Fransız araştırmacı ve yazar Jacques Bergier'e göre, zamanda yolculuk, fizikle ruhçuluğun birleştiği bir bilim çizgisinde açıklanabilir. Ve su ana kadar da bilim., zamanın oyunları hakkında yeterince ipucunu bize vermiştir. Üzerinde durmamız gereken en önemli konu, "Zaman çekmeceleri "dır. Bu çekmecelerde zaman parçacıkları son derece hızlı dönüşüm içindeler ve o zaman gözlemciye göre çok daha ağır ilerler. Bu sonuç, normal zamanda hemen yok olan parçacıkların, çekmecedekilerden daha farklı olduğunu kanıtlıyor. Kısacası zamanda yolculuk için çok büyük bir enerji gerekmektedir ve bu enerjinin niteliği ve kaynağı henüz belli değildir. Ama, bilimin geleceği umut vaat etmektedir. Bergier'nin yorumu ilginçtir, zaman çekmecelerinden Hawking de söz etmekte, ama çekmecelerin nasıl ve neden oluştukları bilinmiyor. Bilinen tek bir şey var, iki İngiliz öğretmenin başına gelen olayın tek olmadığı. Benzeri birçok olay daha yaşanmıştır. Versailles Bahçeler'inde yaşanan olay, akan zamanın içinde kalmış resim gibi görünüyor ama üç boyutlu, gerçek bir resim bu, hatta içine girebiliyorsunuz. Hani bilgisayarınızda silinmemiş programcıkların birden karsınıza çıkması gibi... Moberley ve Jourdain, anılarında olayın başladığı anda havanın garip olduğunu, son derece ağırlaştığını ve hatta ozona benzer garip bir kokunun var olduğunu yazıyorlar. Bütün bunlar bilinmeyen veya henüz niteliğini fark edemediğimiz bir enerjinin habercisi olabilir mi? Böyle bir ortamı, her an yasamak mümkün, nasıl mı? iste bunu bilmiyoruz. Galiba, çok yoğun, unutulmaz ve kalıcı olayların yaşandığı yerler, Zaman Kaymaları için uygun yerler olabiliyorlar...
Bir saray gezisinin başlangıcı
Günümüzden 101 yıl evvel, 1901 yılının Ağustos ayında sıcak bir öğle sonrasında iki orta yaşlı İngiliz öğretmeni tatillerini geçirmek için geldikleri Paris´ de Versaılles´a gitmeye hazırlanıyorlardı. Miss Anne Moberley ve Miss Eleanor Jourdain tarihe meraklıydılar, kente geldikleri andan beri Fransa´nın simgesi olan Saray´a gitmeye can atıyorlardı. Ne Moberley, ne de Jourdain daha sonra Saray´ı gezip, Aynalar Salonu´na geçerlerken birazdan yaşayacakları olay yüzünden tarihe geçeceklerini akıllarından bile geçirmiyorlardı. Salonun açık pencerelerinden çiçekli bahçeler içindekiPetit Trianon Sarayı uzaktan gözüküyordu. Bu küçük saray, XV. Louis tarafından yazlık olarak yaptırılmışve sonra da XVI.Louis tarafından da Kraliçesi Marie Antoinette´e verilmişti. İki öğretmen Küçük Trianon´u görmeye karar verdiler ve çiçeklerle dolu yemyeşil yola düştüler, yanlarında bir rehber veya şimdiki gibi yolları gösteren işaretler o zamanlarda henüz yoktu. Yolu bilmiyorlardı ve pencereden uzakta gözüken saraya doğru tahmini olarak gidiyorlardı. Ağaçların gölgeleri arasında ilerlerken yapayalnızdılar, bir kez yol değiştirdiler, Miss Jourdain bir ara ağaçların içinde duran beyaz giysili bir kadın gördü, yolu sormayı düşünürken arkadaşının aldırmadan yürüdüğünü görünce sesini çıkarmadı. Jourdain sonralarda, arkadaşının böyle bir kadını görmediğini öğrenecekti. Yürürlerken arada bir İngiltere´den ve dostlarından söz ediyorlardı. Sağa döndüler, bazı küçük yapıları geçtiler, birden bunlardan birinin kapısı açılarak iki adam dışarı çıktı. Giysileri bir tuhaftı, iki kadın da adamların bahçıvan olduklarını tahmin ettiler ve yollarına devam ettiler, adamlar onlarla hiç ilgilenmeden aralarında konuşarak önlerinden geçip gittiler. İşte tam o anda Moberley garip birşey olduğunun farkına vardı; Adamların sesleri duyulmuyordu.
