İnsan Benliğini Keşfetme Yolculuğu

URUMHAMATAHAYİL

Yönetici
Katılım
5 Haz 2008
Mesajlar
7,096
Tepkime puanı
4,961
İş
Wellness Antrenör/Psikolog/ Sosyolog
İnsan Benliğini Keşfetme Yolculuğunda

Her çağın insanı, yaşadığı çağın birikimleri ve geçmişin mirası ışığında kâinatı ve hayatı manalandırır. Yirmi birinci yüzyılın bilim anlayışı, insan ve kâinatın içice geçmiş karşılıklı münasebetler içinde bir sistemler ağı olduğu kabullenmesi üzerinde gelişecektir. İnsan, kâinat ve hayat üçgenini Kurân-ı Kerim'in mesajları doğrultusunda birbirine bağlamayı ve bu üç hakikati birlikte bulunduran küllî bir resminin çizildiğini görmemizi mümkün kılacak bilgiler, bugün dağınık parçalar halinde üretilmiş bulunmaktadır. İhtiyaç duyulan tek şey, bütüncü-sistemci düşünebilmeyi öğrenmek ve muradımızı, azmimizi, gayretimizi bu sentezi yapmaya yoğunlaştırmaktır.
Kur'ân'ın perspektifinden insan, kâinat, hayat üçgenini anlamaya çalıştığımızda Kur'an'ın bu üç hakikatin çekirdeklerini bütüncül olarak ihtiva ettiğini ve Kur'an'daki insan, hayat, kâinat üçlemesinin kâinat kitabında, kudret kalemiyle detaylı şekilde resmedildiğini görürüz.

İnsanın mahiyeti sistemci düşünce perspektifinden analiz edildiğinde her insanın kendi içinde en az dört alt insandan meydana geldiği gözlenmektedir. Bunlar, fizikî (biyolojik) insan, hissî (psikolojik) insan, zihnî (entelektüel) insan ve ruhî insan. İlk üç insan (veya alt benlik) insanın kişiliğini (şahsiyetini) teşkil eder. İnsan sisteminde var olan bu alt benliklerin ortaya çıkışının ve gelişiminin tedrici basamakları vardır. Önce her insanın Allah tarafından yaratılan ve onun biyolojik bedeninin gelişmesini ve insanileşmesini sağlayan hayat sahibi ve şuurlu bir ruhu vardır. Ruh, biyolojik bedene üflendiğinde ruha ev sahipliği yapacak biyolojik beden, anne karnında insanın ruh yapısına uygun şekilde yapı ve donanım kazanmaya başlar. Her bebeğin ruhî potansiyeline ve genetik mirasına uygun olarak kendisine ait alt benlikleri ve insanî mahiyeti gelişir. Embriyon döneminde ektoderm, endoderm ve mezoderm isimli hücre tabakalarından farklılaşıp gelişen cenin, temelde ruh olmak üzere yukarıda sözü edilen üçlü sacayağı üzerinden insanlaşıp bebek haline gelir. Öncelikle biyolojik (fizikî) yönü gelişen bebek, 0-7 yaş arasında dünyayı beş duyusu ile idrak eder ve öğrenir. 7-11 yaşları arasında duygularını fark etmeye başlayan çocuk, dünyayı hissî tarzda algılamaya ve his temelli münasebetleri anlamaya başlar. Psikolojik alt insan temelleri güçlendirilir. Yukarıdaki her iki dönemde de ait olma ve bağımlı olma duygusu baskın olan çocukta, aidiyet hissi güçlenir ve doyurulur. 11-16 yaş arasında ise, çocukta bağımsız olma, kendi farklılığını ifade etme istekleri ağır basar. Çocuk kendini ifade edebileceği kimlik arayışlarına başlar. 16-23 yaş arasında ise aklın mantığın, mücerret düşünmenin geliştiği ve zihnî potansiyelin ön plâna çıkıp kendini ağırlıklı olarak ifade ettiği dönemdir. Bu şekilde fizikî, hissî ve zihnî alt benliklerin gelişiminin tamamlanması ile insan, şahsiyetini bu üç alt benlik üzerine oturtmuş olur. Bu gelişim dönemlerinin süresi ve geçiş aralıkları, eğitim, kültür ve doğuştan verilmiş olan meyelanlara bağlı olarak kendi içinde farklılıklar gösterir. Kişilik gelişim dönemlerinin yansımaları, biyolojik, psikolojik, zihnî alt sistemlerde gözlenebilir ve birbirleriyle âhenkli bir gelişme gösterir.

