bermuda şeytan üçgeni sırrı

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan yule
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

yule

Yönetici
Şeytan Üçgeni

Özellikle son 60yilda bircok gemi ve ucak kaybolmus ve bunlardan geriye tek bir iz bile kalmamisti. Kimsenin aciklama getiremedigi bu esrarengiz fenomen, icinde bilimadamlarinin da bulundugu pek cok insan tarafindan "dogaustu bir takimguclerin yaptirimi" olarak algilandi ve oyle lanse edildi. Ancak, uzun yillardir devam eden arastirmalar birkac yil once bir sonuc verdi ve bu gizemli olaylarin aslinda basit bir "Dogalgaz Cilvesi" oldugu aciklandi.
Yer altindan fiskiran dogal gazlar, sadece yuksek kara parcalarindandegil,deniz ve okyanus tabanlarindan da cikarlar Cunku deniz tabanlari da ustu suyla kaplanmis alcak kara parcalaridir. Ancak, okyanuslar cok derinolduklarindan tabanlarinda buyuk basinclar vardir. Bu yuksek basincaltindaki bolgelerden cikmak isteyen dogal gazlar, oradaki cok dusuk isininda etkisiyle kati hale donusurler ve "hidrat" denilen beyaz ve tebesirimsibir madde haline gelirler.

Cok derinlere dalabilen robot kameralarinin bubolgedeki karbeyaz okyanus tabanini ve bazi gemi enkazlariniresimlemesinden sonra konuya su bilimsel aciklama getirilmistir:

Bu bolge, Gulf Stream denilen sicak su akintisinin da gectigi yerdir.Tabanin bazen isinmasi yuzunden, bu "tebesir gazlar" erir ve sudan hafifolduklari icin yuzeye dogru yukselirler. O anda, tabandan yuzeye kadar birbosluk (vakum-girdap) olusur ve okyanus adeta delinir. O sirada oradangecen yuzer ne varsa, derin bir kuyuya duser gibi hizla okyanusun dibiniboylar.
Cunku, gazin kaldirma kuvveti gemileri tasiyacak guce sahip degildir. Gazyukselmesi sona erince bosluk tekrar suyla dolar ve geriye hicbir izkalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gomulmus olurlar.

Ucaklarin duserek kaybolmasi ise gene ayni sebeptendir. Yuzeye cikan dogalgazlar , havadan da hafif olduklari icin yukselmeye devam ederler. Bu kezvakum , bolgenin uzerindeki atmosferde olusur. Oradan tesadufen gecen birucak hemen irtifa kaybeder ve motorlari durur. Cunku, motorlardaki benzininyanmasi icin oksijene ihtiyac vardir ve o boslukta hava olmadigi icinoksijen de olmaz. Boylece ucak da, hizla okyanus tabanini boylar. Meger ki onca yildir merak ettigimiz Bermuda, sadece dogalgaz yüzünden böyle gizemli bir hal almis.
 
Sır nedir ?
Bermuda Seytan Ucgeni Atlas Okyanusu'ndaki bu bolgede, ozellikle son 60
yilda bircok gemi ve ucak kaybolmus ve bunlardan geriye tek bir iz bile kalmamisti. Kimsenin aciklama getiremedigi bu esrarengiz fenomen, icinde bilimadamlarinin da bulundugu pek cok insan tarafindan "dogaustu bir takim
guclerin yaptirimi" olarak algilandi ve oyle lanse edildi. Ancak, uzun yillardir devam eden arastirmalar birkac yil once bir sonuc verdi ve bu gizemli olaylarin aslinda basit bir "Doğalgaz Cilvesi" oldugu aciklandi.

Yer altindan fiskiran dogal gazlar, sadece yuksek kara parcalarindan
degil,deniz ve okyanus tabanlarindan da cikarlar. Cunku deniz tabanlari da

ustu suyla kaplanmis alcak kara parcalaridir. Ancak, okyanuslar cok derin
olduklarindan tabanlarinda buyuk basinclar vardir. Bu yuksek basinc
altindaki bolgelerden cikmak isteyen dogal gazlar, oradaki cok dusuk isinin
da etkisiyle kati hale donusurler ve "hidrat" denilen beyaz ve tebesirimsi
bir madde haline gelirler. Cok derinlere dalabilen robot kameralarinin bu
bolgedeki karbeyaz okyanus tabanini ve bazi gemi enkazlarini
resimlemesinden sonra konuya su bilimsel aciklama getirilmistir:

Bu bolge, Gulf Stream denilen sicak su akintisinin da gectigi yerdir.
Tabanin bazen isinmasi yuzunden, bu "tebesir gazlar" erir ve sudan hafif
olduklari icin yuzeye dogru yukselirler. O anda, tabandan yuzeye kadar bir
bosluk (vakum-girdap) olusur ve okyanus adeta delinir. O sirada oradan
gecen yuzer ne varsa, derin bir kuyuya duser gibi hizla okyanusun dibini
boylar.

Cunku, gazin kaldirma kuvveti gemileri tasiyacak guce sahip degildir. Gaz
yukselmesi sona erince bosluk tekrar suyla dolar ve geriye hicbir iz
kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gomulmus olurlar.

Ucaklarin duserek kaybolmasi ise gene ayni sebeptendir. Yuzeye cikan dogal
gazlar , havadan da hafif olduklari icin yukselmeye devam ederler. Bu kez
vakum , bolgenin uzerindeki atmosferde olusur. Oradan tesadufen gecen bir
ucak hemen irtifa kaybeder ve motorlari durur. Cunku, motorlardaki benzinin
yanmasi icin oksijene ihtiyac vardir ve o boslukta hava olmadigi icin
oksijen de olmaz. Boylece ucak da, hizla okyanus tabanini boylar. Meğer ki onca yıldır merak ettiğimiz Bermuda, sadece doğalgaz yüzünden böyle gizemli bir hal almış.
alıntı
 
ya bu açıklama ,yani bermuda şeytan üçgeni hemen hemen 40-50 yıl hatta daha fazla bir süreden beridir bilinmekte,ama kimya bilimi bin yıllardır var olmakta ve ve insanlarsa hizmet sunmaktadır...demek istediğim bilim adamları o kadar salak mı ki bi gaz olayımı 60 yıl içinde bulamasınlar ve böyle basit bi açıklama için 60 yıl beklesinler...ben böyle bir açıklama kabul etmiyorum ve inanmıyorum,inanmak isteyenler inansın,bilimi rab olarak ,ilah olarak kabul edenler böyle gereksiz cevaplarla anca tatmin olurlar...

bilim gereklidir yalnız bilimin var olmasına sebeb olan daha gereklidir...saygı ve sevgi ile,emeğin için teşekkürler
 
Bu da farklı bir bakış açısı sizlerle paylaşmak istedim...

