"Gizlimabet Parapsikoloji Platformu"

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Kendine Bilmek- Kendine Hakim Olmak!!

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan embriyo
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

embriyo

Elit Üye
"Kendini bilen Rabb'ini bilir."

"Kendimi bilmek istiyorum, kendi hayatımı yaşamak istiyorum; başkasının hayatını değil" dediğimiz zaman, bu arzu anlamlı mıdır? Evet, çünkü çoğu zaman başkasının hayatını yaşarız; kendi hayatımızı değil. "Ben" dediğimiz kazanılmış kısım bir senaryo yazmıştır, onu yaşatır bize.

Kendi hayatım ile kurgulanmış drama arasındaki farkı nasıl fark ederim? İkisi arasındaki farkı nasıl idrak ederim? Dua ve içten arzuyla. Allah, bize doğru ile yanlışı ayırt etme gücünü vermiş. Yanılabiliriz ama ayırt etme gücüne sahibiz. Bu gücün yardımı ile doğruyu bulabiliriz. Nasıl bulabiliriz? Önce istemekle, ardından kendimize dönüp edimlerimizi gözden geçirmek ve "Yanlış mı yapıyorum, doğru mu?" sorusunu sormakla.

Çoğunlukla hayatın karşımıza çıkardığı konular içinde aranmalıdır yaşam amacı. Ödevimiz ki aynı zamanda bize verilmiş bir armağandır bu, hayatın karşımıza çıkardığı konularda gizlidir. Orkestra şefinin çalmamızı istediği çalgı hayatın içindedir. Bunu bir kez keşfettik mi, Yaradan çalgımızı ustaca çalabilmek için, bizleri akort eder. Bu noktada devreye girmesi gereken teslimiyettir. Yaradan'ın ellerine kendini bırakmak, teslim olmaktır.

Diyelim biri sizden yardım istedi ya da beklenmedik birşey oldu veya karşınıza umulmadık bir güçlük çıktı. Bütün bu durumlar, kendimize, "Yaşam benden ne istiyor?", "Bu anın benden istediği nedir?", "Yapmam gereken nedir?" sorularını sormak içindir. Hayatın talebine doğru cevap verebilmek için, bu sorular üzerinde düşünmek, otomatiğe bağlanmışçasına itiraza kalkışmamak, doğruyu yapabilme gayreti içinde teslimiyeti hâkim kılmak ve ilerlemek gerekir. Doğruyu bulamıyorsak ya da bulduk fakat onu yapacak maddi-manevi gücümüz yoksa yardım istemek en iyisidir. Yardım süzüg sahadan da gelebilir. Fizikte olduğu gibi, süzüg (gönül, ruh, metafizik) alanda da eşe-dosta, yakınlara sahibiz.Yardım onlardan da gelebilir.

Hayatın esası süzüg sahadadır zaten; fizikte değil. Âlemlere bakın. Biz, balık olarak beş âlemde; iki yaratılmamış âlemle de Yog'da (Yok) yer alırız. Bunun anlamı nedir? Anlamı, Yaradan'a, ta yaratılış öncesinden bağlı olduğumuzdur. Düşünün, buraya gelmeden önce de büyük bir hayatımız vardı, bunu hayal edin. O hayatın yanında bu küçücük kalır. Bizler, fiziği gereksiz yere büyütüyor, her şey fizikten ibaretmiş sanısına kapılıyoruz. Üstelik bilinç açısından da diğer âlemlerde daha iyiyiz. Fizik âlemde bilincimiz tamamen kapanıyor. Her âlemde, indikçe, bilincimiz daralıyor. Bilincimizin en yüksek olduğu âlem, beşinci âlem... Bilinç burada, tertemizdir. Dörde indiğinde bencillik başlıyor. Ruh ilk kez orada, "Ben" diyor. "Ben" ile "Biz" arasındaki farkı düşünün. İşte orada daralma başlıyor. Ondan sonra 3-2-1 devamlı darala darala devam ediyor. Bilinç, dörtte yüksek bilinç halindedir. Buna Türkçede "Tur" bilinci deriz. Git gide uyanık bilinç, uyuyan bilinç, alt bilinç şeklinde iyice daralır. Bu yüzden Hz.Muhammed (sav.), "Şimdi uyuyorsunuz, ölünce uyanacaksınız" demiştir. Şimdi uyuyoruz. Bilincimiz uykuda.

