Elektronik müzik nedir? Trance

yule

Elit Üye
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
3,136
Tepkime puanı
1,526
İş
Parapsikolog & Enerji Terapist /Sosyolog
Elektronik müzik denince aklımıza dijital seslerden oluşmuş bir müzik harmanı geliyor.
Gerek içerisinde yaşattığı duygu yoğunlundaki hüzün,
gerekse hızlanan ritimle birleşmiş karmaşık ama eğlenceli bir yolculuk.
DJ ve Prodüktörlerin kaptan, mekanların uçak, bizlerin ise yolcular olduğumuz bu serüvenin öncesini merak
edenler için küçük bir elektronik araştırma yaptık. Merak edenlere elektronik müziğin dünü, bu günü.
Geleceği ise derin sularda yatan güzellikler gibi büyük bir soru işareti...

The Birth Of Synthesizer:

Elektronik müziğin ilk örneklerine Rusya civarında rastlıyoruz.
Bu müziğinin hükümdarı olarak bilinen 'Leon Theremin' ilk sentezlemelerini yapıp bu işe bir start verdi.
Hiçbir enstrüman kullanmadan müziğini harcında,
elektromanyetik dalgalar kullanarak müzikte yeni dizaynlar yarattı.
'Theremin'in enstrüman çalanların hareketlerine ve müziklerin ölçülerine bağlı olarak farklı
tonlarda ve yüksek seviyelerde üretimleri bulunuyor.

New Sounds(1960):

20. yüzyıla ait seslerle yep yeni üretimler başladı.
Eric Satie ve Arnold Schonberg tarafından elektro-müzikte yeni matematiksel kavramlar(vuruşlar)
oluşturmak için mekanik seslerin ustası olan Luigi Russolo ve Mauricio Kagel'e teklif götürdüler.
İkilinin mekanik sesleri gibi yeni konseptler hızla yayılmaktadır. Öncelikle Karlheinz Stockhausen
elektronik müzik yapma şansını yakalar. 1958'de ilk elektronik piyano ve 1965'te
ilk Analog Synthsizer'ın yapılmasından sonra elektronik sesler modern müzik alanında yayılır.
Ve 1960'lı yılların sonunda ilk elektronik müzik grupları ortaya çıkar...

Pink Floyd, Emerson Lake & Palmer, The Residents...
Soul-Disco-Funk(1970): 70'lere gelindiğinde soul ve funk akımı diskolarda ki hakimiyetine başladı.
Bununla birlikte 70'den önce yapılmış olan sentezlerle 'Giorgio Moroder', elektronik disko müziğinin
olmasını sağladı.
Ardından 'Gospel'in yüksek enerjili (Hİ NRG) çalışmaları gay clublarını aşarak, NY'de Sal Soul diye
isimlendirilmeye başlandı.


Kraftwerk :
Bu olaylardan 1 sene sonra il elektronik müzik grubu Kraftwerk kurulur.
Ralf Hutter, Florian Schneider'dan dan oluşan grup, ayrıca drum machine kullanan ilk grupta olur.
Davul seslerinin bu mekanikleşmiş hallerini ve elektronik conseptleri en üst seviyede tutmuş ve ortaya
'Autobahn'(1974), 'The Man Machine'(1978) gibi elektronik klasiklerini yarattılar.
1970'den itibaren Jean-Micheal Jarre, Tangerine Dream gibi genç isimler ortaya çıkar. San Francisco'da
ise Alan Vega ve Martin Rev, 80'lerden bugüne elektronik müziğin gelişmesine çeşitli katkıları
olacak "Suicide"ı kurarlar

New Wave:

70'lerde Kraftwerk tarafından ilk tohumlar atıldıktan sonra Throbbing Gristle,
Human League, Ultravox, Cabaret Voltaire, Devo, Yellow Magic Orchestra (from japon),
Simple Minds, Joy Divition , Pere Ubu ,Orchestral Manoeuveres In The Dark ve Gary Numan Krafwerk'in
yolunda listelerin zirvelerinde dolaşmaya başladı.

US Pre-House:

NY'de çalan club hitlerinde tiz notaları ve ritimleri terbiye edip büyüterek ortaya
insanları motive eden, hazırlayan bir tür çalınıyordu. David Moroles ve Tony Humphries gibi
ünlü DJ'ler Paradise Garage club'a gelerek günün trendini oluşturuyorlardı.
O sıralar Frankie Knuckles'da Chicago'da Warehouse'da DJ'lik statüsünü kazanmıştı.
Bu gelişmeler olurken Farley Keith ve Juan Atkins ortak üretim olan 'Hot Mix 5' i Detroit'de çıkarttılar.

