Batinilik

cibabu

Kayıtlı Üye
Katılım
8 Ara 2009
Mesajlar
385
Tepkime puanı
169
Kurucusu Hasan Sabbah 1O49'da İran'ın Rey'de doğdu, 1134'te Kazvin dolaylarında Alamut Kalesinde öldü. Yemen' den göçerek Rey'de yerleştiği söylenen Ali bin Mehmed'in oğludur. Babasının Şafii mezhebinden, Horasanlı bir Türk ailesinden olduğu söylentisi de vardır. Hasan Sabbah, ondört yaşına değin babasının gözetimi altında din bilgileri edindi, sonra o dönemin ünlü İslam bilginlerinden İmam Muvaffak Nişaburi'nin öğrencisi oldu; onun bulunduğu medresede gökbilim, matematik öğrenimi gördü. Arkadaşları arasında, sonradan İran'ın en ünlü ozanlarından biri olan Ömer Hayyam ile Selçuklular'ın veziri Nizamülmülk vardı. Hasan Sabbah, sonraları, bütün çalışmalarını tasavvuf üzerinde yoğunlaştırdı, özellikle Batinilik denen, Yeni- Platonculuk, Alevilik gibi kuruluşlardan, çoktanrıcı inançlardan oluşan akımı yeniden düzenlemeye, ona siyasal bir nitelik vermeye başladı. Çalışmalarını kolaylıkla sürdürebilmek için; 1090'da İran'ın Kazvin bölgesinde, yüksek bir tepenin üzerinde, sarp kayalıklarda kurulu Alamut Kalesi'ne çekildi, orasını yeniden onarttı, sağlamışlardı. Çevresin de toplananlara kendisinden insanları mutluluğa kavuşturmak, ölümsüzlüğe ulaştırmak, cenneti yeryüzünde kurmak için görevlendirildiğini, bu görevle ilgili bütün yetkileri özel olarak tanrı' dan aldığını etkileyici bir dille anlatmaya koyuldu. Onlara, daha önceden döğülmüş haşhaş katılmış bal şurubu içirip, kendinden geçirttikten sonra, türlü çiçeklerin bulunduğu havuzlu bir bahçeye taşıtırdı. Bu bahçede yarı çıplak genç, güzel kadınlar dolaşır, ayılmaya başlayan erkeklerin çevresinde gezer, onları etkiler, sonra bir bardak şurup daha vererek yeniden bayıltırlardı. Yeniden bayılan kişi, gene ilk bayıldığı yere götürülür, ayılıncağa değin bırakılırdı. Ayıldıktan sonra, kendisine gördüklerinin gerçek olduğu, düş olmadığı, ölünce oraya gideceği söylenirdi.

Hasan Sabbah, bu yolla kendine bağladığı insanların sayısı Kazvin, Rey yörelerini etki altına alacak bir güç oluşturunca, saldırılar düzenlendi, ülkenin dört yanına yayılan fedaileri aracılığıyla içlerinde Nizamülmülk'ün de (1092) bulunduğu kendisine karşı olan birçok devlet adamını gizlice öldürttü. Selçuklu Sultanı Melikşah bir mektup göndererek Hasan Sabbah'tan bu ortalığı karıştırıcı işlerden vazgeçmesini. istedi. Hasan Sabbah, ondan korkmadığını, tanrı'nın kendisiyle olduğunu bildiren bir karşılık gönderdi. Sultan Melikşah'ın onu ortadan kaldırma girişimi lO92'de ölmesiyle yarıda kaldı. Daha sonra Sultan Sencer'de Hasan Sabbah'ı yok etmek için çalışmalara başladı. Ancak Hasan Sabbah'ın fedaisi olan gözdelerinden biri gizlice Sultan'ın yastığı üstüne hançer saplanmış bir mektup bırakınca korktu, saldırıdan kaçındı. Hasan Sabbah, öldüğü 1134 yılına değin saldırılarını sürdürdü, 1256'da Hulagu Han Alamut kalesi'ni yıklı, bütün Batinileri kılıçtan geçirdi.

