Elnora_alila
Elit Üye
Klasik İslam düşüncesinde her şeyin bir zahiri ve bir batını olduğu kabul edilir. Kuran’ın anlamı da bu ikilik içinde ele alınır. Sözün harf harf manası olduğu kadar, sembolik ve derin hakikatleri de vardır. Bu çok katmanlı anlayış yalnızca kutsal metinleri değil, varlığın tamamını bir semboller dili gibi okumaya teşvik eder. Varlık bir perdedir ama bu perde, ardında sakladığı ilahi tecellileri işaret eder. Bu bakış açısına göre, güneş sadece bir gök cismi değil, ilahi nurun sembolü, su ise yalnızca fiziksel bir element değil, bilginin ve rahmetin sırrıdır.
Batın ilmi, klasik anlamda eğitimle elde edilen bilgilerden farklıdır. Fıkıh, kelam ya da tefsir gibi ilimler, çalışılarak, ezberlenerek öğrenilir. Batın ilmi ise kalbin terbiye edilmesiyle doğar. Tasavvuf, insanın sadece Allah’ı değil, aynı zamanda kendisini tanıması gerektiğini söyler. Batın ilmi, işte bu kendini bilme çabasının ruhsal meyvesidir.
Zira insanın içinde, ruhun derinliklerinde saklı olan ilahi öz, ancak nefisten sıyrılarak ortaya çıkabilir. Sufilere göre bu bilgi, aklın değil, kalbin bildiği bir bilgidir. Kalp burada sadece bir duygusal merkez değil, metafizik anlamda Hakikat’in tecelli ettiği mekandır. Kalbi arındırmak, Allah’ın nazarını celbedecek bir ayna haline getirmektir. Bu nedenle Sufiler “ilim kalpten kalbe akar” derken, batın ilminin sözle değil, halle aktarıldığını ifade ederler.
Batın ilmi aynı zamanda “keşf” ve “ilham” kavramlarıyla yakından ilişkilidir. Keşf, perdelerin aralanmasıdır; kişinin ruhsal derinliklerinde saklı hakikatleri fark etmesidir. İlham ise Allah’tan doğrudan kalbe düşen mana kıvılcımlarıdır. Bu iki süreçte bilgi dıştan değil, içeriden doğar. Bu durum mistik tecrübenin merkezindedir.
Örneğin Hallac-ı Mansur’un “Ene-l Hak” sözü, dışarıdan bakıldığında şirk gibi algılansa da, batıni derinlikte bu sözün kişisel benliğin silinmesi, hakikatle özdeşleşme hali olduğu anlaşılır. Bu tarz ifadeler “şatahat” yani aşk vecdiyle söylenmiş hakikat taşkınlarıdır. Bu yüzden batın ilmi, akıl sahipleri için değil, aşk sahipleri için bir kapı aralar.
Ancak bu ilim her gönle açılmaz. Zira bazı sırlar, ehil olmayanın elinde inkarı doğurur. Bu nedenle batın ilmi, örtülüdür ; mecazlarla, sembollerle, metaforlarla ifade edilir. Sufilerin şiir dili, mecazı ve sembolü bu kadar yoğun kullanması da bundandır. Gül, aşkın tecellisi ; şarap, ilahi sarhoşluk ; sevgili, Allah’ın suretsiz yüzüdür. Bu anlatım dili hem kalbi cezbetmek hem de sırları korumak içindir. Nitekim batıni sır aşikar olursa, anlamını yitirir. Bilginin kudreti, biraz da onun gizemindedir.
Sonuç olarak, tasavvufun batın ilmi ; insanın kendini aşma, ruhunu arındırma ve ilahi hakikate yaklaşma sürecinde açığa çıkan derin, sezgisel ve varoluşsal bir bilgidir. Bu bilgiye ulaşmak için dışarıya değil, içeriye bakmak gerekir. Kitap sayfalarını çevirmekten çok, kalp aynasını silmek gerekir. Ne demişti bir sufi:
“Kitaplarda aradığını bulamadınsa, belki de kendini okumadın.”
