Cinin başka yere kaçmaması meselesine gelince. O da medyumluk kabiliyeti olan kişinin gözlerinin hüneriyle tahakkuk eder. Ancak buradaki maddî gözümüz değildir. Çünki biz cinleri, beş duyu organımızdan biri olan göz ile değil beynimizdeki görme ile müşahede ederiz. Manyetik akım, el, göz ve nefesten farklı farklı frekansta çıkar. Gözden çıkan bir şua, cini olduğu yerde sabitler, kımıldayamaz hâle getirir. İnsan gözünü kıpırdatmadan, cini bulunduğu yere âdeta mıhlar. Belki cin çeşitli kılıklara girebilir, korku veren görüntü gösterebilir, ama insanın bu konudaki üstünlüğü tartışılmaz. İnsanlar arasında meşhur "göz hapsi” deyimi tam bu hâdise için de geçerlidir. Nazar devam ederken cin bir yere kaçamaz. Bu arada okunacak olan tılsımat-ı Kur’âniye dediğimiz âyet ve dualarla cinin üzerine gönderilen manyetik nefes onu nötr hâle getirir, yâni öldürür. Ama gönderilen akıma göre bu yaralanma veya zarar verme şeklinde de olur. Doğuştan medyumluk özelliği olan kişiye “sen bu işi bırak, niçin bu işle uğraşıyorsun vs.” gibi sözler metafizik âlemi bilmemek demektir. Yâni sen meşgul olmasan da, metafizik âlemden bir geçit bulan cinnî, muhakkak seni bulacak, seninle muhatap olup, diyalog kuracaktır. Kendi ihtiyacı ve bünyesine göre senden enerji alacak, belki bunun karşılığında sana birçok bilgi verecektir. Ancak uyanık olmakta fayda vardır ki, o cin insanı günaha götürmesin ve aldatmasın. Burada şu hakikati öğrenmiş oluyoruz: Aynı dünyada ayrı boyutlarda yaşayan, farklı vücut yapısına sahip, iki ayrı ve şuurlu canlı türü öyle kolay kolay birbiriyle muhatap olup, tesir edemiyor. Bu konuda gereksiz endişe ve evham duymaktan, ürperip korkmaktan, uzak olmalıyız.