Hasan Sabbah'ın siyasal bir kuruluş olarak geliştirdiği Batınilik birtakım sayılara, sayıların yorumlarına dayanır. Genellikle tin, insan, us, evren, tanrı, uzay, boşluk, bilgi, imamlık, oluş gibi konular üzerinde durur. Batinilik'e göre tin iki türlüdür. Birincisi iyi, ikincisi kötüdür. İyi tinler, gövdeden ayrılır, salt ışık olan yüce, tanrısal evrende mutluluğa ulaşır. Ancak bu evren, içinde yaşanan evrenin dışında değildir. Kötü tinler ise gövdeden gövdeye geçer, değişik biçimlere girer, yeryüzünde boyuna acı çekerler. Ölüm tinin gövdeden ayrılmasıdır. Tin gövdede bulunduğu sürece yaptıklarından sorumludur. Bu nedenle, iyi ise ışık evrenine, kötü ise başka bir gövdeye gider.

Batınilik'te evren önsüz-sonsuzdur, yaratılmamıştır. Evren,kendi bütünlüğü içinde, dokuz evreni kuşatır. En yüksek aşamada bulunana "sabık" denir, bundan basamak basamak inilerek, usun bulunduğu alana gelinir. Us, bu dokuz evren dizisi dışındadır, sürekli olarak değişir. Dinin ileri sürdüğü gibi evrenin dışında, bir öte evren (ahiret) yoktur, yargı günü yeniden dirilme, gerçek değildir. Evrende mutlu yaşayan cennette mutsuz olan ise cehennemde demektir. Tanrı yaratıcı nitelik taşıyan bir doğal güçtür, tektanrıcı dinlerin ileri sürdüğü gibi gerçeküstü yoktan var edici, bir varlık değildir. Onun yargılayıcı bir özelliği de yoktur.

Batınilik'in üzerinde durduğu en önemli konu "imamlık"'tir. Ona göre imam, geçmiş, şimdi, gelecek üç boyutlu bir süre içindedir. Bütün olup bitenleri bilir, bilgisinin sonu, bilme yeteneğinin sınırı yoktur. İmam insanla ilgili bütün eksikliklerden, suçlardan, uyumsuzluklardan sıyrılmış yüce bir varlıktır. O, Kur-an'ın görünüşe göre olan (zahiri) anlamını içe (batın) dönüştürecek bir güçtedir. Gerçeklik usla değil, imamın öğütleriyle, önerdiği yöntemle kavranabilir. İmama, gönülden bağlanan bir kimsenin, Kur'an, hadis buyruklarına uyma gereği yoktur. İmam zamanın ışığı, evrenin kavrayış gücüdür. İmam boyuna gelir gider, ölür dirilir. Ancak bu ölüm, sözcüğün görünüş anlamıyla değil, iç anlamıyla bağlantılıdır. Kişinin mutluluğu imama olan bağlantısı ile ilgilidir. Bütün gönlüyle imama bağlanan kimse mutlu, ondan ayrılan ise mutsuzdur.

Hasan Sabbah'ın çevresinde toplananlara aşılamaya çalıştığı ahlak öğretisi dört aşamalıdır. Bunlara el- İsme, el- Mehdiye, el- Takıyye, el-Ric'a denir. El-İsme arınmışlık, olgunluk, her türlü eksiklikten sıyrılmış anlamındadır, imamla ilgilidir. Ona uymayı, onu suçlamamayı gerektirir. EI-Mehdiye kurtuluş demektir. Batinilik'e göre, günün birinde Mehdi adlı kurtarıcı gelecek, insanları mutluluğa kavuşturacak, yeryüzünden bütün kötülükleri, eksiklikleri, geçimsizlikleri giderecektir. Mehdi'nin bilgisi sonsuz, gücü sınırsızdır. EI-Takıyye İslam dinine bağlı görünerek gerçek inancını, düşüncesini gizlemek anlamını içerir. Şeriat baskısından, yasaklarından kurtulmak için kişi gerçek düşüncesini içinde saklamalı, kendini açığa vurmamalıdır. EI-Ric'a ise Mehdi'nin ortaya çıkışı ile ondan önce sonra gelen bütün imamların. geri döneceklerini bildirir. İmamlar ölmezler, tinsel evrende ölümsüzlüğe kavuşmuş yüce kişiler olduklarından, Mehdi'nin yeniden evrene dönüşünü beklemektedirler.