The New Romantics:

1980'li yıllarda Elektro-Visage, Depeche Mode, Yazoo, Heaven 17, Yello, Klaus, Nomi, D.A.F.,
Japon yeni elektronik sitilleri olan yöresel müziklerine yatkın yeni jenerasyonun taze slow'larını yaratmışlardı.
Paradise Club'ın açılmasından iki yıl önce ünlü DJ Larry Levan tarafından '4 to The Floor' iyi bir biçimde sağlanmıştı,
Garage House'da.
Up tempo'nun versiyonlarını ve müziksel sitillerini NY Club House'da belirleyen David Moroles, Robert Clivilles,
David Cole , Musto&Bones ve Todd Terry gibi DJ ve yapımcılar oldu.
House’un ortaya çıkışı ve gelişimi



70'ler boyunca gittikçe bir çılgınlık haline gelen Disco 80'lerin başında kendini tüketti. Basın Disco'nun öldüğünü ilan etti ve bir "Disco Suck" kampanyası başlattı. İnsanlar tuhaf bir şekilde Chicago’da Komishi parkında biraraya gelip eski Disco plaklarını yaktılar. Oysa Disco ölmemiş, çıkış noktası olan underground'a dönmüştü.

Disco’nun ardından dans müziği New York’ta ve Chicago’da farklı yönlerde ilerledi. Bu dönemde Paradise Garage'ın efsanevi Dj'i Larry Levan, Funk, Soul, Disco ve biraz da New Wave etkileri taşıyan bir müzik çalıyordu. Yoğun ve güçlü baslar, Gospel etkisi taşıyan duygusal vokallerden oluşan bu müzik Garage sound'unun ilk örneğiydi. New York’ta gelişen Garage, Disco'nun devamıydı diyebiliriz.

Chicago’da ise vokal yerine daha elektronik seslerin yeraldığı House ortaya çıktı. Chicago sound’una Deep House da deniyordu. Disco'dan House'a geçiş oldukça yumuşak ve belirsiz oldu. 1987 Disco, Garage ve House'un aynı anda hatta birarada varolduğu bir yıldı.

Larry Levan gibi Dj'ler, Chicago, New York ve Detroit'ten gelen son house prodüksiyonlarını setlerine katıyorlardı. New York'taki Sound Factory Bar gibi mekanlarda Disco ve House birarada çalınıyordu.

HI-NRG ve arayışlar...

Disco ile House arasındaki geçiş döneminde Hi-NRG adı verilen bir müzik türü ortaya çıktı. Adından da anlaşılabileceği gibi oldukça hızlı bir dans müzik olan Hi-NRG'de arada yumuşama, durulma bölümleri yoktu. Hi-NRG tam da Disco'nun underground'a çekildiği bir dönemde ortaya çıktı. Gloria Gaynor'ın 'Never Can Say Goodbye'ı Hi-NRG etkisi taşıyan ilk parçaydı. Hi-NRG büyük ölçüde Cerrone ve Giorgio Moroder'in Euro-Disco sound'unun etkilerini taşıyordu.

Kısa süre sonra son derece hızlı, duygusallıktan uzak, monoton ve yoğun erotik göndermeleri olan bu müzik kulüplerde çalınmaya başladı. Hi-NRG prodüktörleri hem high-tech, ve bir o kadar da ilkel bir sound'un peşindeydiler.

Basit melodik yapılar hem insanların hoşuna gidiyor hem de kulüpteki herkesin bir bütün haline gelmesini kolaylaştırıyordu. 80'lerin ortasında House'un güçlenmesiyle Hi-NRG kulüplerden çekildi fakat 80'lerin pop müziği üzerindeki etkisi bir süre daha devam etti.

Disco'nun olanakları tükenmiş, prodüktörler ise kendilerini Hi-NRG'nin monotonluğuna kaptırmışken, Chicago ve New York'taki Dj'ler teknolojiyle duygusallığın biraraya geldiği, aşağı yukarı 120 bpm civarında bir müzik arayışı içindeydiler.

Bu arayışlar basit bas melodileri ve "four to the floor" ritmi üzerine Chicago'da teknik oyunlardan, New York'ta ise gospel ve soul etkisindeki vokallerden oluşan iki farklı yönde ilerledi. New York’ta Disco’nun çıkışında önemli rol oynayan Paradise Garage gibi , Chicago’daki Warehouse da House müziğin doğduğu yer oldu.

Warehouse ve Frankie Knuckles...

House'un ortaya çıkışındaki önemli isimlerden biri olan Frankie Knuckles, Larry Levan gibi, liste başı parçalar çalmak yerine underground alanlarda dolanan bir Dj'di.

1977'de Chicago'daki Warehouse'un açılış gecesine davet edilmişti. Sonraları House müzik adını bu kulüpten aldı. Knuckles bundan sonra birkaç kez daha Warehouse'ta çaldı. Warehouse'taki dinleyici kitlesi Knuckles'ın çok hoşuna gitmişti.

Chicago'dakiler New York'a göre daha hızlı ve sert bir sounddan hoşlanıyorlardı. Özellikle Warehouse'ta Avrupa kökenli avant-guarde çalışmalara yoğun bir ilgi vardı.Chicago gençliği Kraftwerk'i Barry White'a tercih ediyordu.