Bermuda Şeytan Üçgeni hakkında bilgi verir misiniz?

Biz Bermuda müsellesinin esrarıyla alâkalı söylentilere şimdilerde muttali olmaya başladık. Hâlbuki Osmanlı müellifi bundan birkaç asır evvel bu mesele hakkında değişik yorumlar ortaya koyuyordu. Vâkıa daha evvel Mayalar ve Meksikalılara ait seyahat notlarında "Bu yosunlu denize geldiğimiz zaman bir uğursuzluk ve yümünsüzlük üzerimize bastırır. Orada gemiler günlerce çakılı kalırlar. Rüzgârlar durur ve yelkenliler işlemez." şeklinde bölgeyle alâkalı esrarengiz hâdiselerden hep bahsedilmekteydi; ama şimdilerde daha bir güncel hâle geldi.
Bermuda Şeytan Üçgeni'nin efsaneleşmesine sebep olan ilk vak'a 1945 yılında meydana gelir. Beş adet savaş uçağı mutad görev uçuşu için Florida'daki üslerinden havalandıktan sonra pilotların lideri, telsizden kontrol kulesine şöyle bir mesaj anons eder: "Karayı göremiyoruz. Pozisyonumuzdan emin değiliz. Nerede olduğumuzu bilmiyoruz. Galiba kaybolduk." Bu sırada kontrol kulesinden pilota, "Nasıl olur, hava gayet iyi gözüküyor, batıya gidin." şeklinde cevabî mesaj gelir. Bunun üzerine pilot, "Neresinin batı olduğunu bilmiyoruz. Her şey yanlış. Çok tuhaf, hiçbir yönden emin değiliz. Okyanus bile olması gerektiği gibi değil." der ve bağlantı kopar. Acilen yardım alarmı verilir, ancak uçakların izine bir daha rastlanılmaz...
Yine o bölgeden geçen gemilerde de benzer esrarengiz şeyler olduğundan bahsedilmektedir ki, batan bir kısım şilep veya transatlantiklere bakıldığında içlerinde sadece kedi ve köpek ölülerinin olduğu, insanların, önlerinde bulunan yemeklerini bitirmeden bırakıp sanki denize atladıkları veya bir fırtınanın tabaklara ve kaşıklara dokunmayıp sadece insanları alıp götürdükleri söylenmektedir.
Bu meseleyi izah sadedinde bugüne kadar değişik fikirler ortaya atıldı. Müsaadenizle o fikirlerden bazılarını maddeler hâlinde arz etmeye çalışalım:
1. Bu tamamen yer fiziği ile ilgili bir hâdisedir. Kuzey ve güneyden gelen akıntı orada bir durgunluk yapmakta ve bu durgunluk yoğun bir şekilde yosunların oluşmasına sebebiyet vermektedir. Yosunların bu yoğunluğu yüzünden orada gemiler hareket edememektedir. Ayrıca bu bölgede yüz, iki yüz, hatta üç yüz metre yüksekliğe kadar çok şiddetli dalgalar meydana gelmektedir. Bu devâsâ dalgalar, getirmiş oldukları vakumla üstlerinden geçen uçakları kendilerine doğru çekmektedir. Dolayısıyla böyle bir atmosferde gemilerin alabora olması gayet normaldir.
2. Şiddetli akıntıların meydana getirdiği dev girdaplar, orada denizin altında "mavi delikler" adı verilen delikler meydana getirmiştir. Uçak veya gemiler buraya geldiğinde delikler tarafından yutulmaktadır. Nitekim bazı dalgıçlar, o mavi deliklerin içinde bir kısım yelken ve kayıkların bulunduklarına şahit olmuşlardır.
3. Sekseninci tûl dairesi buradan geçmekte ve kuzey kutbundan kıvrılınca, Japonya'dan geçen daire olarak yüz ellinci daire adını almaktadır. Binaenaleyh, böyle bir ölüm denizi Japonya'da da bahis mevzuudur. Buradan anlaşılmaktadır ki, o tûl dairesine rastlayan her yerde bu türlü ölüm denizleri mevcuttur. Hatta mesele biraz daha tamim ve teşmil edilerek otuzuncu ve kırkıncı güney ve kuzey arz dairelerinde de aynı şeylerin var olduğu, ayrıca yeryüzünde bu tür esrarengiz kaybolmaların ve yutulmaların bulunduğu diğer altı yerin daha olduğu ifade edilmektedir.
4. Uçan daireler, gemileri ve uçakları göğe kaldırmakta veya denizin dibine batırmaktadır.
5. Deniz dibinde biriken fosiller ve çeşitli atıklardan zaman zaman çıkan metan gazı, deniz suyunun kimyasal karışımını etkileyerek yoğunluğunu düşürmektedir. Yoğunluğu sıfıra düşen suda yüzebilme özelliğini kaybeden gemi, metan kuyusu adı verilen gazın çektiği bölgeye girer girmez batmaktadır. Denizin dibinde biriken çeşitli atıkların türüne ve suyun ısısına göre metan gazı kabarcıklarının şiddeti de değişmektedir. Bermuda Şeytan Üçgeni gibi gaz akımlarının şiddetli olduğu bölgelerde seyreden uçaklarda büyük tehlike sınırı içinde bulunmaktadır. Çünkü su yüzüne ulaşan metan gazı kabarcıkları atmosfere karışarak yukarıya doğru şiddetli bir metan tüneli oluşturmakta ve metan tüneline giren uçak da kontrolden çıkarak denize çakılmaktadır.
Müsaadenizle ben, bütün bunların dışında özellikle başka bir husus üzerinde durmak istiyorum. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): "Şeytanın tahtı deniz üzerindedir." buyurmaktadır. Burada "deniz" mutlak zikredilince, bu mâhut ifadeden belli bir deniz mânâsı çıkarabilir ve yeryüzünde belli denizlere şeytanın tahtgâhı diyebiliriz. Binaenaleyh ecinni ve şeytan taifesi buraya hükmetmekte, gemi ve uçakların elektronik cihazlarını çalışmaz hâle getirerek onları batırmaktadır. Vâkıa, cin ve şeytanlar "mâric" ve "nâr"dan yaratıldıkları için, âdeta güneşten gelen dalgalara maruz kalmış gibi bütün elektronik cihazları da alt üst edebilirler.
Ayrıca Efendimiz, "Helâk olmuş cemaatlerin helâk oldukları yerlere uğramayın. Ancak ağlayarak uğrayın." ikazında bulunmaktadır ki, bunun mânâsı, "Helâk olmuş ülkelere gidildiği zaman Allah ile münasebet kurarak himaye-i ilâhiyeye girin ki, onlara isabet eden şey sizlere de isabet etmesin." anlamına gelmektedir. Bundan da, Cenâb-ı Hakk'ın Sodom, Gomore, Âd ve Semud kavmi ve -doğruysa- Atlantis medeniyeti gibi Kendisine küfran ve tuğyan içinde bulunan toplumları yerin dibine batırdığı anlaşılabilir ve işte bu yerler daha sonra şeytanın tahtgâhı olmuştur. Nitekim havaya kaldırma ve uçurma mevzuunu meğâzî yazarı İbn İshak şöyle ifade etmektedir: Efendimiz, Tebük'e giderken: "Tebük'e gittiğiniz zaman ben gitmeden sakın Tebük suyundan içmeyin ve dışarıya çıkmayın. Helâk olmuş o cemaatin yerine de uğramayın." buyurur. Ancak iki kişi bu emri dinlemeyerek helâk olmuş o cemaatin yaşadığı yere uğrarlar. Netice itibarıyla onlardan bir tanesini korkunç bir fırtına alır ve çok uzaklara fırlatır, diğerini de ararlar ama bulamazlar.
Buradan anlaşılmaktadır ki, yok olma mevzuu, kadimden bu yana cereyan eden bir husustur. Bu meselenin telifini yapacak olursak; mücrim bir toplumun yaşadığı bu tür yerler, şeytanın tahtgâhı ve karargâhı hâline gelmiştir. Her ne kadar onlar helâk olup gitseler de o mel'un yere uğrayanların başına bir musibet gelme ihtimali söz konusu olabilir.