Kendileri de bu mezhepten olan Batınilik konusunda çalışan kimi düşünürlere göre; kardeşler arasında evlenme doğaldır, bu konuyla ilgili yasaklar doğaya aykırıdır.

Batinilik'te on sayısı ile yirmi iki harf kutsaldır. İnançla, varlıkla ilgili bütün sorunlar bu sayı ile harflere göre açıklanır. Bu sayı ile harfler varlık türlerini, onların özelliklerini oluş biçimlerini, niteliklerini, birbiriyle olan ilişkilerini yansıtır. Bu konuda Batınilik'le Hurufilik birleşir. Bu iki kuruluş da Pythagoras'la Orpheus inançlarından kaynaklanan Kabalacılık'tan etkilenmiştir.

Batınilik, kimi araştırıcıların ileri sürdükleri. gibi, yalnız siyasal bir kuruluş değildir, çok eskilere giden inançlardan oluşan bir birikimin İslam düşüncesine karşı direnişidir. Bu birikim, kendisini yok sayan, geçersiz kılmaya çalışan İslam inançlarının, özdeş eleştiri ölçüsüne dayanarak özgün olmadığını, onların da daha eski birikimin sonucu olduğunu ortaya atarak, kendini savunur. Batıniliğe göre İslamda ; Bütün mutluluklar, kıvançlar, sevgiler, sevgiler, dahası esenlik verici içkiler cennette vardır. Orada birbirinden güzel kızlar (hııriler), delikanlılar (gılmanlar) dolaşmakta, usun, düş gücünün sınırlarını aşan bir mutluluk ortamı inananları beklemektedir. Özellikle yeşil' e duyulan susamışlığın özünde, çölde yanan, bir gölgede dinlenerek serinliğin mutluluğuna ermenin özlemi vardır. Bu özlem, çoktanrıcı dönemlerden süzüle gelen inançların biçim değiştirerek tektanrıcı dinlerin özüne girmiştir. Nitekim Batinilik'te yapıldığı söylenen birtakım işlemlerin de bu inançlardan kaynaklandığı bellidir. Hasan Sabbah'ın "fedai'lerini uyuşturucu içkiyle bayıltması, bayılan insanı çiçekli, yeşil, güzel bahçeye taşıtıp ayılıncaya değin orada bıraktırması ayılan adamın çıplak güzel kadınlara karşılaşması, onların elinden içtiği bir uyuşturucu içkiye yeniden bayılınca ilk bayıldığı yere taşınması, orada ayılması; bu durumun kendisine Kuran’ın bildirdiği cennet diye anlatılması gibi olaylar, islam dininden esinlenmektedir.


Batinilik, toplumsal bir örgüt olarak ortadan kaldırıldıktan sonra, etkisini daha geniş bir alanda sürdürmüştür. Bu olay da kimi alevi kuruluşların yardımıyla olmuştur. Yazın alanında Batınilik'ten esinlenenlerin sayısı az değildir. Şiilikte, belli konarda, Batinilik'in görüşlerinden esinlenilmiş, birçok ozan bu konuyu değiştirerek işlemiştir. Mevlevilikte bu etki açıktır. Şems Tebrizi gibi Mevlana da etki açıkça görülmektedir. Onun "Cennet'le ilgili tasarımları, insan mutluluğunu, içkiyi, sevgiyi konu edinen kimi şiirleri Batinilik etkisinden uzak değildir. Bu konuda, zaman sürecine bağlanmak yanıltıcıdır. Hasan Sabbah, Batınilik'in yaratıcısı değil, bir örgüt olarak kurucusudur. Batinilik, bir inanç niteliğinde, çok eskilere gider. Sözgelişi Zünnun Mısri, Maruf Kerhi, Bayezıd Bistami, Cüneyd Bağdadi, Hallac Mansur gibi tasavvuf insanları Batınilik'i oluşturan öğelerden çok etkilenmiş, esinlenmiştir.