Funk, Avrupa dans müziği ve teknoloji faktörü House'un temelini oluşturdu. Bu dönemde çalınan parçalara "şarkı" yerine "track" demeye başladı. Bu terim şarkının tekbaşına varlığının yanısıra, Dj setinin bir parçası, bir birimi olduğunu da ifade ediyordu.

Disco ve Hip-hop gibi House da önce bir Dj tarzı olarak ortaya çıktı, daha sonra bu tarzda müziklerin plağa basılmasıyla bir müzik türü haline geldi. House’un ortaya çıkışıyla bilinen sounduna ulaşması da on yıllık bir süreci kapsıyor.

O dönemde basılan plaklardan hangisinin ilk House plağı olduğu konusu oldukça tartışmalı. Fakat birçok kaynağa göre Jesse Saunders’ın Mitchball’dan çıkan "Fantasy" ve "I Like To Do It In Fast Cars" ı ilk House parçaları sayılıyor. Şimdi kulağa oldukça eski gelen bu parçalar minimal ritm yapısı ve synthesizer cızırtılarıyla 15 yıl önce insanlar için son derece yeni ve inanılmazdı. Dinleyenler önce neye uğradığını şaşırıyor, bir süre sonra da dansetmeye başlıyorlardı.

The Music Box...

Bu dönemde Chicago’da "The Music Box" adlı kulüp açıldı. Aynı zamanda Frankie Knuckles da Warehouse’ta çalmayı bıraktı. Knuckles’ın sound’u House’un temellerini ortaya atmasına rağmen hala Disco etkileri taşıyordu. The Music Box’un en önemli Dj’i olan Ron Hardy ise House olayının patlamasına sebep olan ortamı hazırladı. Hardy’nin soundu güçlü ve cesurdu.

Alışılmadık ritm yapıları kullanıyordu. Chicago’da yetişen ikinci jenerasyon Dj’ler müzikal gelişimlerinin önemli bir kısmını The Music Box’ta yaşadılar. Cesur bir sound’un kendine yer edindiği The Music Box oldukça underground bir mekandı.

Kış ortasında bile tıkabasa dolu ve deli gibi sıcak olan mekanda insanlar tişörtlerini çıkarmış, terden sırılsıklam bir şekilde dolaşıyorlardı.

Dj. Farley ve "Hot Mix 5" adlı Dj kollektivitesi (Mickey Oliver, Ralphie Rosario, Mario Diaz, Julian Perez, Steve Hurley) WBMX gibi radyolarda House müziğin partilere gitmeyen insanlar tarafından da duyulmasını sağladılar. Larry Heard ve Robert Owens "Fingers Inc."yi kurdular. Adonis, Mr. Lee, K. Alexi, Marshall Jefferson gibi prodüktörler durmaksızın parça üretiyorlardı. Lil Louis kendi partilerini düzenliyor, bu partilerde çalıyordu.

Fingers Inc. Ve Steve Hurley gibi müzisyenler House konusunda araştırmalar, deneyler yapıyor, yeni sesler arıyorlardı. Biraz da diğer Dj’lerin hiçbirinde olmayan şeyler çalabilmek amacıyla yaptıkları prodüksiyonlar tutulmaya başlayınca Dj International Records’ı kurdular. Dj International ve Larry Sherman’ın kurduğu Trax Records dönemin en önemli iki plak şirketi oldu.

Bu dönemde prodüktörler ve plak şirketleri arasında sürekli "Sen benden çaldın, o benim parçamı sample etmiş.." gibi tartışmalar ve suçlamalar sürüp gidiyordu.

1987’lerde David Morales, Todd Terry gibi isimler duyulmaya başlandı. New York’ta kapanmış olan Paradise Garage’ın yerini Blaze aldı. Frankie Knuckles "Let The Music Use You" adlı vokal House parçasını yayınladı. Bu plak bir sene sonra İngiltere’de patlak verecek olan Summer of Love’ın vazgeçilmezleri arasında yeralacaktı.

87’de House artık New York ve Chicago’nun sınırlarını aşmış, Avrupa’ya ve dünyaya yayılmaya başlamıştı. Bu yaygınlaşma sürecinde popülaritesi artarken House müzik Pop’laşmaya, Pop müzik House’laşmaya başladı. Underground’dan popülere olan kaçınılmaz evrim gerçekleşirken Detroit’teyse içten içi birşeyler kaynıyor Juan Atkins, Derrick May, Kevin Saunderson gibi isimler Techno’nun temellerini atıyorlardı. Aynı dönemde Chicago’da Dj Pierre, Roland 303 adlı bir bas makinasının içinden Acid House denen şeyi çıkardı. Acid House ve Summer of love’la İngiltere, Punk’tan bu yana en büyük gençlik olayını yaşayacak ve rave kavramı ortaya çıkacaktı.

Chicago'daki Warehouse, Powerplant, The Music Box gibi mekanlarda New York'taki Paradise Garage'ın House versiyonu yaşanıyordu. Djler 10 saat süren setler çalıyor, insanlar güneş doğarken sürünerek evlerine dönüyorlardı.