Bundan da anlaşılmaktadır ki, insanların mânevî yapıları üzerinde bu şerirler, şerâre meydana getirirken bir saltanat hesabına çalışmaktadırlar. Şeytana takılmış ve dalâlete düşmüş, şeytanın adına helâk olmuş yerler bir bakıma bunların eyaletleri, valilikleri ve pâyitahtlarıdır. Bunun için sahih hadiste, "Geçmiş kavimlerin helâk oldukları yerlere uğramayınız. Uğradığınız zaman ağlayarak uğrayınız." buyrulmaktadır. Bundan da, şeytanların bazı yerlere sahip çıktıkları ve o yerin onun neticesinde helâk olduğu, medeniyetlerin pâyimâl olup yıkıldığı, ancak onların oradaki sultasının şeytan müsellesi, murabbası, muhammesi veya müseddesi hâlinde devam ettiği anlaşılmaktadır. Atlantik Okyanusu'nda üçgen, daha başka yerlerde de insanlığı ifsat etmek üzere şeytan müseddesleri (altıgen) vardır. Orada da insanlar, tıpkı bir avcının ağına tutulmuş bir ahu gibi tutulup gitmektedirler. Şeytan Üçgeni de işte böyle şeytanların hükümferma oldukları bir yer olabilir ki, kendilerine karşı kötülük yapıldığı, insanlar bir kötülük içine girdikleri zaman o türlü belâlara maruz kalabilirler.
Ben bu meseleyi anlatırken bu mevzuda kat'î bir dinî nass bilmemenin yanında, bir kısım dinî ifadelere dayanarak izah etmeye çalıştım. Bununla beraber Bermuda Şeytan Üçgeni, atmosferdeki bir keyfiyetin ifadesi ileride keşfedilecek başka bir şey de olabilir. Ancak şu bilinmelidir ki, yeryüzünde cari her hâdisenin verâsında, yani her fizik vak'asının verâsında bir metafizik güç ve kuvvet vardır. Her mülkün verâsında bir melekût, her şehadetin verâsında da bir gayb vardır.
alıntı: F.GÜLEN
 