Aslına bakılırsa bizim esas arzumuz Yaradan'la olmaktır. Esas arzumuz budur. Kendini bilen Tanrı'yı bilir, Tanrı'yı bilen kendini bilir. Kendimizi bilmek istiyorsak, bunun yolu Yaradan'ı bilmekten geçer. Yaradan'ı mı bilmek istiyoruz, o halde kendini bileceksin. Ne yapıp edip ille de kendini bilmen gerekiyor. Bu denklem nasıl kurulur? Sevgiyle kurulur. Kendini değil,Yaradan'ı sevmekle kurulur. Çünkü kendini sevmeye yönelen, yarattığı benlikleri sever. İnayet Han, bunu "Benlik sevmek içindir ve sevdiğimiz zaman, sevginin ilk koşulu benliği unutmaktır. Kendi benliğimizi severek aynı zamanda başka birini de sevemeyiz" cümlesi ile en özlü biçimde anlatmıştır.

Gidişimiz Yaradan'a doğrudur. Esas özlemimiz odur. Özlem, adı üstünde, sesi üstünde, "özlemek"tir. Özleyen, özdür. Özlemese, öz olmazdı. Türkçemizin güzelliği buralardadır. Öz özleyendir. Kimi özler? Yaradan'ı özler. Gayet basit. Dilimiz çok basit, her şey içinde duruyor, yaşıyor. Öz Yaradan'ı özler, zaten. Bu yüzden de bizim o özlemi canlandırmamız zor değildir. Eğer yapamıyorsak demek ki içimizde kendini tanıma arzusu henüz yoktur;daha gelişmemiştir. Yaradan'ı özleyen Yaradan'a daha yaklaşır, yakın olur.

Yaradan'a yakın olmak ne demektir? Yaradan'a yaklaşmak için, sabah akşam ibadet mi etmeliyiz? Yaradan'a yakın olmak, Yaradan'ı yaşatmak demektir. Her yerde, her şeyde onu görmek, onu duymak, onu hissetmek demektir. Böylelikle Yaradan'a yaklaşma başlar. Bu yolda adım adım gidilir. Basamaklar tek tek çıkılır.


Kendine Hakim Olmak

Kendini bulma yolunda, biz hep kendimizle meşgulüz. Bütün hadise budur. Evet, insanlara yardım ederiz, topluma yararlı olmak ve dünyayı iyileştirmek isteriz ama esas sorumluluğumuz kendimizedir. Esas sorumluluğumuz kendimizi bilmektir. Kendimizi tanımaktır. Kendimizi bilip tanıdıkça, ailemize de topluma da millete de dünyaya da daha faydalı oluruz. Amacımız, başkalarını düzeltmek değil; kendimize bakmaktır. Her durumda, doğrunun arayışı içinde olmak ve onu uygulamaktır.

Diyelim on, on iki yaşlarında bir çocuk bizi ittirdi. "Bak evladım, bu yaptığın doğru değil. Kendinden büyük birini ittiremezsin" demenin ve çocuğa ayaküstü eğitim vermenin anlamı yoktur. Çocuk o eğitimi almaz. İmkânı yok almaz. Hatta karşılık bile verebilir. Dalga geçebilir. Bir mazeret ileri sürebilir. "Ayağım kaydı görmüyor musun?" diye çıkışma tonlu bir açıklama getirebilir. Her durum, kendi hatasını daha da derinleştirmesine yol açar. Şimdi düşünelim, o eğitimi vermekle çocuğa faydalı mı olduk? Bazen çocuk susar, cevap vermez. Aslında bu da bir karşılıktır. İki türlü cevap vardır: Biri konuşur diğeri sessiz kalır. Konuşan nefes almadan cevap verdi. Diğeri ise nefes dahi almadı. Bu da iyi değil. Nefes, öze imkân tanır, ona doğru cevabı bulmak için vakit verir. Cevap vermemek de cevabı hemen vermek de iyi değildir. En iyisi cevabı, derin bir nefes aldıktan sonra vermektir.

