"Gizlimabet Parapsikoloji Platformu"

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Bir Oyunun Katılımcıları

p4inkiLLer

Kayıtlı Üye
Nehir geçidindeki öfkeli samuray

İnsanın kendi hırs ve sabırsızlığının kurbanı olması üzerine...

ULUSAL ÖNDER,
VE DEVRİNİN ÖNDE GELEN ÜSTADLARINDAN MUSO,
UZAK BİR BÖLGEYE GİTMEK ÜZERE
BİR MÜRİDİ İLE BAŞKENTİ TERKETTİ.
TENRYU NEHRİNE GELDİKLERİNDE
TEKNEYE BİNMEK İÇİN
BİR SAAT BEKLEMEK ZORUNDAYDILAR.
TAM TEKNE DEMİR ALACAKKEN
SARHOŞ BİR SAMURAY KOŞARAK GELDİ
VE AĞZINA KADAR DOLU TEKNEYE ATLADI,
NEREDEYSE ONU DEVİRECEKTİ.
UFAK TEKNE NEHİRDE YOL ALIRKEN
O DA DELİLER GİBİ SENDELİYORDU.
KAPTAN,
YOLCULARININ GÜVENLİĞİ İÇİN KORKTUĞUNDAN,
SAMURAYA SESSİZCE DURMASI İÇİN YALVARDI.
"BURADA BALIK İSTİFİ HALİNDEYİZ," DEDİ SAMURAY TERSLENEREK.
SONRA, MUSO'YU İŞARET EDEREK,
"NEDEN BU RAHİBİ AŞAĞI ATMIYORUZ?" DEDİ.
"LÜTFEN SABIRLI OLUN," DEDİ MUSO,
"AZ SONRA KARŞI KIYIYA ULAŞMIŞ OLACAĞIZ."
"NE!" DİYE BAĞIRDI SAMURAY, "BEN Mİ SABIRLI OLACAĞIM?
BANA BAK, EĞER BU ŞEYDEN AŞAĞI ATLAMAZSAN
YEMİN EDERİM BEN SENİ BOĞACAĞIM."
USTA'NUN SÜKUNETİ SAMURAY'I ÖYLESİNE KIZDIRMIŞTI Kİ
MUSO'NUN BAŞINA DEMİR YELPAZESİ İLE VURDU
VE KAN AKITTI.
MUSO'NUN MÜRİDİNİN SABRI SONUNDA TAŞMIŞTI,
VE GÜÇLÜ KUVVETLİ BİR ADAM OLDUĞU İÇİN
SAMURAY'A KAFA TUTMAK İSTEDİ.
"BUNDAN SONRA ONUN YAŞAMASINA İZİN VEREMEM," DEDİ.
"UFACIK BİR MESELEYİ NE DİYE BU KADAR BÜYÜTELİM Kİ?" DEDİ
MUSO GÜLÜMSEYEREK.
"İŞTE TAM DA BÖYLE DURUMLARDA
RAHİP EĞİTİMİ İŞE YARAR.
UNUTMAMALISIN Kİ SABIR
BİR SÖZCÜKTEN İBARET DEĞİLDİR."
SONRA O ANDA AKLINA GELEN ŞİİRİ OKUDU:
'DÖVEN VE DÖVÜLEN:
OYUNUN KATILIMCILARINDAN İBARET
BİR RÜYA KADAR KISA ÖMÜRLÜ.'
TEKNE KIYIYA ULAŞTIĞINDA,
VE MUSO İLE MÜRİDİ KARAYA ÇIKTIĞINDA,
SAMURAY KOŞARAK GELDİ
VE USTA'NIN AYAKLARINA KAPANDI.
HEMEN ORACIKTA MÜRİDİ OLDU.