Sosyal baskılardan uzak bir ortamda kendini müziğin hükümdarlığına bırakmak dönemin ve House'un temel duygusu haline geldi. House denen şey aynı zamanda dış etkilerden uzak, sıcak ve güvenli bir ev gibiydi. Warehouse'ta gecenin "peak" noktasında Frankie Knuckles kulüpteki bütün ışıklar kapatıp kulağı sağır edecek kadar yüksek bir volümde, son hızla giden bir tren sesi çalıyordu.

Pencereleri de siyaha boyalı olan Warehouse'ta tamamen karanlığa gömülen insanlar çeşitli uyarıcı ve uyuşturucuların ve son derece tuhaf bir tren gürültüsünün etkisiyle çığlık çığlığa bağırıyorlardı. House takipçileri bir süre sonra oldukça bilinçi dinleyiciler haline geldiler.

Dj kötü bir mix yaptığı zaman bağırıp dakikasında rezil ediyorlardı, çünkü dinleyicilerin neredeyse yarısı bu işlerin nasıl yapıldığını zaten biliyordu.

The feeling...

Disco son derece neşeli ve eğlenceli bir dans müziğiydi. Disco’dan türeyen House’ta ise herşeye rağmen melankolik bir hava vardı. Endüstriyel ve elektronik seslerin hüznü işin içine girdiğinden House hem eğlenceli ve hareketli, bir yanıyla da hüzünlü ve duygusal bir müzik oldu.

Garage vokallerindeki gospel etkisi de sadece müzikal değildi, Hristiyan geleneğine ait bazı kavramlar bu müzikte yeni anlamlar kazandılar. House sevgi dolu ve doğru bir dünyada yaşama isteğini dile getiriyordu. Fakat bu istek bir amacı, inancı, ütopyaları yansıtmıyordu.

House’un eğlenceli yanı bu isteği, hüzünlü yanı ise dünyanın içinde bulunduğu durumun bilincinde olma konumunu yansıtıyordu. Onların dünyayı değiştirmek gibi bir amacı yoktu. Birşeylerin, hatta birçok şeyin yanlış olduğunu biliyorlar, bulundukları yerde yani "ev"de, beraber oldukları insanlarla güzel bir anı paylaşıyor, güzel bir anı uzatıyorlardı.

Farkındalığın verdiği hüzün ve aynı zamanda içinde bulunduğu anı en yoğun ve güzel şekliyle yaşamak bir jenerasyonun temel duygusu oldu. Sürekli bir yabancılaşma duygusu artık, gülümseyerek danseden bir kalabalığın içinde paylaşılıyordu....
 

yule

Elit Üye
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
3,136
Tepkime puanı
1,526
İş
Parapsikolog & Enerji Terapist /Sosyolog
80’lerden bu yana gelişen elektronik dans müzikleri arasında bu resme en son katılan renklerden biri olan Trance, 90’ların başında ortaya çıktı. Bir süre kenarda kaldıktan sonra 90 ortasında sağlam bir geri dönüş yaptı ve günümüzde bu türler arasında en çok tercih edilen müzik oldu.

[color=#FF0000:3gps63qv]Yeni arayışlar... [/color:3gps63qv]
Disco’dan bu yana çıkan elektronik dans müziklerinin çoğu Amerika’da ortaya çıkmış ve Avrupa’da gelişmişti. Alman kökenli Trance bu noktada bir istisna oldu.

90’ların başında House ve Techno kendilerine belli bir yer edinmiş, Acid House’un ortaya çıkışından sonra Avrupa’da ve Amerika’da ardarda yapılan büyük rave partilerle dans müziği Hardcore etkisine girmişti. Arayış içindeki müzisyenler Hardcore’dan uzaklaşırken oldukça farklı yönlere gittiler.

Hardcore’a tepki sayılabilecek Ambient, IDM (Intelligent Dance Music) gibi türler ortaya çıktı, Techno avant-guarde ve minimal bir yola girdi. Trance de bu arayış döneminin bir sonucuydu.
Sihirli formül...

Trance, 20 yıllık bir elektronik dans müziği zincirinin son halkalarından biriydi. Electronic New Wave, Industrial, Techno, Acid House, 80’lerin psikadelik müzikleri gibi birçok kaynaktan besleniyordu. 20 yılın deneyiminden güç alan Trance, son derece özgün ve yeni, bir yanıyla da insanlık tarihi kadar eskiydi.

İlkel kabilelerden günümüze farklı kültürler ve dinlerde birçok noktada yeralan müzikle transa geçme geleneği, Trance müzikte teknolojiyle buluşuyor, kabul görmesi kaçınılmaz bir formül gerçekleşmiş oluyordu.
Hardcore ve Rave’in yaygın olduğu bir zamanda ortaya çıkan Trance, başlangıçta oldukça sert ve soğuktu. Tempo ve ritmik yapı olarak Techno’ya benziyordu.