Fransız araştırmacı ve yazar Jacques Bergier'e göre, zamanda yolculuk, fizikle ruhçuluğun birleştiği bir bilim çizgisinde açıklanabilir. Ve su ana kadar da bilim., zamanın oyunları hakkında yeterince ipucunu bize vermiştir. Üzerinde durmamız gereken en önemli konu, "Zaman çekmeceleri "dır. Bu çekmecelerde zaman parçacıkları son derece hızlı dönüşüm içindeler ve o zaman gözlemciye göre çok daha ağır ilerler. Bu sonuç, normal zamanda hemen yok olan parçacıkların, çekmecedekilerden daha farklı olduğunu kanıtlıyor. Kısacası zamanda yolculuk için çok büyük bir enerji gerekmektedir ve bu enerjinin niteliği ve kaynağı henüz belli değildir. Ama, bilimin geleceği umut vaat etmektedir. Bergier'nin yorumu ilginçtir, zaman çekmecelerinden Hawking de söz etmekte, ama çekmecelerin nasıl ve neden oluştukları bilinmiyor. Bilinen tek bir şey var, iki İngiliz öğretmenin başına gelen olayın tek olmadığı. Benzeri birçok olay daha yaşanmıştır. Versailles Bahçeler'inde yaşanan olay, akan zamanın içinde kalmış resim gibi görünüyor ama üç boyutlu, gerçek bir resim bu, hatta içine girebiliyorsunuz. Hani bilgisayarınızda silinmemiş programcıkların birden karsınıza çıkması gibi... Moberley ve Jourdain, anılarında olayın başladığı anda havanın garip olduğunu, son derece ağırlaştığını ve hatta ozona benzer garip bir kokunun var olduğunu yazıyorlar. Bütün bunlar bilinmeyen veya henüz niteliğini fark edemediğimiz bir enerjinin habercisi olabilir mi? Böyle bir ortamı, her an yasamak mümkün, nasıl mı? iste bunu bilmiyoruz. Galiba, çok yoğun, unutulmaz ve kalıcı olayların yaşandığı yerler, Zaman Kaymaları için uygun yerler olabiliyorlar...

Bir saray gezisinin başlangıcı

Günümüzden 101 yıl evvel, 1901 yılının Ağustos ayında sıcak bir öğle sonrasında iki orta yaşlı İngiliz öğretmeni tatillerini geçirmek için geldikleri Paris´ de Versaılles´a gitmeye hazırlanıyorlardı. Miss Anne Moberley ve Miss Eleanor Jourdain tarihe meraklıydılar, kente geldikleri andan beri Fransa´nın simgesi olan Saray´a gitmeye can atıyorlardı. Ne Moberley, ne de Jourdain daha sonra Saray´ı gezip, Aynalar Salonu´na geçerlerken birazdan yaşayacakları olay yüzünden tarihe geçeceklerini akıllarından bile geçirmiyorlardı. Salonun açık pencerelerinden çiçekli bahçeler içindekiPetit Trianon Sarayı uzaktan gözüküyordu. Bu küçük saray, XV. Louis tarafından yazlık olarak yaptırılmışve sonra da XVI.Louis tarafından da Kraliçesi Marie Antoinette´e verilmişti. İki öğretmen Küçük Trianon´u görmeye karar verdiler ve çiçeklerle dolu yemyeşil yola düştüler, yanlarında bir rehber veya şimdiki gibi yolları gösteren işaretler o zamanlarda henüz yoktu. Yolu bilmiyorlardı ve pencereden uzakta gözüken saraya doğru tahmini olarak gidiyorlardı. Ağaçların gölgeleri arasında ilerlerken yapayalnızdılar, bir kez yol değiştirdiler, Miss Jourdain bir ara ağaçların içinde duran beyaz giysili bir kadın gördü, yolu sormayı düşünürken arkadaşının aldırmadan yürüdüğünü görünce sesini çıkarmadı. Jourdain sonralarda, arkadaşının böyle bir kadını görmediğini öğrenecekti. Yürürlerken arada bir İngiltere´den ve dostlarından söz ediyorlardı. Sağa döndüler, bazı küçük yapıları geçtiler, birden bunlardan birinin kapısı açılarak iki adam dışarı çıktı. Giysileri bir tuhaftı, iki kadın da adamların bahçıvan olduklarını tahmin ettiler ve yollarına devam ettiler, adamlar onlarla hiç ilgilenmeden aralarında konuşarak önlerinden geçip gittiler. İşte tam o anda Moberley garip birşey olduğunun farkına vardı; Adamların sesleri duyulmuyordu.

Üç boyuttan, iki boyuta düşüş...

Daha da garibi, adamların uzun at kuyruğu saçları, yeşil giysileri ve üç köşeli şapkaları vardı. İki öğretmen giden adamların ardından bakarak, bunların turistler için özel giydirilmiş figüran oldukları sonucuna vardılar. Şimdi tam karşılarında küçücük bir kulübe vardı ve önündeki tahta bankın üzerinde bir adam oturuyordu. Yüzü karanlık ve çirkindi, kafasında geniş sombrero tipi bir şapka, üzerinde özenli giysiler vardı. Önünden geçtiler, adam hiç bakmadı, uyuklar gibiydi. Tam o anda arkalarından gelen ayak sesleri üzerine dönüp baktılar, yol boştu ama hayır Miss Jourdain için boştu çünkü Moberley orada duran bir adamı gö-rüyordu. Sonraları "Tam bir centilmen havası vardı, uzun boylu, iri ve koyu gözlü, parlak dalgalı siyah saçları vardı. Geniş üç köşeli şık bir şapka giymişti...Ve garip bir şekilde gülümsüyordu...Sonra eve doğru ilerlemeye başladı..." diye anlatacaktı. Adam dönerek onlara doğru baktı ve sanki kıyafetleri çok garipmişgibi yukardan aşağıya süzerek tekrar gülümsedi ve hafifçe eğilerek selamladı. Moberley ve Jourdain ilerledikten sonra tekrar baktıklarında hiç kimse yoktu. Arkalarından gelen ayak seslerini her ikisi de artık duyuyordu. Artık paniğe kapılmışlar ve biran önce oradan uzaklaşmak çabasına girmişlerdi. Aynı yoldan geri dönmemeğe karar verdiler, yola devam edip, Küçük Trianon´u ziyarete gelen başkalarına ulaşmayı düşünüyorlardı. Çevrede garip bir atmosfer vardı, sanki derinlik yokolmuş ve iki boyutlu bir resme bakar gibiydiler. Tam bir paniğe düşmüşler ve koşmaya başlamışlardı, o korkunç yüzlü adamın arkalarından geleceğinden korkarak, nefes nefese koşuyorlardı.

Korku sona eriyor; Ne olmuştu?