Albert Einstein'ın bir sözünü okuyordum. Çok hoşuma gitti. Diyor ki, "Ben çok dindar bir inançsızım." Aslında dindar bir insan inançlı olamaz. Dindar bir insan güvenebilir, ama inanamaz. Güven varoluşçu deneyimlerden doğar; inanç ise beynin kendini tatminidir. İnanç, ideoloji, kavram, din kitapları, felsefeden ibarettir. Güven ise yaşama aittir.
"Tanrı" dediğin anda bir inancı kullanıyorsun. Ama yaşam bir inanç değil, o bir deneyim. Bırak tek tanrın yaşam olsun. Başka bir tanrıya gerek yok, çünkü diğer tüm tanrılar insanların icadı. Einstein, "Ben çok dindar bir insanım, ama inancım yok, inançsızım" derken haklıydı. Ne demek istiyordu?
Dindar olma özelliği ile inançlı olma özelliğinin hiçbir alakası yok. İnanan inanıyor çünkü arzuluyor. İnanan inanıyor çünkü bir şey aramak istiyor. İnanan inanıyor çünkü beyni devreye girmeden hayatını yaşayamıyor. Aklını hep yaşam ile arasına sokuyor...sanki elini eldivenin içinde saklarmış gibi - sevgiline dokunuyorsun, ama direkt olarak değil; elin eldivenin içinde saklı. Sevgiline dokunan eldiven oluyor; sen sadece eldivene dokunuyorsun.
İnanç eldiven gibidir; seni sarar sarmalar. Yaşamla asla direkt temasta olmazsın.
Dindar bir insan bu bağlamda çıplaktır - onun üzerine giyecek bir inancı yoktur. O direkt olarak yaşam ile temas kurar.
O temas ile erirsin. O temas ile birleşirsin. O temas ile bir yerde artık kendin olmaktan çıkarsın. Bir yerde bütüne dönüşürsün ve bütün sana gelir. Deniz bir damla suya damlar ve bir damla su denize dönüşür.
İnançlar tehlikelidir. İnançları değiştirir dururuz. Bir Hindu Yahudi olabilir, bir Hristiyan da Hindu. Veya dindar bir insan, sözde dindar birisi komünist, inanan birisi de ateist oluverir - hiç fark etmez. Eldiveni değiştirir durursun, ama sonuçta orada bir eldiven kalır.
Hayatı direkt olarak göremiyor musun? Yaşamı direkt olarak sevemiyor musun? Gerçekten de bir şeylere inanmak gerekiyor mu? Yaşama güvenemez misin?
Şöyle söyleyeyim. Güvenemeyen insanlar, inanırlar. İnanç geçicidir; sahte para gibi bir aldatmacadır. Güvenebilen insanların inanca ihtiyacı yoktur. Yaşam yeterlidir. Üzerine bir tanrı veya nirvana yüklemen gerekmez. Gerek yoktur. Yaşam yeter de artar bile. Hayatı yaşarsın.
Tabii, eğer bir inancın varsa, etrafında bir gelecek kurabilirsin. Eğer bir inancın yoksa o zaman geleceğin de olmaz, çünkü yaşam şimdi ve buradadır. Beklemeye gerek yoktur. Ama biz yaşamı ertelemeye devam ederiz - ta ki ölüm gelip de bu armağanı elimizden alana kadar.

Tanrı yok. Yaşam var. Lütfen tanrı arayışına girme. Nirvana yok. Yaşam var. Lütfen nirvana arayışına girme. Ve eğer nirvanayı aramaktan vazgeçersen nirvananın yaşamın kendisinde saklı olduğunu keşfedeceksin. Tanrıyı aramaktan vazgeçersen tanrıyı her yerde bulacaksın...her bir hücrede, yaşamın her dakikasında. Tanrı yaşamın bir diğer adı. Nirvana yaşanmış hayatın bir diğer adı. Az önce 'yaşam' sözcüğünü duydun; bu yaşanmış bir deneyim değil.
Tüm inançlardan vazgeç, hepsi birer engelden ibaret. Hristiyan olma, Hindu olma, Yahudi olma. Sadece yaşa. Bırak tek dinin bu olsun.
Yaşam - tek din. Yaşam - tek tapınak. Yaşam - tek dua.