Güçlü bas melodileri üzerine, Acid House’un ortaya çıkmasına sebep olan TBR-303 ve çeşitli synthesizer kaynaklı seslerden oluşan üst melodiler Trance’in belkemiğini oluşturdu. Bu dönemde Avrupa’da yaygın olarak dinlenen "Euro" ya da "Club" denen melodik bir House türevi de Trance’in gelişiminde etkili oldu.

Euro’da tekrar edilen canlı ve duygusal melodiler, Trance’te birtakım değişimlere uğrayarak neredeyse durmaksızın devam ediyordu. Genellikle parça beat seviyesinin düşmesiyle bir noktada duruluyor, dinleyici melodiye odaklanıp bekletildikten sonra, beat canlanmış ve yenilenmiş bir halde tekrar müziğe giriyordu. Böylece takip edilen melodi uzatılarak müzikte bir anlatı ortaya çıkıyordu.
[color=#FF0000:3gps63qv]Frankfurt Acperience...[/color:3gps63qv]

1991 yılında Dj Dag Lerner ve Rolf Elmer’ın "dance2trance" parçası Trance müziğe adını verdi.

Bu sırada Frankfurt kökenli Harthouse, Eye Q Records, R&S gibi Label’lar Trance’in gelişiminde önemli rol oynadı. Harthouse’u kuran Sven Vath, Heinz Roth Mathias Hoffman bu yönde çalışmalar yaptılar. Lerner ve Rolf’un "We Came In Peace" ve Hardfloor’un "Hardtrance Acperience" adlı parçaları erken dönem Trance sound’unun belirleyicisi oldu.

Arpeggiators, Spicelab, Barbarella, Oliver Lieb, Cosmic Baby gibi isimler ardarda Trance prodüksiyonları yaptılar.

[color=#FF0000:3gps63qv]İngiltere’den Goa’ya... [/color:3gps63qv]



Paul Oakenfold gibi Dj’ler sayesinde İngiltere’de popülarite kazanan Trance; Acid Trance, Hard Trance, Ambient Trance gibi alttürlerin ortaya çıkmasına sebep oldu.

Avrupa’dan Hindistan ve Tayland’a kadar ulaştı, Psytrance ve Goatrance gibi belirgin ve güçlü bir yola girdi. Fransa’da Robert Miles, BT ve Sash gibi prodüktörlerin çalışmaları; Almanya’da ise Dj Taucher ve Paul Van Dyk gibi Dj’lerin etkisiyle Trance bugün dinlediğimiz haline yaklaşmaya başladı.



Sasha ve John Digweed New York’taki Twilo adlı kulüpte Amerika’yı Trance’le tanıştırdılar. 90’ların sonuna doğru Vincent de Moor ve Ferry Corsten gibi isimlerle Trance mainstream chart’lara girmeye başladı. "Carte Blanche", "Out of the Blue" gibi parçalar dünya çapında hit oldu. İnsanların bir zamanlar burun kıvırdığı Trance tüm dünyayı sardı ve elektronik dans müziğine büyük ölçüde hakim oldu.

Trance yaygınlaştığı ölçüde kötü taklitler ve seviyesiz prodüksiyonlar da arttı. Toplama Trance albümleri kamyon dolusu satmaya başladı, her yıl yenilenen Anthem’leri televizyondaki programların jingle’larına kadar girdi.

[color=#FF0000:3gps63qv]Progressive yönelimler... [/color:3gps63qv]

2000’lere doğru artık yılın Dj’leri sıralamalarında Sasha, Digweed, Paul Oakenfold, Paul van Dyke gibi Trance üstadları en üst sıralarda köşe kapmaca oynuyordu.



Onlar Trance’in temel özelliklerinden ayrılmadan tarzlarını geliştirmeye, farklı türleri de müziklerine katmaya başladılar. Ortalıkta dolanıp duran neşeli ve yüzeysel taklitlerin aksine, gitgide daha karanlık ve house’a yaklaşan soundlara doğru ilerlediler.

Progressive Trance’le beraber Trance, pop müziğin vokal gücünü de arkasına aldı. Yapılan her yenilik bambaşka bir sonuç ortaya çıkardığından birbirinden son derece farklı soundlar gelişti ve trance etrafında dolanan Dj’ler büyük ölçüde kişisel ve özgün tarzlar oluşturma imkanı buldular.



Tiesto, ATB gibi isimler boş kalan Anthem sahasını doldururken, Steve Lawler, Sander Kleinenberg gibi isimler Trance içinde farklı yönler çizdiler.

[color=#FF0000:3gps63qv]Hare hare... [/color:3gps63qv]

Trance müziğin temelini oluşturan, insanı bir tür transa sokan yapı aslında müziğin temel özelliklerinden biri.

Bu özellik doğanın seslerinde de, hayvan seslerinde de, Reggae’de de, Bach’ın kanonlarında da var.

Bu özellik tekrara ve takip edilebilen bir melodiye bağlı. Tekrarlar sıkıcı görünse de insanı transa sokan şey, bu sıkıcılığın kendisi. Afrika kabile müziği, Sufi müziği, ve birçok dindeki ilahiler de bu özelliği taşıyor.

