BAŞ ROLDE SEN ( Bir farkındalık Günlüğü)

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
968
Konum
Güzel İzmir
Yıllar boyunca biriktirdiğim makalelerimi bir araya getirip bu başlık altında toplayacağım. Benden çıksın artık...

Yazılanlar hakikatin kendisi değildir. Belki de etrafından dolanmaktır... Belki de o bile değil. Bilim kurgu belki de...

Yazılmış olanlar beni anlatır. çocukluğumu, gençliğimi an an ne hissettiysem onları. dolayısıyla tarih tarih, noktasına virgülüne dokunmadan paylaşıyorum.
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
968
Konum
Güzel İzmir
Hepimizin rüyaları vardır değil mi ?

Hepimiz; ailemizde, arkadaşlarımızda ya da diğer kişilerde belirgin bir yolla şu ya da bu şekilde fark yaratabilen özel insanlardan olduğumuzu hissetmek isteriz. Yaşamın herhangi bir anında, gerçekten neleri istediğimiz ve neleri hak ettiğimiz konusunda bir fikrimiz olmuştur. Bununla birlikte yaşamın güçlükleri ile karşılaşınca rüyalarımızı unuturuz. Özlemlerimizin geleceği şekillendirme gücünü unutarak, onları bir kenara bırakırız. Güven ve ümidimizi kaybederiz.

Olumlu düşünme elbette ki güzel bir başlangıç olabilir. Elbette nelerin ne kadar yanlış olduğu yerine, çözümlere odaklanacaksınız. Ancak tek başına olumlu düşüncenin yetmediğini defalarca hayatınızda deneyimlediğinizi biliyorum. Nasıl düşündüğünüzü, nasıl hissettiğinizi ve yaşadığınız her gün neler yaptığınızı değiştirmek gibi bazı alışkanlıklara sahip olma iradesine sahip olmalıyız.

Hayatımızda sık sık, kontrol edemeyeceğimiz olaylar oluyor. Ailevi sorunlar, ilişki sorunları, maddi problemler, sağlık sorunları, ülke sorunları… bu gibi durumları defalarca yaşamış olabilirsiniz. Bu durumlarda umutsuzluğa kapıldığınızı ve bildiğiniz her şeyi unuttuğunuzu hatırlarsınız… Ya da başka bir açıdan bakalım. Bir iş bulabilmek ya da kendinizi daha mutlu hissetmek için, bildiğiniz bir şeyi denemiş olabilirsiniz.

Bu işe yaramamış gibi de görünebilir. Eğer kötü bir deneyim yaşadıysak içimizde bir şeyler o olayı sabote edecektir. Ve bilincimiz istese de bilinçaltımız bizi o duruma karşı sabote etmek isteyecektir. Geçmişteki ilişki başarısızlığından dolayı bir daha ilişki kuramamak gibi… Tekrar denemek istemediğiniz bir noktaya gelmiş bulursunuz kendinizi. Yani öğrenilmiş çaresizlik…

Yaşamınızı tersine çevirmek için ilk adım %100 sorumluluk hissidir. Sizin hayatınızdan başka biri ya da olay sorumlu değildir. Siz sorumlusunuz . Dış dünyada her ne yaşıyorsanız bunların sizin içinizden açığa çıktığını kabullenmelisiniz. Tabi bu hemen olacak bir durum değildir. Bu zamanla gelişecek bir tutumdur. Onlarca yol denemiş olabilirsiniz. Bende denedim… Bugünkü ilerlememi vazgeçmememe borçluyum. Şimdi yöntemlere geçmeden önce yani başlamadan önce geliştirmeniz gereken bazı özelliklerinizin olduğunu söylemek istiyorum. Yani olumlama ya da meditasyon yapmadan önce bazı tutumlarımızın gelişmesi gerektiğini düşünüyorum.

Yani programınıza başlamadan 1 ay öncesinden bazı tutumlarınızı geliştirmişi olarak başlamanızın büyük faydası vardır. 3-6-12 aylık programımızın hemen öncesinde bir ay hazırlık dönemi içinde bulunmanız çok faydalı olacaktır.

Mesajım basittir. Amaçlarınızın peşinden koşarken, sabır ve esneklik duygusunu kaybetmeden işaretleri değerlendirir, ve “çözüm yoktur, yapamam” duygusunu bir kenara koyar ve sürekli eylemde bulunursanız eninde sonunda istediğiniz sizin olacaktır.

Şimdi karar vermenin tam zamanıdır. Şu anda kendinizde yenilmişlik ve çöküntü hislerine kapılmayacağınıza söz vermelisiniz. Hepimiz sürekli olarak “duaların gecikmesinin, duaların reddedildiği” anlamına gelmemesi gerektiğini bilmelisiniz. Bir çok kişi hislerini değiştirmek ister ama bunu nasıl yapacaklarını bilmezler. Herhangi bir şey hakkında hislerinizi değiştirmenin en hızlı yolu onu düşünmek değil, ona sürekli odaklanıp o hale gelmektir.

İşte bütün tezahür ettirme yöntemlerinin işaret ettiği gerçek budur. Sizi odaklatmaktır. Ama tutumlarımızı ve bakış açımızı derinden inşa etmediğimizde bu yöntemler bizim için yararsız hatta daha zararlı hale gelecektir. İstekleriniz gerçek olmayacaktır.

Mucizeler istemeyi bildiğinizde gerçek olacaklardır…

İstemek; zihnin bilimsel olarak belli bir amaca yöneltilmiş bilinç ve bilinçaltı düzeyinin uyumlu etkileridir. Anlatmak istediğim şeyler size içinizdeki sınırsız gücü ortaya çıkarmanın hayatta elde etmek istediklerinizin yollarını gösterecektir. “Çekici stil” adlı bu anlayışını geliştirdikten sonra , günlük ilişkilerinizin yoluna girdiğini, işle ilgili sorunlarınızın çözüldüğünü ve aile içi ilişkilerinizin daha uyumlu hale geldiğini göreceksiniz. Bu kitabı mutlaka birkaç kez okuyun. ve yapmanız gereken programdan önceki ilk bir ay hazırlık çalışmanızı yapın… Temel esas hemen ve ani beklentilere girmemek ve ısrarla devamlılıktır…

Evrensel yasalar, bir dizi düzenlemeye gidecek ve 6-12 ay içinde tahmin ettiğinizin çok üstünde hayat standartlarına sahip olacaksınız. Bilinçaltınız kafanızdaki resme cevap vermeye başlayacaktır. Bu derinden işleyen evrensel yasalar tüm dinlerin gizli ilkesidir. Bu durumlar psikolojik gerçeğin arkasına yatan saklı nedenlerdir. Budistler, hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar, inançları arasında çok büyük farklar olmasına rağmen “doğru bir şekilde isteyip” dua ettiklerinde dualarının karşılıklarını alırlar. Bu nasıl olabilir ?

