Aynaya Korkmadan Bakabilmek Dileğiyle!
Atasözümüzde ne güzel ifade edilmiştir: “Söyleme sırrını dostuna, onun da dostu vardır, o da söyler dostuna.”Şairin tembihi de bu atasözümüzü destekler: Sırrını kimseye fâş etme (ortaya dökme), sırrın fâş olur. Sen kendi sırrını saklayamazsan, el sana nasıl sırdâş olur. İmam Şâfî “Sırrını saklamasını bilen, işinin hâkimi olur.” der. Çünkü ser verip sır vermeyen, serverdır. Hiçbir sırrı olmayan insan, bu yüce ve ilâhî kaynaklardan hangi sırrı anlayabilir ki! Allah katında değeri olan insanların yazdıkları da sırlarla bezenmiştir Sırlar açıyor yerden gökten. İbn Arabi’nin Füsûs'ül-Hikem isimli eserinde belirttiği üzere, “her mevcûdun ezelde bir ayn-ı sabitesi vardır. Mevcut, bu ayn-ı sâbitenin gerektirdiği biçimde dış âlemde gerçekleşir. Neyin neyi gerektirdiğini sadece Allah bilir.” Dolayısıyla her varlık bir sırdır.
Sır olduğunu bilen; sırlanan ve sırlarıyla ayna olabilen bir varlık, hem Hakikat’in aşkıyla yanar, kavrulur, hem de O’nun rengine bürünür.Sonsuzluk yolu, ayna olmanın özelliklerini kazanabilen sırdaş iki kişinin varlığı ile başlayabilir. Yoksa, bir şeyden haberi olmayanlarla sürekli oturup kalktık mı, bu yolu yitirdik demektir.
Ayna nedir? Saydam bir camın arkasındaki “sır” denilen ve çok ince metal bir tabakanın sürülmesinden elde edilen bir âlet. Sır, bazı nesnelere parlaklık verir, onları dış etkilerden korur, sızmalarını önler. Türkçemizde, küp parlaklığını yitirdirdiğinde, “küpün sırrı dökülmüş” deriz. Peki, aynanın sırrı dökülmüş ise, kendimizi aynada seyredebilir miyiz? Sır olmazsa, ayna olur mu? Ayna olmazsa, kendimiz olur muyuz? Bugün pek çok kişi aynaya maddi anlamda güzel görünmek için bakıyor olsa da, kendi manevi güzelliklerini, derinliklerini görebilmek için aynaya bakmak insanı heyecanlandırır.
İnsana kendisini ve insan olanı gösteren aynadaki sır, herkese söylenemeyen şeydir; gizli bir hakikattir. Bu hakikat, Müşâhedetullah’ının mahalli olan kalpteki lâtife olarak yer alır. Bir işin, bir şeyin dikkat, yetenek, tecrübe ve sezgi yardımıyla kavranabilen en zor, en ince yanını anlatmak için de sır kavramını kullanırız. “Mânâ itibariyle; ilmin hakikati ve hâlin marifeti üzerine yoğunlaşan insan, sırra erebilir. Sırra ermek deyimi, gizli tutulan veya sır durumunda olan bir şeyi anlamak ve kavramaktır.
Bir veliye tevhid nedir diye sorulmuş. Verdiği cevap çok mânidardır : “İki ayna arasında bir elmadır.” İki ayna arasındaki cisim sonsuza çıkar; ama bir tanedir. Bu cümleyi derinlemesine tahlil etmeliyiz ki, aynanın rolünü kavrayabilelim. Sonsuzluk yolu, ayna olmanın özelliklerini kazanabilen sırdaş iki kişinin varlığı ile başlayabilir. Yoksa, bir şeyden haberi olmayanlarla sürekli oturup kalktık mı, bu yolu yitirdik demektir: Ehil olmayanlarla bir soluk bile eğleşme, aynayı suya atma gibidir, ayna suda kalırsa paslanır elbet. İnsan için ten mi aynadır yoksa can mı? Cevabını Mesnevi ilk beyitlerinden verelim:
Ten canın aynasıdır, can tenin
Lâkin olmaz can gözü her kimsenin.
Bu sorunun cevabını farklı bir açıdan da anlamak için yeni bir soru da sorabiliriz: Mecnun mu Leylâ idi yoksa Leylâ mı Mecnun?
