Üçüncü derece, "Dai'ler" derecesiydi. Sır saklama ve ketumiyetin öğretildiği bu derecede, müritlere Muhammed ve ondan önceki yedi peygamberin yaşam ve görüşlerinin yanı sıra, tarikatın sırları da yavaş yavaş verilmeye başlanırdı. Marifet kapısı denilen bu dereceye haiz Dai'ler, tarikata girmek isteyenler hakkında araştırma yapar, haklarında karar verirlerdi. Dai'lerin bir başka görevi de, mezhep hakkında propaganda yapmaktı.
"Dai" kelimesi, Arapça’da "Çağıran" anlamına gelmektedir. Dailer, kendilerinden önceki iki dereceli müritlerden sorumluydular ve aralarında kimin yükseleceğine de onlar karar verirlerdi. Dai’ler tam bir gizlilik içinde çalışırlar, Mecalis el Hikme adı verilen toplantılarda, tarikatla ilgili kararlar alınırdı. Mezhebe yeni giren müritler, bağlılık yemini ettikten sonra, İsmaili kıyafetini kuşanırlardı. Hiyerarşik örgütlenmede sır saklamak esastı. İsmaili öğretisi kitleleri değil, tek tek bireyleri hedef alırdı. Bu nedenle adaylar, Dai’ler tarafından özenle seçilirdi. Ancak gerekli eğitime sahip, ahlak düzeyi yüksek bireyler mezhebe kabul edilirdi.
Bir Dai’nin, entelektüel düzeyi yeterli, dinler ve mezhepler konusundaki bilgileri tam olmalıydı. Görevlendirildiği bölgedeki dillere hakim olmalı, gelenekleri bilmeliydi ki, İsmaililiği yeterince temsil edebilsin. Bu nedenle Dai’lerin tamamı, dönemin üstün nitelikli filozofları olmuşlar ve önemli felsefi eserler yaratmışlardır. İsmaililikte aşamalı bir eğitim sistemi uygulanmış ve zahiri bilimlerden Batıni bilimlere dereceli bir silsile izlenmiştir. Batıni bilimlerin öğretildiği dönemin en önemli eğitim müessesesi, Kahire’deki El Ehzer üniversitesi olmuştur.
Dördüncü derece "Dai-yi Ekber" yani, Büyük Dai derecesiydi. Dai-yi Ekber derecesini alan müritlere "Baba" da denirdi. Onlar gerçek kapısından Tarikate girmeye hak kazanmışlardı. Daha sonraki yüzyıllarda Yesevilik'te ve Bektaşilik'te, en üst mertebeye ulaşanlara verilen "Baba" lakabı, İsmaililerin bu geleneğine dayanmaktadır. Dai-yi Ekber'ler tüm Dai'lerin başı durumundaydılar. Onlar, Mecalis el Hikme’lere de başkanlık ederlerdi.
Tarikatın gerçek sırlarının verilmeye başlandığı derece, "Tarikat kapısı" adı verilen beşinci dereceydi. Bu derecede tüm dinlerin sadece, gerçeğe ulaşmak için yetersiz kalan birer yöntem olduğu anlatılır ve saliklerine, "bir yudum emenler" anlamına gelen "Zu Massa" denilirdi.
Hüccet adı verilen ve "Hakikat Kapısı" denilen altıncı derece, bir İsmaili'nin ulaşabileceği son dereceydi. Bu derecede evrende varolan ikilik, Tanrının üçlü vasfı ve kainatı meydana getiren dört büyük güç gibi Batıni doktrinin en önemli sırları verilir, tüm Peygamberlerin, diğer bütün din kurucular gibi sadece birer Kamil İnsan oldukları öğretilirdi. Tanrısal nurun "Işık" olduğunun belirtildiği bu derecede ona ulaşmak için derece salikleri ruhlarını arındırmak ve Kamil İnsan konumuna yükselmekle mükelleftiler. İsmaililer, Tanrıya ancak altıncı derece sahiplerinin mükemmel bir yaşam sürdükten sonra, öldükleri zaman ulaşabileceklerine inanırlardı. Yedinci derece en mükemmel dereceydi ve Tanrısal bir niteliği vardı. Bu dereceye sadece, Tanrının yeryüzündeki tezahürü olduğuna inanılan, Şeyh el Cebel (Doğanın şeyhi) sahipti. Tüm İsmaililerin lideri olan şeyhin diğer unvanları da, "Belag-ı Azam (Kutsal Kelam Üstadı)" ve "Namus-üI Ekber (Büyük Sır Üstadı)" idi.
