Dua Ne Hakkında Olmalıdır

aris

Kayıtlı Üye
Katılım
3 Tem 2008
Mesajlar
660
Tepkime puanı
142
Soru: Neden insan dünyevi arzuları için değil de, Yaratan’a sadece ruhani değişim için dua etmeli?

Cevap: Şunu anlamalıyız ki kabul görülen tek dua ruhani değişim için yapılan duadır. Diğer duaların kabul görmesi sadece fiziksel boyuttadır; örneğin yağmur duası, bu tür dualar sadece hayvansal seviyede kabul görür insan seviyesinde değil, çünkü bu dualar vücudun menfaati için yapılır.

Benzer istekler diğer seviyedeki yaratılanlardan da (duran, büyüyen, yaşayan, konuşan) ortak ruh olarak bilinen Şehina’ya yükselir. Ancak her vakada, ızdırap Mutlak Hâkimiyeti yönlendirir. Hayvansal yaşam ve manevi değişim ile ilgili isteklere verilen cevaplar arasındaki esas fark materyal ve manevi boyutta verilen cevaptadır.

Materyal seviyede cevap istenilenin tam tersi olabilir, bu arzulayanı maneviyata doğru daha yakınlaştırmak için özellikle yapılır. Dolayısıyla dua ya verilen cevap rahatlamadan ziyade daha çok baskıya neden olabilir, böylelikle yaratılan varlık giderek rahatı için değil ama değişmek için yukarıdan talepte bulunması gerektiğini anlamaya başlar.

Kabala çalışan kişide ise istek kitapları çalışmasından doğar, manevi değişim için olmasa bile. Bu nedenden dolayı “lo lişma’dan lişma’ya” prensibine göre manevi bir cevap doğar, yani yukarıdan aşağıya ışık iner ve kişide manevi değişimi harekete geçirir.

Bu dua ya da isteğin, çalışmanın insanın geldiği manevi köklere uzanmasındandır. Ve bu dua, yani ışığın eksikliğinin hissi, köküyle beraberlik sağlayarak o kökten ışığı bu dünyada yaratılan ruhun üzerine çeker. İnen bu ışık ruha geldiğinde, ruhun köküyle birleşme özlemini doğurur.

İnsan ya ızdırabın yolunu izleyerek yoluna devam edebilir- kırılan kelim’in reşimotuyla, ya da maneviyatın yoluyla- manevi değişim talebinde bulununca ışıklar zincirinin reşimotuyla.

Her halükarda, şunu anlamak çok önemlidir, materyal şeyler için dua etmek- kalbin derinliklerinden bile geliyor olsa, kalpten olmayan ve yapmacık bir manevi değişim talebinden çok daha zayıftır. Bu materyal duanın acıdan ve mutsuzluktan kaynaklanmasına rağmen bile böyledir, manevi dua ise okuduğu şeylerden edindiği algılayışlarından kaynaklanır.

Soru: Maneviyat yolunda ilerlerken bile, reşimot insanın içinde ortaya çıkan fiziksel ızdırapdanmı kaynaklanır?

Cevap: Hayır. Eğer kişi maneviyatın yolunda ilerlerse, ışığın reşimot zincirini izler, keliminkileri değil. Bu aynı reşimo. Kliler kırılmadan uzun zaman önce ışıkla doluydular. Kliler kırılıp parçalara ayrıldıktan sonra reşimot ikiye ayrıldı; reşimo de hiblatşut (ışıktan olan reşimo) ve reşimo de aviut (kırılan perdelerin reşimotu).

Işıktan olan bir reşimo Atzilut dünyasındandır, parsanın üzerinde ve oradan yansır. Bu kliyi hatırlamasıdır, eskiden ışıla dolu olan halini. İnsan bu ışığın özlemiyle doludur, o boyutta vermeye, Yaratan’la o boyutta beraber olmaya – bunun ne olduğunu hayal edemese bile.