Üç boyuttan, iki boyuta düşüş...
Daha da garibi, adamların uzun at kuyruğu saçları, yeşil giysileri ve üç köşeli şapkaları vardı. İki öğretmen giden adamların ardından bakarak, bunların turistler için özel giydirilmiş figüran oldukları sonucuna vardılar. Şimdi tam karşılarında küçücük bir kulübe vardı ve önündeki tahta bankın üzerinde bir adam oturuyordu. Yüzü karanlık ve çirkindi, kafasında geniş sombrero tipi bir şapka, üzerinde özenli giysiler vardı. Önünden geçtiler, adam hiç bakmadı, uyuklar gibiydi. Tam o anda arkalarından gelen ayak sesleri üzerine dönüp baktılar, yol boştu ama hayır Miss Jourdain için boştu çünkü Moberley orada duran bir adamı gö-rüyordu. Sonraları "Tam bir centilmen havası vardı, uzun boylu, iri ve koyu gözlü, parlak dalgalı siyah saçları vardı. Geniş üç köşeli şık bir şapka giymişti...Ve garip bir şekilde gülümsüyordu...Sonra eve doğru ilerlemeye başladı..." diye anlatacaktı. Adam dönerek onlara doğru baktı ve sanki kıyafetleri çok garipmişgibi yukardan aşağıya süzerek tekrar gülümsedi ve hafifçe eğilerek selamladı. Moberley ve Jourdain ilerledikten sonra tekrar baktıklarında hiç kimse yoktu. Arkalarından gelen ayak seslerini her ikisi de artık duyuyordu. Artık paniğe kapılmışlar ve biran önce oradan uzaklaşmak çabasına girmişlerdi. Aynı yoldan geri dönmemeğe karar verdiler, yola devam edip, Küçük Trianon´u ziyarete gelen başkalarına ulaşmayı düşünüyorlardı. Çevrede garip bir atmosfer vardı, sanki derinlik yokolmuş ve iki boyutlu bir resme bakar gibiydiler. Tam bir paniğe düşmüşler ve koşmaya başlamışlardı, o korkunç yüzlü adamın arkalarından geleceğinden korkarak, nefes nefese koşuyorlardı.
Korku sona eriyor; Ne olmuştu?
Derken yol küçük açıklığa ve minik bir dereyi aşan köprüye ulaştı hemen karşılarında küçük bir kır evi vardı ve evin yanındaki yeşil alanda bulunan küçük çardakta oturan bir kadın vardı, bir diğeri de onun önüne yere oturmuş, bakıyordu. Oturan kadın bir gergefte iş işliyordu, yerdeki ise adeta tapınır gibiydi. İş işleyen kadın çok genç değildi, saçları başının üstünde beyaz bir kurdele ile toplanmıştı. Yüzü belirgin bir anlam taşıyordu ve etkindi. Moberley ve Jourdain biraz ötede durup baktılar, yerde oturan kadın hıçkırıyordu ve her ikisi de açıkça duydular. Miss Jourdain ne olduğunu sormak ve eve girip giremeyeceklerini sormak istedi. Ama birdenbire önlerinde hiç kimsenin olmadığını farkettiler, daha büyük bir korkuyla evin arkasına doğru gittiklerinde karşıdan genç bir adamın oradaki daha küçük bir kulubeden çıkarak onlara doğru geldiğini gördüler ama artık duracak halleri yoktu, yanlız adamın sanki bir eğlenceye gider gibi neşeli ve giyimli olduğu izlenimine kapıldılar. Ve birden karşılarındaki patikanın altında ana yolu gördüklerinde artık koşmaktan boğulmak üzereydiler. Yola vardıklarında çevrenin sanki daha aydınlandığını ve yolda Saray´a gelip giden kendilerine benzer insanların bulunduklarını gördüler. Gariplikler bitmişti ama her ikiside tükenmişlerdi, hiç konuşmadan kendilerini otellerine attılar.
Kabus tekrarlanıyor...
