İran Şiileri ve Anadolu Alevileri, Ali yandaşı olmaları dışında, inanç bağlamında birbirlerinden tamamen ayrı iki topluluktur. Şiiler, Zerdüşti inançların bir bölümünü İslami inanç sistemine sokarken, Alevilerin inanç biçimleri tamamen Batıni doktrinlere bağlı kalmıştır. Aleviliğin “Allah-Muhammed-Ali” üçlemesi, Batıni ekollerin “Tanrı-Evren-İnsan” üçlemesinin devamından başka bir şey değildir. İran Şiilerinde, tıpkı ortodoks Sünni yaşam tarzında olduğu gibi, kadının hiçbir hakkı kabul edilmezken, Alevilerde kadın, kesinlikle toplumdan tecrit edilmemiştir. O, toplumun eşit bir parçasıdır.
Aleviler ve Bektaşiler Türkçe’yi tapınım dili olarak kabul etmişler ve bu sayede Anadolu’da Türk dilinin kullanılmasını, bugünlere ulaşmasını sağlamışlardır. Alevilerin Türkçe’ye bağlı kalmaları sayesinde, Anadolu Türk halkının Araplaşması ya da İranlılaşması da önlenmiştir. Kurtuluş Savaşında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında ve Türklük bilincinin, yeni cumhuriyetin mihenk taşı olmasında, batıni bir ekol olan Aleviliğin rolü yadsınamaz.
Alevilik için, Tanrının en büyük vahyi, evren ve düşünen insandır. Tanrıdan gerçekleşen südur inancı ve insanların tekamül ederek, ruhlarının Tanrıya ulaşması çabaları beraberinde, tüm Alevi inanırlarının iyilik peşinde koşmaları zorunluluğunu getirmektedir. İyi insan, bu dünya üzerinde yaşadığı hayatlar boyunca gelişecek, giderek Kamil İnsan’a dönüşecek ve çıktığı asli kaynak olan Tanrıya ulaşacaktır.
Yukarıda ifade edildiği üzere İsmaililik, hem Şövalyeler aracılığı ile batı dünyası, hem de Alevilik ve Yesevilik aracılığı ile Türkler üzerinde son derece etkili olmuş Batıni bir ekoldür. Hıristiyan Katolik inancının üst otoritesi Papalığın, Şövalye örgütlenmeleri ve Batıni inanç sistemlerini yıkma çabaları sürekli atıl kalmış ve bu girişimler ile Batı dünyasının, insan sevgisine, Hümanizme dayalı bir aydınlanma çağına girmesi engellenememiştir. Tıpkı Hıristiyan alemindeki, Batıni ekollerden kaynaklanan Reform ve Rönesans hareketlerinin Batı alemini bugünkü çağdaşlık düzeyine ulaştırmaları gibi, İslam alemi de, Mustafa Kemal Atatürk ve Türk dünyasındaki Batıni ekoller aracılığı ile, aynı aydınlanma süreci içerisine girmiştir.
Örneğin, sadece varlığını sürdürebilmek adına bir savaş yürüten Hasan Sabbah ve fedailer örgütü için yüzyıllar önce başlatılan sistematik karalama propagandası halen sürdürülmekte ve bu Batıni ekol, inanç sistemi ve felsefesi tamamen göz ardı edilerek, sadece eylemleri nedeniyle yargılanmakta, yüzyıllar önce yaşananlar, yaşandığı dönemdeki koşullar bir yana bırakılarak, bugünün koşullarında, bugünkü kafa yapısı ile sorgulanmaktadır.
Ancak, evrensel tekamül nehrinin tarihi akış yönünün bugüne kadar değiştirilemediği gibi, İslam dünyasının da çağdaşlaşma süreci, her türlü çabaya karşın değiştirilemeyecektir.
Cihangir Gener
14.04.2002
Aleviler ve Bektaşiler Türkçe’yi tapınım dili olarak kabul etmişler ve bu sayede Anadolu’da Türk dilinin kullanılmasını, bugünlere ulaşmasını sağlamışlardır. Alevilerin Türkçe’ye bağlı kalmaları sayesinde, Anadolu Türk halkının Araplaşması ya da İranlılaşması da önlenmiştir. Kurtuluş Savaşında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında ve Türklük bilincinin, yeni cumhuriyetin mihenk taşı olmasında, batıni bir ekol olan Aleviliğin rolü yadsınamaz.
Alevilik için, Tanrının en büyük vahyi, evren ve düşünen insandır. Tanrıdan gerçekleşen südur inancı ve insanların tekamül ederek, ruhlarının Tanrıya ulaşması çabaları beraberinde, tüm Alevi inanırlarının iyilik peşinde koşmaları zorunluluğunu getirmektedir. İyi insan, bu dünya üzerinde yaşadığı hayatlar boyunca gelişecek, giderek Kamil İnsan’a dönüşecek ve çıktığı asli kaynak olan Tanrıya ulaşacaktır.
Yukarıda ifade edildiği üzere İsmaililik, hem Şövalyeler aracılığı ile batı dünyası, hem de Alevilik ve Yesevilik aracılığı ile Türkler üzerinde son derece etkili olmuş Batıni bir ekoldür. Hıristiyan Katolik inancının üst otoritesi Papalığın, Şövalye örgütlenmeleri ve Batıni inanç sistemlerini yıkma çabaları sürekli atıl kalmış ve bu girişimler ile Batı dünyasının, insan sevgisine, Hümanizme dayalı bir aydınlanma çağına girmesi engellenememiştir. Tıpkı Hıristiyan alemindeki, Batıni ekollerden kaynaklanan Reform ve Rönesans hareketlerinin Batı alemini bugünkü çağdaşlık düzeyine ulaştırmaları gibi, İslam alemi de, Mustafa Kemal Atatürk ve Türk dünyasındaki Batıni ekoller aracılığı ile, aynı aydınlanma süreci içerisine girmiştir.
Örneğin, sadece varlığını sürdürebilmek adına bir savaş yürüten Hasan Sabbah ve fedailer örgütü için yüzyıllar önce başlatılan sistematik karalama propagandası halen sürdürülmekte ve bu Batıni ekol, inanç sistemi ve felsefesi tamamen göz ardı edilerek, sadece eylemleri nedeniyle yargılanmakta, yüzyıllar önce yaşananlar, yaşandığı dönemdeki koşullar bir yana bırakılarak, bugünün koşullarında, bugünkü kafa yapısı ile sorgulanmaktadır.
Ancak, evrensel tekamül nehrinin tarihi akış yönünün bugüne kadar değiştirilemediği gibi, İslam dünyasının da çağdaşlaşma süreci, her türlü çabaya karşın değiştirilemeyecektir.
Cihangir Gener
14.04.2002