Kızılderili Yaratılış Mitolojisi

Pocahontas

Kayıtlı Üye
Katılım
16 May 2009
Mesajlar
102
Tepkime puanı
8
YERLİ MİTOLOJİLERİ

Amerika yerlilerinin yaşamında mitolojiler önemli bir yer tutar hatta gerçek yaşamlarını mitolojilerinin yönlendirdiği söylenirse de abartılmamış olur . Şamanist kültürün yansımaları onlara gerçek dünya ile gerçek üstü dünya arasında bir köprü oluşturmuştur. Yaşamlarının her alanında , savaşta-barışta, hastalıklarda, hastalıkların iyileştirilmesinde, avcılıkta , törenlerinde ,danslarda , ölümlerinde-doğumlarında mitolojilerinin yansımalarını görmek mümkündür. Uzun süren av dönüşlerinde ya da kış gecelerinde büyük teppelerin (yerli çadırı) içine biriken kabile üyelerine anlatıcı tarafından mitolojik öyküler zaman zaman mimiklerle, hareketlerle ve kutsal sayılan materyallerle desteklenerek anlatılırdı ve bu sayede onların anlatılan öykülerin içinde olmaları ya da onların kendilerini o öykünün kahramanı gibi hissetmeleri amaçlanırdı.


Değişik kabilelerin yaratılış mitolojileri

Apache:
Başlangıçta yalnızca karanlık vardı. Birdenbire yukarılarda yaşayan sakallı bir adam sanki yeni uyanmış gibi gözlerini ovuşturarak ortaya çıkıverdi. Adam , yaratıcı ellerini ovuşturdu ve ortaya ailesi olmayan yalnız bir küçük kız çıktı. Yaratıcı elleriyle onun yüzünü okşadı. İşte güneş tanrısı oradaydı. Yaratıcı terlemiş kaşlarını oğuşturdu ve elinden bir oğlan çocuğu damladı. Şimdi 4 tanrı olmuştu. Daha sonra Tarantula, Big Dipper, Wind, Lightning-Maker ve Lightning-Rumbler ‘i yarattı. 4 tanrının terleri birbirine karıştı. Sonra yaratıcı avuçlarında küçük kahverengi bir şeyi yuvarlayıp top haline getirdi. Tanrı rüzgara topun içine nefesini üflemesini söyledi. Tarantula siyah bir iple ağ örüyordu ve topu doğuya çekmek için ona ağ attı. Sonrada mavi bir iple güney’e, sarı iple batıya ve beyaz iple kuzeye çekmek için aynı şeyi tekrarladı. Kahverengi top artık dünya olmuştu. Yaratıcı yeniden ellerini oğuşturdu, sinekkuşu ortaya çıktı. Yaratıcı sinekkuşuna bütün dünyayı uçarak gez ve bize gördüklerini söyle dedi. Sinekkuşu gördüğünde dünyanın batı tarafında sular vardı ve dünya hareket ediyordu. Yaratıcı 4 yöne haber saldı. Artık dünya hoplamıyordu , sakinleşmişti. İnsanlar, kuşlar, ağaçlar daha sonra yaratıldı.

Cherokee:
Uzun çok uzun zaman önce dev bir okyanusta bir ada varmış. Ada sağlam kayalara bağlanmış 4 iple gökyüzüne asılıymış. Hiç insan yokmuş ve çok karanlıkmış. Güneşi elde etmişler ve onu hergün doğudan batıya giden bir rotaya koymuşlar. Büyük ruhtan 7 gün 7 gece uyanık kalmayı istemişler. Fakat uykusuzluğa çam , sedir ve benzer birkaç ağacın dışındakiler dayanamamışlar. Uyumayanlar yaz kış yeşil kalmakla ödüllendirilmişler. Diğerleri kış gelince hep yapraklarını dökmüş. Hayvanlarda da dağ aslanı , baykuş ve bunlara benzer birkaç hayvan uyumamış. Onlarda geceleri çok uzakları görebilme yeteneğiyle ödüllendirilmiş. Daha sonra insanlar ortaya çıkmış.