Budizm’deki mantralara, Hare Krishna’ların ayin müziklerine baktığımızda sürekli tekrarlar ve belli bir melodi üzerindeki varyasyonların insanları güçlü bir şekilde etkilediğini görüyoruz. Bu yapı dinleyicinin zihninde ayrıksı bir trans alanı oluşturuyor ve kişi varyasyonları takip ederken düşünme sürecine girerek bir iç yolculuğa çıkıyor.

Belli belirsiz sesler dinleyicinin dikkatinin hassaslaşmasına yolaçıyor. Müziği oluşturan seslere belli anlamlar, roller yükleniyor ve melodinin akışı içinde bir anlatı oluşuyor.

[color=#FF0000:3gps63qv]Kemerlerinizi bağlayın... [/color:3gps63qv]

Diğer müziklerde melodi kısa tutularak tekrar edildiyor. Trance’te ise melodi bütün bir şarkıya yayıldığından parçanın içindeki anlatı kendi içinde giriş, gelişme ve sonucu olan anlatı bir öykü oluşturuyor.

Bu öyküler planlı bir set içinde anlamlı bir bütün olarak dizildiğinde ve işlendiğinde ise müzik dinleme deneyiminin kendisi bir iç yolculuğa dönüşüyor.

Üstelik malzeme aynı olsa da her dinleyici kendi zihninde kendi öyküsünü oluşturduğundan Trance etkileşimli olma özelliğini de taşıyor.

Bu nedenle partilerde ve kulüplerde kalabalığı yönlendiren, yolculuğa çıkaran Dj’lere halk arasında "pilot" adı veriliyor. İnsan psikolojisi, ortamın atmosferi, enerji etkileşimi Trance konusunda son derece önemli.

Dolayısıyla, kendini müziğe katmayı reddeden dinleyiciler Dj’i, suya götürüp susuz getiren Dj’ler ise dinleyicileri üzüyor. Pagan toplumlarında Şaman davullarıyla yapılan trans ayinleri günlerce sürerdi. Şimdi de kulüplerde ve partilerde teknolojinin şamanları olan Dj’ler iç yolculuklarımıza yön veriyor.

Olumlu şartlar altında gerçekleşen bir Trance partisinde ise bu yolculuğu kendine dair bir çok şey öğrenmiş, duygularına isim vermiş, hayat deneyimi edinmiş ve bunları tek bir söz söylemeden insanlarla paylaşmış olarak sonlandırmak mümkün.

Yapmanız gereken tek şey gözlerinizi kapayıp kendinizi açmak...

Trance; 1990lu yılların başlarında Avrupa’da gelecek vaad eden bir müzik türü olarak çıktı. Günümüzde de bu özelliğini devam ettiren, ümit verici mizik türlerinden biridir.

Trance Müziği çok geniş bir kapsama sahiptir; dinlendiği ve etkilediği alan düşünülürse, sınırlanın çok ötesine geçmiştir. Günümüzdeki popüler gruplar, sanatçılar, müziğin içinde bulunan kişiler arasındaki ortak görüş trance soundunun tüm albümlerin içine dahil edilmesinin çok doğru olduğudur.Trance başlangıçta ticari olmayan bir müzik türüyken; daha sonraları, her geçen gün daha fazla kişiye ulaşmaya başlayarak popüler bir müzik türü haline gelmiştir.

Artık, MTV ve Viva gibi popüler müzik çalan kanallarda ve basında çokça yer almaktadır.

Trance müziği; yetenekli Trance müziği Djleri, prodüktörleri ve büyük yapım şirketleri sayesinde popüler olmaya başlamıştır.Bu popülerlik sayesinde Pop ve Rock müziği yıldızları; Trance müziğinin bestecileri ve prodüktörleri ile iş birliği yapmaya başlamışlar ve bu soundu albümlerine katmaya başlamışlardır. Bu duruma en iyi örnek Madonna’nın “olgunlaşma çağından” olan albüm“Ray of Light 1998” dir. Bu albümün nerdeyse yarısında yüksek bir kaliteye sahip semi-trance soundunu hissedebilirsiniz.
 

yule

Elit Üye
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
3,136
Tepkime puanı
1,526
İş
Parapsikolog & Enerji Terapist /Sosyolog



Tam ortada Trance’ın merkezinde bulunan Euro Trance, Trance’in en doğal formunda, anlaşılması en kolay türüdür. Euro Trance genelde, hep canlandırıcı özelliği, çoğunlukla 140-145 Bpm de olan ve içindeki büyük ayrımlı Bass özelliği ile, genelde epey ağır ve bir bayan vokalli sounda sahip olan bir türdür.

