Ebrû Sanatı ve Tasavvuf

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Ebru sanatının nerede, ne zaman başladığı henüz kesin olarak bilinmemektedir. Başlangıcından günümüze kadar, kȃğıt ve kitap süsleme sanatı olmasının yanı sıra cam, seramik, ahşap ve kumaşlarda da ebru kullanılmıştır.

Ebrulu desenlere, Mısır’da bulunan M.Ö. 1365 tarihli cam şişelerde, taraklı ve gel-git ebrularını andıran desenlere rastlanması, bu desenlerin, antik çağlardan beri beğeni gördüğünü göstermektedir. Çin’de Sung Hanedanlığı zamanından kalma (960-1279) bazı çömleklerde, battal ebrularının benzeri desenlere rastlanmaktadır. Aynı yıllarda Japonya’da Sumi ressamlarının fırçalarını temizlemek için batırdıkları suyun yüzünde biriken boyaların, başka bir kâğıda alınarak bulunduğu tahmin edilen “Simunagashi” tekniği vardı.

Ebrunun, Uzakdoğu’daki bu ilk örnekleri ile daha sonra Türkler, İranlılar ve batı ülkelerinde de geliştirilen biçimlerinin arasında bir ilişki olup olmadığı tam anlamıyla bilinememektedir. Ancak, bugün bilinen modern ebrunun, XIII. asırda Türkistan’da, Semerkant’ta ve XIV. asırda İran’ın doğusunda bulunan Herat yöresinde yapıldığı ve daha sonra İstanbul’a kadar yayıldığı kabul edilmektedir.

Zaman içerisinde ebru desenli kȃğıtlar, devlet belgelerinde ve resmî yazışmalarda zemin olarak kullanılmaya başlanmıştır. Üzerinde ebru sanatı bulunan bu kȃğıtlar, bir yandan belge üzerinde daha sonra yapılması mümkün olabilecek bir değişikliğe engel olurken, diğer yandan belgenin bir aynısının daha yapılabilir olmasını engelleyerek, belgenin güvenliğini sağlıyordu. Günümüzde çek, senet ve kȃğıt paralar üzerindeki karmaşık desenlerin oluşturulmasındaki mantıkla aynı paralelde olan bu yöntem, daha güvenli olması sebebiyle aharsız kȃğıtlar üzerinde uygulanmaktaydı. Bu ebru desenlerinin, tasarımlarının ve boy reçetelerinin nasıl yapıldığına dair bilgiler, yalnızca belirli ve az sayıda ustalar tarafından bilinmekteydi.

Felsefesi ve Tasavvuf

"Bazı günler, şafak veya gurup vakti ufka bakarsınız; kırmızı, sarı, lacivert ve mavi renklerin en ilâhi tonları ile bulutlardan bir ebrunun daha doğrusu ebrinin şekillendiğini görürsünüz. Yine bazı gecelerde, bulutlu semalar kadar geniş bir ebru teknesine, mehtabın usta fırçasıyla lacivert, mavi ve ışıklı beyazın bütün nüansları serpiştiriverdiğine elbet rastlamışsınızdır. İşte, sanatkâr dedelerimiz, bir anda değişip kaybolan bu semavi güzellikleri yeryüzüne aksettirerek, onların ağaç yeşiline ve toprak rengine olan hasretini giderdikten sonra, bu şahane tabloyu kağıt üstünde de ebedileştirmeyi bilmişlerdir. Bu anlayış içinde sanatkârın benlikten uzaklaşan gönlü, sanki ebru teknesinde şekillenmiş gibidir. Artık o zaman büyümeye başlayan ebru teknesi derya kadar genişler, genişler ve bir kainata döner. Ebrucunun gönlü gibi... Hz. Ali ne güzel buyurmuş : Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, halbuki bütün bir alem sende dürülmüştür. (Prof.M.Uğur Derman)"

Diğer birçok İslam sanatı gibi ebru sanatının da büyük bir kısmı dergȃh ve tekkelerde geliştirilmiştir. Tasavvufi terbiyenin en mühim noktalarından birinin tevazu olması dolayısıyla, benlik iddiasından vazgeçmiş olan birçok ebru ustasının, bu sebeple eserine imza atmadığı düşünülmektedir.

Ebru sanatı, tasavvuf ehlinin nezdinde ayrı bir itibar görmüş; ebru yapımı, insanın:

1- Bu âlemdeki yaradılış sırlarını ve edebini idrak etmesi,

2- Nefsinin oyunlarını teşhis ve tespit edebilmesi,

3- Ezel hükmünün edebine riayet edebilmesi,

4- Bu âleme daha Rahmanî bakabilmesi için daima bir manevi eğitim aracı olarak telakki edilmiştir.

Tasavvufi terbiye ile yetişen ebru ustalarının, bir boy abdesti alarak ebru teknesinin önünde tekne başındaki mesaisini Allah’a olan kulluğunun bir nişanesi olarak kabul etmesi için birtakım dualarda bulunarak ve yaptığı sanatla kendini Halik zannetme vehminden Allah’a sığındıktan sonra işe başladığı rivayet edilmektedir.

Ayrıca, ebru türlerinden biri olan battal ebrusunda, ebru ustasının boyaları serpmek dışında tekneye müdahalesinin mümkün olmayışı ve bir noktadan sonra meydana gelen şekillere uymak zorunda oluşu; külli ve cüz’i iradenin izahı için arif kişilerce müşahhas bir vakıa olarak kabul edilmiştir. Boyaları serpmek cüz’i iradeye; tekne sathında ortaya çıkacak olan önceden meçhul görüntü de külli iradeye benzetilmiştir.

Tasavvufi anlayışta, renksizliğin vahdeti (varlıktaki birliği bütünlüğü), renklerinse kesreti (çokluğu, birliğin bütünlüğün açılımlarını) temsil ettiği düşüncesi ve her makamın özel bir renge sahip olduğu düşünülmektedir. Beyaz renginin tüm renkleri içinde ihtiva etmesi ve siyah renginin yansıtılmış ışınların görünmeyen rengi olması sebebiyle siyah-beyaz ebrunun cemde vahdetin sırrını temsil ettiği düşünülmüştür. Bu sebeple olsa gerektir ki ebru sanatının manevi incelikleri kimi zaman, sanatın verimlerinden daha ilgi çekici olmuştur.

Ayrıca “ilahi güzellik arayışı” temeline dayanan tasavvuf düşüncesi ile Osmanlı döneminde birçok tekke, usta- çırak yöntemiyle öğrenci yetiştiren “sanat atölyeleri” haline gelmiştir. Bunun en yakın ve en güzel örneği, Üsküdar’da XIX. asrın sonuna doğru kurulan Özbek Tekkesi’dir.



İstanbul il Kültür ve Turizm Müdürlüğü-Alıntı
 
Üst