Chippewa:
Başlangıçta insanlardan ve hayvanlardan önce mağarada yaşayan yalnız bir kadın varmış. Bitkilerin kökleri ve meyvelerinde yaşarmış. Bir gece sihirli bir köpek mağaraya sessizce yanaşmış ve kadının yatağının yanına uzanmış. Gecenin geç vakitlerinde köpek değişmeye başlamış. Vücudundaki kıllar yok olmuş, pürüzsüz bir hal almış. Kol ve bacakları oluşmuş. Gittikçe yakışıklı bir savaşçı oluyormuş. 9 ay sonra kadın bir çocuk doğurmuş. Bu çocuk ilk Chippewa erkeği imiş ve Chippewa halkı ondan türemiş.

Choctaw:
Başta büyük bir çamur yığını vardı. İsmi Nanih Wiya idi. Yaratıcı ilk insanı bu yığından yaptı. Ve daha sonra aynı şekilde başka insanlar da yaptı. Bu insanlar karanlık mağarada uzun bir süre yürüdüler ve günışığına ulaştılar. Onlar ilk Choctaw yerlilerini meydana getirdiler.

Blood:
Blood’lar Blackfoot (Karaayak) Birliğine ait Kanada’daki bir kabiledir. Blood’lara ait yaratılış hikayesi ise şöyledir. Napioa (yaşlı adam-yaratıcı) suyun üzerinde hareketli bir kütüğe oturuyormuş. O balığı, kurbağayı, kertenkeleyi ve kaplumbağayı suyun derinliklerine göndermiş. Sadece kaplumbağa geri dönmüş. Ağzında bir parça çamur varmış. Napioa çamuru bir top gibi yuvarlamış. Bu top dünya olmuş. Dünya meydana geldikten sonra buffaloyu yapmış ve insanlara buffalonun nasıl avlanacağını öğretmiş.

Iroquois:
Göklerdeki ülkede çok kuvvetli esen rüzgar, bir ağacı kökleriyle sökmüş. Gökyüzü kadın ağacın köklerinin çıkışıyla oluşan (oyuktan) koridordan yürümeye başlamış. Birden aşağıya düşmüş. Üzerine düştüğü yer hareket etmeye başlayınca sudan çıkmakta olan dev bir kaplumbağanın üzerinde olduğunu anlamış. Kaplumbağa yeryüzüne benzemeye başlamış. Toprak oluşmuş. Gökyüzü kadında insan soyunun sürmesi için bir kız çocuk doğurmuş.

Penobscot:
Başlangıçta yalnızca herşeyin yaratıcısı olan Kloskurbeh vardı. Birgün bir dalganın köpüğünden genç bir erkek doğdu. O Kloskurbeh’ e yardım etmeye başladı. İkisi hayvanları , bitkileri ve herşeyi yarattılar. Bir başka gün sihirli bitkilerden bir kadın ve biraz çiy meydana geldi. Bu kadın ilk anneydi. Kloskurbeh’in yardımcısı ile evlendi ve birçok çocukları oldu. Çok kalabalıklaştıklarında. karısı kocasından kendisini öldürmesini ve vücudunun herbir parçasını ülkelerinin başka başka yerlerine götürüp tarlaların tam ortasına gömmesini istedi. Kadının istediklerini yaptılar. Aylar sonra adam ve çocukları tarlaları döndüklerinde büyüyüp gelişmiş mısırlarla ve mis kokulu tütünlerle karşılaştılar.

Chukchee: (eskimo kabilesi)
Başlangıçta kendini yaratan Kuzgun vardı. Kuzgun daha sonra eşini de yarattı. Eşi ondan bir dünya yaratmasını istedi. Kuzgun bunun nasıl yapılacağını bilmiyordu. Eşi ona “ben de birşeyler yaratabilirim” dedi ve uyumaya gitti. Uyurken üzerindeki bütün tüyler döküldü ve üzeri kuş tüyleriyle kaplı ikizler doğurdu. Kuzgun o zaman eşinin de birşeyler yaratabileceğini anladı ve yükseklere uçtu. Ta yükseklerden büyük ve küçük çişini yaptı. Çişinin yığıldığı yerlerde dağlar, vadiler oldu, okyanuslar ve göller. Yeryüzünde pek çok erkek vardı ama hala kadın yoktu. Küçük bir örümcek kadında kadınları yarattı. Erkekler bir kadınla beraber ne yapılacağını bilmiyorlardı. Kuzgun onlara çiftleşmeyi öğretti.