Anadolu'da, Batinilik etkileri Yunus Emre, Caferi, Sami,Kazım, Hayderi (son dördü 16'ncıyy.da yaşamıştır) gibi ozanIarda görülür;

Ali emriyle gelmişdir vücuda âlem ü adem
Ali hükmiyle olmuşdur ne kim pinhân u peydâdır
Ali'dir sırr-i Sübhâni Ali'dir âlemin câni
Ali'dir gevhıerin kânı Ali /ıem kâ'r-ı deryâdır
Ali şol lâmekandır kim münezzehıdir kamu şeyden
Ali şol binişândır kim /ıer eşyada hüveydâdır

........................

Ali'dir cami-i Kıır'ân Ali'dir rahmet-i Ralımân
Ali'dir menbâ- ihsân ki bimânend ü yektâdır

Caferi'nin bu dizelerinde Ali, sayılan nitelikleriyle, tanrı'dır. Ozan, tanrı'da bulunduğuna Kur'an kanıt gösterilerek inanılan ne varsa, Ali'ye yüklemektedir. Ona göre Ali, Kur'andır, Ali tüm yerdedir, Ali gizlidir, açıktır, Ali insanlara "rahmet" eyler, bağışlar, her türlü nitelikten üstündür.

Batınilik, tanrısal nitelikleri insana indirger, Ali'yi de tanrısal insanın en yetkin örneği olarak görür (belli bir anlamda). Bundan başka, eski İran inançlarından, özellikle Zerdüştçülük'ten de geniş ölçüde yararlanır. Gerçekte Batınilik, yeni bir inanç kurumu olarak ortaya çıkma savında olmasına karşın, eskinin yeni görünme çabasıdır.