İsmaililikte dinler daima ikinci planda kalmış, Batıni öğreti üstün tutulmuştur. Öğretiyi o günün bilinen dünyasına yaymak için dünya, 12 bölgeye ayrılmıştır. Cezire (ada) adı verilen bu bölgeler; El Arab (Arabistan), El Berber (Berberiler), El Rum (Bizans), El Turk (Türkistan), El Deylem (İran), El Hazar (Hazarlar), El Hind (Hindistan), El Sind (Pakistan), El Zenc (Afrika), El Habeş (Habeşistan), El Sind (Çin) ve El Sekalibe (Hıristiyan Avrupa)’dır. Her bölge, bir Bölge Baş Dai’si olan ve doğrudan Dai El Duat’a karşı sorumlu olan Hücce’lerin yönetimine bırakılmıştır. İsmaililerin, Tamplier Büyük Üstadını, El Sekalibe’nin Hüccesi olarak kabul etmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir.
İsmaililer, Müslüman dünyası üzerindeki etkilerini uzunca süre devam ettirdilerse de, Selçukluların kontrolü ele geçirmeleri karşısında giderek gerilediler. Karmeti devletinin yıkılmasından sonra Fatımiler de, önce Haçlıların saldırıları, sonra iç isyanlar ile sarsıldılar ve nihayet, Selahattin Eyyubi komutasındaki kuvvetlerce tamamen yok edildiler.
Bu gelişmeler karşısında, İsmaililer küçük kalelere sığınmak zorunda kaldılar. Bu kalelerin en ünlüsü, Hasan Sabbah'ın komutasındaki Alamut Kalesiydi. Sabbah ve emrindeki fedaileri, Selçuklu yönetimine karşı sürekli mücadele ettiler ve hem Arap, hem de Türk Sünni ileri gelenlerinin korkulu rüyası haline geldiler.
"Dai" kelimesi, Arapça’da "Çağıran" anlamına gelmektedir. Dailer, kendilerinden önceki iki dereceli müritlerden sorumluydular ve aralarında kimin yükseleceğine de onlar karar verirlerdi. Dai’ler tam bir gizlilik içinde çalışırlar, Mecalis el Hikme adı verilen toplantılarda, tarikatla ilgili kararlar alınırdı. Mezhebe yeni giren müritler, bağlılık yemini ettikten sonra, İsmaili kıyafetini kuşanırlardı. Hiyerarşik örgütlenmede sır saklamak esastı. İsmaili öğretisi kitleleri değil, tek tek bireyleri hedef alırdı. Bu nedenle adaylar, Dai’ler tarafından özenle seçilirdi. Ancak gerekli eğitime sahip, ahlak düzeyi yüksek bireyler mezhebe kabul edilirdi.
Bir Dai’nin, entelektüel düzeyi yeterli, dinler ve mezhepler konusundaki bilgileri tam olmalıydı. Görevlendirildiği bölgedeki dillere hakim olmalı, gelenekleri bilmeliydi ki, İsmaililiği yeterince temsil edebilsin. Bu nedenle Dai’lerin tamamı, dönemin üstün nitelikli filozofları olmuşlar ve önemli felsefi eserler yaratmışlardır. İsmaililikte aşamalı bir eğitim sistemi uygulanmış ve zahiri bilimlerden Batıni bilimlere dereceli bir silsile izlenmiştir. Batıni bilimlerin öğretildiği dönemin en önemli eğitim müessesesi, Kahire’deki El Ehzer üniversitesi olmuştur.