Derken yol küçük açıklığa ve minik bir dereyi aşan köprüye ulaştı hemen karşılarında küçük bir kır evi vardı ve evin yanındaki yeşil alanda bulunan küçük çardakta oturan bir kadın vardı, bir diğeri de onun önüne yere oturmuş, bakıyordu. Oturan kadın bir gergefte iş işliyordu, yerdeki ise adeta tapınır gibiydi. İş işleyen kadın çok genç değildi, saçları başının üstünde beyaz bir kurdele ile toplanmıştı. Yüzü belirgin bir anlam taşıyordu ve etkindi. Moberley ve Jourdain biraz ötede durup baktılar, yerde oturan kadın hıçkırıyordu ve her ikisi de açıkça duydular. Miss Jourdain ne olduğunu sormak ve eve girip giremeyeceklerini sormak istedi. Ama birdenbire önlerinde hiç kimsenin olmadığını farkettiler, daha büyük bir korkuyla evin arkasına doğru gittiklerinde karşıdan genç bir adamın oradaki daha küçük bir kulubeden çıkarak onlara doğru geldiğini gördüler ama artık duracak halleri yoktu, yanlız adamın sanki bir eğlenceye gider gibi neşeli ve giyimli olduğu izlenimine kapıldılar. Ve birden karşılarındaki patikanın altında ana yolu gördüklerinde artık koşmaktan boğulmak üzereydiler. Yola vardıklarında çevrenin sanki daha aydınlandığını ve yolda Saray´a gelip giden kendilerine benzer insanların bulunduklarını gördüler. Gariplikler bitmişti ama her ikiside tükenmişlerdi, hiç konuşmadan kendilerini otellerine attılar.

Kabus tekrarlanıyor...

O günden başlayarak bir hafta boyunca Jourdain ve Moberley sürekli olayı tartıştılar ve Miss Moberley oturup tüm olanları yazdı. Jourdain de arkadaşının ısrarıyla aynı şeyi yaptı ve sonra oturup karşılaştırdılar, aynı olayı küçük gözlem farklarıyla yaşamışlardı. Moberley, birden arkadaşına "Küçük Trianon´un hayaletli veya tekinsiz olduğuna inanıyormusun?" dedi, Jourdain aynı düşüncedeydi. Ve sonra İngiltere´ye geri döndüler, üç ay sonra yeniden buluştuklarında, ki ayrı kentlerde çalışıyorlardı, tekrar olayı karşılaştırıp tartıştılar. Bir hayali kollektif olarak yaşadıklarını açıklama haline getirmeye çalışıyorlardı. Ve sonuçta, araştırmaya yapmaya karar verdiler. İlk olarak İngiltere´ de yaşayan Parisli bir arkadaşları Jourdain´in aklına geldi, çünkü adam Versailles´lıydı.Arkadaşları daha sözün başında, bir kez kendisi de dahil olmak üzere Versailles bahçelerinde Kraliçe Marie Antoinette´nin pembe bir elbise ve başında beyaz bir kurdele ile birçok defa görülmüş olduğunu anlattı. İyice heyecanlanan iki kadın olayı anlattıktan sonra tekrar Versailles´a dönüp araştırmaya karar verdiler. İşte buradan sonra olay patladı demek mümkün; Jourdain Ocak ayında tekrar ama bu kez yanlız olarak Paris´e gitti ve tüm cesaretini toplayarak Versailles´a girdi ve aynı yoldan ilerlemeye başladı. Bu kadarı da fazla diyeceksiniz ama Kaptan Scott da 9 defa kutba gidip, sonunda ille de orada neden öldü dersiniz?

Top oynayan kadınlar...

Evet, Jourdain aynı yerdeydi, yapılar ve yollar aynıydı ama farklıydılar. Yani aynı yerde aynı yapı vardı ama biçimi değişikti, mesela pencereleri, pancurları başkaydı. Ya da köprü çok daha değişikti, taşları ve rengiyle. Tam köprüyü aşıp, adının Hameau olduğunu öğrendiği eve geldiğinde yine o garip duyguya kapıldı ve birden karşısında yine o kadının ama bu defa yanında birkaç kadınla beraber topa benzer birşeyle oyun oynadığını gördü. Sonra görüntüler kayboldu, Jourdain artık korkmuyordu, merakı korkusunu aşmıştı. Biraz ötede bir arabaya uzun odunlar yükleyen tünikli ve üç köşeli şapkalı iki adam vardı, oraya doğru giderken tekrar dönüp Hameau´ ya baktı ama önüne döndüğünde araba ve adamlar yokolmuştu. Ağaçlar arasında bir cep saatine bakar gibi duran adam, ipek elbiseli bir başka biri, uzaktan gelen kalabalık insan sesleri ve çalınan bir müzik Jourdain´in yaşadığı ve gördüğü diğer olaylardı. Ama Öğretmen daha önceki gelişinde yaşadığı korkutucu duygulara pek kapılmamıştı. Artık çok fazla merak ediyordu, neler oluyordu? Ve niçin bu gariplikler onların başından geçmişti?

Gizemi çözen çardak bulunuyor...