Diyelim birisi bize küfretti. O kötü sözleri duyar duymaz, hemen derin nefes alışa geçiyoruz. Derin nefese geçtiğimizde "affedersin" deme noktasına da geliriz. Kişi bunu alışkanlık haline getirdiyse ne güzel; devamlı derin nefesler alabilir ama henüz alışkanlık haline getirmediyse, hiç değilse küfürleri duyduğu anda derin nefes almaya başlayabilir. Böylelikle bilincimizi genişletir, kendimizi daraltmak yerine daha geniş bir yere getiririz. Genellikle bize kötü söz söylenmesi ya da kötü bir bakışla bakılması veya ittirilme bizi daraltır. Rahatsız ya da hasta olmak da daraltır. Rahat olmak, tam tersine genişletir. Yani genişlediğimizde rahat, daraldığımızda rahatsızızdır. Burundan giden nefes, daima bizi genişletir. Bunu bazen beden kendiliğinden yapar; mesela çok kızgın olduğunda. Sık, uzun nefesler alır. Burada ne olmuştur? Beden kendini acil yardıma bağlamıştır. Kendi korumaya almak için yetkisini kullanmıştır. Bunu biz bilinçli yapar ve hatta beraberinde kendi içimize dönmeyi de başarırsak genişleme hemen gelir. Sonunda bir cevap vereceksek de çok makul bir cevap olur. "Affedersin" bile çıkabilir ağzımızdan. Çünkü cevap veriyoruzdur; durumdan rahatsız değil, tam tersine rahatızdır. Daralmak yerine genişlemişizdir. Kişi bir kez daraldı mı laflar ardı ardına gider.

Daralma ısımızı da yükseltir. Tekrar altını çizelim: Burada iki tehlikeli durum var. Biri hemen cevap vermek, diğeri hiç cevap vermemek. Hemen cevap veren nefesini veriyor. Yüzeysel nefes, ama gene de nefesini harcıyor. Diğeri nefes almıyor. Öyle bakıyor. İkisinde de hastalık çıkabilir. Hemen cevap verenin ateşi yükselmiştir, kendine zarar verir. Hani ne derler, "keskin sirke küpüne zarar verir." En çok kendisine zarar verir; başka kimseye değil. Diğeri de içine attığı anda kendine bir karma yaratmış olur. Sırtında öfke birikmeye başlar. Yükünü artırır. Her ikisi de çatlamaya doğru gider. O yüzden ikisi de iyi değildir. Doğrusu içimize, kendimize dönmektir. Gözümüzü kapatmayabiliriz ama göz temasından da kaçınmalıyız. Kritik durumlarda apayrı anlamlar çıkabilir. En iyisi kendi içine dönmektir. Sanki bir şey söylemeye hazırlanıyormuş gibi.

Bunlar anlık hadiseler. Bir söz söylendi, cevap verdik. Çoğu zaman ne olur? Karşımızdaki daha cümlesini bitirmeden bir şeyler söyleriz. Biz cümlemizi bitirmeden de karşımızdaki bir şeyler söyler. Bu durumda konuşan iki kişi değildir. Özler zaten hiç konuşmuyordur. Dış benlikler konuşur, üstelik karşısındakini dinleme zahmetine katlanmadan. Dinleyen biri yok. Karşıdaki ne söylese boştur. İş işten geçmiştir. O yüzden konunun halli imkânsızlaşır. Bu yüzden, derdimiz bir şeylerin halli ise, en doğru yol derin nefes almaktır.

Gün içinde derin nefes çalışmaları yapıyorsak, zaten kendimizi genişletmeyi biliyoruzdur. Gün içinde derin nefesler alamıyorsak kendimizi daraltmışızdır. Bu durumda ne olur? Gün içinde birisi kazara dokunsa... Bumm! Patlarız. Büyük bir patlama olur.