Kiowa:
Bizim atalarımız başlangıçta bir kütük oyuğundan yeryüzüne çıktı. Hamile bir kadın kütüğün içinde sıkışıp ilerleyemeyince bazıları kütüğün içinde kaldılar. Bu yüzden bizim yalnız bazılarımız buraya yani dünyaya gelebildi. Geri kalanlarımız ise öbür dünyada yaşamaktadırlar.

Pueblo
Kuzeyde biryerlerde ilk insanlar topraktaki bir delikten tırmanarak yukarıdaki gün ışığına ulaştı. Onların yeryüzüne geldiği bu sihirli yerin adı Sipapu idi. Büyük ruh onları korudu ve burada yaşamalarına izin verdi. Sonra buradan başka yerlere göç ettiler.

Salish:
Yaşlı Adam topraklar kuruyunca topraktan aldığı son çamur topundan insanı yarattı. Sonra herşeyin bilgisini vermesi için kurdu gönderdi. Kurt bütün dünyayı dolaşarak yerlilere yaşamlarını kolaylaştıracak bilgileri öğretti.

Tewa Pueblo:
İnsanlar başlangıçta yerin altında karanlıkta yaşıyorlardı. Birgün Mole onları ziyarete geldi. İnsanlar ona yaşayabilecekleri bir başka dünya olup olmadığını sordular. Mole kendisini takip etmelerini istedi. İnsanlar arkasında kuyruk oldular, Mole onlara toprağı yukarıya doğru kazmalarını söyledi ve onlarda kazmaya başladılar. İnsanlar sırayla avuçlarındaki toprağı geriye uzatarak elele geçirdiler. Gittikçe ince bir tünel oluşmakta olduğundan insanlar eski yollarına geri dönemiyorlardı, ilerlemek zorundalardı. İlerlediler sonunda mavi gökyüzünün ve güneşin olduğu bir dünyaya ulaştılar. Mole onları bu güzel yere bırakıp gitti.

Nuu-chal-nuth:
Büyük Ruh Quatz yalnız yaşadığı karanlık ormanda kendine arkadaşlık etsin diye kadını yarattı. Ama kadın çok mutsuzdu. Quatz onu acıyıpta yakışıklı bir kaç erkeğin çektiği bakır kanoya bindirinceye kadar geceler ve günler boyunca sızlandı, ağladı. Kürekçilerden biri ona (senin yanında ağladığın kişi seni yaratan Büyük Ruh Quatz’dı ) dedi. Kadın bunun üzerine daha çok ağlamaya başladı. Gözyaşları yerlere döküldü. Ve Quatz kadının yanına gelip yere dökülen gözyaşına bakmasını emretti. Kadın gözyaşlarının minicik bir oğlan çocuğuna dönüştüğünü gördü. Oğlan çocuğu kabilelerinin ilk atası oldu

Tiahuanaco:
Başlangıçta herşeyin yaratıcısı ve prensi olan Lord Con Ticci Viracocha boşluktan meydana geldi ve yeryüzü ile gökyüzünü yarattı. Hayvanları ve devlerin soyunu yarattı. (onlar ebedi ve ezeli karanlıkta yaşıyorlardı, ışığı yaratmayı ihmal etmişti. ) Con Ticci zamanla onlara kızdı ve taşa çevirdi. Büyük seller yapıp hepsini sular altında bıraktı. Yaşamı sona erdirdi. Şimdi sıra yeni bir başlangıçtaydı. Con Ticci güneşi , ayı ve yıldızları yarattı. Yeni kuşlar ve hayvanlar yarattı. İnsan yaratmaya karar verince taşları (daha önceki yarattıklarını taşa çevirmişti) kullandı. Bazılarına uzun saçlar boyadı , bazılarına kısa. Bazı kadınları hamile yaptı, bazılarını sırtında bebeğini taşırken. Sonra onlara elbiseler yaptı. Taş heykeller bitince onları gruplar halinde topladı. Her gruba ayrı bir dil, yetiştirecek bitkiler ve yiyecekler ve de söylemek için şarkılar verdi. Sonra bütün heykelleri kendisinin yaşama gelmelerini emredeceği güne kadar kalmak üzere toprağa gömdü. Yardımcılarını yaratacağı, insanların yaşayacağı yerler hazırlamaları için yeryüzünün değişik yönlerine gönderdi. En sonunda bütün dünyayı gezerek onlara yaşayacak yer beğendi toprağa gömdüğü heykelleri çıkarıp can verdi ve nasıl yaşayacaklarını öğretti.

