şekilcilik, seçkin türden bir yadsıma olmaktan ileri gidemez. Matematik formülleri her seferinde işe yarayan büyüye benzer; büyücünün (matematikçi) gücünü bütün dünyada kullanabilmesi için bunun nasıl işe yaradığını asla bilmemesi gerekir. Kahramanlık gösterisi yapmak için matematik tek başına yeterli olur, ama araştırmacılık adına neler olduğuyla ilgili kötü bir önerme bile yeni keşiflere yol açabilir. Yeni alanları araştıran biri bu sekiz kuantum gerçekliğinin bilinmeyen toprakların sınırlarını gösteren geçici haritalar olduğunu düşünebilir. Tüm evren, fiziksel gerçeklikte var olduğu şekilde birçok parçaların içinden sadece bir tanesidir.
BİLİM ŞUUR VE FİZİK ÖTESİ
Klasik bilim fiziksel algılama ile elde edilen bilgilerden oluşur. Şuurun esasta fiziksel olmadığını işaret eden birçok gösterge vardır. Fiziksel algılama ile sınırlı kalındığı sürece, bilimin şuurun derin esasları konusunda fazla bir şey öğrenmesine olanak yoktur. Dolayısıyla, gerçek anlamda bir şuur bilimi uygun algılama yöntemleri kullanmayı içermelidir, başka bir deyişle fizik ötesi olanı.
KURAL DIŞI OLAYLARIN İKİ TARAFLI ÖZELLİĞİ
Aslında hiçbir şey kural dışı değildir. Her kural dışı olay iki taraflı bir ilişkiyi barındırır. Bir yandan üzerinde kuruldukları parametreleri açıklarken, diğer yandan kendilerini açıklarlar. Bilimdeki kural dışı olaylar da bu kapsama girer. Bu kural dışı olguların, bilimin esasları hakkında söyleyecekleri çok yararlı\şeyleri vardır. Ancak, bilimin kural dışı olayları dediğimizde ne kastettiğimiz konusunda açık olmamız da önemlidir. Genel olarak, bu, dünyanın nasıl çalıştığı konusundaki normal bilimsel görüşün dışına çıkan herhangi bir şey için geçerlidir. Bazı kuş, hayvan ve böcek sürülerinin, bir grup şuuruna uygun davranmaları, bilim açısından kural dışı bir olay olarak kabul edilebilir. Diğer yandan, pek açık olmayan sebeplerden ötürü, telepati, prekognisyon,uzaktan şifa ve ölümden sonra yaşam da kural dışı olarak görülmektedir.
Bu kuraldışı olaylardan söz ederken özel bir değerlendirme yapmamız gerekir. Bilimin ve bilim adamlarının bir şeyi anlamamaları, söz konusu şeyin özde anlaşılmaz olduğu anlamına gelmemelidir. Ancak, bilim bir şeyi anlayamadığı sürece, o zaman bilimde değil de o şeyde bir kusur olması gerektiği görüşü revaçtadır. Kendi sınırlamalarımızı o kural dışı olanın bir özelliğiymiş gibi gösterecek bir şekilde yansıtmamaya dikkat etmeliyiz. Kural dışı olayların kanıtları vardır. Bilim adamlarının, bu kanıtları kabul edip etmemelerinin, kanıtların varlığı veya kalitesi ile çok az ilgisi vardır. Çoğumuzda, bütün deneyimlerimizi açıklayabilecek yönteme sahip olduğumuza dair bir inanca ihtiyaç vardır. Bilim, etrafımızdaki dünyayı inandırıcı ve doğru bir şekilde açıklamada o kadar başarılı olmuştur ki, ister kural dışı bir olay olsun ister olmasın, karşılaştığımız her şeyi açıkla ya bilme kapasitesini bilime atfetmek cezbedici bir alışkanlık haline gelmiştir. Bu cazibeye teslim olma derecemiz, güven ve kesinlik ihtiyaçlarımızla doğru orantılı olarak değişmektedir. Bizim kesinlik ihtiyacımız güçlü ise anlamadığımız şeye karşı açık fikirli bir tavır alabilme olasılığımız azalır. Bu kesinlik ihtiyacımızı bilimin çok başarılı oluşu ile birleştirdiğimizde, bilimsel dünya görüşünün, zamanımızın hazır ve yerleşmiş görüşlerini oluşturmasına hiç şaşmamak gerekir.
_alıntıdır_