internetten alıntı
 

Devres

Kayıtlı Üye
Katılım
21 Mar 2011
Mesajlar
36
Tepkime puanı
9
Genel anlamda Heterodoks İslam olarak tanımladığımız Aleviliğin çok önemli bir kolu olan İsmailiğin Alamut çağı Nizari İsmaililerine ilişkin yanlış, yalan ve iftira dolu hayali bilgiler yüzyıllar boyu aktarılarak, tarihsel gerçeklermişçesine sunulmuş; sözde tarih araştırmaları, romanlar, öyküler ve film senaryolarıyla bu uydurma ve tarihsel çarpıklıklar hala sürdürülmektedir.
Alamut devleti ve onun kurucusu Hasan Sabbah (1034?-1124) hakkında akılalmaz karaçalmaları ve aşağılamaları, en ciddi yazar ve araştırmacıların yazılarında görmek, günümüz tarihçilerinin kaleminden okumak insanı dehşete düşürüyor; bu denli bağnazlık ve düzeysizlik olamaz diye! Bağnazlık diyoruz, çünkü Avrupa merkezci tarih anlayışı Avrupalı-Hristiyan kökenli kaynakları güvenirlilik ölçütü alırken; Ortodoks İslam (Sünni) tarihçi ve din bilginleri, çağdaş saray kronikçileri ve yönetim erkinin besleme yazar ve bilginlerinin yazdıklarını ana kaynak olarak kullanmaktadırlar. Ortodoks İslam yazar ve tarihçileri, Avrupalı Hrıstiyan tarihçileriyle birleştiren işte bu bağnazlık anlayışıdır. Oysa onlar, Avrupalı doğubilimcilerin, Hristiyan yazar ve tarihçilerin İslam ve Türk imparatorluklarına ilişkin görüş ve düşüncelerine ateş püskürürler. Bu ikili davranış, kendilerinin, milliyetçi ve dinsel ideolojiler açısından tarihe bakmaları, nesnel yaklaşım göstermemelerinden dolayıdır.
Büyük İsmaili Dai’si, döneminin bilgin ve düşünürü, eşi az bulunur örgütçü bir devlet adamı olan Hasan Sabbah’ın, İmam Cafer oğlu İsmail’in soyundan 19.İmam Nizar’ın adına ve İsmaili Aleviliği inanç öğretisini daha da geliştirerek, onun özündeki özgürlükçü, barışçıl, eşitlik ve paylaşımcılık temeli üzerinde kurduğu Alamut devleti 167 yıl sürmüştür. Pamir’den, Güneydoğu Akdeniz kıyılarına-Filistin’e kadar uzanan geniş Ortadoğu cağrafyası içinde 300’e ulaştığı bildirilen, baş Dai’lerin yönetiminde bulunan ortaklaşa çalışıp kazanarak, ortak kazanda aş yenilen ve özel mülkiyetin olmadığı Kale yerleşim birimleri Dar ül Hicra’ lardan (sözcük anlamı “Göçmenler evi, göçmenler yurdu”) oluşan bir devletti. Alamut Nizari İsmaili devleti tam anlamıyla bir Sosyalistik Federe Cumhuriyeti idi. Dar ül Hicra’lar, çok iyi hiyerarşik bir yapılanma içinde örgütlenmiş, İsmaili Dava’sını yayan görevli Dai’ ler ( çağıran, davet eden), Dava’yı açık ve gizli düşmanlara karşı savunmada canını vermekten asla çekinmeyen Fedai’ler aracılığıyla uygulanan çok güçlü ve geniş propaganda-iletişim-savunma ağıyla Alamut’a bağlıydı. Kale yöneticisi baş Dai’ler, diğer adıyla muhteşim’lerin kendi bölgelerinde, Dava’ya bağlı kalmak Hüccet (İmamın vekili, tanığı) aracılığıyla Zamanın İmamı’ından gelen buyrukların dışına çıkmamak koşuluyla hareket özgürlükleri oldukça geniş ve bağımsızdılar. Bunun en tanınmış örneği, bir sonraki kuşak içinde neredeyse Hasan Sabbah kadar ün kazanan 33-34 yıl kadar yöneticilik yapmış Suriye baş Dai’si Raşudiddin Sinan’dır (1160-1193/4).
İslam dinini ve kutsal kitabını kendi iktidar çıkarlarına uygun biçimde yorumlayarak baskıcı yönetimlerini sürdüren Sünni Bağdad Halifeleri, onların kılıcı olmayı kabul etmiş Selçuklu Sultanları ve diğer prenslere karşı ölümüne direnerek, düşünce ve inançlarını yaymak, dünyayı değiştirmek ve dünyayı gerçek adalet ve eşitlik içinde, nimetlerini hakça paylaşarak, yaşanılır kılmak savaşımı veren bir yönetim olarak dünya sahnesinde çok onurlu bir yeri vardır Alamut Nizari İsmaili Devleti ve onun kurucusu Hasan Sabbah’ın.Batıni inancın önderleri olarak İsmaili