Aztec
Quetzalcoatl (aydınlık) ve Tezcatlipoca (karanlık) göklerden aşağıya baktılar ve aşağıda yalnızca suları gördüler. Dev tanrıçalardan bir tanesi aşağıda yüzüyor ve yüzlerce ağzıyla suda ne varsa yiyor, bütün balıkları tüketiyordu. Anladılar ki yaratılan herşeyi bu canavar yiyip bitiriyor. İki tanrı artık onun durdurulması gerektiğine karar verdiler. İki kocaman yılan oldular ve suya indiler. Bir tanesi onun ayaklarına sarıldı , karşı koymasına fırsat vermeden çekip parçaladı. Dev tanrıçanın omuzları yeryüzünü meydana getirdi, kalan yerleri gökyüzünü. Diğer tanrı onun parçalanmasından dolayı kızgındı. Dev tanrıçanın insanlığa yararlı olmasını istiyordu. Dev tanrıçanın saçlarını alıp ağaçları, çiçekleri, çimenleri , mağaraları yaptı. Gözlerinden kaynakları, ağzından nehirleri, burnundan tepeleri ve vadileri. Fakat dev tanrıça mutlu değildi. İnsanlar geceleri onun ağladığını duyuyorlardı.

SWEAT LODGE mitolojisi
Çok çok uzun yıllar önce bizim insanlarımız hayvanlarla , bitkilerle ve dünyadaki herşeyle büyük bir uyum içinde yaşıyorlardı. Birgün birşeyler oldu ve insanlar savaşmaya başladı. kıskançlık ve nefret vardı, öfke, korku. Bu çok kötüydü, her yerde savaş vardı.
Birgün küçük oğlan çocuğu kalbinin sesini duydu. Kalbinin sesi bu savaşları durdurmasını söylüyordu. Herkese bunu nasıl durdurabileceğini sordu. Ama hiçkimse bunun nasıl olacağını bilemedi. Ona “git bunu yaşlılara sor , onlar yıllardır burada yaşıyor, bu sorunun bir cevabı varsa bunu yalnızca yaşlılar bilebilir” dediler.
O yaşlılara gitti ve “bu savaşları nasıl durdurup halkıma yardım edebilirim?” diye sordu. Yaşlılar cevap verdi. ”4 mısır tanesi al ve yürü. Her günün sonunda bir mısır tanesini ye, 4. günün sonunda beklemeye başla. ” Ve çocuk söylenenleri yapıp 4. günün sonunda beklemeye başladı. Sonra gökyüzünden Skawbawis geldi. Ve onunla gökyüzüne doğru yürümeye başladılar . Yürüyerek önce ayı, sonra yıldızları geçtiler. Gökyüzünde bir kulübeye gelinceye kadar Skawbawis ona eşlik etti. Sonra ayrılıp gitti. Çocuk korkuyordu. O sırada kulubenin içinden bir ses duydu. ”İçeri gel, seni bekliyoruz”. İçeride 7 büyükbaba vardı. Herbiri ona farklı şeyler öğrettiler. Bir de tekne vardı ve içine bakınca çok güzel bir ağaç gördü. Üzeri yapraklarla ve kuşlarla örtülüydü. İşte o yaşam ağacıydı. Artık gitme zamanı gelmişti. Büyükbabalardan biri elini tekneye daldırdı ve çocuğu bu tekneden aldığı boyayla boyadı. Bu sayede o öğrendiklerini unutmayacaktı. ”Bu öğrendiklerini insanlarına götür, bu bilgiler onlara yardım edecek ve barış , uyum yeniden oluşacak, nefret bitecek “dedi. Skawbawis onu tekrar göklerden alıp yeryüzüne getirdi.
Çocuk uyandığında öylesine güçsüz düşmüştü ki kıpırdarken bile çok zorlandı. Kısa bir süre sonra ellerinde birşeylerin varlığını hissetti. Bu bir bitkiydi . Onu ağzına koyup bir parçasını yedi. Sonra biraz daha yedi. Yedikçe güç kazanıyordu. Yeterince güçlenince ayağa kalktı. Arka tarafında güneş batıyordu. Tepenin üzerine gökteki kulübeye benzer bir gölge düşmüştü. Hemen kendine öğretilenleri hatırladı ve gidip insanlarına aktardı.