İnsan beyni için en zor olanı bu gibi gözüküyor - sadece yaşamak, çırılçıplak; hiçbir düzenleme olmadan yaşamak; yaşamı olduğu gibi yaşamak; sadece şu anı yaşamak.
Ve tüm büyük ustaların öğrettiği de bu aslında, ama sen onların sözlerinden felsefe üretip duruyorsun. Sonra bir doktrin yaratıyorsun ve sonra da bu doktrine inanmaya başlıyorsun.
Zen'e inanan birçok insan var -halbuki Zen inanmayı değil güvenmeyi öğretiyor. Etrafımda bana inanan bir sürü insan var - halbuki ben inanmayı değil güvenmeyi öğretiyorum. Eğer yaşamına güveniyorsan bana da güveniyorsun. Entellektüel inanca gerek yok.
Bu gerçeği içine mümkün olduğunca sindir: yaşam zaten burada, geldi. Sen hedefin üzerinde duruyorsun. Yolu hiç sorma.Sana kim yol gösterebilir? - çünkü aslında yol diye bir şey yok.
Sen hep hedeftesin. Sen her nerede isen hedef orası. Yol diye bir şey yok.
Eğer yolu sormaya devam edersen tekrar tekrar geleceği yaratmaya çalışıyor olursun - ve gelecek kabustur.
Bak. Şu anda her yerden yaşam fışkırıyor. Bir anlık bir bakış - ve yol yordam yöntem sormanın ne kadar anlamsız olduğunu görüp güleceksin. Yapılacak bir şey yok.
Tanrı bir nesne değildir. Tanrı tüm gösteridir. Onu yakalayamazsın. Nirvana bir yerlerde değil. O tüm yaşamın tüm performansıdır.

Yaşayabilirsin, bu sonsuz tanrısallık denizine damlayabilirsin. Ve o kapı şimdi açılıyor. Beklemeye gerek yok.
Bütün Zen duruşu, senin verilecek bir çaba olmadığı gerçeğini farketmene yöneliktir. Zen tavrı çabasızlıktan yanadır. Bu noktada yogadan farklılık gösterir. Yoga çabadır; Zen çabasızlıktır.
Ve elbette, çaba seni bir yerlere götürebilir, ama zirveye taşıyamaz. Çaba sana daha gelişmiş, parlatılmış, kristalleşmiş bir ego verebilir ama nirvanayı veremez, tanrıyı veremez. Bu tüm çabaların ötesindedir.
Tüm çabalar sona erdiğinde, o sessizlikte, o güzel boşlukta, o sonsuzlukta, bulunan her ne ise o tanrıdır.
O zaman ne yapılabilir? Soru kendiliğinden geliyor - o zaman ne yapmalı? Anlayış, daha fazla farkındalık, daha fazla izlemek. Kendini hareket ederken, yaşarken, varolurken izle. Gelip geçen her anını anlamaya çalış. Tanık ol.
Unutma, tanıklık yargılamak anlamına gelmez. Bunun iyi, şunun kötü olduğuna dair yargılara varmayacaksın. Yargıladığın anda tanıklık konumunu yitirirsin. Eğer bu kötü dersen, kendini tanımlamış oluyorsun. Eğer bu iyi dersen zaten tanıklıktan çıkmış oluyorsun - bir yargıç haline gelirsin.
Tanık basit bir tanıktır. Yolda akıp giden trafiği izler gibi tanıklık yaparsın, veya bir gün yere yatıp gökyüzündeki bulutları izlersin. Bu iyi, bu kötü demezsin; hiçbir yargıda bulunmazsın. İzlersin. Neyin iyi, neyin kötü olduğu ile hiç ilgilenmezsin. Ahlak peşinde değilsin. Bazı kavramları yargılamıyorsun...sadece tanıklık ediyorsun. Ve bu şekilde, gittikçe daha da sıradan günlük hayatın tek hayat olduğunu hissetmeye başlarsın; başka bir hayat yoktur. Ve sıradan olmak dindar olmanın tek yoludur. Tüm diğer sıradışı şeyler ego triplerinden ibarettir.
Sadece sıradan olmak dünyanın en sıradışı işidir, çünkü herkes sıradışı olmak ister. Kimse sıradan olmak istemez.
Sıradan olmak en sıradışı olandır. İnsanlar nadiren rahatlayıp sıradanlaşırlar. Zen ustalarına "Sen neler yapıyorsun?" diye sorduğunda onlar sana "Ormandan odun topluyoruz, kuyudan su taşıyoruz. Acıktığımızda yemek yiyoruz, susadığımızda su içiyoruz, yorulduğumuzda uykuya yatıyoruz. Hepsi bu," diyeceklerdir.
Pek de çekici görünmüyor - odun getirmek, su taşımak, uyumak, oturmak, yemek yemek. Diyeceksin ki, "Bunlar sıradan işler. Herkes aynısını yapıyor zaten."
Bunlar sıradan işler değil ve kimse aynısını yapmıyor. Odun toplarken sen lanet okuyup duruyorsun - aslında bir ülkenin başkanı olmak isterdin. Oduncu olmayı istemezdin. Senin kaderinde büyük işler yapmak vardı - tüm dünyayı yönetip cennete çevirmek, ütopya yaratmak, gibi. Bunların hepsi ego tripleridir. Hepsi çeşitli bilinç halleridir.
Sadece sıradan olmak...ve aniden saçmalık dediklerin saçma gelmiyor, lanetlediklerin değer kazanıyor. Her şey kutsallaşıyor. Odun getirmek kutsal oluyor. Kuyudan su taşımak kutsal oluyor.
Her bir eylem kutsallaştığı, her hareket meditasyona ve ibadete yönelik olduğu zaman, işte ancak o zaman yaşamın derinlerine inersin - ve yaşam sana tüm sırlarını açık eder. O zaman beceri kazanırsın. O zaman dışarı açık olursun. Sen dışarı açıldıkça yaşam da sana yakınlaşır.
Benim bütün öğretim bundan ibaret: sıradan olmak...öylesine sıradan olmak ki sıradışı olma arzusu bile yokoluyor. Ancak o zaman şimdiki zamanda varolabiliyorsun; öbür türlü bu gerçekleşemiyor.