Sırra eren sırrî , tam anlamıyla bir sufidir . Kendisi de sır olan kişi, artık bir sır küpüdür. Birçok sırları bildiği halde hiçbirini açığa vurmamaktadır. Kendisine lütfedilen sırrı fâş (ortaya dökerse) ederse, aynasının arkasındaki tabaka dökülmeye başlayacak ve camdan kendisini değil hep başkalarını görecektir. Sırrı fâş edene, yeni sırlar verilir mi? Hiçbir sırrı olmayan insan, bu yüce ve ilâhî kaynaklardan hangi sırrı anlayabilir ki! Allah katında değeri olan insanların yazdıkları da sırlarla bezenmiştir Sırlar açıyor yerden gökten. İbn Arabi’nin Füsûsu,l-Hikem isimli eserinde belirttiği üzere, “her mevcûdun ezelde bir ayn sabitesi vardır. Mevcut, bu ayn-ı sâbitenin gerektirdiği biçimde dış âlemde gerçekleşir. Neyin neyi gerektirdiğini sadece Allah bilir.”
Dolayısıyla her varlık bir sırdır. Sır olduğunu bilen; sırlanan ve sırlarıyla ayna olabilen bir varlık, hem Hakikat’in aşkıyla yanar, kavrulur, hem de O’nun rengine bürünür:
Gerçek aşkına yandı ânın
Cümle boyandı rengine ânın.
Her şeyi ayakta tutan şey “Sır”dır. Sırrı ortadan kaldırabilirseniz, o her şey hiçbir şey olur. Hasbi olmak için “sır”lanmalıyız.
Çünkü nefs çok kaygan bir zemindedir. Yaptığımız ibadetler, iyilikler, güzellikler kalpte kalmayabilir. Bunun sonucunda da kendisi de bir “sır” olan veya bir “sır” mekânı olan kalbimiz bir ayna haline dönüşemeyebilir. “Sır”larımız kalpte kalmalı ki ayna haline gelebilsin. Sırrını keşfeden, sırrını saklayabilen ve sır tutabilen ve böylece âlemde âdem olmayı başarabilir. İnsan, “Mir’atü’l-İrfan” yani İrfan Aynası’dır. Bu aynaya bakanlar, kendilerini tanıma imkanına kavuşabilirler ve aynalar onlara yeni bir yol lütfedebilirler. Veya Necip Fazıl’ın şiirinde yer aldığı gibi, bazen bu aynalar insanın yolunu da kesebilirler. Çünkü kendisine bakan için aynanın gerçekçi bir yönü vardır.
Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde anlatıldığı üzere, adamın biri yolda bir ayna bulur. Çirkindir, aynaya bakınca kendini görür ve çok çirkin olduğunu anlar. Sonunda aynayı tekrar yere atar ve şöyle der: “Boşuna değil, sahibin seni atmış, terk etmiş.” Peki biz aynasını arayan bir dost olarak yollara nasıl döküleceğiz? Ayna arayan bir dost… Arıyor, arıyor da, aynadan istedikleri o kadar çok ki… Sanki hayatı, daha ötesi şekillendirmesini istiyor ondan. Belki bununla da kalmayıp ötelere açılan bir yol istiyor ondan. Ötelere, Rahman’a, Miraç’a götürecek bir ayna… Kendini görmek, ötelere gitmek için bir ayna bulmak… Gözler kendini görmekten aciz değil midir?
‘Kendisini ne eksik ne fazla yansıtacak, kusurlarını merhametiyle setredecek, umutsuz gecelerine muştular sunacak, yaratılışının inceliklerini kendisine gösterecek, özünü onun özünde ve yüzünde seyredecek, sırrını aşikâr kılacak, kibrit-i ahmer gibi bakırı altına dönüştürecek, her dem taze kalacak, paslanmayacak, tozlanmayacak bir ayna aramaktadır. Bu aynadır ki kendisini arayanlara Miraç’ın yolunu yansıtacak olan…“Ruh gibi insan bedenine tevdî edilen bir lâtifedir. Kalb , ruh ve sır sıralamasında sır, ruhtan sonra gelir ve ondan daha lâtiftir. Kalp marifet, ruh muhabbet, sır temâşâ mahallidir.”