Aşağıda yeralan mitoloji örnekleri ise Mrs. Marie L. Mclaughlin tarafından kaleme alınmış birçok öyküden yanlızca birkaçıdır. Mrs. Marie L. Mclaughlin 8 Aralık 1842 de Kızılderili topraklarında Minnesota, Wabasha’da doğdu . Her zaman kendisinin dörtte bir Sioux kanı taşıdığını söyledi. Annesi Mary Graham Buisson ‘dır. Babası Joseph Bussion Kanada yakınlarında doğdu . Büyük babası bir Sioux olan Ha-za-ho-ta-win ‘di. 1864 de Albay James Mc Laughlin ile evlendi . Eşinin işi nedeniyle pek çok kızılderili bölgesinde bulundu ve onlar için ayrılmış bölgelerde onlarla yaşadı. İlk fırsatta Sioux dilini öğrendi. Sioux mitolojileri ve folklorü ile ilgili pek çok şey öğrendi. Birgün yaşlı bir Sioux kadını ve yaşlı bir Sioux erkeği ona “neden bizim mitolojilerimizi, müziklerimizi , yazmıyorsun , yazmazsan hepsi kaybolup gidecek “dedi . Bunun üzerine Mrs. Marie L. Mclaughlin birçok mitolojiyi ve müziği kaleme aldı.
Mrs. Marie L. Mclaughlin’in yaşadığı 1840 lı yıllar ve sonrası Amerika yerlilerinin en çok baskıya, sürgüne ve katliamlara maruz kaldığı yıl.


KÜÇÜK FARE
Bir zamanlar bozkırlarda yaşayan küçük bir fare vardı. O her sabah uyanırdı ve yılan gömleğini (yılanların kılıf değiştirme döneminde çıkardıkları deriler) alarak onu topraktan bulduğu fasulye taneleriyle doldurur, dişleriyle sürüklüyerek yuvasına taşırdı . Bu küçük farenin dansı ve konuşmayı çok seven ama çalışmayı hiç sevmeyen bir kuzeni vardı. O da fasulyeleri toplama mevsiminde bir yılan gömlegi bulup hazır etmeliydi ama o gömlek değiştirme mevsiminde bunu yapmadığı için ihtiyacı olduğu zaman yılan gömleği bulamadı. O da doğruca çalışkan kuzenine gitti ve
-- Kuzen, benim kış için depolanmış hiçbir yiyeceğim yok ve kış mevsimi hızla yaklaşıyor , benim içine fasulye koymam için bir yılan gömleğim de yok , bana seninkini ödünç verebilir misin­?
-- Ama niçin senin bir yılan gömleğin yok , yılanların gömlek değiştirme mevsiminde sen neredeydin?
-- Buradaydım
-- Ne yapıyordun?
-- Konuşmakla ve dans etmekle meşguldüm.
-- Ve şimdi cezanı çekiyorsun . Sen daima gamsız ve tembeldin . Ama ben sana yine de yılan gömleği vereceğim . Ve şimdi git canla başla çalış, boşa harcadığın zaman telafi et. .

UNUTULAN MISIR TANESİ
Bir Harikara kadını kışın yemek için depolamak amacıyla tarladan mısır topluyordu. O bir mısır dalından diğerine geçerek topladığı mısırları kıvırmış olduğu eteğine dolduruyordu . Kopardığı bir mısırı eteğine koyarken zayıf bir ses işitti. Etrafına bakındı , sesin nerede geldiğini anlayamadı ve tekrar mısır toplamaya devam ederek uzaklaşırken bir çocuğun ağlamasına benzeyen zayıf ve güçsüz ses
- Oh beni terketme, bensiz gitme.
Kadın şaşırmıştı “Bu hangi çocuk olabilir” dedi kendi kendine “Hangi çocuk mısır tarlasında kayboldu?”
Kucağındaki topladığı mısırları yere bıraktı ve tekrar aramaya başladı fakat kimseyi bulamadı . Tam gitmeye hazırlanıyordu ki yeniden aynı sesi duydu
-Oh beni terketme. Bensiz gitme.
Kadın uzun bir zaman tekrar sesin sahibini aradı. Sonunda tarlanın bir köşesinde, bitki saplarının altında gizlenmiş küçük bir mısır tanesi buldu . Ağlayan oydu . Ve bu nedenle bütün Yerli kadınları tahıllarını çok dikkatli toplarlar. Eğer olgunlaşmış tahılları toplamayı ihmal ederlerse ve onları israf ederlerse Büyük Ruhun çok güceneceğine inanırlar.