İçinde büyük ayrımlar/ kıvrımlar/ inişler göstererek; Trance Müziğinin bu stili vokalleri ile birlikte ‘Ticari Trance’ türünü oluşturuyor diyebiliriz. Bu tarz Trance; ‘İyi hisset’-"feel good" kategorisine girer ve başlangıç noktası bu görüşdür. Keskin çizgileri ile Euro Trance, bazı şartlarda Hard Trance olarak da adlandırılabilir.
Goa Trance


Goa Trance; elektronik müziğin bir formu olup, Hindistan’ın bir bölgesi olan Goa’da ortaya çıkmıştır. Müzik; popüleritesini kökleri Goa bölgesindeki, 1960lı yılların sonları, 1970li yılların başındaki ‘hippi mecca’dan alır. Buna rağmen günümzdeki Goa Trance stili o zamanlardaki gibi aynı şekilde varolmamaktadır.

1970li ve 1980li yıllardaki turist akımından sonra, bir grup merkez olarak Goa’da kalmış, müzikdeki gelişmelere ve müziğin yanında diğer aktivitelerle; yoga, eğlenceler eşliğinde uyuşturucu kullanımı ve çeşitli ‘New Age’ akımlarına konsantre olmuşlardır.

Techno stiline giriş ve Goa Tekniği ile Goa Trance stiline dönüşmüş ve ilk öncüleri ile ‘Goa Gill’ ve ‘Mark Allen’ olmuştur. Bir çok ‘partiler’ (alemlere benzeyen) ile Goa döndürülerek tamamen bu tarz müziğin içine girerek diğer ülkelerde de bu ‘alemlerde’, festival ve partilerde de çoğu zaman çalınan, Trance’ın diğer stilleri ve Techno ile birleşme sağlamıştır.

Goa, esasen ‘Dance-Trance’ müziği olarak (oluşum yıllarında Trance Dance olarak işaret ediliyordu) enerjik temposu ile, genelde hep 4/4 ve 16.dan 32. notaya gider.

Türüne özgü bu sayı ile parçanın ikinci yarısında çok daha enerjik bir yapı kurulur ve sonra oldukça incelerek/ azalarak sona hızlı bir şekilde varır.

Genelde 8-12 dk. arasında sürer, diğer Trance türlerine göre farkedebilinen, daha güçlü bass çizgilerine sahiptir ve canlı soundları içinde bastırma özelliği vardır.

Goa Trance partilerinin farkedebilinen, ayırd edici bazı özellikleri vardır: “flouro (ışınır/floresan özelliği), kullanımı kıyafetlerde ve dekorasyonda görülebilir. Bu görüntüler genellikle Hinduluk ve diğer dini (özellikle doğu)ayinlerde rastlanan, mantarlar (ve diğer uyuşturucunun gösterdiği görüntüler) şamanizm ve teknolojik şeyler ile ilişkili olmuştur.

Goa Trance’ın İsrail’de önemli bir sayıda takipçisi vardır. Bunun sebebide ‘eğlence kabilinden’, bu bölgeye gelen askerlerdir. Şimdi Goa Trance’ın büyük bölümü İsrail’de prodükte edilmektedir. Ama bu prodüksiyon ve tüketim demin de söylediğimiz sebep yüzünden aslında global bir fenomendir.

Goa Trance etkilenmiş olarak 1990’lı yılların 2.yarısında sonra Psychedelic Trance’ a dönüşmüştür. Trance’ın diğer türlerine nazaran iki türde genellikle ticari olmayan ve pek de bilinmeyen türler olarak kalmışlardır.

Goa Soundu genellikle clublarda ve Ibiza gibi eğlence yerlerinde, partilerde ve festivallerde rastlanan bir türdür. Çok kısa bir dönem için 1990lı yılların ortalarında, Paul Oakenfold da içinde bulunduğu bazı Djlerin desteği sayesinde, anlamlı bir ticari başarı kazanmıştır. ‘Adı duyulmamış sanatçı’ muhtemel Goa Trance yıldızı olmaya en yaklaşmış kişidir.
Psychedelic Trance


Psychedelic Trance (genellikle Psy Trance isimiyle hatırlanan), Trance müziğinin bir başka türüdür ve 1990lı yılların sonuna doğru geliştirilmiştir.

Trance müziğinin diğer türlerindne olan house ve technoya nazaran daha hızlı bir tempoya sahiptir; dakikada 125-150 Bpm. Bu türün çok güçlü bir bass soundu vardır ve devamlılığı olan bu temposu ile diğer bir çok ritme göre farklılıklar gösterir.

Trance’in bu türü, İngiletere’de çok popülerdi. Ama doğru söylemek gerekirse global bir fenomendir; ve çok ilginçtir ki bir çok Amerikalı ve israilli sanatçı tarafından da temsil edilmektedir.

2002 yılında bir çok japon sanatçı, ingiliz djlerden etkilenerek bu türü kullanmaya başlamışlardır. Dünyanın her yerinde bulunan clublarda ve dans pistlerinde minimalist trance, progressive trance, ambient trance ve goa trance ile beraber psychedelic trance da çalınmaktadır. Goa ve Psychedelic trance müziğinin karışımı bir çok trance dinleyicisi tarafından çok popüler bir müzik türü olmuştur.