O günden başlayarak bir hafta boyunca Jourdain ve Moberley sürekli olayı tartıştılar ve Miss Moberley oturup tüm olanları yazdı. Jourdain de arkadaşının ısrarıyla aynı şeyi yaptı ve sonra oturup karşılaştırdılar, aynı olayı küçük gözlem farklarıyla yaşamışlardı. Moberley, birden arkadaşına "Küçük Trianon´un hayaletli veya tekinsiz olduğuna inanıyormusun?" dedi, Jourdain aynı düşüncedeydi. Ve sonra İngiltere´ye geri döndüler, üç ay sonra yeniden buluştuklarında, ki ayrı kentlerde çalışıyorlardı, tekrar olayı karşılaştırıp tartıştılar. Bir hayali kollektif olarak yaşadıklarını açıklama haline getirmeye çalışıyorlardı. Ve sonuçta, araştırmaya yapmaya karar verdiler. İlk olarak İngiltere´ de yaşayan Parisli bir arkadaşları Jourdain´in aklına geldi, çünkü adam Versailles´lıydı.Arkadaşları daha sözün başında, bir kez kendisi de dahil olmak üzere Versailles bahçelerinde Kraliçe Marie Antoinette´nin pembe bir elbise ve başında beyaz bir kurdele ile birçok defa görülmüş olduğunu anlattı. İyice heyecanlanan iki kadın olayı anlattıktan sonra tekrar Versailles´a dönüp araştırmaya karar verdiler. İşte buradan sonra olay patladı demek mümkün; Jourdain Ocak ayında tekrar ama bu kez yanlız olarak Paris´e gitti ve tüm cesaretini toplayarak Versailles´a girdi ve aynı yoldan ilerlemeye başladı. Bu kadarı da fazla diyeceksiniz ama Kaptan Scott da 9 defa kutba gidip, sonunda ille de orada neden öldü dersiniz?
Top oynayan kadınlar...
Evet, Jourdain aynı yerdeydi, yapılar ve yollar aynıydı ama farklıydılar. Yani aynı yerde aynı yapı vardı ama biçimi değişikti, mesela pencereleri, pancurları başkaydı. Ya da köprü çok daha değişikti, taşları ve rengiyle. Tam köprüyü aşıp, adının Hameau olduğunu öğrendiği eve geldiğinde yine o garip duyguya kapıldı ve birden karşısında yine o kadının ama bu defa yanında birkaç kadınla beraber topa benzer birşeyle oyun oynadığını gördü. Sonra görüntüler kayboldu, Jourdain artık korkmuyordu, merakı korkusunu aşmıştı. Biraz ötede bir arabaya uzun odunlar yükleyen tünikli ve üç köşeli şapkalı iki adam vardı, oraya doğru giderken tekrar dönüp Hameau´ ya baktı ama önüne döndüğünde araba ve adamlar yokolmuştu. Ağaçlar arasında bir cep saatine bakar gibi duran adam, ipek elbiseli bir başka biri, uzaktan gelen kalabalık insan sesleri ve çalınan bir müzik Jourdain´in yaşadığı ve gördüğü diğer olaylardı. Ama Öğretmen daha önceki gelişinde yaşadığı korkutucu duygulara pek kapılmamıştı. Artık çok fazla merak ediyordu, neler oluyordu? Ve niçin bu gariplikler onların başından geçmişti?
Gizemi çözen çardak bulunuyor...
Bu ziyaretten sonra ikisi de defalarca Versailles´a gittiler ama bir daha hiçbir olay yaşamadılar. Müzelere, uzmanlara gittiler, Saray´ın planlarını incelediler, 1790´ların giyimlerini araştırdılar. Hemen herşey uyuyordu ama küçük farklar vardı, mesela bahçıvan sandıkları adamlar kimdi? Çünkü o dönemlerde yeşil giysi giymek sadece soyluların hakkıydı. Olay artık duyulmuştu, herkes iki kadını merak ediyor ve olanları tartışıyordu. Derhal karşıt görüşler çıktı ve hayalcilikle suçlandılar. İşte bu suçlama olayın düğüm noktası oldu. En önemli detay Marie Antoinette olduğundan artık kesin emin oldukları kadının oturduğu çardaktı... Çünkü böyle bir çardak yoktu ve bulunduğu ile ilgili hiçbir kayıt da yoktu. Eğer bunu kanıtlayabilirlerse doğru söyledikleri anlaşılacaktı. Moberley çardağın Çin tarzını anımsattığını söylüyordu, bir sürü arşiv araştırdılar, derken "Revue de Paris" dergisinde Leon Rey imzalı bir yazı buldular, Trianon yolundaki Kraliçe´yi önünde gördükleri küçük yapılara "Jeu de Bauge" dendiğini öğrendiler ve Kraliçe´nin "Jeu de Bauge"sini 1774 yılında Kraliçe´nin bahçıvanı Antoine Richard yapmıştı. Öyleyse çardağın planlarını da o çizmiş olabilirdi. İpucu bulunmuştu, ve ilgili arşivde planlar bulundu, çardağın tıpatıp anlatıldığı gibi çizimleri vardı ve Antoine Richard tarafından yapılmıştı. Ayrıca aynen anlattıkları gibi patikalar, evin önündeki teras, koruluk alan planlarda görülüyordu. İki öğretmenin yalancı olduklarını iddia edenler kuşkucular artık susmuşlardı. Ama Moberley ve Jourdain ölünceye kadar bıkmadan olayı araştırmaktan vazgeçmediler.