Bunun nedeni belirli inanç, din, ritüel, tören, liturji, enkarnasyon, kurban ya da bağışlardan daha çok zihinsel kabul ya da açıklıkla ilgilidir. Evrenin mucize yaratan gücü senden, benden, ve dünyadan öncede vardı. Hayatın ezeli ve ebedi büyük gerçekleri ve ilkeleri bütün bilgi ve öğretilerin çok çok ötesindedir.

Evrensel olayları gözümüzde anlamlandıran inanç yasaları, insan zihninde bilinçli bir düşünce gibi algılanabilir. Tabiki bu sistem tahmin edeceğimizde çok daha derin ve sistematiktir. Bilinç, bilinçaltı, bilinçdışı zekalarımızın kolektif bilinç ve yaratıcı ile iletişimde olmasının yorumlanmalarını içerir. Tüm bu sistemi yönettiğimiz tek bir an vardır. Şimdiki Zaman bilgeliği… katıksız yaşanan şimdiki zaman sıfır ego ve tam bir kabulleniş içerir ve işte bu andan itibaren tüm olaylar senin için düzenlenmeye başlar.

A.B.S Ocak 2009
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
968
Konum
Güzel İzmir
Sosyal zeka diyince; en temel kavram; herkesin ismine aşina olduğu ama derinliği hakkında çok fazla bir algıya sahip olmadığı “özgüven”dir. Özgüven; egomuzun en çok rahatsız ettiği, bizi nerden nasıl vuracağını bildiği, değişmek istememize rağmen bizi ölünceye kadar aynı gerçeklikleri yaşattığı bir kavramdır. Ego, daha çok para, sosyallik ve başarı referanslarınızı kullanarak özgüveninize bir takım artı ve eksiler etiketler. Özgüven aynı zamanda bir işi başarabileceğimiz ile ilgili o işin özelliklerine sahip olduğumuza inanılan katıksız inançtır.

Çok basit bir örnek vermek gerekirse, benim resim yeteneğim pek yoktur. Ama kimilerinizin vardır. Bir hafta sonraki resim yarışmasında hangimiz o yarışmadan birinci olacağına daha çok inanır. Siz inanırsınız elbette, ben her ne kadar kendimi pozitif düşünce ile zorlasam da derinlerde bir yerde o yeteneğimin ve tecrübemin sizden daha az olduğu referansı kayıtlıdır. Evet belki de resme olan merakım ve odağım beni 1-2 sene içinde güzel resimler yapan bir adam haline getirebilir. Ama bu özgüveni kazanmak için yine o bedeli ödememem ve resim yapmak konusunda bir algı mekanizması kazanmam gerekmektedir. Burada tüm bunları bilmem ve bir yaşam koçu olmam bir hafta sonraki resim yarışmasında beni sizden daha başarılı yapmaz. Aynı şey, müzik, dans, iş, okul başarısı, ilişkiler içinde geçerlidir. Temelinde sağlam bir çekirdek inanç ve özgüven olmayan bir düşünce tarzı ile çekim yasasını çalıştıramazsınız. Sizde kabul edersiniz ki; bu adaletsizlik olurdu.

Tabi özgüven kimliği kişiden kişiye değişen bir farklılığa sahiptir. Kimi karşı cins karşısında rahatça konuşurken, topluluk önünde konuşamaz. Kimi topluluk önünde rahatça konuşurken, karşı cinsle yakın ilişki kuramaz. Kimi çok güzel müzik yaparken, kendini sosyal ortamların içinde bulamaz. Kimileri de test sınavlarından yüksek puan alırken, arkadasları tarafından ilgi görmez… Örnekler sayısızdır. Kendi hayatlarımızdan bunu çıkartmak mümkündür. Bu dengeler çocuklukta oluşur. Ve bu hayatta neyi nasıl başaracağımızın ya da başaramayacağımızın kilidi gibidirler. Aynı mesleği yapan iki kişi o işi bulma sürecinde farklı pozitif yetenekleri ile o mesleği çekmiştir. Kuantum düşünce ile ilgilenenlerin aşina olduğu bir cümle vardır. “Bir hayale ulaşmanın sonsuz olasılığı vardır” işte bu olasılıkların olabilirlik derecesini ve farklılığını belirleyen olumlu düşünce ile desteklenmiş özgüvendir. Ego benlik ise özgüvenle yakından ilişkilidir. Ego ile ilgili bilgi sahibi olmanız özgüven konusunda sizi daha geniş bir algıya geçirir.

Ego ve özgüven birbirlerinin yerine geçmiş gibi görünebilirler. Örnek vermek gerekirse “kızlarla ilgili görünen, 3-4 kızı birden idare etmeye çalışan, ortamda havali görünen bir erkek, etrafa özgüven yayıyormuş sanılsa da, içinde bastırdığı değersizlik, yetersizlik inançlarını doyurmak için girdiğini ve değiştiğini sandığı kılıktan ibaret değildir.” Bu kişi hayatına yeni değersizlikleri, istenilmemeleri ve ilgisizlikleri çekiyordur. Bu durum çok ilginçtir. Yukarıda yaptığım tanım bir çok farklı durumda bir çok farklı şekilde insanların hayatlarında tezahür eder. Bu bölümün sonunda tavsiye ettiğim çalışmayı ve olumlamayı vereceğim. Ama önce özgüven konusu hakkında yeni tanımlarla daha fazla bilgi sahibi olalım…

Özgüven aynı zamanda psikolojik yaşamın temel öğelerinden biri, duygusal bir gerekliliktir. Kendini belli bir ölçüde değerli bulmayan insan temel gereksinimlerin çoğu karşılanmadığında sıkıntı içinde yaşar. Bizi diğer canlılardan ayıran, insanın kendinin farkında olabilmesidir. Bir kimlik oluştururuz ve bu kimliği ne kadar değerli bulup bulmadığımızı seçeriz. İşte özgüvenin gerçek anlamı “tamda bu yargı gücü” ile ilgilidir. Kimi renkleri, duyumları, sesleri veya herhangi bir şeyi sevmeyebilirsiniz. Ama kendinizle ilgili parçalarınızı sevmiyorsanız, ruhunuz bundan büyük derecede zarar görecektir. Derinlerde ruhunuza ait hasarlar taşıyıp da “ilişki, para, başarı istemiştim neden olmuyor ya da işe yaramıyor, kısa sürüyor” sorularını merak etmeye devam edersiniz.