Bir noktada bunların hepsi el eledir. Bu yüzden nefes almasını bilmek gereklidir. Nefes al, dinlen. Nefes al, canlan. Nefes al, genişle. Gün içinde insan devamlı, yavaş ve derin nefes almalı; bunu öğrenmelidir. Buna karın nefesi diyoruz. Çoğunluğumuz göğüsten nefes alır. Bu yarım nefestir ve bilincimizi devamlı daraltır. Bilincimiz daha kısıtlı olur. İyi düşünemeyiz. Çünkü alıp verdiğimiz yarım nefestir.

"Tam nefese ne yardım eder?" derseniz, belirli bir zikir veya mantra yardım edebilir. O zaman kendimizi bir havaya sokarız. Nefes alırken bir söz söyleriz, nefes verirken başka bir söz. O sözlerle nefesi daha bir ahenk içinde yaparız. Her an değilse bile, hiç olmazsa yürürken bunu yapabiliriz. Ne zaman kendi başımıza kaldık, yapabiliriz. Her aklımıza geldiğinde yapabiliriz. Sonra o alışkanlık olur. Bu takdirde başkası ile konuşurken bile yapılabilir. Konuşurken derin nefes alarak konuşmaya başlarız. Yavaş yavaş konuşmaya başlarız.

Burundan nefes alıyorsak, bilincimiz daha açık daha geniş olur. Süzüg (gönül, ruh, metafizik) bedenimiz daha geniş olur, ruhumuz genişler. Ruhumuz genişlediği zaman kendimizi iyi hissederiz. Çoğu zaman kendimizi iyi hissetmek için ne yaparız? Kahve içeriz! Oysa kahve bizi daraltır. Bir canlanma verir ama bir taraftan da daraltır. Onun için sinirli olmaya başlarız. Kahve, ruhen genişleten bir şey değil. Alkol de aynıdır. İnsanlar alkol içince rahatladıklarını zannederler. Bu doğru değildir. Alkol ilk önce rahatlatır; ama ondan sonra insanı daraltmaya başlar, sıcaklığını, ısıyı yükseltir. Kahve, kola, alkol ve kafeinli çaylarda da durum aynıdır. Isı yükseldiği zaman ne olur? Hemen cevap veren biri oluruz. Bu noktada yediklerimiz de önem taşır ama en önemlisi nefestir. Nefes önleyici bir etkiye sahiptir.

Opr. Dr. Mehmet Kasım

Not: Dr. Mehmet Kasım ve eşi Dr. Müge Kasım Tıp ile İbni Sina öğretileri, ayurveda ve Sufiliği birleştirmiş. İbni Sina öğretilerini anlamaya çalışırken tanıştıkları yeni Türkçe kelimelerin peşinde de koşmuş. Bra Türkçeden (Türklerin kendilerine Türk demeden önce kullandıkları dil) faydalanmışlar.

İngilizce yazdıkları ‘Gizli Beden Süzüg Yürek’ kitabının Türkçesini hazırlarken oluşturdukları sözlük Kaşgarlı Mahmut, Ahmet Yesevi, Proto (Bra) Türklere yönelik incelemeleriyle tanınan Kazım Mirşan’ın eserleri ve 5-15 bin yıllık eski Türk şiirlerine dayanıyor.

En çok kullanılan kelimelerden bazıları şöyle:
Dalınç: Meditasyon.
Süzüg: Gönül, ruh, metafizik.
Nadi: Nabız. Ağrıq: Ağrı.
Bulun: Eter elementi.
Pasak: Fizik ve süzüg bedendeki zararlı birikintiler, toksinler.
 
Ruh ilk kez
orada, "Ben" diyor. "Ben"
ile "Biz" arasındaki farkı
düşünün. İşte orada
daralma başlıyor. Ondan
sonra 3-2-1 devamlı
darala darala devam
ediyor.
 
Geri
Üst