İnsan-Kâinat Âlemlerindeki Üçlü Motifler

Her insan başlıbaşına bir âlem olmakla birlikte insan toplulukları belli ortak motifler sergilemektedir. İnsan ruhu, insanı veya insan benliğini şekillendirirken insana ait üç temel fonksiyon olan düşünme, hissetme ve iş yapma fonksiyonlarını ortaya çıkaran yapılar inşa eder. İnsanda ruhun fonksiyonlarını ortaya çıkaran ve akıl, nefis, kalb olarak tarif edilen üç ana merkez vardır. Akıl, zihin merkeziyle; kalb, his merkeziyle; nefis, fizik merkezi ile bağlantılıdır. İnsandaki zekâ da kafa (mücerret matematik zekâsı), kalb (hissî zekâ) ve beden (nefis) zekâsı olarak üçe ayrılır. Bediüzzaman İşaretü'l İcaz isimli eserinde, Fatiha suresini tefsirinde "Sırat-ı Müstakim" kelimesini açıklarken, insanda kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye olarak tanımlanan üç temel histen bahseder. Bu kuvvelerin de ortaya konuşunda üç farklı seviyenin (ifrat-sırat-ı müstakim-tefrit) olduğu belirtilir. Kuvve-i akliye, şeheviye ve gadabiyye modern psikolojide insan benliğinin üç ana rengini oluşturur. Kuvve-i akliye zihnî potansiyelin; kuvve-i şeheviye hissî potansiyelin; kuvve-i gadabiye fizikî potansiyelin bir tezahürüdür. Ali Ünal, Kur'ân'da Temel Kavramlar (1999, Nil) isimli eserinde, ruhun insanı şekillendirirken üç alt potansiyelde farklılaştığını belirtmektedir. Elem, lezzet, sevgi-nefretin kaynağı olan hissî merkez; düşünce, idrak ve tasavvurun merkezi olan zihnî merkez ile bir işe yönelme ve yapma fiillerinin kaynağı olan fizikî merkezdir. Ruhun alt birimlerini oluşturan nefis, akıl ve kalbten nefis, biyolojik insanın devamını sağlayan bir sant-raldir. Nefiste de, zihnî, hissî ve fizikî potansiyellerden oluşan duygular vardır. İnsan nefsi, nebatî nefis (sindirim, solunum, boşaltım ve dolaşım fonksiyonları), hayvanî nefis (nebatî nefise ilaveten hareket ve sinir sistemi) ve insanî nefis (hayvanî nefisin üzerine ilâveten) olmak üzere üçe ayrılır. Tasavvufda akl-ı selim (hikmet), kalb-i selim (iffet), zevk-i selim (şecaat) bu üç potansiyelin denge halini ifade eder.