Kendinizi yargılamanız pek çok acıya yol açar. Tıpkı bedensel bir yaranın büyümesinden kaçınır gibi acıyı artıracak durumlardan kaçarsınız. Kabul edilmeyeceğinizi düşünüp iş görüşmesine gitmezsiniz. Mesleki risk almazsınız. İnsanlarla karşılaşmaktan, bir iş görüşmesi yapmaktan kaçar hale gelirsiniz. “Bu kız bana bakmaz” deyip iletişim kurmaktan vazgeçersiniz. Kendinizi başkalarına açmak, yardım istemek, borç istemek, konusunda cesaretsiz kalırsınız. İlgi odağı yada eleştiriye hedef olmak konusunda hassas hale gelirsiniz. Cinselliğinizi ifade edemezsiniz. Para kazanmakta zorlanırsınız.

Özgüvenimiz zarar gördüğünde yerini ego alır. Kendinizi daha çok yargılamamak ve reddetmemek için çevrenize koruyucu duvarlar örer ve savunma stratejileri geliştirirsiniz. Örnek vermek gerekirse “Bu kız bana bakmaz” deyip iletişim kurmaktan vazgeçme sonrasında “çok ilginçtir” ki bir miktar rahatlama ve kabullenme yaşanır. Bu durum yanıltıcıdır. Çünkü, korkulan reddedilme yaşanmamıştır. Ayrıca bu durumu bastırmak için ego dırdırcı olabilir, başkalarını ezmeye ve vazgeçirmeye çalışabilir, haklı sandığınız gerekçeler öne sürebilir, alkole ve uyuşturucuya yönelebilirsiniz.

Bu savunma stratejileri sadece ilişkilerde değil, kendinizi yargıladığınız tüm durumlarda devreye girebilir.

Özgüven bazı durumlarda az olabilir hatta yerlerde bile olabilir. Ama özgüven “öğrenilebilir, geliştirilebilir” kavramdır. Bu evrene yaydığınız enerjiyi değiştirdiği gibi size huzur ve özgürlük hissi katar.


- Doğru olanı yapma gereksinimi.
Her bireyin aklında davranışlarını düzenleyen kural ve değerlerden oluşmuş uzunca bir liste vardır. Tehlike dürtülerini denetleyen bu inançlar kendini güvende tutmak için bir dizi doğru-yanlış etiketli bakış açıları geliştirirler. Ahlak kurallarına uyan-uymayan gerçekleri tanımlayarak otorite figürlerine (anne-baba), arkadaşlarına, paraya, cinselliğe, dine ve topluma karşı bir takım tavırlar belirlerler. Egonuzun sesi de kurallara uymanıza yardımcı olur. Bu kuralları çiğnediğimizde içimizdeki çok konuşan eleştirmen yanlış yolda olduğumuzu, kötü ya da değersiz olduğumuzu söyler, hissettirir. Doğru olanı yapmak istemeseniz de “yapmaya çalışırsınız”…


- Kendini iyi hissetme gereksinimi.
Egonuzun sesi size beş para etmediğinizi, o kıza yanaşacak kadar yakışıklı olmadığınızı söylese bile bazı durumlarda sizi rahatlatacak durumlar yaratır. Ben buna sahte özgüven diyorum. Kendi gözlem ve deneyimlerime göre bu durum iki yoldan gerçekleşiyor.

Birinci yol şöyle gerçekleşiyor, Ego sizi zeka, başarı, maddi bolluk, cinsel çekicilik, sevimlilik ve sosyal yeterlilik gibi nitelikleriniz bakımından sürekli olarak değerlendirir. Okul, işyeri, arkadaş ortamı gibi durumlarda otomatik karşılaştırma yoluna gider. Bu karşılaştırmaların çoğunda bazı özelliklere göre kendinizi yetersiz bulursunuz. Ama bazı durumlar vardır ki, kıyaslamaya girdiğiniz kişiyi beğenmediğinizde veya sizin kadar başarılı olmadığını fark ettiğinizde kendinizi birden güzel, zeki ve sıcakkanlı bulursunuz. Bir an için büyük bir doyum sağlarsınız. İhtiyacınız olan güven dış dünyadan yani başkasının var zannettiğiniz kusurlarıyla kapanmıştır çünkü. Sınıfta yüksek puan alıp başkalarının kendisi kadar yüksek almasını istemediği durumları yaşayanlar vardır… Bende böyle mutluluk stratejisi geliştirmiş biriydim. Bu karşılaştırma iç güdüsü sigara bağımlılığı gibidir. Bi kaç kez kendimizi doyumlu hissettiğimizde bu karşılaştırma isteği otomatikleşir, pekişir. Arada bir gelecek doyum hissi için kendizi sürekli yetersizlik paradigmasına sokarsınız… Hiç bu açıdan bakmış mıydınız ?

İkinci yol ise şöyle gerçekleşiyor. Çeşitli alanlardaki başarılar olağan üstü ölçütlerle değerlendirilebiliniyor. İşte, aşkta, ana-baba rolünde, okulda her yerde ilgi gördüğünüz ya da başardığınız bir durumlar vardır. Çünkü çoğumuza hayatın karmaşasında her şey yolunda gitmemektedir. Ama hayatta bazı zamanlarımız vardır ki, ailemizle iyi geçiniriz, elimize para geçmiştir, aşk yaşamışızdır, sınav kazanmışızdır. Yada bu saydıklarım hepsi aynı döneme denk gelmiştir. Bu dönem geçtiğinde dahi bu dönem daima hatırlanacak özlenecek ve abartılarak anlatılacak bir efsaneye dönüşecektir. Hikaye geride kalsa da onu anlatış şekli ile değer kazanılmak istenmektedir. Bu hikayeleri efsane yapan o zamanlardaki yaşanmış doyumlardır. İlişkilerin çoğu egonun doyması sebebiyle biter. Çevremizdeki aşk zannetiğimiz ilişkiler çok derinlerdeki değer görmek isteme, cinsel tatmin, beğenilme egosunun aşk zannına yol açmasından başka bir şey değildir. Defalarca küsüp ayrılmanın nedeni budur. İlişkiden soğuyup ayrıldıktan sonra birden özleme ve sahiplenme isteğinin kaynağı da budur. Erkeğin bir anda ayrılıyorum diyip 1 hafta sonra “çok özledim, özür dilerim, sinirliydim” demesinin nedeni de budur. İlişki bittikten sonra yıllarca akıldan çıkmayan normal bir insanı unutulmaz yapan, sanki “ondan daha iyisi olmadı olmayacak” hissi veren işte egonun özgüven yetersizliğinden dolayı eski anıları efsaneleştirip ona sarılmasından başka bir şey değildir.