Bu ziyaretten sonra ikisi de defalarca Versailles´a gittiler ama bir daha hiçbir olay yaşamadılar. Müzelere, uzmanlara gittiler, Saray´ın planlarını incelediler, 1790´ların giyimlerini araştırdılar. Hemen herşey uyuyordu ama küçük farklar vardı, mesela bahçıvan sandıkları adamlar kimdi? Çünkü o dönemlerde yeşil giysi giymek sadece soyluların hakkıydı. Olay artık duyulmuştu, herkes iki kadını merak ediyor ve olanları tartışıyordu. Derhal karşıt görüşler çıktı ve hayalcilikle suçlandılar. İşte bu suçlama olayın düğüm noktası oldu. En önemli detay Marie Antoinette olduğundan artık kesin emin oldukları kadının oturduğu çardaktı... Çünkü böyle bir çardak yoktu ve bulunduğu ile ilgili hiçbir kayıt da yoktu. Eğer bunu kanıtlayabilirlerse doğru söyledikleri anlaşılacaktı. Moberley çardağın Çin tarzını anımsattığını söylüyordu, bir sürü arşiv araştırdılar, derken "Revue de Paris" dergisinde Leon Rey imzalı bir yazı buldular, Trianon yolundaki Kraliçe´yi önünde gördükleri küçük yapılara "Jeu de Bauge" dendiğini öğrendiler ve Kraliçe´nin "Jeu de Bauge"sini 1774 yılında Kraliçe´nin bahçıvanı Antoine Richard yapmıştı. Öyleyse çardağın planlarını da o çizmiş olabilirdi. İpucu bulunmuştu, ve ilgili arşivde planlar bulundu, çardağın tıpatıp anlatıldığı gibi çizimleri vardı ve Antoine Richard tarafından yapılmıştı. Ayrıca aynen anlattıkları gibi patikalar, evin önündeki teras, koruluk alan planlarda görülüyordu. İki öğretmenin yalancı olduklarını iddia edenler kuşkucular artık susmuşlardı. Ama Moberley ve Jourdain ölünceye kadar bıkmadan olayı araştırmaktan vazgeçmediler.

Manyak bir kontun tutkusu mu?

Eski bir tarih kitabında kendilerine bakıp selam veren adamın resmine rasladılar, adam Kraliçe´nin yakın dostlarından olan Vaudreil Kontu ´ydu ve bu yüzden idam edilmişti. Evin önündeki uyuklayan çirkin adam da tanımlandı, Kraliçe tutuklandığında ona gardiyanlık yapan kötü ünlü bir ihtilalciydi. Ama bu çok sonra oldu,artık iki emekli öğretmen olan kadınlar 80 yaşlarına geldiklerinde, yani 1940´lar da. Yaşadıklarını bir kitap haline getirip "Bir Macera" adıyla 1911´ de yayınladılar. Ve herkes gibi onlarda birgün yaşamdan ayrıldılar. Hikaye burada bitti mi? Hayır pardon bir eksik var. 1976´da İngiliz Arkeolog ve Yazar Joan Evans kamuoyuna bir açıklamada bulunarak olayın çözümünü bulduğunu söyledi. 1900´lerde Paris sosyetesinden olan Comte Robert de Montesquieu Versailles´de oturuyordu. Kont soylu olmasına rağmen hırsız ve katil olarak ün yapmıştı. Kont´un Versailles´a ve Louis dönemi Fransa´sına tutkusu büyüktü, adamlar tutuyor, onlara eski giysiler yaptırıp, giydiriyor saray bahçelerinde alemler yaptırıyor ve gelenleri korkutup bundan zevk alıyordu. Evans tanık olarak da Kontun eski sekreteri olan Gabriel Yurri´yi gösteriyor ve çekilen bir resimde aynı yerde görünen giydirilmiş iki adamın o yıllarda çekilmiş fotoğrafını gösteriyordu. Evans´ın açıklaması ilgi gördü ama çözüm olamadı... Çünkü bu açıklama, ne öğretmenlerin bilemeyecekleri şeyleri anlatmalarını, ne de doğru çıkan tariflerini açıklayabiliyordu. Hameu´daki çardağı kötü Kont´ da bilemezdi, bilse bile öyle bir yapı artık yoktu. Gizem sürüyordu.
Petit Trianon´da yaşanan olay gerçekten düşündürücü, yolunuz düşerse siz de oradan, o küçük köprüden geçin, o Çin tipi evin önünde durun, kimbilir belki siz de orada olmayan bir çardakta oturan ve kendisi için ağlayan kadının önünde iş işleyen bahtsız Kraliçe´yi görebilirsiniz. Bu asla yasalarını anlayamadığımız zaman faktörünün özgün bir kayma ise belki de onu, feci sonu için uyarabilirsiniz, çabuk kaç diye...Fakat acaba senaryosu yazılıp, çekimi bitmiş bir yaşamın geçmişte kalan çizgisi değiştirilebilir mi? Versailles Bahçeleri taa Paris´ de ama benim aklıma hemen yanıbaşımdakiler geliyor.
İster istemez düşünüyoruz; Acaba Çankaya bahçesinde Atatürk geçmişte olduğu gibi İnönü ve Bayar´la dolaşıp hala tartışıyor mu? Ya da yokluğunu galiba çok çabuk hissettiğimiz Turgut Özal´dan 21.Yüzyılın Türkiye´si imajını dinliyorlar mı? Veya Topkapı Sarayı´nın biraz da ürpertici bahçelerinde Sultan İbrahim hala olmayan balıklara altın atıyor mu? Yoksa Harem´in karanlık köşelerinde Valde Sultan hala celladı Kuşçu´nun perde ipiyle kendisini kovalamasından kaçmaya mı çalışıyor? Ve bir de merak etmemek elde değil, acaba Fatih Sultan Mehmet hala atını gittikçe yok olmakta olan İstanbul surlarına sürüp, "Ne ettiniz de bu güzel şehri böyle perişan ettiniz, kim yaptı bunu, tiz söyleyin, nerdesin bre cellat?" diye duyulmayan sesiyle haykırıyor mu? Biz bilemiyor, duyamıyor ve göremiyoruz ama hissediyoruz. Kimbilir belki de sizlerin arasında da Moberley ve Jourdain gibiler vardır, onları görüyor ve duyuyorlardır...
Fransız araştırmacı ve yazar Jacques Bergier´e göre, zamanda yolculuk, fizikle ruhçuluğun birleştiği bir bilim çizgisinde açıklanabilir. Ve şu ana kadar da bilim. zamanın oyunları hakkında yeterince ipucunu bize vermiştir. Üzerinde durmamız gereken en önemli konu, "Zaman çekmeceleri"dir. Bu çekmecelerde zaman parçacıkları son derece hızlı dönüşüm içindeler ve o zaman gözlemciye göre çok daha ağır ilerliyor. Bu sonuç, normal zamanda hemen yok olan parçacıkların, çekmecedekilerden daha farklı olduğunu kanıtlıyor. Kısacası zamanda yolculuk için çok büyük bir enerji gerekmektedir ve bu enerjinin niteliği ve kaynağı henüz belli değildir. Ama, bilimin geleceği umut vaad etmektedir.
Bergier´nin yorumu ilginçtir, zaman çekmecelerinden Hawking´de söz etmekte ama çekmecelerin nasıl ve neden oluştukları bilinmiyor. Bilinen tek birşey var, iki İngiliz öğretmenin başına gelen olayın tek olmadığıdır, benzeri bir çok olay daha yaşanmıştır. Versailles Bahçeler´inde yaşanan olay, akan zamanın içinde sıkışıp kalmış resim gibi görünüyor ama üç boyutlu, reel bir resim bu, hatta içine girebiliyorsunuz. Hani bilgisayarınızda silinmemiş progr*****ların birden karşınıza çıkması gibi... Moberley Ve Jourdain, anılarında olayın başladığı anda havanın bir garip olduğunu, son derece ağırlaştığını ve hatta ozona benzer garip bir kokunun var olduğunu yazıyorlar. Bütün bunlar bilinmeyen veya henüz niteliğini fark edemediğimiz bir enerjinin habercisi olabilir mi? Böyle bir ortamı, her an yaşamak mümkün, nasıl mı? İşte bunu bilmiyoruz. Galiba, çok yoğun, unutulmaz ve kalıcı olayların yaşandığı yerler, Zaman Kaymaları için uygun yerler olabiliyorlar...