Psychedelic trance yapan bazı popüler sanatçılar arasında Astral Projection, Space, Tribe, Infected Mushroom, Atmos, Total Eclipse, Cosmusis ve Simon Postford’u sayabiliriz. Psychedelic trance genelde açık hava festivallerinde çalınan bir türdür.

Bu festivallere giden kişilerin "büyük bölümü", tartışmasız, Magic Mushroom (Sihirli Mantarlar) ve LSD kullanırlar. Festivaller genellikle min. 24 saat süren etkinliklerdir
Ambient Trance

Progressive trance’in öncüsü olarak çıkan Ambient trance, trance türleri arasında; hayalci, hipnotize edici, kültürlü diyebileceğimiz bir stili vardır. Genellikle Alman yapımı olup atmosferik/ havadar mekanlarda epik melodik dizisi halinde ve bazende senfonik düzenlemelere sahip bir türdür.

Ticari olduğu düşüncesine kapılınmamalıdır, Ambient Trancedaki ortak görüşe göre ünlü sanatçıları olarak ATB veya Darude’i sayabiliriz.

Zaman zaman erken acid hareketinden bazı ögeler ödünç alarak; örnek olarak “rezzy 303 leads” ve minimal perkisyonu, kendine Goa Trance’in tinsel ögelerini ilk marka olduktan sonra içine alan Ambient Trance, genelde unutulmuş ama etkiliyici stili ve eğlendirici tarzı ile müzikte hep varolmuştur.

Bazen “old school trance’ı” olarak da adlandırılmıştır. Bunun da sebebi şimdi popüler olan daha sert tarzlara göre daha geride kalmış olmasıdır.
Ambient Trance, dans müziği tarihçesinde içinde spesifik ögeler olan bir tarz olarak varolmuştur.

Güncel club yönlü sesler ile, ambient albümleri; Orb ve diğer ilk dans öncüleri tarafından mix yapılan, bir çok prodüktörler ve Almanya ile İngilteredeki Djler sayesinde dikkat çekmeye başlamışlardır.

1990ın ilk yıllarında Alman müzik adamı Harold Bluchel (Aka Cosmic Baby) klasik piyano ve sintizayzır melodileri ile deneme yaparak techno ritimlerine kontrast oluşturmuştur; ve 1993 yılında, günümüzdeki en popüler trance şarkılarından olan “Cafe Del Mar” (pseudonym energy 52) ortaya çıkmıştır. Ve bu şarkı hala günümüzde mixlenmektedir.

Şimdi veya daha sonrası içinde Trance’ın belkide en verimli figürü olarak söyliyebileceğimiz isim Oliver Lieb dir. Sayabileceğimiz diğer isimler ise; Paragliders, The Ambosh, Spice Lab ve LSG dir.

Lieb, 90lı yıllarda her trance prodüksiyonunu remixlemiş ve bugün bile çalışmalarına devam etmektedir. Albümleri çoğu tarzı kapsar; tribal etnik fusiondan tutun spacey trance’a den techno’a kadar.
Lieb, Paul Van Dyk gibi kişiler trance müziğinin tanrısı sayılan kişiler olarak düşünülmektedir.

Böyle düşünülmesini sağlayan çok fazla sebep vardır; neden çünkü bu kişiler sayesinde, tarz hala çok güçlü ve önemli olarak dünya dans kültürü içinde varolmaktadır.

Bütün tarzlar gibi, Ambient Trance da 90lı yılların ortalarında değişimler göstermeye başlamıştır. Artık daha sert ve daha progressive bir sounda sahip olmuştur.

Ama bunun yanında bir çok prodüktör hala aynı şekilde “intelligent trance” ile aynı çizgide devam etmektedirler. Bunların arasında Humate, Salt Tank, Lieb ve Paul Van Dyk sayılabilecek isimlerdir.

Bir çok dans müzik hayranı; Trance’ın ilk ve 90lı yılların ortalarına kadar olan dönemdeki en güzel ve en esaslı albümleri “good old days”/ “ eski iyi günler” hala günümzde hatırlanmaktadır.
Progressive Trance
 

Doganay

Kayıtlı Üye
Katılım
27 Ara 2008
Mesajlar
177
Tepkime puanı
13
Konum
Eskişehir
selamlar future trance denilen şey de bir trance türümü? Ayrıca vocal trance denilen tür ayrı bi tür mü yoksa başta bahsettiğin european trance içinde mi kabul ediliyor?
 

yule

Elit Üye
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
3,136
Tepkime puanı
1,526
İş
Parapsikolog & Enerji Terapist /Sosyolog
hepsi trans türleri ayrı bir tür diil söylediklerin
 

Doganay

Kayıtlı Üye
Katılım
27 Ara 2008
Mesajlar
177
Tepkime puanı
13
Konum
Eskişehir
öyleyse bunlar bir trance türü ama alt türlerde deil. Yani vocal trance european trance a dahil deil ondan ayrı bir tür. Bide future trance ın farkı nedir diğer türlere göre?
Bilgilendirdiğin için teşekkür ederim:hurray:
 
Üst