İmamları, Dai’lik görevi üstlenmiş büyük düşünür, tarihçi ve ozanlarıyla Alamut dönemi ve sonrası Nizari İsmaili Alevilerinin tarihi, Ortodoksizme aykırı gelişen özgür düşünce, felsefe ve batıni inancı, insan emeğini ve toplumsal mücadeleyi içinde barındıran Heterodoks İslam tarihidir. Kendisini 21.yüzyılın çağdaş insanı gören yazar ve tarihçi, hangi din, inanç ve (siyasal) düşünceden, hangi milliyetten olursa olsun, bu onurlu tarihi çarpıtmadan algılayıp değerlendirmeli ve o dönemlerde yaşamış karşıt inanç ve görüşte, hatta düşman olan yazarların gözüyle bakmayı terketmelidir.
İsmaililerin tarihini çirkin karaçalmalarla sunan, İsmaili batıni inanç öğretilerini sapkınlık, yoldan çıkma olarak gösteren ve devlet örgütlenmesini assassins (katiller) kavramı üzerine kurgulayan görüş ve düşüncelerin sahibi, Alamut çağdaşı yazar ve tarihçilerin bunu hangi amaçla yaptıkları ve kimlerin hizmetinde bulunduklarına ilişkin bir kaç önemli isimle dikkat çekmek istiyoruz.
Alamut İsmaililiğinin inançsal ve felsefi temeli olan “Talimiye” öğretisi, yani Batınilik, Hasan Sabbah’ın kitaplarıyla Bağdat’ta yayılmaya, büyük evlere, aydın çevreye girmeye başlamıştı. Akıl ve felsefenin karşısında olan ortodoks din bilgini Abu Hamid Muhammed el-Gazali(1058-1111) olayı şöyle anlatmaktadır:
“Talimiye sapkınlığı ortaya çıkmıştı; herkes bu öğreti hakkında konuşuyordu. Zaten benim de onların kitaplarının içinde neler bulunduğu ve görüşleri hakkında inceleme yapmak aklımdaydı. Müminlerin efendisi Halife’den (Mustazhir 1094-1118, İ.K.), onların dinsel sisteminin gerçekte ne olduğunu gösteren bir kitap yazarak onları reddetme buyruğunu alınca işe giriştim…Böylece onların görüşlerinin yalan olduğunu al-Mustazhiri kitabımda yazdım.” (Montgomary Watt, The Faith and Practice of Al-Ghazali, Oneworld Oxford Reprinted, 2000, s.45, 54)
Görüldüğü gibi, üstelik kitaba Halife kendi adını vermiştir. Burada Gazali’nin tutum ve davranışı yorum gerektirmeyecek kadar açıktır; o, Alamut’u ortadan kaldırmaya çalışan en büyük düşmanının hizmetindedir. Ve Gazali’nin Halife’in buyruğuyla yazdığı “Batıniliğe Reddiye”, bu gün ilahiyatçılarımızın ve İslam tarihçilerinin başucu kaynak kitabıdır.
İsmailileri anlatan en eski kaynaklardan biri, fakat çok acımasız bir İsmaili karşıtı olan Ata Malik Cuveyni’nin (1228-1283) tarihidir. Gerçek İsmaili inançve geleneklerini çarpıtmaktan sorumlu olan odur. Bu Mogol tarihçisi, yakın bölgeden (Kazvinli) bir Sünni olarak İsmailileri dinsiz-kafir, sapkın sayan katledilmeleri gerektiğine inanan bir anlayış içinde Mogol’lara Alamut kalesinin yakılıp yıkılmasını öğütleyen ve yolgösteren kişidir. 200 000 cilt kitabın bulunduğu bilinen büyük Alamut kitaplığında aylarca inceleme yapıp, bunlar Şeriata aykırı, din düşmanlarının kitaplarıdır diyerek yakılmalarını istemiştir. Çeşitli Kuran ve Tefsir kitapları dahil, işine yarayanlara da el koyarak onlardan edindiği bilgiler sayesinde Dünya Tarihi’ni(Cihanguşa) yazmıştır. Onun yüzünden Alamut Devlet arşivi, kitaplığı ve İsmaili Dai’lerinin yetiştiği Medreseler, Fedayin’in eğitilip yetiştirildiği eğitim-öğretim kurumları yakılıp yerle bir edilmiştir. Ama ne yazık ki, pek çok tarihçi ve araştırmacılar Cuveyni tarafından tasarlanmış hikayeleri, onun İsmaililere karşı düşmanca tutum ve davranışlarını yakından incelemedikleri için ürküntü duymadan benimsiyorlar. W.İvanow (1886-1970) haklı olarak, Alamut and Lamasar (Tahran, 1960, s.26) kitabında, “Cuveyni’nin yazdıklarından tam anlamıyla tatmin olup, son derece cahilliklerini gösteren bilginler vardır” diye yazmaktadır.