İnsanın beyninde de üç alt bölüm (yapı-fonksiyon bağlantılı) olup, bunlar ruhun sebepler dünyasındaki yansımaları için gereken bedendeki fizikî şartı âdi bölgeleridir. Bugünkü tıbbî bilgilerin ulaştığı noktada bu durum üç bölümlü beyin teorisiyle kısmen akla yakınlaştırılır. Söz konusu üç bölüm aklî melekelerin inkişaf ve zihnî potansiyelin tezahür ettiği neokorteks (ön beyin), hissî potansiyelin tezahür ettiği limbik sistem ve fizikî potansiyelin şekillenip tezahür ettiği arka beyindir (hipotalamus ve beyin sapı kısmı). Bu üç kısma ait farklılık, nörokimyevî olarak da müşahade edilmektedir. Dopamin, fizikî dayanıklılığı ve ihtiyaçları düzenleyici, ayrıca yenilik arama ve risk almayla bağlantılı ana haberleşme molekülü iken; serotonin, hissî dayanıklılığı (itminan ve huzur) düzenleyici; norepinefrin ise zihnî açıklığı ve fonksiyonları düzenleyici temel nörotransmitterlerdir (uyartı iletici moleküller). Yine insanın hayat yolculuğunda cenin, çocukluk ve yetişkinlik dönemi şeklinde karakteristik üç safhanın varlığı gözlenir. İnsanın gelişiminde onun genel sağlığına tesir eden kritik üç ana geçiş safhası vardır. Birincisi, çocukluktan delikanlılığa geçiş (benlik gelişmesi), ikincisi, delikanlılıktan yetişkinliğe geçiş (aile ve meslek sahibi olma ile karakteristiktir) ve üçüncüsü ise yetişkinlikten ihtiyarlığa geçiş dönemidir (gençlik dinamizminin ve sağlığın yavaş yavaş insanı terkettiği dönem 50 yaş sendromu). Bu geçiş dönemlerinin her biri potansiyel olarak kendine mahsus avantaj ve dezavantajlar taşır. Bu açıdan bu geçiş dönemlerinin özellikleri hakkında bilgi edinilmesi ve bu dönemlere, psikoloji, zihin ve ruh açısından hazırlanılması son derece önemlidir. Bu üç potansiyel, insanın sağlıklı gelişiminde de gözlenir. Biyolojik gelişme (fizikî potansiyel), çevresiyle münasebet kurma (hissî potansiyel) ve öğrenme (zihnî potansiyel) insanın eğitiminde temel alanlar olup, rıza yörüngeli bir hayat sürmek için bu üç yönün birlikte dengeli olarak geliştirilmesi gerekir.

İnsanlar, fıtratlarının derinliklerinden gelen üçlü motif üzerinde şekillenen iç motivasyonlarının (güç arama-tasdik arama-ilham arama) baskınlığı ve çekinikliği açısından da farklılaşırlar. İnsanlar bu motivasyonlarını, fizikî âlemde, insanlararası münasebetlerde veya fikir dünyalarından birinde gerçekleştirmeye istidatlı olarak yaratılmışlardır.

Yeryüzü mirasçılarının temel gelişme motifi de üçlü sacayağı üzerine oturur. Medrese-tekke ve kışla üçlüsü. Medrese, zihnî potansiyelin, tekke hissî potansiyelin kışla fizikî potansiyelin ve disiplinin geliştiği, dengelendiği ve faydalı hâle getirildiği sosyal kurumlardır. Sağlıklı kalkınmada da üç ana sermaye çeşidine ihtiyaç vardır. Zihnî potansiyelden kaynaklanan entelektüel sermaye (bilgi), hissî potansiyelden kaynaklanan sosyal sermaye (insanî münasebetler) ve fizikî potansiyelden kaynaklanan fizikî sermaye (para, gayri menkul, alt yapı ve donanım). Bu üç sermaye sağlıklı şekilde toplanıp entegre edilirse, çok başarılı iş ve projelere imza atılabilir. Bu sermaye çeşitlerinin her biriyle fıtratları ve potansiyelleri birbirine denk düşen insanlar vardır. Entelektüel sermayeyi tabiî olarak zenginleştiren zihin merkezli fertler iken, sosyal sermayeyi güçlendiren his merkezli fertler, fizikî sermayeyi güçlendiren de fizik merkezli kişilerdir. Bu açıdan, iş ve vazifelerin paylaşılmasında, insanların yaratılışlarından getirdikleri potansiyelleri dikkate almak önemlidir. Çünkü, fıtratlarındaki baskın potansiyele uygun işler yapmayanlar, o meslekte çırak veya usta olabilirler, ama asla sanatkâr olamazlar. Bir başka deyişle başarı elde edilebilir, ancak yüksek performans nadiren sergilenir. Kendi fıtratlarındaki potansiyele uygun işlerde çalışanlar, sanatkâr olabilme ve yüksek performans gösterme şansına sahiptirler. Bu açıdan yüksek performans gösteren fertlerin yetiştirilmesi isteniyorsa, insanlar fıtratlarındaki baskın potansiyele uygun işlerde istihdam edilmelidir. Peygamberimiz (sas)'in; "Fıtratlar maden gibidir. Cahiliyede kıymetli olan, iman ettikten sonra da kıymetlidir." sözü çok mühim bir hakikati işaret etmektedir.