Kelimden olan reşimo ise şikâyetler yaratır, insana kötü hisler getirir ve kişi Yaratan’ı suçlamaya başlar ve sadece O’ndan bağlarını koparıp özgür olmak ister- hiç bir iç değişim istemeden. Ama kişi yapay olarak bile maneviyatla ve gelişmekle ilgilense, dünyayı olan algılayışı muazzam bir şekilde değişir. O zaman kendisine şöyle der “bir Kral’ın varlığını duydum ve O’nun yanında olan herkes çok kazanıyor ve çok şanslıymış. Ama ben sanki köşeye itilmiş gibiyim ve halime ağlamaktansa O’nun yanında olmak için dua edeceğim.” Böyle bir dua şimdiden bir adım ileride olmaktır.

Dört sürgün dört niteliğe tekabül eder, varlığın dört seviyesine. Sürgün esnasında İsrail (yani manevi geni gelişmiş kişi, Yaratan’ı arayan) diğer ülkelerle (Yaratan’a yönelik olmayan arzular) karışıktır ve diğer ülkeler İsrail’den öğrenmeye başlar (kişinin içindeki Yaratan’a olan arzu dünyevi arzuları etkilemeye ve değiştirmeye, geliştirmeye başlar). İsrail’in arzularını ödünç alırlar ve yeni bir niyet ortaya çıkar. İsrail’de diğer ülkelerin metotlarını ödünç alır.

Dolayısıyla kişinin içinde temsil edilen bu İsrail adlı özgecil arzu, bağış yapmak için aldığını bildiğinden şanslı sayılır; yani diğer ülkeler olarak adlandırılan kendisi için olan arzuları alarak ve onları değiştirmek yerine bağış için kullanarak başarılı olur.

Neden başarılı olurlar? Çünkü verebilirler, artık vermeye doğru daha yakındırlar, bu maçla vermek almak için olsa bile ve bu yüzden alırlar. Burada bahsedilen şeyler mal, ilim, sanat, diğer ihtiyaçları gideren gelişme. Sanki bizim dünyamızda bir şekilde vermeyle alakalıymış gibi, ancak bunlar dışarıya yönelik amaçlı olup, içimizde hissetmeye yönelik kullanılırsa, kişiyi bunları sadece kendileri için isteyenlerden daha şanslı kılar; zira diğerleri tek yönlü çalışırken sen çift yönlü çalışıyor olursun.

Soru: “Bu nedenden dolayı neden tüm dünyaya haz almak için veremem? Bu kli neden sınırlı?” Sınırlı çünkü kendisi için isteyen bir kli sınırlıdır, vermek sınırlı olduğundan değil. Kli nefeş de nefeş den daha fazla alabilecek yere sahip değildir, sonsuzluğun ışığı bile klide nefeş de nefeş olarak algılanmaktadır. Ve ilk kısıtlamadan sonra kendi için alan bir kli kendi içinde hiç bir şey edinemez.

Bizim seviyemizde, maneviyatın altında, sonsuz dünyanın kuralları işler. Bizim dünyamız sonsuz dünyanın bir benzeridir çünkü onun bir parçasıdır ve kısıtlamadan etkilenmemiştir. Bölgemiz ilk kısıtlamayı “algılama özürlüdür” ve bu yüzden buraya mahsomun altında deriz.

Manevi yasalar ein sof dünyasından mahsoma kadar işler, ama bizim dünyamızda kendi için isteyen bir haldeyken değil. Ein sof’da sadece nefeş de nefeş alınabilir başka bir şey değil, bu sadece içsel bir alıştır, Yaratan’ın algılanması değil. Bu sadece Yaratan’dan gelen bir hazdır. Her halükarda bu haz sadece Yaratan’a olan bağımızı geliştirmek için bir araçtır. Bu tür bir hazza nefeş de nefeş denir.