KÜÇÜK TAVŞAN
Küçük tavşanın sahibi onu çok seven küçük bir kızdı, kendini onun manevi annesi olarak görüyordu. Kız tavşanını minik bir deri parçasından yaptığı kılıfta sırtında taşıyor , geceleri de onun üzerine kendi elbisesini örtüyordu.
Bu küçük kızın onu çok seven bir kuzeni vardı ve onu onurlandırmak istiyordu. Kuzen kendi kendine “küçük kuzenimi çok seviyorum ve bunu ona göstermek için onun tavşanını taşımak istiyorum” dedi (yerli kadınları bir arkadaşlarını onurlandırmak istediklerinde onun bebeğini taşımak için izin isterler)
Sonra kızı gördü ve sordu.
-Kuzin senin tavşanını sırtımda taşıyayım mı? Çünkü sana seni ne kadar sevdiğimi göstermek istiyorum.
Küçük kızın annesi ona cevap verdi.
- Oh hayır torunumuzu teppemizden(yerli çadırı) uzağa götürme
Küçük kız araya girerek konuştu.
-- Hayır anne onu taşısın, kuzenimin bana sevgisini göstermesini isterim.
Sonunda kuzen tavşanı sırtına alarak oradan uzaklaştı. Yürüyerek kendi çadırlarına ulaştı . Orada bulunan bazı yaramaz oğlan çocukları onunla alay etmeye başladılar. Etrafında koşuşturarak alaycı sözler söylediler. Kız oradan biran önce uzaklaşmak isterken tavşanla birlikte taşın üzerine düştü. Tavşan bir süre hareket etmedi sonra da öldü. Tavşanın ölüsü küçük kızın evine geldiğinde manevi annesi gözyaşına ve acıya boğuldu . Yas için saçlarını kesti , kız arkadaşlarına yasını anlattı . Annesi de onunla birlikte yas tuttu.
-Eyvah , ne acı . Çok tatlı , iyi huylu tavşan öldü . Küçük kızımın çocuğu öldü o şimdi çok mutsuz olacak.
Ve anne küçük kızın bütün arkadaşlarını çağırarak büyük bir yas töreni yaptı.
Tavşanı çadırda küçük bir yatak yaparak üzerine yatırdılar . Üstüne çocukların getirdiği minik deri ve bez parçalarını örttüler. Yas töreninde elbiseler, çaydanlıklar, battaniye, bıçak ve birçok şey tavşancığı onurlandırmak için getirildi. Onun deri elbiseye sarılı küçük vücudu ağaçlardan yapılmış bir çardak üzerine konularak tören tamamlandı.