İlim de ilme'l-yakin, ayne'l-yakin ve hakka'l-yakin şeklinde üç mertebeye sahiptir. İnsan gözü de; cismani göz, akıl gözü ve kalb gözü olmak üzere üçe ayrılır. Peygamberler, hayatı insanî boyutta yaşamanın doğruluk-iyilik-güzellik şeklinde tanımlanan üçlü motifin dengesi üzerinde mümkün olduğunu belirtmişlerdir. Bunun karşıtında da yanlış-kötü-çirkin üçlüsü yer alır. Yaşadığımız âlemde gerçek ve doğrular da başlangıçta zihnî, hissî ve fizikî olmak üzere üçe ayrılır. Paralel şekilde, her hadisenin de bilgi (kavram ve hâdise boyutu), his (aşk ve şevk boyutu) ve fizik (nesnel, pratik, aksiyon ve temsil boyutu) olmak üzere üç yönü vardır. İnsanlar da olayları idrak ederken, dikkat ve enerjilerini yönlendirirken, farkında olmadan bu üç boyuttan birine ağırlıklı olarak dikkatlerini verirler ve enerjilerini oraya akıtırlar. Bu açıdan insanlar olayları algılama, dikkat ve enerjilerini yönlendirme noktasından üçe ayrılırlar: hadiselerin zihin boyutunu, his boyutunu ve fizik boyutunu algılayanlar. Bunu misâllendirecek olursak; yemekli bir sohbet toplantısının değerlendirilmesini insanlara sorduğumuzda bazı insanlar farkında olmadan öncelikle yemeklerin lezzetinden, organizasyonun mükemmelliğinden bahsederek düşünce veya görüşlerini ifade ederler. Bazıları da insanların memnuniyetlerine, gülen yüzlerine ve tanıdıkları ile sohbet etme fırsatı yakaladıklarına dair değerlendirme yaparlar. Kimileri de doğrudan doğruya konuşulan konuların muhtevası, orijinalitesi ve derinliği üzerine yorum ve değerlendirmede bulunurlar. Dolayısıyla böyle bir toplantıyı zihin merkezli bir insan organize ediyorsa, farkında olmadan özellikle birinci derecede sohbetin konu ve derinliğine önem verir. His merkezli birisi organize ediyorsa öncelikle davetlilerin duygularını rahatça ifade edebileceği, nostalji yaşayabileceği sevdikleri ve tanıdıkları kimseleri de programa dahil eder ve masalardaki oturma düzenini insanların birbirlerine yakınlıklarını, dostluklarını dikkate alarak yapar. Fizik merkezli bir kimse de yemeklerin ve ikramların zenginliğine ve kalitesine, program akışına öncelik verir.

Hak ve hakikatın aranması yollarının çeşitliliğini ve hak yolundaki insanların ihtilâfını açıklamada Bediüzzaman'ın kullandığı yaklaşımda (zühre, katre, reşha temsili) üçlü sistem üzerinde kurgulanmıştır. Bediüzzaman, Sözler isimli eserinde (24. söz, ikinci dal), insanların hak ve hakikati, nefis, akıl ve kalb yoluyla araştırdığını ve hakikatı arama yolculuğunda binler perdeleri kullandıklarını vurgular. Ayrıca her bir ana tabakanın kendi içinde üç alt grubunun olduğunu ve zühre, katre, reşha temsilinde her bir ana tabakada bulunan üç taifeye, belki dokuz taifeye işaretler yapıldığını söylemektedir. Bütün bunlar, insanların farklı fıtratlarda yaratıldığının ve herkesin hak ve hakikatı arama yolculuğunu kendi mizacı ve benlik motifi üzerinden yaptığının apaçık birer delili olup, Kur'ân-ı Kerim'de İsra süresinde 84. ayette ifade edilen; "her insan kendi şâkilesi (mizacı, fıtratı, karakteri) üzerinde hareket eder" hakikatı, Ezelî Kelâm'ı doğrulayan birer işarettir.