112 yıl öncesine yolculuk.

Dikkatli olun, özellikle tarihi yerleri gezerken, siz de iki İngiliz öğretmeni gibi bir zaman çukuruna düşebilir ve yüzlerce yıl öncesine geri dönebilirsiniz, ya da belki de inanılmaz bir geleceğe... Petit Trianon olayı literatürün en çarpıcı olaylarındandır...
Paris´e gitmek sıradan bir olay değildir, zira karşınızda çağın simgesi beto-metalik bir megapol yoktur, yüzlerce yıllık bir uygarlığın ta kendisini cap-canlı yaşarsınız, sanki loş bir sokak arasından Kraliçe´nin silahşörlerinden birisi birden önünüze çıkıverecektir veya gizemli bir kafenin buram buram anı kokan kuytu bir köşesinde İnsanlığı biçimlendirecek düşüncelere dalmış bir silüet hala oturmaktadır. Ya da, Galya güzelliğini simgeleyen bir kadın Romalılar´dan Nazilere kadar uzanan bir direnişin isyankar bakışlarını gizleyerek, şarap kadehinin ardından arkanızda duran bir hayaleti süzmektedir. Kısacası Paris, aynen Delhi, İstanbul, Bağdat, Dublin veya Roma gibi bir gizem ve nostalji demetidir. İşte gizem denen sözcük de, konumuzun ta kendisi. Paris´e gidince hele ilk gidiyorsanız ve zamanınız varsa Versailles Sarayı´nı görmeniz gereklidir. İnanılmaz bir ihtişamla, varakların aralarında hala saklı olan entrika kokularının asaletle buluştuğu yerdir orası. Gezerken ister istemez, kılığınızın değiştiğini ve davranışlarınızın etkilendiğini hissedersiniz

:)
 
benim inandıgım teori kayıp şehir atlantisin bermuda şeytan üçgeninin altında olduguna dair olan teoridir gayet saglam bulgular var açıkcası
 
Bizimle paylaşırsan sevinirim. Bende yapılan bilimsel yada manevi yazıları okuyorum araştırıyorum. Sizdende bu konuda faydalanmak isterim.
paylaştığım yazı islam arşivinden alıntıdır.

Bermuda Şeytan Üçgeni, Atlantik Okyanusu'nun Güney ve Kuzey Amerika'yı birbirinden ayıran ve Bermuda, Porto Rico ve Miami sahilleri arasında kalan üçgen şeklindeki bölgenin adıdır Pek çok gemi ve uçağın hiç bir enkaz ve iz bırakmadan kaybolduğu biliniyor Mayalara ve Meksikalılara ait seyahat notlarında, bu bölge ile ilgili bir uğursuzluk olduğu kaydediliyor Bir Osmanlı yazarı, bundan birkaç asır önce esrarengiz olayların yaşandığı bu sular hakkında bir eser ortaya koyar Efsaneleşmesine yol açan sebep 1945'de beş adet Amerikan savaş uçağının hiç bir iz bırakmadan kaybolmasıyla başlar Kaybolma hadiselerinin çoğalmasıyla birlikte Batı dünyasında Atlantik Esrarı' ve ' Bermuda Şeytan Üçgeni' adı altında yüzlerce kitap yazılır Suların yuttuğu kayıp Atlantis medeniyetinin burada olduğu yazılır, çizilir
Bermuda Şeytan Üçgeni'nin sırrı Fizikçilere göre kuzeyden ve güneyden gelen akıntılar bölgede yosunlaşma oluşturduğu için gemiler batıyor, ayrıca oluşan yüz-iki yüz metre yüksekliğindeki dalgaların üzerinden geçen uçakları vakumla yutuyor Akıntıların meydana getirdiği girdaplar denizin altında ' mavi delikler' uçak ve gemileri kendisine çekiyor Sekseninci meridyen dairesi üzerinde yer alan Bermuda gibi ölüm deliklerinin bulunduğu ve manyetik çekim dalgalarının üzerinden geçenleri yuttuğu da Fizikçilerinin iddialarından Yosunların meydana getirdiği metan gazının akım oluşturarak kapsama alanına giren gemi ve uçakların elektronik aletlerini bozduğunu ve bir metan tüneli oluşturarak yutma olayını gerçekleştirdiğini ileri süren Fizikçilerin metafiziğe inanmadan bu esrarı çözmesi beklenmemeli