SADIK SEVGİLİ
Bir zamanlar çok geniş bir sülalesi olan güzel mi güzel bir şef kızı varmış. Köyün bütün erkekleri onun kendilerinin eşi olmasını isterlermiş ve o ne zaman su doldurmak için nehre gitse köyün bütün erkekleri de peşinden gider onun deriden yapılmış su kovasını doldurmasını zevkle seyrederlermiş. Bu köyde çok iyi bir genç varmış. Bu genç herşeyi yapabilirmiş , iyi bir avcıymış ama çok fakirmiş ve bir ailesi de yokmuş . Bu gençte diğerleri gibi şefin kızına aşık olmuş . Birgün dere kenarında gizlenerek kızın gelmesini beklemiş ve o su doldurmaya geldiğinde kulağına eğilerek
- Benim karım ol. Ben zengin değilim ama genç ve güçlüyüm . Sana çok iyi davranacağım, çünkü seni çok seviyorum. demiş.
Genç kız günlerce bu sese cevap vermemiş. Fakat bir gün arkasından gelmekte olan gence dönerek
-Babamdan benimle evlenmek için izin isteteyebilirsin. Ama öncelikle çok önemli bir şey yapmalısın. Ben büyük bir aileye sahibim ve pek çok akrabam var. Bir savaşa git ve bana bir düşman kafaderisi getir, beni onurlandır.
Genç adam alçak gönüllü ve açık sözlülükle.
-Bana söylediğini yapmayı deneyeceğim. Ama ben yalnızca bir avcıyım savaşçı değil. Bir savaşçı olup olamayacağımı bilemiyorum. Fakat senin aşkın için deneyeceğim.
O ve 6 arkadaşı düşman topraklarına gidip bir saldırı şansı umarak dolaşmışlar. Fakat kimseye rastlamamışlar, bir tek düşman dahi görememişler .
Bugün tanrı bizimle değil” demiş genç adam. “Eve dönmeliyiz”
Önce yeşil bir tepeciğin eteklerinde biraz tütün içip dinlenmek için oturmuşlar. Tepecik yemyeşil çimenlerle kaplıymış. Gençlerden biri cesaretle ve neşeyle tepeciğe gözünü dikmişve demiş ki:
“Koşalım ve onun tepesine ulaşalım”
“Hayır” demiş genç adam “O çok esrarengiz görünüyor . Otur ve tütününü bitir”
“Oh hadi canım, kim korkar gidelim” demiş genç “Hadi hadi gelin “ve uçarcasına tepeye koşmaya başlamış . Gençlerden 4ü onu takip etmiş . Tepeye ulaştıklarında hoplamaya zıplamaya ve aşağıda kalanlarla alay etmeye başlamışlar . ”Hadi hadi gelin
Aniden susmuşlar, tepe hafif hafif göle doğru hareket etmeye başlamış. O büyük, dev bir kaplumbağaymış. 5 genç çığlıklar atarak yardım istemeye ve kaçmaya çalışmışlar. Fakat çok geçmiş. Onların bacaklarının tüm gücü bitmiş. ”Bize yardım edin , bizi götürüyor“diye bağırmışlar fakat diğerleri hiçbir şey yapamamış. Kaplumbağa suya dalmış ve birkaç saniye içinde su üzerlerini örtmüş. Diğer gençler bütün kalpleriyle yardım etmeye ve bir çare bulmaya çalışmışlar ama yapacak bir şey yokmuş. Onlar şeytanın bir kötülük yapmaya çalıştığını anlamışlar.
Birkaç gün sonra aşık genç ve arkadaşı nehre gitmişler. Genç aşık”Biraz uyumalıyım , son derece bitkin ve yorgunum “demiş. Diğeri “Tamam . Bende suya ineceğim ve belki ölü bir balık bulma şansım olabilir”demiş. Ve bir ölü balık bulmuş , temizlemiş , aşık genci çağırmış
Gel ve benimle balık ye. Onu temizledim ve ateşe koydum, şimdi pişiyor”
Hayır sen ye dinleniyorum. ”demiş genç aşık.
“O, gel hadi hadi
Hayır dinleniyorum
“Fakat sen benim arkadaşımsın, sensiz yiyememki. . . ”
“Peki tamam” demiş genç aşık. ”Seninle balık yiyeceğim ama önce bana bir söz vermelisin, şeref sözü. Ne kadar su içmek istersem bana getirmelisin. ”
Söz veriyorum” demiş diğeri . Ve ikisi oturup balığı yemişler. Yemek bitince genç aşığın arkadaşı kabı çalkalamış ve onunla arkadaşına içmesi için su getirmiş. Aşık suyu bir dikişte içmiş ve “bana yine getir” demiş. Genç kabı nehirden tekrar doldurup getirmiş. Aşık suyu bir dikişte içmiş ve “bana yine getir” demiş.
Genç kabı nehirden tekrar doldurup, getirmiş. Aşık genç susamış bir biçimde onu da içmiş.