Kendi için alan bir kli nefeş de nefeşden daha fazlasını alamaz. Klini doğası budur. Sınırlı olduğunu hissetmemektedir ancak maneviyatta bu bir sınırdır. Bu çok az miktardaki bir ışıktan sadece doğası özgecil olan ve canlı seviyenin altındaki varlıklar haz duyabilir.

Islahın gerçek anlamı İsrailin tüm diğer arzularla harmanlaşmasıdır ve karıştıktan sonra o arzularda özgecil bir özellik (veren kli) bırakır, yani Galgalta ve eynaim (GE) – bu aşamada niyeti ıslah edilmemiş olmasına rağmen. O zaman kendi içinde İsrail olan insanlar İsrail adlı materyal toprakta bir araya gelebilirler ve diğer arzularla karışan içindeki GE giderek uyanır ve diğer arzularda maneviyatı giderek istemeye başlar.

Bu yüzden hala diğer arzuların içerisinde olursak kitapları çalışma isteği duymayız ve yaratılışın nedenine ulaşma arzusu içimizde olmaz. Eğer materyal seviyede olan İsrail ülkesi bu manevi insanlara (yani içlerinde ki İsrail olan manevi geni gelişmiş Yaratan’ı arzulayan insanlara – ki bunlar her dil-din-ırktan olabilir) verilmek üzere tekrar kurulduysa bu insanların manevi İsrail’e ulaşması gerekmektedir, yoksa bizim üzerimizde hâkim olan güçlerle ahenk içinde olamayız. Bu da dolayısıyla kişiye büyük ızdırap getirir.

Genimizi diğer ülkeler arasında bıraktık ve artık manevi İsrail içerisinde olmamız gerekmektedir.

Her ulusun ıslahından sonra herkes kendi yerine piramidin bir basamağında yerleşecek. Manevi dünya materyal dünyayı yönetir ve tüm ulusları ve insanları kişisel ruhlarına göre yerleştirecek, yoksa üst ve alt dünyalar aynı olmaz.

Hangi ulusun bugün var olan hangi 70 ülkeden ve hangisinde yerleşeceğini bilemeyiz çünkü hepsi karışmış durumda. Ancak manevi güç bunu düzeltecek ama nasıl olacağını hayal bile edemeyiz. Manyetik bir alanda metal parçalarının belli bir yere içlerindeki elektrik oranında çekildiği gibi.

Son ıslahta manevi ve materyal dünyalar arasında bir bir korelasyon olduğu zaman, yasaların fiziksel olarak uygulanması manevi olarak uygulanmasına eşit olacaktır. Dolayısıyla tüm seviyelerde bütünleşme olacak, yani fiziksel ve manevi zaman, yer ve ruh içinde birleşecek. İnsan ve ruhu, yer, niyet ve fiziksel davranışları arasında mutlak bir bağ olacak. Bu üst dünyanın bizim dünyamıza kendisini indirmesinin son halidir.

İç ve dış dünya arasındaki ilişki manevi ve fiziksel kanunların ne denli doğru uygulandığına bağlıdır.

Dolayısıyla her insan ve yaşadığı yer arasında ilişki olmalıdır. İnsan kendi ruhani köküne bağlı olarak yaşaması gereken yerde yaşamaya tabi olacaktır. Sadece orada sükûnet içinde yaşaması mümkün olacaktır.

Manevi köküne göre insan diğer insanlarla bağ içerisinde olacak, evlenecek ve çocukları olacak. Bazı dönemler vardı ki farklı kabilelerden insanların evlenmesi yasaktı, bunun nedeni manevi köklerin yansımasıydı. Ancak insan maneviyattan düştükten sonra bu yasak kaldırıldı.

Becerilerimiz bile, mesleğimiz, her türlü detay manevi kökler tarafından tayin edilir olacak. Bu bugün bile doğrudur ama manevi köklere göre değil. Bugün bu klipanın içinde olan ruhun halini yansıtmaktadır ve farklı olarak yüzeye çıkar. Dolayısıyla dış dünyanı değiştirmek istiyorsan, önce iç dünyanı değiştirmek zorundasın, ancak o zaman dış dünyan değişir. Ancak bu isteyerek yapılmalıdır, zira yapılmazsa senin için yukarıdan zorla yapılır.