Marco Polo, Alamut’un yıkılmasından 16 yıl sonra 1273’te bölgeden geçmiştir. Kazvin’de konakladığı bilinmektedir. Ama o, ne kırımdan kurtulup yeraltına çekilen İsmaililerden bir kimseyle konuşmuş ne de hala kapkara kül ve kömür kaplı bir yangın yeri olan, deyim yerindeyse henüz dumanı tüten Alamut kalesini gezmiştir. O yalnızca Kazvinlilerin, kendileri için gizemli ve inançsız sapkınların oturduğu bir yer olan Alamut hakkında kafalarında yaratıp kurguladıkları masalları dinlemiş ve kendi hayal gücünü de kullanarak yüzyıllarca Avrupa’da anlatılan Dağlı İhtiyar’ın (Hasan Sabbah’ın!) serüvenlerini ve uyuşturucu cennetini üretmiştir. Haçlı Seferlerinin misyoner kronikçileri (tarihyazıcıları) ise, görüp konuştukları İsmaili Dai’lerinin anlattıklarını değil, ortaçağ Avrupalısının gizemli Doğu hakkında duymak istedikleri olağanüstü öyküler ve masalları yazmışlardır.
Birkaç sözle de Fedayin (fedailer) örgütünün kurucusu olmasından dolayı Hasan Sabbah’ın terörist yetiştirdiği yönünde suçlanmasına dğinmek gerekiyor. Ne acıdır ki, terör filmleri senaryo metinlerinde Bernard Lewis gibi İslam tarihçilerinin Alamut ve Hasan Sabbah uzmanlığı bağlamında danışmanlık imzalarını görmekteyiz.
İsmaililer hakkındaki iddialardan biri, kendini kurban eden savaşçılar olan fidai’lerin özelliğidir; onların hançerleriyle terörizmi yaydıkları konuşulmaktadır. Haçlılar döneminde Batılılar Suriye İsmaililerini “Assassins”(katiller-suikastçılar) diye adlandırmışlardı. Daha sonra tüm İsmailileri kapsayan düşmanca bir adlandırma olarak yirminci yüzyılın başlarına kadar gelmiş. Ancak bu tanımlamaya kuşkuyla bakan gerçek bilimci ve tarih araştırmacıları tarafından İsmaililere ilişkin gerçek tarihsel bilgiler, inanç öğretileri ve felsefesi ortaya çıkarılıp yayınlanmaya, tartışılmaya başladı. Ancak eski yanlış bilgiler, hiçbir gerçek yanı olmayan masalların anlatılması ve yorumlanması hep sürmektedir. Şimdi de Avrupalı tarihsel İsmaililiği, fedayin örgütünden dolayı “terrorism” kavramıyla birlikte kullanmaya ve Hasan Sabbah’ı da “terrorism”in kurucusu görmeye başladı.
Gerçekte Hasan Sabbah savaştan nefret ederdi. Kendisini barıştan uzaklaştıracak ve sakin yaşamını bozacak karışıklıklardan hep kaçındı. Gereksiz yere kan dökülmesine itiraz etti, fakat ezeli batıni düşmanları onu savaş ateşinin içine ittiler. Ancak böylece büyük güçlerini göstererek, onu ele geçirebileceklerini sandılar. Hasan Sabbah, kötülük ve zararlı tohumlar saçan, saldırıya hazırlanan bencil yöneticileri öldürmeye ve kötülüklere kaynaklık eden nedenleri ortadan kaldırmaya sık sık başvurdu. Onlardan bazılarını öldürtüp -ki bunlar gerekli ve adilceydi- halkları savaştan kurtardı. İsmaili fedaileri, yalnızca iktidarlarını artırmak için zulüm ve kırım yapan baskıcı yöneticilere, çevreye kin ve düşmanlık saçmayı sürdürenlere suikastlar düzenlemişlerdir.
Bosworth, “The Islamic Dynasties” (Islamic Survey, series no.5, Edinburg, s.128) başlığını taşıyan makalesinde, “İsmaililer, hem Franklar hem de Sünni Müslümanlarla mücadele içerisinde çok dikkate rol oynadılar. Ancak, doğrudan askeri eylemlerde bir kumandan olarak görev yapmış olan çok tanınmış kişilere suikastlar yapan İsmaililer nisbeten az sayıdaydı ” diye yazıyor.