Benlik-Nefis-Ruh Münasebeti ve Kamil İnsan Üzerine Bazı Düşünceler
Kâinatın ve insanın hamurunda var olan iyilik, güzellik ve doğruluk, insanın imtihan edilmesi için nefis tarafından perdelenmiştir. Nefis perde olma özelliğini güçlendirdikçe, şerlere sebep olur. Nefsanî isteklerin sınırsızca karşılanması ruhun kendi güzelliklerini sistemde ifade etmesine engel olur. İnsanın nefis-akıl-kalb üçgeninde cereyan eden imtihanında nefis, kötülüğün, negatif kuvvetlerin merkezi ve şeytanın kullanabileceği bir santraldır. Şeytanî özellikler nefis üzerinden; melekî-insanî özellikler ise kalb ve vicdan üzerinden insana hâkim olur. Akıl ise iyilikle kötülükleri, doğru ile yanlışı ayırt etmede kullanılan, faydalı veya zararlı olabilen bir âlettir. Dolayısıyla akıl âleti nefise de kalbe de hizmet edebilir.

Kur'an'da nefsin yedi mertebesinden bahsedilir. Nefs-i emmare, levvame, mülhime, cismanî merkezli hayatta hâkim olan nefis çeşitleri iken, nefs-i mutmainne, zekiyye, raziyye, safiyye ise ruh merkezli hayatta hâkim olan nefis çeşitleridir. Bazı İslâm âlimleri insan nefsini, üçlü yapı üzerinde gruplamışlardır. Bu perspektiften insandaki nefis, nefs-i emmare (şart-ı âdi olarak arka beynin ve limbik sistemin ağırlıklı rol oynadığı nefis), nefs-i levvame (şart-ı âdi olarak önbeynin devreye girdiği, arka beyni ve limbik sistemi kontrol edebildiği ve şuurun taalluk ettiği nefis mertebesi) ve nefsi mutmainne (gelişmesini tamamlamış, kendini kontrol edebilen ve hakka teslim olmuş nefis) şeklinde üçe ayrılır.

İnsan fıtratı, hayra, iyiliğe güzelliğe yatkın olarak yaratılmıştır. Bediüzzaman, Kur'ân penceresinden bakıldığında kâinatta hayır ve güzelliğin esas, şer ve kötülüklerin zâhirî olduğunu belirtir. Ancak insan, bu dünyaya imtihan ve tecrübe için gönderildiğinden, insanın bu imtihanı kazanması ve fıtratındaki hayır ve güzellikleri temsil edip, kendini yaratan Yaratıcı'ya âyinedarlık edebilmesi, nefsini arındırmasına bağlıdır. Ancak nefis, bu özelliklerin ortaya çıkıp gelişmesine engel teşkil ettiğinden, İslâm'da nefis terbiyesi ve insanın kendini bilip tanıması önemli yer tutar. Nefsin veya benliğin mâhiyetini oluşturan zihnî, hissî ve fizikî kapasitenin az yemek, az konuşmak, az uyumakla kontrol edilmesi İslâm'ın tasavvuf düşüncesinde önemli bir terbiye metodudur. Bu nefsin arındırılması işlemine tefekkür ve okumakla da katkıda bulunularak, kalbin yolculuğunda denge gözetilmiş olur. Bediüzzaman'ın "akleden kalb" ifadesinde buna işaret vardır.