Yaşama girersen sonsuzluğa adım atarsın. Yüzeyde kalırsan zaman içinde sıkışırsın. Zaman sabırsızlıktır.
Bak. Batı'da insanlar daha çok zaman odaklı ve tabii daha sabırsızlar. Doğu'da insanlar zamana o kadar bağımlı değiller; doğal olarak o kadar sabırsız da değiller.
Zaman sabırsızlığı beraberinde getiriyor.
Sabırsızlık ateşli bir yaşam tarzı. İnsan rahatlamalı. Bir kez rahatladın mı zaman yokoluyor ve sonsuzluk sana kendi doğasını gösteriyor.

'DÖVEN VE DÖVÜLEN: OYUNUN KATILIMCILARINDAN İBARET
BİR RÜYA KADAR KISA ÖMÜRLÜ.'
İşte tanıklık etmek bundan ibarettir. Eğer bir duruma tanıklık edebilirsen aniden onun içinden çıkarsın, artık bir parçası değilsindir. Tanıklığını yitirirsen rüyalarında bile o durumu yaşarsın.
Sinemaya gidersin, bir film izlersin. Orada sadece izleyicisin, ama eninde sonunda izleyici olduğunu tamamen unutursun - hikayenin bir parçası haline gelirsin. Gülümsersin, ağlarsın, öfkelenirsin, heyecanlanırsın - ve aslında ekranda gölgelerden başka bir şey yoktur, ama sen şahitliğini yitirmiş olursun. Neredeyse perdeyle bütünleşirsin. O zaman ekrandaki gölgeler gerçeğe dönüşür.
Tam tersi de mümkün: yolun kenarında durup gelen geçeni izlersen birden gerçek insanların birer hayale, sinema perdesindeki gölgelere dönüştüğünü görürsün.
Hepsi sana bağlı. Sen onunla özdeşleşirsen gerçek olmayan gerçek olur. Bunu yapmazsan gerçek bir şey bile gerçek dışı olabilir.
Tanıklığın ne olduğunu bilen birisi için tüm bu yaşam koca bir rüyadan, büyük bir dramadan ibarettir.

Doğu'nun eriştiği en büyük anlayışlardan birisi budur -yaşamın bir hayalden ibaret olduğu. Gerçek değildir.
Bir başka yaşam var. Eğer farkında olursan, o zaman gerçeğin tapınağına girersin. Farkında olmayınca sadece bir rüyada yaşıyor olursun.