Manyak bir kontun tutkusu mu?
Eski bir tarih kitabında kendilerine bakıp selam veren adamın resmine rasladılar, adam Kraliçe´nin yakın dostlarından olan Vaudreil Kontu ´ydu ve bu yüzden idam edilmişti. Evin önündeki uyuklayan çirkin adam da tanımlandı, Kraliçe tutuklandığında ona gardiyanlık yapan kötü ünlü bir ihtilalciydi. Ama bu çok sonra oldu,artık iki emekli öğretmen olan kadınlar 80 yaşlarına geldiklerinde, yani 1940´lar da. Yaşadıklarını bir kitap haline getirip "Bir Macera" adıyla 1911´ de yayınladılar. Ve herkes gibi onlarda birgün yaşamdan ayrıldılar. Hikaye burada bitti mi? Hayır pardon bir eksik var. 1976´da İngiliz Arkeolog ve Yazar Joan Evans kamuoyuna bir açıklamada bulunarak olayın çözümünü bulduğunu söyledi. 1900´lerde Paris sosyetesinden olan Comte Robert de Montesquieu Versailles´de oturuyordu. Kont soylu olmasına rağmen hırsız ve katil olarak ün yapmıştı. Kont´un Versailles´a ve Louis dönemi Fransa´sına tutkusu büyüktü, adamlar tutuyor, onlara eski giysiler yaptırıp, giydiriyor saray bahçelerinde alemler yaptırıyor ve gelenleri korkutup bundan zevk alıyordu. Evans tanık olarak da Kontun eski sekreteri olan Gabriel Yurri´yi gösteriyor ve çekilen bir resimde aynı yerde görünen giydirilmiş iki adamın o yıllarda çekilmiş fotoğrafını gösteriyordu. Evans´ın açıklaması ilgi gördü ama çözüm olamadı... Çünkü bu açıklama, ne öğretmenlerin bilemeyecekleri şeyleri anlatmalarını, ne de doğru çıkan tariflerini açıklayabiliyordu. Hameu´daki çardağı kötü Kont´ da bilemezdi, bilse bile öyle bir yapı artık yoktu. Gizem sürüyordu.
Petit Trianon´da yaşanan olay gerçekten düşündürücü, yolunuz düşerse siz de oradan, o küçük köprüden geçin, o Çin tipi evin önünde durun, kimbilir belki siz de orada olmayan bir çardakta oturan ve kendisi için ağlayan kadının önünde iş işleyen bahtsız Kraliçe´yi görebilirsiniz. Bu asla yasalarını anlayamadığımız zaman faktörünün özgün bir kayma ise belki de onu, feci sonu için uyarabilirsiniz, çabuk kaç diye...Fakat acaba senaryosu yazılıp, çekimi bitmiş bir yaşamın geçmişte kalan çizgisi değiştirilebilir mi? Versailles Bahçeleri taa Paris´ de ama benim aklıma hemen yanıbaşımdakiler geliyor.
İster istemez düşünüyoruz; Acaba Çankaya bahçesinde Atatürk geçmişte olduğu gibi İnönü ve Bayar´la dolaşıp hala tartışıyor mu? Ya da yokluğunu galiba çok çabuk hissettiğimiz Turgut Özal´dan 21.Yüzyılın Türkiye´si imajını dinliyorlar mı? Veya Topkapı Sarayı´nın biraz da ürpertici bahçelerinde Sultan İbrahim hala olmayan balıklara altın atıyor mu? Yoksa Harem´in karanlık köşelerinde Valde Sultan hala celladı Kuşçu´nun perde ipiyle kendisini kovalamasından kaçmaya mı çalışıyor? Ve bir de merak etmemek elde değil, acaba Fatih Sultan Mehmet hala atını gittikçe yok olmakta olan İstanbul surlarına sürüp, "Ne ettiniz de bu güzel şehri böyle perişan ettiniz, kim yaptı bunu, tiz söyleyin, nerdesin bre cellat?" diye duyulmayan sesiyle haykırıyor mu? Biz bilemiyor, duyamıyor ve göremiyoruz ama hissediyoruz. Kimbilir belki de sizlerin arasında da Moberley ve Jourdain gibiler vardır, onları görüyor ve duyuyorlardır...