- Anne-Baba tarafından kabul görme gereksinimi.
Bu gereksinimi karşılamak için, iç sesiniz size anne babanızla bir olur ve size saldırır. İlk doğduğunuzda anne ve babayı bilinçdışı bir içgüdüyle otorite figürü olarak kabul edersiniz. Zamanla onlarla tartışanız ve dediklerini yapmak istemeseniz de çok derinlerde bir yerde onlardan kabul görme duygusunun açlığını yaşarsınız. Kabul görmediğiniz sürece de onlara olan kızgınlığınız devam eder. Bu kızgınlık çok derinlerdedir. İlişkilerinizde, hayatınıza çektiğiniz arkadaşlarınızda ve evlilik hayatlarınızda anne babanıza olan içsel kızgınlığın kötü kalıntılarını yaşarsınız. Özellikle aşk ve evlilik hayatları anne ve baba ya olan içsel kızgınlıkla doğru orantılı olarak gelişme gösterir. Anne baba tarafından kabul görmeme çekirdek inancı yine fark etmeseniz de ben kötü değersiz, anlaşılmaz biriyim çekirdek inancını beraberinde getirir. Sonra sevgilinizin ve eşinizin neden sizi anlamadığı üzerinde merak eder durursunuz.


- Başarma gereksinimi
İçinizdeki eleştirmen sizi belirli hedeflere doğru koşturmanız için kırbaçlar durur. Sınavda ilk 100 e girmek… derece yapmak… 50 bin soru çözmek… Okulda 3,5 ortalamayı geçmek vs vs … eğer bunları başaramadıysanız kendinizi yetersiz hissedersiniz. Bu durumu pekiştiren şeyler geçmişte başardıklarınızdır.



- Eski anıları ve duyguları denetleme gereksinimi.
Ego yeni psikologların deyimiyle patolojik eleştirmen, siz geçmişinizdeki acı dolu olayları andığınızda güçlenir. Bu durumu yok etmek ve bastırmak için, çok para kazanmak isteyebilirsiniz, daha doyumlu bir aşk yaşamak ya da işinizde büyük başarılar kazanmak isteyebilirsiniz. Eleştirmeni yok etmeden bunları sağlamak istediğinizde egonuzu güçlendirmek, ve geçmişin işaretlerini tekrar tekrar önünüze çıkarmaktan başka bir işe yaramadığını anlarsınız.

Bir süre sonra gücünüzü kaybedersiniz ve kötü anılarınızın da referansıyla bir kabulleniş içinde olursunuz. Ama bir tarafınız hala eskiyi hatırlayıp didinmektedir. Çok iyi olacağınıza çok fazla inanmasanız da hala her şeyi değiştirip kontrol etmek ihtiyacı hisseder durursunuz.

Bu durum reddedilme korkusunda da ortaya çıkar. Geçmişinizde ki birkaç başarısız ilişki deneyimi ve reddedilme tecrübesi sizi yeni bir ilişki teklifinden defalarca döndürecektir. Ve birilerinin size yetersiz olduğunu ve istenmediğinizi söylemesine gerek bırakmazsınız. Zaten bunu kendinize söylemenin rahatlığı ve huzuru içinde olursunuz. Buda uzaklaşmacı bir motivasyon örneğidir. Başarısız olmamak için denememek ufakta olsa bir rahatlık verir.


ABS Eylül 2007
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
968
Konum
Güzel İzmir
Ho'oponopono Nedir ?

Eski bir hawai metodudur. (Bu nu daha iyi anlayabilmek için Joe Vitale'nin Zero Limit adlı eserini tavsiye ederim)


Bu yöntem; karşımızdaki insanın yaşadığı duyduğumuz öğrendimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanlar değil herşeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Tüm bilinen ya da bilinmeyen negatif enerjileri, pozitif olanla değiştirerek arındırır. Bunun içinde sevgi yi kullanır. 4 temel kalıp vardır.


seni seviyorum
özür dilerim
lütfen beni affet

teşekkür ederim.....

den oluşan. Uygulamada çok kolay ve kısa sürede de sonuç veriyor.

JOE VITALE'nin kitabından biraz alıntı yapalım.
................................................................
Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için. 2 yıl önce, Hawaii'de, bir koğuş dolusu akıl hastası suçluyu onları hiç görmeden tedavi eden bir terapist olduğunu duymuştum. Terapist, hastaların dosyalarını incelemiş ve sonrasında kendisinin bu kişilerin hastalıklarını nasıl yarattığını görmek için kendi içine bakmış. Kendisi geliştikçe, hastalar da gelişme göstermiş. Bu hikayeyi ilk duyduğumda bunun bir şehir efsanesi olduğunu düşünmüştüm

Ta ki hikayeyi bir yol sonra yeniden duyana kadar. Terapistin ho'oponopono adında bir Hawaii iyileştirme yöntemi kullandığını duydum. Daha önce bu yöntemi duymamıştım. Hikayeyi yeniden unutup gitmek istemiyordum. Anlatılanlar tümüyle doğruysa, hakkında daha fazla şey öğrenmeliydim. Şu ana kadar "sorumluluk" kelimesinin anlamını, yaptıklarımdan ve düşündüklerimden sorumlu olduğum şeklinde anlardım. Daha ötesinden değil. Ve çoğu insanın da böyle düşündüğünü sanıyorum. Biz yaptıklarımızdan sorumluyuz, başkalarının yaptıklarından değil. Birçok akıl hastasını iyileştiren Hawaiili terapist bana sorumluluğun ne demek olduğu konusunda yeni bir bakış açısı kazandırdı. Adı Dr. Ihaleakala Hew Len. İlk telefon görüşmemiz yaklaşık bir saat sürdü. Ona hikayenin tamamını bana anlatıp anlatamayacağını sordum. Bunun üzerine Len Hawaii Eyalet Hastanesi'nde dört sene boyunca çalıştığını söyledi. Ve hikayesini anlattı.