İsmaili düşmanları, karşı konulmaz büyük güçleriyle birbiri ardısıra saldırılarda bulunuyorlardı. Bunun yanısıra ekinleri tahribederek, meyva ağaçlarını keserek ve başka yıkıcı yöntemler kullanarak İsmaililerin ekonomisine zarar verdiler. Bundan çıkan genel resim gösteriyor ki, İsmaililer kendi üzerlerinde dolaşan tehlikeyi karşılamak için daha az sayıda idiler. Bundan ötürü, savunma amacı için bir savaş gerillası, ayaklanma ve karışıklık çıkartma ve bunları önleme yöntemi öğretilmiş savaşçılardan bir silahlı birlik fedayin yetiştirildiği anlaşılıyor. Ve yine kesin olarak anlaşılıyor ki fedailer terörist değil, fedailik olgusu da terörizm değildir. Bazı bilim adamları İsmaili mücadelesini bir devrim olarak görmekte haklı olmalarına rağmen, kesin olan, onlarınki aynı zamanda bir hayatta kalma ve inancıyla birlikte varlığını sürdürme mücadelesiydi.
W.İvanow’un ( Alamut and Lamasar, s.21) iki cümlesiyle bağalayalım:
“Doğru bir görüş açısıyla fedailik, savaş gerillasının yerel bir biçimiydi... Bazı bilgisiz, fakat iddalı bilim adamları tarafından yapıldığı gibi, fedailik (kavramı) içinde Nizari İsmaili öğretisinin en tanınmış organik özelliğini görmek, kesinlikle namuslu olmayan bir tutumdur.”
Kitabımızda İsmaililik inanç ve öğretilerini, tanınmış Suriyeli İsmaili yazar ve araştırmacılarından Mustafa Galib’in dediği gibi “politik ve sosyal görünümünden hareketle”, ancak tamamıyla tarihsel bağlamda incelemeye çalıştık. Açıkça söylememiz gerekir ki, bu çalışma sadece Alamut Nizari İsmaililiği’nin ortaya çıkışı, İsmaili İmam ve büyük Dai’lerinin –özellikle Hasan Sabbah’ın- inceleyipgeliştirdiği İsmaili öğretileri, inançsal ve siyaset felsefeleriyle birlikte İmamlarının kutsal gölgesinde örgütlenmeleri ve devlet yapısı, büyüyüp yayılması, yıkılışı ve sonrası üzerinde kısa bir özettir. Çünkü, 20.yüzyılın başlarından beri İsmaililik üzerinde W. İvanow, Bernard Lewis, Henry Corbin, Mustafa Galib, Arif Tamir, G. S. Marshall Hodgson, Farhad Daftary gibi pekçok bilim adamı ve araştırmacılar çeşitli dillerde yüzlerce ciltlik kitaplar yazdılar. Nevar ki, Türkçemizde bu konularda parmakla sayılacak kadar az çalışma bulunmaktadır.
Günümüz Nizari İsmaililiği, Alamut geleneğinden kısmen saparak, eski Fatımi ortodoksizmine dönüş yapmış. Daha doğrusu, kendilerini İsmaili Şiiler olarak tanıtan Nizari İsmaili Dai'leri ve cemaat önderleri, Kuran İslamı ile tarihsel batıni felsefe ve öğretilerinin sentezi biçiminde bir yapılanmaya reforme etmiş görünüyorlar. Batıni Dai'leri aracılığıyla taşınan öğretileri ve inanç kurumlarıyla Anadolu'da batıni Aleviliğin kökleşmesinde büyük çapta etkili olmuş Nizari İsmaililiği, bugün Şiiliğe biraz daha yakın durmakta ya da yayınlarında öyle görünmek zorunluğu duymaktalar. Tam 22 ülkede yaşayan İsmaili inançlı halkları arasında bizzat araştırma yapma olanağımız olmadığı için, ancak dünyaya açımış tanıtıcı yayınları yapan İsmaili resmi aydınlar çevresinin bize aktardığı bu bilgilerle yetinmek durumundayız. Gevşek şeriatla da olsa Şiiliğe yakınlaştırılması oranında, Anadolu’da yaşayan Alevilikden biraz daha uzağa düşmektedirler. Ancak Kuran'ı ve dolayısıyla İslam dinini, Şeriat bağlamında dahi, Ortodoks İslamdan (Sünnilik ve Oniki İmamcı Şiilikten) çok farklı, daha akılcı ve çağa uygun gerçeklikte yorumladıklarını açıkça görmekteyiz.
Kitabımızda 12 Bölüm halinde incelemiş olduğumuz konu, her bölümü birer kitap olacak niteliktedir ve içinde ele alınıp işlenecek birçok tezler bulunmaktadır. Umuyoruz ki, akademisyenlerin dikkatini çeker ve bunlar lisans ya da doktora tezleri olarak işlenip, genişletilerek geliştirilmesi sağlanır. Artık ülkemizde, tarihçi ve din bilginlerinin İslam tarihini ve islami inançları, yalnızca ortodoks açıdan incelemenin yanlış olduğu bilincine varmış olduklarını düşünmek istiyoruz


İsmail Kaygusuz

Aşk İle...

Alamut Kalesi tarihini doğru olarak bilmek istrerseniz, İsmail KAYGUSUZ'u okuyun arkadaşlar. Kitabın adı:Hasan Sabbah ve Almut.

Aşk İle...
 
Üst