Her şeyden önce, durum normalde öfke gerektirirken sen sessiz kalırsan, karşındaki sabırsızlık ve kavga beklerken sen sabır gösterirsen, o çileden çıkacak, alınacak, alçalmış hissedecektir, öç almak isteyecektir - sen ona tanrı rolü yapıyorsun.
Ama eğer devam edersen, kışkırtmaya gelmeyip sessiz ve sakin kalırsan, kendi varlığına odaklanırsan, eninde sonunda karşındaki de rahatlayacaktır. Çünkü sessizlik müthiş bir güç, sessizlik her şeyi değiştirebilir, sessizlik simya gibi...dünyadaki tek sihir...karşındaki de mutlaka değişecektir.
Azıcık bekle. Acele etme. Biraz zaman alacak. Karşındakine fırsat ver.

Bu dünya onu bir rüyaymışçasına yaşayan insanlar tarafından değiştirilir. İnsanlar bu dünyada ıvır zıvıra hiç takılmadan yaşayan kişiler sayesinde değişirler...içlerinde merkeze odaklanmış, bu dünyada yaşayıp da onun içlerine girmesine izin vermeyen, bozulmayan, sessizliklerini her yere taşıyan insanlar tarafından - çarşının ortasında bile onlar içlerindeki tapınakta kalırlar...hiçbirşey onların dikkatini kendi varlıklarından uzaklaştıramaz.

Batı'da yetişen en etkin yazar ve düşünürlerden biri Aldous Huxley idi. Doğu'ya özgü kendi içine odaklanma fikri ona hiç yabancı değildi. Yaşama karşı Doğu bakış açısını derinlemesine özümseyebilen yegane Batılı kafalardan biriydi. Derler ki Kaliforniya'da çıkan bir yangında bütün malını mülkünü kaybettiğinde Aldous Huxley sadece beklenmedik bir özgürlük hissine kapılmış. "Tertemiz olduğumu hissediyorum," demiş.
Gerçekten güzel bir antika, kitap ve resim koleksiyonuna sahipti - bir ömür boyu bunları biriktirmişti - ve her şey bir yangında kül olup gitmişti. Alevlere bakarken sadece rahatladığını, özgürleştiğini, hafiflediğini hissettiğine kendi de inanamıyordu. Hiç rahatsız olmamıştı; tam tersi, bir özgürlük hissi duyuyordu - adeta yangın dostu imişçesine. Ve sonra da dedi ki, "Tertemiz olduğumu hissediyorum." Bu Doğulu bakış açısıdır.
Eğer içine odaklanmışsan hiçbir şey yokolmaz. Hiçbir yangın senin merkezini yokedemez. Ölüm bile seni ona odaklanmaktan alıkoyamaz.
Ve bu odaklanma ancak her dakikayı meditasyon yaparcasına, tamamen uyanık, farkında olarak yaşarsan mümkün olabilir. Otomaton gibi hareket etme. Mekanizma gibi tepki verme. Bilinçli ol. Kendini iyice topla ki içini kristalize olmuş bir bilinç aydınlatsın, orada bir alev yanmaya devam etsin ve nereye gidersen git yolunu aydınlatsın. Ne yaparsan yap o yolunu aydınlatacaktır.
İçindeki bu alev orada, potansiyel olarak hep var...bir tohum gibi. Bir kez kullanmaya başlayınca çiçek açar. Bir süre sonra görürsün - bahar gelir ve her yer çiçek açar ve sen bilinmeyenin, bilinemeyenin güzel kokularına bürünürsün. Tanrı içine inmiştir.

OSHO
 
istediğimiz her şey bir anda ve sadece bizde olsun istiyoruz. çaba harcamadan her şeye sahip olmak istiyoruz.. :(
 
istediğimiz her şey bir anda ve sadece bizde olsun istiyoruz. çaba harcamadan her şeye sahip olmak istiyoruz.. :(

Buna katılıyorum:(

Ve şimdi daha iyi anlıyorum demek herşeyin nedeni susamamammş:(Yani bunu son birkaç yılda farketim..Belki reelde dilim susyordu ama(sanalda hiç durmadan konuşmuştum bu ayrı konu tabi)yüreğim ve beynim konuşup durdu..Ve şuan bu gerçeği farketsem de sanırım birşeyi daha farkettim,benim yüreğimi susturmam imkansız ve beynimide..İllkaki düşüneceğim..Zaten ne zaman boş kalsam hemen derin düşüncelere dalıp giderim.Ve bunu aşmam imkansız eminim:(
 
Geri
Üst