Yaratan her şeyi organize eder. Her halükarda manevi güç dünyayı mükemmelliğe getirecektir, üst dünyayla mutlak uyuma. Fark sadece kişinin kendi karar vermesidir yoksa yukarıdan onun için karar verilir.

Üst güç zaten gerekli tüm ön hazırlıkları yaptı; buraya geldiniz, bizlere, işten atıldınız, yeni işe girdiniz, evlendiniz, boşandınız, tekrar evlendiniz vs. Sizlere tüm bunlar sizin kararınız olarak gelebilir ama bu böyle değil. Yaratan manevi ve fiziksel hayatlarımızın uymasını talep etmekte.

Görürüz ki sadece Yukarı’dan gelen yönlendirmeyi takip ederiz. Bunun hissi bizden gizlenmiş durumdadır. Gelecekte kendi kararlarımızı ve halimizi belirleyecek ve bu kararları uygulayabilecek durumumuz olabilirse şayet varlığımız tümüyle farklı bir boyutta olacaktır. O zaman her kelime, cümle ve davranış bariz olarak maneviyattan kaynaklanacaktır. Bu insana o kadar bariz olmalıdır ki kişi kendi doğasının sürecinde aktif bir rol edinmelidir.

Islah olmuş bir dünya insanın mutlak kanunları bilerek yönettiği bir dünyadır ve bu en büyük mutluluktur, çünkü bu davranış Yaratan’a benzemek gibidir. Bu şekilde yaşadığı zaman insan Yaratan’ın özünü hisseder. Bundan daha yüce bir hal yoktur.

Problemlerimiz bitmeyecek, ta ki insan yaratılışının nedenini bilene kadar ve bu nedeni gerçekleştirene kadar. Önemli olan tüm insanlara bunun mümkün olduğunu gösterecek bilgiyi sağlayabilmektir. Biz bunu yaptıktan sonra gerisini Yaratan halledecektir, yani gerekli dış etkileri sağlayacaktır –ızdırap– ve bu insanı maneviyatı bulmaya zorlayacaktır.

Bizler insanlara bu bilgiyi sunmalıyız. Doğanın özü budur, gerekli olan diğer şeyler gelecek ve olması gereken koşullar gerçekleşecektir. Doğa’dan saklanamazsınız, size geri döner ve doğanın kanunlarını zorla uygulatır.

Her insan kendi sağlığı için ödeme yapmaya hazırdır, mutlu ve sükûnet içerisinde olmaya. Eğer kendisine bir menfaat getirecekse hemen çaba harcamaya hazırdır ve hatta ödemeye bile. Ama insanları çağırıyor ve çaba sarf etmelerini istiyorsunuz; bir kitap açmaya, oturup futbol seyretmek yerine düşünmeye ve bu sadece kişiyi zevklerinden uzak tutmamakla bazen hayatlarının bile parçalanmasına neden oluyor. İnsan maneviyat yolundayken hayatla ilgili farklı düşünmeye başlar, daha önce ona haz veren şeyler tatsız gelmeye başlar. Kişiye bu durumda ancak grubundaki dostları yardımcı olabilir zira onu başka hiç kimse anlayamaz.

Ancak kişiyi ikna etmek kimsenin görevi değil, kabalist sadece çaba sarf etmeli ve yukarıdan kişileri yaklaştıracak mekanizmalar o zaman işler. Kişi her zaman çabasını sarf etmelidir ancak bu eforla bağı olduğu tüm ruhlarla bütünleşebilir. Kişi maneviyatın sonsuzluk olduğuna inanmalıdır.
alıntı
 

Similar Threads

Ü
Cevaplar
5
Görüntüleme
513
Ü
Cevaplar
0
Görüntüleme
104
Üye silindi 77822
Ü
Üst