Fransız araştırmacı ve yazar Jacques Bergier´e göre, zamanda yolculuk, fizikle ruhçuluğun birleştiği bir bilim çizgisinde açıklanabilir. Ve şu ana kadar da bilim. zamanın oyunları hakkında yeterince ipucunu bize vermiştir. Üzerinde durmamız gereken en önemli konu, "Zaman çekmeceleri"dir. Bu çekmecelerde zaman parçacıkları son derece hızlı dönüşüm içindeler ve o zaman gözlemciye göre çok daha ağır ilerliyor. Bu sonuç, normal zamanda hemen yok olan parçacıkların, çekmecedekilerden daha farklı olduğunu kanıtlıyor. Kısacası zamanda yolculuk için çok büyük bir enerji gerekmektedir ve bu enerjinin niteliği ve kaynağı henüz belli değildir. Ama, bilimin geleceği umut vaad etmektedir.
Bergier´nin yorumu ilginçtir, zaman çekmecelerinden Hawking´de söz etmekte ama çekmecelerin nasıl ve neden oluştukları bilinmiyor. Bilinen tek birşey var, iki İngiliz öğretmenin başına gelen olayın tek olmadığıdır, benzeri bir çok olay daha yaşanmıştır. Versailles Bahçeler´inde yaşanan olay, akan zamanın içinde sıkışıp kalmış resim gibi görünüyor ama üç boyutlu, reel bir resim bu, hatta içine girebiliyorsunuz. Hani bilgisayarınızda silinmemiş progr*****ların birden karşınıza çıkması gibi... Moberley Ve Jourdain, anılarında olayın başladığı anda havanın bir garip olduğunu, son derece ağırlaştığını ve hatta ozona benzer garip bir kokunun var olduğunu yazıyorlar. Bütün bunlar bilinmeyen veya henüz niteliğini fark edemediğimiz bir enerjinin habercisi olabilir mi? Böyle bir ortamı, her an yaşamak mümkün, nasıl mı? İşte bunu bilmiyoruz. Galiba, çok yoğun, unutulmaz ve kalıcı olayların yaşandığı yerler, Zaman Kaymaları için uygun yerler olabiliyorlar...
112 yıl öncesine yolculuk.
Dikkatli olun, özellikle tarihi yerleri gezerken, siz de iki İngiliz öğretmeni gibi bir zaman çukuruna düşebilir ve yüzlerce yıl öncesine geri dönebilirsiniz, ya da belki de inanılmaz bir geleceğe... Petit Trianon olayı literatürün en çarpıcı olaylarındandır...
Paris´e gitmek sıradan bir olay değildir, zira karşınızda çağın simgesi beto-metalik bir megapol yoktur, yüzlerce yıllık bir uygarlığın ta kendisini cap-canlı yaşarsınız, sanki loş bir sokak arasından Kraliçe´nin silahşörlerinden birisi birden önünüze çıkıverecektir veya gizemli bir kafenin buram buram anı kokan kuytu bir köşesinde İnsanlığı biçimlendirecek düşüncelere dalmış bir silüet hala oturmaktadır. Ya da, Galya güzelliğini simgeleyen bir kadın Romalılar´dan Nazilere kadar uzanan bir direnişin isyankar bakışlarını gizleyerek, şarap kadehinin ardından arkanızda duran bir hayaleti süzmektedir. Kısacası Paris, aynen Delhi, İstanbul, Bağdat, Dublin veya Roma gibi bir gizem ve nostalji demetidir. İşte gizem denen sözcük de, konumuzun ta kendisi. Paris´e gidince hele ilk gidiyorsanız ve zamanınız varsa Versailles Sarayı´nı görmeniz gereklidir. İnanılmaz bir ihtişamla, varakların aralarında hala saklı olan entrika kokularının asaletle buluştuğu yerdir orası. Gezerken ister istemez, kılığınızın değiştiğini ve davranışlarınızın etkilendiğini hissedersiniz