Kâmil insan olma süreci, ruhî insanın ön plâna çıkması ile bir başka deyişle nefsin ve benliğin arındırılması ile mümkündür. İslam'da ruhun kemale ermesini engelleyen nefsin terbiyesi ve temizlenmesi vardır. İnsan-ı kâmil olma yolculuğu, nefse hizmet eden aklı, nefsin kumandasından çıkarmaya, nefsî istekleri meşru daire ile sınırlandırıp, aklı kalbin kumandasına vermeye bağlıdır. Yolculuk esnasında da ifrat ve tefritlere düşmemek için, kalbî, ruhî hayatı, akıl ve mantıkla dengelemek gerekir. Kişi, bu nefis terbiyesini ya velâyet yolu ile (az konuş, az ye, az uyu) veya fikir (akıl) yolu ile (şuur ve tefekkür) veya ikisinin birleşimi olan "akleden kalb reşha" ile yapabilir. Şeytan, nefsin isteklerini kullanarak insan kalbine fısıldar ve ona fesatlık eker. İnsanı bir gemiye benzetirsek, tayfa, personeli-nefsi ve onun arzularını temsil eder; geminin tertip ve düzeninden sorumludur. Kaptan da ruhu temsil eder; gidilecek hedefe gemiyi götürmekten mesuldür. Akıl da hem tayfaya hem de kaptana hizmet edebilecek bir problem çözme ve ihtiyaçları giderme âletidir. İslâm'da nefis terbiye edilip arındırıldıktan sonra, insanı kâmil olma yolunda Kalbin Zümrüt Tepeleri'ne yolculuk başlar. Ruh ve kalbin hayat derecelerine girildiğinde, ruha ev sahipliği yapan biyolojik bedenin santrali olan nefsin ihtiyaçları meşru dairede karşılanır. Ancak cismanî ve beden merkezli hayat sürüldüğünde de çoğu defa, ruhun kendini ifade etmesine ve tekâmülüne sed çekilir. İnsan, nefsini ıslah ettiğinde kalb ve nefis arasındaki zıtlaşma da sona erer. Kalb ilhamlara açık hâle gelir. Ruhun bir başka alt kolu olan vicdan da, ruhun sözcüsü olup, nefse doğruyu, güzeli hakikati sürekli bildirir. İslâm'da nefis öldürülmez ancak ıslah edilip, ruhun inkişafına mâni olmayacak seviyede arındırılır. Çünkü nefsin ölmesi demek, biyolojik sistemin çökmesi ve ruhun âhiret âlemine göç etmesi mânâsına gelir. Vicdan, ruhun bir alt lâtifesi olarak, insana iyiyi-doğruyu hatırlatan bir merkezdir. İnsanda ruhun sözcülüğünü vicdan yaparken nefsin sözcülüğünü insî ve cinnî şeytanlar yapar.

Kişi, dikkat ve enerjisini ön beyniyle kontrol edip şuurlu şekilde yönlendirmek isterse (nefs-i emmareden nefs-i levvame derecesine çıkmak isterse), kendi üzerinde gözlem yapması ve kendi üzerinde çalışması gerekmektedir. Normalde hayatını arka beynin kontrolünde otomatik pilotla sürdürmeye yatkın olarak yaratılmış insanın asıl vazifesi, şuurlu davranışlarla yönlendirilen bir hayat sürmek ve ülfet-gaflet tuzağına düşmemektir.

Özetlersek, insanın kendini bilmesi ve tanıması, her işin başlangıç kısmını oluşturur. Eski çağlarda filozofların kapısında "kendini bil" yazılı imiş. "Kendini bilen Rabbini bilir, kendini unutan Rabbini de unutur" sözü de bu noktada çok mânâlıdır. Kur'an'da tefekkürün enfüsî ve âfâkî olmak üzere iki tarzda gerçekleştiği belirtilir. Bediüzzaman, enfüsî tefekkürü tamamlamayan insanın âfâkî tefekküre daldığında boğulacağı üzerinde durur. Enfüsî tefekkür, insanın kendi mâhiyetini keşfetmesi, kendi üzerinde gözlem ve çalışma yapması, üstün ve eksik taraflarının farkına varması ve bunları Rabbinin emirleri doğrultusunda şuurlu davranışlar sergileyerek kontrol edebilmesi gibi faaliyetleri kapsar.

Dr. Selim AYDIN
 

elif_01

Kayıtlı Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
22
Tepkime puanı
1
Konum
Mersin
Güzel bir paylaşım...Bu konu hakkında bilinmesi gereken bilgiler açık ve net anlatılmış...Teşekkürler URUMHAMATAHAYİL...
 

La-edri

Kayıtlı Üye
Katılım
21 Haz 2010
Mesajlar
2,195
Tepkime puanı
509
Bencede cok guzel izah edilmis, benim hosuma giden yani türkce anlasilir cümleler ile izah edilmis, cogu yazilarda daha tasavvufi terimler kullanilir ve ben o cümleleri anlamk icin saatlerce googleden cikamam :)
 
Üst