Elnora, arşiv 2025
Vuslat Arifesi - Hallac
'' Acım sürüklenir bilinmez iklimlere. Kulluğum sınanır aşk bilmez meclislerde. Olsun ! Canları sağ olsun ! Benim kanlarım yazacak aşkın ve acının tarihini. ''
'' Ene'l Hak ! Damla işte burada deryalaşır. Ene'l Hak ! Alev yanar, alevleşir. ''
Batın ilmi, klasik anlamda eğitimle elde edilen bilgilerden farklıdır. Fıkıh, kelam ya da tefsir gibi ilimler, çalışılarak, ezberlenerek öğrenilir. Batın ilmi ise kalbin terbiye edilmesiyle doğar. Tasavvuf, insanın sadece Allah’ı değil, aynı zamanda kendisini tanıması gerektiğini söyler. Batın ilmi, işte bu kendini bilme çabasının ruhsal meyvesidir.
Zira insanın içinde, ruhun derinliklerinde saklı olan ilahi öz, ancak nefisten sıyrılarak ortaya çıkabilir. Sufilere göre bu bilgi, aklın değil, kalbin bildiği bir bilgidir. Kalp burada sadece bir duygusal merkez değil, metafizik anlamda Hakikat’in tecelli ettiği mekandır. Kalbi arındırmak, Allah’ın nazarını celbedecek bir ayna haline getirmektir. Bu nedenle Sufiler “ilim kalpten kalbe akar” derken, batın ilminin sözle değil, halle aktarıldığını ifade ederler.
Batın ilmi aynı zamanda “keşf” ve “ilham” kavramlarıyla yakından ilişkilidir. Keşf, perdelerin aralanmasıdır; kişinin ruhsal derinliklerinde saklı hakikatleri fark etmesidir. İlham ise Allah’tan doğrudan kalbe düşen mana kıvılcımlarıdır. Bu iki süreçte bilgi dıştan değil, içeriden doğar. Bu durum mistik tecrübenin merkezindedir.
Örneğin Hallac-ı Mansur’un “Ene-l Hak” sözü, dışarıdan bakıldığında şirk gibi algılansa da, batıni derinlikte bu sözün kişisel benliğin silinmesi, hakikatle özdeşleşme hali olduğu anlaşılır. Bu tarz ifadeler “şatahat” yani aşk vecdiyle söylenmiş hakikat taşkınlarıdır. Bu yüzden batın ilmi, akıl sahipleri için değil, aşk sahipleri için bir kapı aralar.
Ancak bu ilim her gönle açılmaz. Zira bazı sırlar, ehil olmayanın elinde inkarı doğurur. Bu nedenle batın ilmi, örtülüdür ; mecazlarla, sembollerle, metaforlarla ifade edilir. Sufilerin şiir dili, mecazı ve sembolü bu kadar yoğun kullanması da bundandır. Gül, aşkın tecellisi ; şarap, ilahi sarhoşluk ; sevgili, Allah’ın suretsiz yüzüdür. Bu anlatım dili hem kalbi cezbetmek hem de sırları korumak içindir. Nitekim batıni sır aşikar olursa, anlamını yitirir. Bilginin kudreti, biraz da onun gizemindedir.
Sonuç olarak, tasavvufun batın ilmi ; insanın kendini aşma, ruhunu arındırma ve ilahi hakikate yaklaşma sürecinde açığa çıkan derin, sezgisel ve varoluşsal bir bilgidir. Bu bilgiye ulaşmak için dışarıya değil, içeriye bakmak gerekir. Kitap sayfalarını çevirmekten çok, kalp aynasını silmek gerekir. Ne demişti bir sufi:
“Kitaplarda aradığını bulamadınsa, belki de kendini okumadın.”
Elnora, arşiv 2025
Vuslat Arifesi - Hallac
'' Acım sürüklenir bilinmez iklimlere. Kulluğum sınanır aşk bilmez meclislerde. Olsun ! Canları sağ olsun ! Benim kanlarım yazacak aşkın ve acının tarihini. ''
'' Ene'l Hak ! Damla işte burada deryalaşır. Ene'l Hak ! Alev yanar, alevleşir. ''