Akıl hastası suçluların bulunduğu koğuş oldukça tehlikeliymiş. Terapistler bir ay içinde istifa ediyorlarmış. Hastane personeli sıkça hastalık izni alıyormuş ya da istifa ediyormuş. Hastalar tarafından saldırıya uğrama korkusundan dolayı, koğuşta sırtlarını duvara çevirerek yürüyorlarmış. Kısacası burası yaşamak, çalışmak ya da ziyaret etmek için hoş bir yer değilmiş. Dr. Len bana hastaları hiç görmediğini anlattı. Ofisinde oturup hastaların dosyalarını incelemiş.

Hastaların dosyalarına bakarken kendi üzerinde çalışmış. Ve kendi üzerinde çalıştıkça hastalar iyileşmeye başlamış.


"Birkaç ay sonra, daha önceden ellerli kelepçeli dolaşan hastalara serbestçe dolaşmaları için izin verilmeye başlandı," dedi bana. "Ağır ilaç tedavilerine maruz kalan hastalar ilaç tedavilerini bıraktılar. Serbest bırakılmaları konusunda hiç ihtimal olmayanlar serbest kaldı." Şaşkınlık içindeydim…


"Sadece bu kadar değil," diye devam etti. "Ve personel işe gelmekten hoşlanmaya başladı. İşe gelmeme ve sıkça olan işten ayrılmalar bitti. Personel ihtiyaçtan daha fazla sayıda olmaya başladı, çünkü hastalar serbest bırakılıyordu. Personelin yapacak bir işi kalmamıştı. Bugün, bu koğuş kapalı."


Ve işte en önemli soru: "Bu insanların değişimine sebep olacak ne yaptın?" dedim
"Onları yaratan kendi parçamı iyileştirdim sadece," dedi. Anlamadım…


Dr. Len hayatından sorumlu olmanın, hayatındaki her şeyden sorumlu olmak olduğunu söyledi -aslında basit, çünkü her şey senin hayatında oluyor. Tam manasıyla, tüm dünya senin yaratımın.
...............................................................................................
ZERO LIMIT - Joe Vitale

“Hmmm... Kolay sindirilebilir bir şey değil. “

Söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu olmakla, hayatındaki tüm insanların söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu olmak farklıdır. Gerçek şu ki eğer hayatının sorumluluğunu alıyorsan hayatında gördüğün, işittiğin, tattığın, dokunduğun ya da herhangi bir şekilde deneyimlediğin her şey senin sorumluluğun altındadır.

Çünkü hepsi senin hayatında olmaktadır. Terör eylemleri, ülke yöneticileri, ülkenin mali durumu ve hoşuna gitmeyen diğer şeyler, hepsi şifalanmak üzere sana geliyor. Onlar aslında yoklar… Onlar sadece iç dünyanın birer yansıması…

Sorun onlarda değil, sende. Onları değiştirmek istiyorsan, kendini değiştirmelisin.
Bunu kabul etmeyi ve hayata geçirmeyi bir kenara bırak, kavramak bile kolay değil; biliyorum.

Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için.
"İçine baktığında, bunu sevgiyle yap."



1.Ne olduğuna dair hiçbir fikriniz yok.

İçinizde ve etrafınızda olan her şeyin, bilinçli ya da bilinçsz, farkında olmanıza imkan yoktur.Bedniniz ve aklınız şu anda çalışmaktadır ve bunun farkında değildir.Ve havada, radyo dalgalarından düşünce formlarına kadar görünmeyen sayısız sinyal bulunmaktadır ve sizler bunların hiç birini bilinçli olarak algılamazsınız. Gerçeği söylemek gerekirse, tam şu anda kendi gerçeğinizi yartmaktasınız ama bu olay bilinçli bilginiz ya da kontrolünüzün dışında, bilinçsizce olmaktadır. Bu nedenle istediğiniz kadar olumlu düşünün gene de yaralanırsınız. Yaratıcı olan bilinçli zihniniz değildir.

2. Her şeyi kontrolünüz altında tutamazsınız

Elbetteki olan her şeyden haberiniz olmadığı için, onları kontrol edemezsiniz. Dünyaya emredebileceğinizi düşünmek egosal bir hatadır. Şu anda dünyada neler olduğunun çoğunu egonuz göremediğine göre, sizin için en iyisine egonuzun karar vermesine izin vermek hiç de bilgece olmaz. Seçim sizin elinizde, ama kontrol değil. Ne deneyimlemeyi tercih edeceğinize karar vermek için bilinçli zihninizi kullanabilirsiniz, ama onu ifade edip edemeyeceğinizi ya da bunu nasıl ve ne zaman yapacağınızı kendi haline bırakmalısınız. Teslimiyet anahtardır.



3. Yolunuza her ne çıkarsa onu iyileştirebilirsiniz.

Yaşamınızda önünüze çıkan her şey, oraya nasıl geldiğine bakmaksızın, iyileştirmek içindir, çünkü şu anda sizin radarınızdadır. Buradaki varsayım, eğer onu hissedebiliyorsanız, onu iyileştirebilirsiniz de. Eğer onu bir başkasında görebiliyorsanız ve bu sizi rahatsız ediyorsa, o zaman iyileştirmek için oradadır demektir. Ya da Oprah'ın bir keresinde söylemiş olduu gibi, "Eğer onu farkedebiliorsanız, ona sahpsinizdir." Onun neden hayatınızda olduğuna ya da oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikriniz olmayabilir, ama artık farkında olduğunuza göre, onu serbest bırakabilirsinz. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar iyileştirirseniz, tercih ettiklerinizi ifade etmede o kadar net olursunuz, zira başka şeyleri kullanmak için gereken enerjiyi serbest bırakmış olursunuz.

4. Tüm deneyimlerinizden %100 sorumlusunuz.

Hayatınızda başınıza gelenler sizin suçunuz değildir, ama sizin sorumluluğunuzdadır. Kişisel sorumluluk kavramı söylediğiniz, yaptığınız ya da düşündüğünüzün ötesindedir. Hayatınızda yer alan diğer herkesin dediklerini, yaptıklarını ve düşündüklerini de içerir. Yaşamınıza meydana gelen her şeyin sorumluluğunu tamamen alırsanız, o zaman herhangi bir kişi bir sorunu su yüzüne çıkardığında, o sizin de sorununuz olur. Bu üçüncü ilkeye bağlanır, yani yolunuza çıkan her şeyi iyileştirebilirsiniz. Kısacası, şu anki gerçeğiniz için hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi suçlayamazsınız. Tüm yapabileceğiniz onun sorumluluğunu almak, yani onu kabul etmek, ona sahip çıkmak ve onu sevmektir. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar çok iyileştirirseniz kaynak ile o kadar uyumlu olursunuz.