Bediüzzaman Said Nursi, ayda cin sultanlığı olduğunu belirterek, ervahı habisenin güneşin etrafında dönen peyk ve bazı taş parçalarını üzerinde taht kurduğunu belirtir Uçan daireler adlandırılan cisimlerin bu şeytan ve cinlere ait nesneler olması büyük ihtimaldir Nitekim Aya insanoğlunun ayak bastığı şüphelidir Rus Yuri Gagarin 1966'da uzayda kaybolmuş, 1969'da aya ayak bastığı iddia edilen Neil Armstrong, Apollo 11'de kaldığı için kurtulmuş, asla aya ayak basamamış, beraberindeki 12 kişi ayda kaybolmuştur Amerikalıların çektiği filmin sahte olduğu konusunda onlarca kitap yazılmış, rüzgarın olmadığı ayda Amerikan bayrağının dalgalandırılması, fonda hiç yıldız bulunmaması komik bulunmuştur Aydan getirilen toprağın insan eliyle alınmadığı ortadadır

Çünkü aydaki cin sultanlığı aya insan yaklaştırmamakta, ayak basanları yutmaktadır Bu konuda Discover TV'de geçen ay seyrettiğim belgesel, Amerikan sahtekarlığını ortaya koyuyordu

Said Nursi, Allah'ın yok ettiği eski medeniyetlere ait mekanlarda şeytan ve cinlerin sultanlık kurduğunu anlatır Peygamberimizin hadislerinde helak olmuş cemaatlerin yaşadığı yere yaklaşılmamasını istemiş ve gidilecekse Allah'a sığınılmasını şart koşmuştur Şeytan adına helak edilen yerler bir bakıma bunların eyaletleri, valilikleri ve başkentleri olur Eski medeniyetlerin yıkıldığı yerde şeytanların hakimiyeti başlar; şeytani üçgenler, beşgenler, altıgenler oluştururlar Yine peygamberimiz ' şeytanın tahtı deniz üzerindedir' buyurur Cin ve şeytanların denizlerde bazı mekanlara taht kurdukları dikkate alınırsa Bermuda Şeytan Üçgeni'ne bu tanım ' cuk' oturur Cin ve şeytanlar, ' mearic' ve ' nar'dan yaratıldıkları için, adeta güneşten gelen dalgalara maruz kalmış gibi bütün elektronik cihazları altüst edebilirler

Şeytanlar kendilerine kötülük yapıldığı, insanlar bir kötülük içine girdikleri zaman o türlü belalara maruz kalabilirler
Şeytanlar, insanların manevi alemini, metafizik buutlarını yıkarak verdikleri vesvese ile dalalete düşürür Kalplerde şeytanın vesveselerine cevap veren oklarına hedef olan tereddüt ve şüpheleri değerlendiren bir dayanak noktası vardır Kim vesveseleri gerçek sanırsa oyuna düşer, şeytan günah işlendikten sonra vesvesenin sonucu işlenen günaha sahip çıkmaz, kendini yok saydırır Her insanda Bermuda Şeytan Üçgeni oluşma potansiyeli vardır Kim kalbini karartır, mühürlenmesine işlediği günahlarla yol açar, tövbe etmez ve metafizik hassasiyetini kaybederse gemileri hep batar, girdap onu bataklığa doğru çeker Şeytan Üçgenleri sadece Bermuda'da değil, işte şeytanların böyle hakim olduğu her yerde olabilir

Yeryüzünde, evrende Allah'ın koyduğu her kanunun her hadisenin, yani her fizik vakasının arkasında bir metafizik güç ve kuvvet vardır Allah mülkünün arkasına melekleri yerleştirdiği, görevlendirdiği gibi her görünen fiziki dünyanın arkasında bir gayb, bir bilinmeyen var etmiş, imtihan sırrını aşikar etmemiştir Bermuda Şeytan Üçgeni'nin sırrı zaten adı üstünde şeytanın görünmeyen metafiziğinde gizli.

İslam arşivi alıntı
 
O bölgede kasırgalar, hortumlar çok fazla var ve aniden ortaya çıkıp aniden kaybolabiliyorlar. Kimi zaman uçakları yada gemileri denizin dibine çekiyor, kimi zaman da havaya fırlatıp parçalıyor. Olay bundan ibaret :)
 
İnternet'te gereğinden fazla açıklama var bu konu hakkında. Önemli olan hangilerinin çöp (yani kaynak gösterilmemiş, anlamsız) hangilerinin gerçek bilgi olduğunu anlamak. Şu ana kadar yapılan en bilimsel, en akla yatkın açıklama orada bir doğal gaz yatağının olduğudur. Bu yüzden gemiler ve uçaklar oradan geçerken sorun yaşamıştır. Yalnız şunu unutmanızı istemem, Bermuda şeytan üçgeni üzerinden yürütülen bütün yaklaşımlar fikir aşamasında kalmış ve kanıtlanamamıştır. Forum kısmında bununla ilgili mutlaka konu açılmıştır isterseniz iyice bir araştırıp oradan bakın. Belki diğer arkadaşlar bu konu hakkında bilgi sahibi olabilir. Bu arada Bermuda şeytan üçgeni ile ilgili benim naçizane görüşüm o bölgenin bir manyetik alan olduğudur. Siz yine de dediğimi yapıp bu konu ile ilgili açılmış diğer konulara bakın derim. :)
 
üç tarafında da farklı sıcaklıkta rüzgarlar olduğu için ve bir çeşit manyetik alana sahip uçakların düz olup almadığını gösteren göstergeyi bozuyor ve pilot etrafı sis yüzünden etrafı tam göremediği için çoğu pilot panik atak geçirir ve düşer ve ordan sadece bir kaç pilot sağ çıkmayı başarır natıonal geographic te izlemiştim
 
Bildiğim kadarıyla deniz tabanındaki doğal gazın su yoğunluğunu düşürdüğü için gemilerin batmasına sebep oluyor ve bu doğal gaz denizden havaya da karıştığı için aynı olay uçaklar için de geçerli oluyor :)
 
Geri
Üst