“Yine” demiş
Oh, yoruldum”demiş arkadaşı “Sen nehire gidip kendin akan sudan istediğin kadar iç”
“Ama bana verdiğin sözünü hatırla “
“Evet ama çok yoruldum ve halsizim. Kendin git ve iç “
Genç aşık çok üzülmüş.
Bunun olacağından korkuyordum. Şimdi birçok sıkıntı üzerimize gelecek” demiş
O nehre gelmiş, eğilmiş ve yere uzanmış; kafasını suyun hizasına getirmiş. Büyük bir doymazlıkla kana kana su içmeye başlamış. Sonra dönüp arkadaşına seslenmiş.
“Bu tarafa gel. Sen benim kan kardeşimdin. Bak ve sözünü tutmamanın sonuçlarını gör”
Arkadaşı gelmiş ve şaşkınlıkla görmüş ki aşık genç bir balık olmuş. Ayakları yok olup karnında yüzgeçe benzer birşeyler çıkmış. O büyük bir üzüntüyle ve şaşkınlıkla koşmuş, tekrar tekrar etrafında dolaşmış. Bu arada genç aşığın boynu da balığa benzemiş. Ve genç adam üzgün bir şekilde bağırmış.
Senin bu değişimini engellemek için yapabileceğim birşey yok mu?”
Hayır yok çok geç. Fakat şefin kızına söyle, bu yok oluşum onun aşkı içindir. Bu kuşağı al ve ona ver . Bunu bana bağlılığını anlatmak için o vermişti. ”
Ve peşinden genç aşık büyük bir balığa dönüşmüş. Nehirin ortasına doğru yüzmüş. O kadar büyük bir balık olmuş ki dev yüzgeçleri suyun üzerini kapatıyormuş. Arkadaşı köylerine dönmüş , olanları anlatmış. Ölen gençler ve balığa dönüşüp kaybolan sevgili için bütün köy mateme boğulmuş. Ve bu dev balığı bütün yerli kabileleri duymuş. Herkes ondan konuşmaya başlamış. ”Nehirde dolaşan dev bir balık varmış, suyun yüzüne çıkıyormuş, yüzgeçleri kıyıdan görünüyormuş, bazı kabile kadınları ona “Fish and Bars” (Balık ve Işık demeti) adını vermişler.
Bu dev balık nehirlerde dolaşarak bütün yerlilerin su yollarını kapatıyor ve onları nehirlerden uzak tutuyormuş. Kanolar büyük engellerle, korkularla ve zorluklarla yük taşır olmuşlar. Bu arada şefin kızı sanki kocası içinmiş gibi yas tutmuş ve hiç kendisine gelememiş.
O benim için kayboldu ve ben de onun için her zaman dul kalacagım, hiç evlenmeyeceğim ve çadırımda oturup hiç yerimden kalkmadan onun için yas tutacagım”diye ağlamış.
Günler aylar geçmiş. 1 yıl olmuş, kız yerinden kalkmış. Ellerinde birçok eşya varmış . Elbiseler, ayakkabılar, güzel tüyler, tatlı kokan tütün, başlık, tozluklar . . . neredeyse 3 erkeğe yetecek kadar çok şey.
Tahtadan yeni bir kano yapmalıyım”demiş ve ağaçtan güzel bir kono yapmış , kanonun içine bütün eşyaları doldurup nehire doğru yavaşça bırakmış . Annesi ıstırapla “kızım geri dön, büyük balık seni yiyecek “diye bağırmış.
Kız hiç cevap vermemiş, kanoyla büyük balığın olduğu yere kadar gelmiş. Canavar büyük yüzgeçleriyle görünmüş. Kız yanına yaklaşmış ve oturdugu yerden cesaretle ayağa kalkmış , yürümüş ve canavarın sırtına çıkmış. Birer birer hediyelerini canavarın sırtına bırakmış. Tüyleri üzerine saçmış, tütünleri onun geniş omurgasının üzerine koyup sermiş.
Oh balık” demiş “ Oh balık, sen benim sevgilimdin . seni asla unutmayacağım. Çünkü sen benim aşkımdan kayboldun. Ve ben bunun için asla evlenmeyeceğim. Bütün hayatımda dul kalacağım. Şimdi sen bu hediyeleri al. Nehiri terket ve suların özgürce akmasına izin ver. Öyleki insanlarım kanolarını yüzdürüp yaşamlarını devam ettirebilsinler. ”
Kız kanosuna yürümüş ve beklemiş. Büyük balık yavaşça suyun derinliklerine batmaya başlamış. Onun büyük yüzgeçleri ve omurgası gözden kaybolmuş ve St. Croix suları özgür kalmış.


Nativearts'dan alıntılanmıştır.​
 

makotonine

Kayıtlı Üye
Katılım
19 Kas 2009
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
I think, that you are mistaken. Let's discuss it. Write to me in PM, we will communicate.
 
Üst