5. Sıfır limite iletiniz "seni seviyorum" cümlesini söylemektir.

Sizi her şeyin ötesindeki huzura, iyieştirmeden ifade etmeye götürecek bilet sadece "seni seviyorum" cümlesidir. Bu cümleyi Tanrı'ya söylemek içinizdeki her şeyi temizler ve böylece şu anın mucizesini yaşayabilirsiniz: sıfır limiti. Amaç her şeyi sevmek. Fazla kiloyu, bağımlılığı, sorunlu çocuğu ya da komuyu, eşi sevin; hepsini sevin. Sevgi sıkışıp kalmış enerjiyi değiştirir ve serbest bırakır. "Seni seviyorum" demek Tanrıy deneyimleme dileğinizin gerçekleşmesidir.

6. İlham niyetten daha önemlidir.

Niyet zihnin oyuncağıdır; esinlenme Tanrı'dan bir bildirimdir. Bir an gelir, yalvarmak ve beklemek yerine teslim eder ve dinlemeye başlarsınız. Niyet egonun sınırlı görüşünü temel alarak hayatı kontrol etmeye çalışmaktır; esinlenme ise Tanrı'dan gelen mesajı almak ve buna göre hareket etmektir. Niyetler işe yarar ve sonuç verir; esinlenme ise işe yarar ve mucizeler getirir. Hangisini tercih edersiniz?

ABS Mayıs 2011

 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
968
Konum
Güzel İzmir
SAKLAMBAÇ

Bir an için on yaşına geri döndüğünüzü düşünün. Arkadaşlarınızla saklambaç oynadığınızı hayal edin. Gözlerinizi kapatıp ona kadar sayın ve dönüp arkanıza bakın. Ve hiçbir arkadaşınızın saklanmadığını öylece size baktığını düşünün. O oyundan hiçbir zevk almazdınız. Ve muhtemelen de bir daha oynamazdınız. Bu durum fiziksel evrenimizi gözlemlerken de böyledir.

Evrenin doğuşundan önce sadece “TEK” olmanın ışığı vardı. Orada istediğimiz her şey vardı… Işık bizim için sonsuzdu. Fakat Eksik olan bir şey vardı. Saklambaç oynamaktan aldığımız zevk... Bizi yaratan saklambaç oynamaya karar verdi. O ışığını sakladı ve bize bulmamızı istedi… Fakat, bu oyunda bizlere çokça ipuçları verdi. Kendini anlatan işaretleri her yere koydu…

İnsanlar bu ışığa her ismi taktılar. Ona ulaşmak için bugüne kadar sayısız öğreti ve dini bilgiler buldular. Ve inandıkları ölçüde ona ulaştılar. Ulaştıkları ölçüde ikilik kalktı ve onunla TEK oldular… Ya ışığı göremediğimiz zamanlar, neden göremiyorduk. Onunla aramızda ikilik yaratan neydi? Bizi ondan ayıran sahte benliğimiz neydi ? Bizi olduğumuzdan başka biri yapan, öyle ya da öbür türlü olduğumuzu düşündüğümüz neydi ? Neydi bizi yaratanın saklambaçtaki hilesi… ? Diğer dinlerde ve öğretilerde bu isim değişiyor. Ama hepsi O sahte benliği işaret ediyor. Keşfetmemiz gereken sahte benliğimiz. Işığın arkasına saklandığı yer…

ABS Ocak 2010
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
968
Konum
Güzel İzmir
ÖFKE

Öfke genellikle şikayet etme ile oluşan enerjik açıdan çok yüklü negatif bir duygudur. Öfkenin ardından tepkisellik gelir. Buda egonun haklı çıkmak için başvurduğu bir yoldur. Bir şeye öfkelendiğinde tepki vermek için başka bir olayı bile bekleyen çok insan vardır.

Eskiden her toplumda heykellere ya da başka objelere tapan insanlar vardı. İlahi dinler ve son olarakta İslam dini bu anlayışı yıktı… TAPILAN PUTLAR sadece heykeller yada objelermiydi… Bazen imgelere, özelliklede başkalarına yansıtmamız gerektiğine inandığımız kendi görüntümüze hayranlık duyarız.

Bilgisayarımız çöker ve en önemli dosyalarımızı kaybederiz, öfkeleniriz. İşyerinde bize karşı oyunlar oynanır öfkeleniriz. Ailemizin bizi anlamadığını düşünür, onlarla kavga ederiz. Tuttuğumuz takım gol kaçırır, söver, sayar lanet ederiz… Cep telefonumuzun şarjı biter, öfkeleniriz. Plastikten yapılmış telefon parçasının önünde eğiliriz… Plastikten bir tanrıyı putlaştırırız. Arabamız bozulur… metalden bir tanrıyı putlaştırız… İlahi dinlerde ve öğretilerde ÖFKE en büyük duygusal zaaftır. Yaratıcıdan uzaklaştıran en karanlık güçtür.

Burada bahsedilen put davranışlarınıza egemen olan bir nesne, bir insan yada bir durumdur. Size zararı olsun yada olmasın birilerine öfkeleniyorsanız Yaratıcıdan uzaklaştınızın bir işaretidir. Burada öfke Egosu devrededir. Haberleri izlediğinizde bile dünyanın herhangi bir yerinde bir insana ya da topluma duyduğunuz öfke dahi hem bizi yaratıcıdan uzaklaştıracak hemde daha büyük öfkeler çekecektir. Dışımızda meydana gelen olayların veya diğer insanların eski anı reaksiyonu ile içimizde öfke ve hiddet oluşturmasına izin veriyorsak, yaratıcı ile olan bağlantımızı kesmiş oluruz.

Ulusların arasındaki savaş ve çatışmalar, bireylerin arasındaki anlaşmazlıklardan başlar. Bir ulusun savaşın içinde olması, sadece o ulusu meydana getiren bireylerin arasındaki, kinden,düşmanlıktan ve hoşgörüsüzlükten doğmuş sevgisizliğin ürünleridir. İçimizde sevgi eksikliği olduğu sürece uluslar savaşmak için mutlaka bir neden bulacaktır.