Dördüncü derece "Dai-yi Ekber" yani, Büyük Dai derecesiydi. Dai-yi Ekber derecesini alan müritlere "Baba" da denirdi. Onlar gerçek kapısından Tarikate girmeye hak kazanmışlardı. Daha sonraki yüzyıllarda Yesevilik'te ve Bektaşilik'te, en üst mertebeye ulaşanlara verilen "Baba" lakabı, İsmaililerin bu geleneğine dayanmaktadır. Dai-yi Ekber'ler tüm Dai'lerin başı durumundaydılar. Onlar, Mecalis el Hikme’lere de başkanlık ederlerdi.
Tarikatın gerçek sırlarının verilmeye başlandığı derece, "Tarikat kapısı" adı verilen beşinci dereceydi. Bu derecede tüm dinlerin sadece, gerçeğe ulaşmak için yetersiz kalan birer yöntem olduğu anlatılır ve saliklerine, "bir yudum emenler" anlamına gelen "Zu Massa" denilirdi.
Hüccet adı verilen ve "Hakikat Kapısı" denilen altıncı derece, bir İsmaili'nin ulaşabileceği son dereceydi. Bu derecede evrende varolan ikilik, Tanrının üçlü vasfı ve kainatı meydana getiren dört büyük güç gibi Batıni doktrinin en önemli sırları verilir, tüm Peygamberlerin, diğer bütün din kurucular gibi sadece birer Kamil İnsan oldukları öğretilirdi. Tanrısal nurun "Işık" olduğunun belirtildiği bu derecede ona ulaşmak için derece salikleri ruhlarını arındırmak ve Kamil İnsan konumuna yükselmekle mükelleftiler. İsmaililer, Tanrıya ancak altıncı derece sahiplerinin mükemmel bir yaşam sürdükten sonra, öldükleri zaman ulaşabileceklerine inanırlardı. Yedinci derece en mükemmel dereceydi ve Tanrısal bir niteliği vardı. Bu dereceye sadece, Tanrının yeryüzündeki tezahürü olduğuna inanılan, Şeyh el Cebel (Doğanın şeyhi) sahipti. Tüm İsmaililerin lideri olan şeyhin diğer unvanları da, "Belag-ı Azam (Kutsal Kelam Üstadı)" ve "Namus-üI Ekber (Büyük Sır Üstadı)" idi.
İsmaililikte dinler daima ikinci planda kalmış, Batıni öğreti üstün tutulmuştur. Öğretiyi o günün bilinen dünyasına yaymak için dünya, 12 bölgeye ayrılmıştır. Cezire (ada) adı verilen bu bölgeler; El Arab (Arabistan), El Berber (Berberiler), El Rum (Bizans), El Turk (Türkistan), El Deylem (İran), El Hazar (Hazarlar), El Hind (Hindistan), El Sind (Pakistan), El Zenc (Afrika), El Habeş (Habeşistan), El Sind (Çin) ve El Sekalibe (Hıristiyan Avrupa)’dır. Her bölge, bir Bölge Baş Dai’si olan ve doğrudan Dai El Duat’a karşı sorumlu olan Hücce’lerin yönetimine bırakılmıştır. İsmaililerin, Tamplier Büyük Üstadını, El Sekalibe’nin Hüccesi olarak kabul etmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir.
İsmaililer, Müslüman dünyası üzerindeki etkilerini uzunca süre devam ettirdilerse de, Selçukluların kontrolü ele geçirmeleri karşısında giderek gerilediler. Karmeti devletinin yıkılmasından sonra Fatımiler de, önce Haçlıların saldırıları, sonra iç isyanlar ile sarsıldılar ve nihayet, Selahattin Eyyubi komutasındaki kuvvetlerce tamamen yok edildiler.
Bu gelişmeler karşısında, İsmaililer küçük kalelere sığınmak zorunda kaldılar. Bu kalelerin en ünlüsü, Hasan Sabbah'ın komutasındaki Alamut Kalesiydi. Sabbah ve emrindeki fedaileri, Selçuklu yönetimine karşı sürekli mücadele ettiler ve hem Arap, hem de Türk Sünni ileri gelenlerinin korkulu rüyası haline geldiler.