Mevlana dergahında semâ edebilen zâtlar, bu aynanın sır dolu yapısıyla acaba hangi makamları temâşâ etmektedirler? Sırr-ı tecelli yata ulaşanlara yani Allah’ın “İnsan benim sırrım, ben insanın sırrıyım.” şeklinde buyurduğu sırra erenlere selam olsun!
Sır olmak üzere, sırra kadem basabilen ve sırrın sırrına erebilen sır dostlarına selam olsun
Alıntı
Atasözümüzde ne güzel ifade edilmiştir: “Söyleme sırrını dostuna, onun da dostu vardır, o da söyler dostuna.”Şairin tembihi de bu atasözümüzü destekler: Sırrını kimseye fâş etme (ortaya dökme), sırrın fâş olur. Sen kendi sırrını saklayamazsan, el sana nasıl sırdâş olur. İmam Şâfî “Sırrını saklamasını bilen, işinin hâkimi olur.” der. Çünkü ser verip sır vermeyen, serverdır. Hiçbir sırrı olmayan insan, bu yüce ve ilâhî kaynaklardan hangi sırrı anlayabilir ki! Allah katında değeri olan insanların yazdıkları da sırlarla bezenmiştir Sırlar açıyor yerden gökten. İbn Arabi’nin Füsûs'ül-Hikem isimli eserinde belirttiği üzere, “her mevcûdun ezelde bir ayn-ı sabitesi vardır. Mevcut, bu ayn-ı sâbitenin gerektirdiği biçimde dış âlemde gerçekleşir. Neyin neyi gerektirdiğini sadece Allah bilir.” Dolayısıyla her varlık bir sırdır.
Sır olduğunu bilen; sırlanan ve sırlarıyla ayna olabilen bir varlık, hem Hakikat’in aşkıyla yanar, kavrulur, hem de O’nun rengine bürünür.Sonsuzluk yolu, ayna olmanın özelliklerini kazanabilen sırdaş iki kişinin varlığı ile başlayabilir. Yoksa, bir şeyden haberi olmayanlarla sürekli oturup kalktık mı, bu yolu yitirdik demektir.
Ayna nedir? Saydam bir camın arkasındaki “sır” denilen ve çok ince metal bir tabakanın sürülmesinden elde edilen bir âlet. Sır, bazı nesnelere parlaklık verir, onları dış etkilerden korur, sızmalarını önler. Türkçemizde, küp parlaklığını yitirdirdiğinde, “küpün sırrı dökülmüş” deriz. Peki, aynanın sırrı dökülmüş ise, kendimizi aynada seyredebilir miyiz? Sır olmazsa, ayna olur mu? Ayna olmazsa, kendimiz olur muyuz? Bugün pek çok kişi aynaya maddi anlamda güzel görünmek için bakıyor olsa da, kendi manevi güzelliklerini, derinliklerini görebilmek için aynaya bakmak insanı heyecanlandırır.
İnsana kendisini ve insan olanı gösteren aynadaki sır, herkese söylenemeyen şeydir; gizli bir hakikattir. Bu hakikat, Müşâhedetullah’ının mahalli olan kalpteki lâtife olarak yer alır. Bir işin, bir şeyin dikkat, yetenek, tecrübe ve sezgi yardımıyla kavranabilen en zor, en ince yanını anlatmak için de sır kavramını kullanırız. “Mânâ itibariyle; ilmin hakikati ve hâlin marifeti üzerine yoğunlaşan insan, sırra erebilir. Sırra ermek deyimi, gizli tutulan veya sır durumunda olan bir şeyi anlamak ve kavramaktır.
Bir veliye tevhid nedir diye sorulmuş. Verdiği cevap çok mânidardır : “İki ayna arasında bir elmadır.” İki ayna arasındaki cisim sonsuza çıkar; ama bir tanedir. Bu cümleyi derinlemesine tahlil etmeliyiz ki, aynanın rolünü kavrayabilelim. Sonsuzluk yolu, ayna olmanın özelliklerini kazanabilen sırdaş iki kişinin varlığı ile başlayabilir. Yoksa, bir şeyden haberi olmayanlarla sürekli oturup kalktık mı, bu yolu yitirdik demektir: Ehil olmayanlarla bir soluk bile eğleşme, aynayı suya atma gibidir, ayna suda kalırsa paslanır elbet. İnsan için ten mi aynadır yoksa can mı? Cevabını Mesnevi ilk beyitlerinden verelim:
Ten canın aynasıdır, can tenin
Lâkin olmaz can gözü her kimsenin.