Toplumumuzu incelersek bize zarar veren en büyük şeyin “gizli ego” olduğunu bilincine varırız. Hepimizin fark edebildiği ve de gözlemleyebileceği gerçeklerden yola çıkalım. Türk toplumu son çağlarda “gelenekçi din” ve “milliyetçilik” üzerine kemikleşmiş inançlara sahip bir yapıdadır. Çok eski çağlardan beri övündüğümüz milliyetçiliğimiz ve eski çağlardan gelen savaşçı bir millet olmamız bizde sürekli düşmanlar yaratan bir anlayışa sebep oluyor…

Gelenekçilik anlayışımız ise içimizde sürekli farklı bölünmelere yok açan bir anlayışa sebep oluyor. Dini düşünce olarak, siyasi düşünce olarak, etnik kimlik olarak sürekli bir bölünme korkusu ve eğilimi içinde oluruz. Ve bugünkü iç ve dış tehditleri toplumumuz kendisi yaratmaktadır. Şimdi bu tür toplumsal olayları sosyolog ve tarihçiler somut nedenlerle açıklayacaklardır. Fakat dolanık yapıdakı evrensel bilinci bir bütün olarak incelersek eğer, tüm ideolojik fikir ayrılıklarının birer illüzyon olduğunu keşfederiz. Savaşa karşı savaşmayı, kine karşı kin gütmeyi ve bunu milliyetçilik adı altında yapmayı devam ettirdiğimizde aynen bugünde olduğu gibi istenmeyen görüntüleri fazlalaştırmaktan ve geliştirmekten başka bir şey yapmayız. Farkına varmalıyız ki savaş bir zihin yapısıdır. Bu zihin yapısından kaynaklanan tüm eylemler, kötü olarak algılanan düşmanı güçlendirecektir.

Olur da bu savaşı kazandığımız takdirde en az eskisi kadar ve eskisinden daha fazla güçlü, üzücü, yıpratıcı düşmanlar ortaya çıkacaklardır ve yeni bir kötülük yaratacaklardır. Egonun savaş kimliğine büründüğünüzde, bu zihin yapısının tutsağı olursunuz ve algılarınız son derece seçici bir hal alır. Siz davanızda çok ama çok haklı olduğunuzu düşünebilirsiniz. Bu yine ama yine bir illüzyondur. Öfke egonuzu test etmek için sadece akşam haberlerini izlemeniz yeterlidir. Siyasi, uluslar arası, toplumsal, magazinsel tüm haberleri tarafsız izlemeye dahi kalksanız iç güdünüz size olaylar konusunda kişisel yargılara sürükleyecektir. Güçlü bir öfke hayatınızın büyük bir bölümünü kirletmeye ve sizi egonun tutsağı yapmaya devam eder.

Toplumuzun misafirperverliği hakkında yaygın bir ifade vardır. Derinine indiğimizde altında gizli bir egonun yattığını görebilirsiniz. Sevgisizlik ve onaylanmama ile yetiştirmenin çok olduğu toplumumuzda kendini ifade edebilme ve bununla övünebilmek kavramları önemli yer tutar. İşin göründüğü gibi olmadığını, test etmek oldukça basittir. Kadınların gün yaptığı bir sohbette bulunmak ya da erkeklerin kahve sohbetinde bulunmak ve objektif gözlem yapmak size toplumuzun gizli egosunu ortaya koyacaktır. Fakat herkes için bu durum böyle değildir. Köy gibi egosal unsurların hemen hemen hiç olmadığı yerlerde insanların sıcaklığı yüzlerinden okunur. Paylaşma eğiliminde olduklarını görürsünüz. Çünkü öfkeyle büyümedikleri için egosal kimlikleri de aşırı büyümemiştir.

Egonun öfke kimliğini keşfettiğinizde ve herkesin aynı hastalığın pençesinde olduğunu fark ettiğinizde ister istemez bu ego kaybolmaya başlar. Ve hayatınız şevkat ile dolmaya başlar.

Ülkemizin en büyük sorunu olan sevgisizlik, onaylanmama, öfke ile yetiştirme ileride ülkenin kaderini hep düşmanlar var, bölünme var paradigması ile döndürücektir. Siyasi olarak bölünür birbirimizden nefret ederiz. Etnik olarak bölünür birbirimizden nefret ederiz. Takım taraftarı oluruz birbirimizden nefret ederiz.

Bizler önce kendimizi ve sonra dünyayı şifalandırdığımızda bu ilizyonların hepsi yok olur… Sevgi yerini bütünlük duygusuna bırakır. Işık doyumun ve derin arzularımızın gerçek kaynağı olduğu için onunla bağlarımızı koparmak çok büyük hatadır… “ne yani hiç mi bişeyden haberimiz olmasın” diyebilirsiniz. Elbette olmalı ama Objektif bir bakış açısı ile görmelisiniz. Olayla özdeşleşen değil, objektif bir gözlemci gibi olmalısınız. Dünyayı bizim dünya hakkında düşüncelerimiz şifalandırıcaktır. Siz, dil, din, ırk ayırmayıp koşulsuz sevdiğinizde etrafınıza bunu yayacaksınız. Şifanız tüm dünyayı etkileyeceğinden izlediğiniz haberler tam istediğiniz gibi olmaya başlayacaktır. Ülkemizin tarih boyuncaki düşmanlarından, siyasi sebeplerden aslında ne kadar haklı olduğumuzdan Yani dünyevi sebeplerden falan bahsedecekseniz beni anlamamışsınız demektir…

Dünya üzerinde yeteri kadar insan, diğerindeki iyiyi bulmak için gayret sarf edip emek verdiğinde, zamanla tüm uluslar aniden mucizevi bir şekilde uyuma ulaşan yolu bulucaklardır. Unutmayın başkasına olan her davranışınız evrensel düzende reaksiyon başlatır ve tüm dünyayı etkiler.

Mayıs 2007
 

berksurucu

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2009
Mesajlar
356
Tepkime puanı
968
Konum
Güzel İzmir
"Ruh"un Gizemi

Modern fizikçilerden, budistlere... Tasavvufçulardan, sözde bilimcilere kadar bir çok ekol Öz, ruh ve benliği birbirinden ayıramayarak ruh konusunda kafaların daha da karışmasına sebebiyet veriyorlar.... kendi metaforlarımla anlatacak olursam

ÖZ; boşluğun enerjisinin sanal titreşimi,
RUH ise; bu sanal hologramın zaman dediğimiz fenomen içindeki yansımaları...
BENLİK ise ruhun maddeye bu sanal yansımasından kaynaklanan; bedensel duygu ve düşünceler olarak ortaya çıkan yanılsamaların başka bir tezahürü...

bu üç kavram birbiriyle bağlatısı sebebiyle karıştırılsa da, Aslında temelde farklı kavramlardır...

SANAL HOLOGRAM metaforumla neyi kasettiğimi Belki KUANTUM DALGA fonksiyonu açıklayabilir. En Basit tabiriyle

BİR SONUCU OLMASA DA ETKİSİ OLAN ŞEY...

ölçülmese de dahi, gerçekçi fizik sonuçları doğuruyor. İşte Ruh dediğimiz Fenomen, bu elle tutulamayan olasılıklar alanıyla Ortaya çıkan "sanal" bir süreç gibi düşünün...

Yani Ruh bir varlık değildir. Sanal Bir Süreçtir. Bu yanılsama Evreni içinde ÖZ'ü en iyi anlatma şeklimizin son halidir...


Tarih boyunca gerçekleştirdiğimiz araştırma yolculuklarında; Ruh konusunda farklı bir çok ayrı görüşle sıkça karşılaşıyoruz.

Bir görüşe göre Ruh... Gayet somut, içimizde var olan ölünce gökyüzüne gidecek hologram bir varlıkmış gibi, kimi zamanda derin duygusal, dişil bir varlık gibi geliyor... belki de doğru soruları sormayı henüz öğrenemedik..

Ruh konusunda fikir ayrılıklarının temeli Antik Yunana kadar gider... Platona göre Ruh Somut birşeydi... Öğrencisi Aristoya Göre ise Soyut... Antik Mısır'da ise hem maddi hemde manevi dünyayın kaynağını barındıran bir fenomen olarak bahseder.

Tabi Buraya kadar geldiğimizde BUDA'nın ANATTA (ruh yoktur) doktirini ile karşılaşırız...

Doktirinle ilgili bir alıntı paylaşmak istiyorum...

Ruh kelimesi, kişiye ait, çevresinden apayrı, bağımsız bir varlığı olan, hiç değişmeden kalan bir olguyu, varlığı çağrıştırır. Oysa ki Buddhizme göre her şey derin bir şekilde birbirine bağımlıdır, bir şey, diğerleri olmadan var olamaz, bu da demektir ki hiçbir şeyin, geri kalan diğer şeylerden ayrı bir varlığı yoktur, Hiçbir şey geri kalan diğer şeylerden ayrı olmadığı gibi, sonsuza dek de var olmaz, her an bir değişime tabiidir. Bir şey, sadece geçici bir süre için bir "şey"dir, bir süre sonra başka bir "şey" olacaktır. Hiçbir şey sonsuza dek değişmeden kalmaz . Yani çevreden apayrı, sonsuza dek değişmeden kalacak bir varlık yoktur. Fakat kişi kendisini her şeyden ayrıymış gibi düşünür, kendisini çevresinden kopartarak dünyaya “ben ve geri kalan diğer şeyler” gözüyle bakar. Oysa ki dalganın, denizin sadece bir parçacığı olması gibi kişi de o olmadığını varsaydığı şeylerin bir parçasıdır, bir sonucudur. Dalga denilen şey, denizdeki geçici bir şekle verilen isimdir. Yani dalga bir kavramdır, bir düşüncedir, dalga sadece kişinin zihninde vardır. "Ben" denilen şey de evrendeki geçici bir kavrama verilen isimdir, "Ben" bir kavramdır, bir düşüncedir, bu düşünce kişinin yalnızca kendi zihninde vardır. İşte bu düşünceyi gerçeklik varsaymak, Buddhizme göre kişinin kendisini anlamak yolunda düştüğü en büyük yanılgıdır. İnsan kendinden hareketle evreni ve Tanrı'yı da yorumlamaya kalktığında, kendisi hakkındaki varsayımları yanlış olunca evren ve Tanrı varsayımları da yanlış olur. Dolayısıyla Buddhizm, her şeyden önce kendini tanımaya vurgu yapar. Buddhizme göre insanın kendisinin gerçekte ne olduğunu bilmesi onu korkutabilir, insan sonsuza dek var olmak ister, çünkü var olmamayı kabullenmesi zor gelir. Oysa ki tam da bu nedenle, yani insanın gerçekliği reddetmesi nedeniyle Buddhizm insanların acı ve sıkıntılar çekmekte olduğunu öğretir. Buddhizm, “Gerçekliği olduğu gibi kabullenebilmeyi öğendiğimizde aslında yaşamın ne kadar mucizevi olduğunu hisseder ve huzur buluruz,” der.

benliğimiz her zaman değişmektedir... 10 Yaşındaki benliğim ile 33 yaşındaki benliğim Aynı değildir. Benliğimle bir tuttuğum ÖZü açıklama şeklim olan RUH da aynı değildir. Dolayısıyla Buda'nın RUH YOKTUR anlayışının kapısını aralıyoruz...

Bu anlayışı derinleştirirsek Soru sorma yeteneğimiz başka bir vasfa evrilicektir. "yeniden doğuş" gibi fenomenlere daha başka sorularla yaklaşırız...

Yeniden doğum konusunda biraz daha derine inilirse aslında ortada "Ben", "Sen", "O" yoktur. En başta “ben” düşüncesi yanlış bir düşüncedir, bir yanılsamadır. "Ben" hiçbir zaman doğmadı ki "ben" hiçbir zaman var olmadı ki ölsün veya öldükten sonra yeniden doğsun. Gerçekte yeniden doğacak bir "ben" yoktur. Yeniden doğan özde "Ben" değildir karmik birikimler, yeni bir vücutta meydana gelecek olan çeşitli eğilimler, karmik niteliklerdir. Dolayısıyla an itibariyle kişinin sahip olduğu "benlik","ben" düşüncesi yerini başka "ben"lerle değiştirecek ama asla şu anki "ben" olmayacaktır aynı kişinin geçmişteki veya "bir önceki hayatındaki" "ben" olmaması gibi...


RUH yanılsamalar içinde tutunmak istediğimiz bir yanılsama modelidir. Benliğimiz Buna inanmak ister. Ruh aynı denizdeki bir dalgayı tanımlamak için kullandığımız metafordur. Dalga dediğimiz aklımızda suyun üzerinde yükselen bir figür belirir. buna dalga deriz. Ama biraz geniş baktığımızda Denizden bağımsız bişey olmadığını görürür. ve biraz daha geniş baktığımızda dünyayı ve diğer fiziksel kuralları görürüz. O dalga Tüm evrenin deterministik sürecinin Ayrık bir yansımasıdır. biz ona dalga diyoruz...

Tüm yanılsamalar bittiğinde Ruh 'da bitecektir...
 
Üst