Bu sorunun cevabını farklı bir açıdan da anlamak için yeni bir soru da sorabiliriz: Mecnun mu Leylâ idi yoksa Leylâ mı Mecnun?
Sırra eren sırrî , tam anlamıyla bir sufidir . Kendisi de sır olan kişi, artık bir sır küpüdür. Birçok sırları bildiği halde hiçbirini açığa vurmamaktadır. Kendisine lütfedilen sırrı fâş (ortaya dökerse) ederse, aynasının arkasındaki tabaka dökülmeye başlayacak ve camdan kendisini değil hep başkalarını görecektir. Sırrı fâş edene, yeni sırlar verilir mi? Hiçbir sırrı olmayan insan, bu yüce ve ilâhî kaynaklardan hangi sırrı anlayabilir ki! Allah katında değeri olan insanların yazdıkları da sırlarla bezenmiştir Sırlar açıyor yerden gökten. İbn Arabi’nin Füsûsu,l-Hikem isimli eserinde belirttiği üzere, “her mevcûdun ezelde bir ayn sabitesi vardır. Mevcut, bu ayn-ı sâbitenin gerektirdiği biçimde dış âlemde gerçekleşir. Neyin neyi gerektirdiğini sadece Allah bilir.”
Dolayısıyla her varlık bir sırdır. Sır olduğunu bilen; sırlanan ve sırlarıyla ayna olabilen bir varlık, hem Hakikat’in aşkıyla yanar, kavrulur, hem de O’nun rengine bürünür:
Gerçek aşkına yandı ânın
Cümle boyandı rengine ânın.
Her şeyi ayakta tutan şey “Sır”dır. Sırrı ortadan kaldırabilirseniz, o her şey hiçbir şey olur. Hasbi olmak için “sır”lanmalıyız.
Çünkü nefs çok kaygan bir zemindedir. Yaptığımız ibadetler, iyilikler, güzellikler kalpte kalmayabilir. Bunun sonucunda da kendisi de bir “sır” olan veya bir “sır” mekânı olan kalbimiz bir ayna haline dönüşemeyebilir. “Sır”larımız kalpte kalmalı ki ayna haline gelebilsin. Sırrını keşfeden, sırrını saklayabilen ve sır tutabilen ve böylece âlemde âdem olmayı başarabilir. İnsan, “Mir’atü’l-İrfan” yani İrfan Aynası’dır. Bu aynaya bakanlar, kendilerini tanıma imkanına kavuşabilirler ve aynalar onlara yeni bir yol lütfedebilirler. Veya Necip Fazıl’ın şiirinde yer aldığı gibi, bazen bu aynalar insanın yolunu da kesebilirler. Çünkü kendisine bakan için aynanın gerçekçi bir yönü vardır.
Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde anlatıldığı üzere, adamın biri yolda bir ayna bulur. Çirkindir, aynaya bakınca kendini görür ve çok çirkin olduğunu anlar. Sonunda aynayı tekrar yere atar ve şöyle der: “Boşuna değil, sahibin seni atmış, terk etmiş.” Peki biz aynasını arayan bir dost olarak yollara nasıl döküleceğiz? Ayna arayan bir dost… Arıyor, arıyor da, aynadan istedikleri o kadar çok ki… Sanki hayatı, daha ötesi şekillendirmesini istiyor ondan. Belki bununla da kalmayıp ötelere açılan bir yol istiyor ondan. Ötelere, Rahman’a, Miraç’a götürecek bir ayna… Kendini görmek, ötelere gitmek için bir ayna bulmak… Gözler kendini görmekten aciz değil midir?
‘Kendisini ne eksik ne fazla yansıtacak, kusurlarını merhametiyle setredecek, umutsuz gecelerine muştular sunacak, yaratılışının inceliklerini kendisine gösterecek, özünü onun özünde ve yüzünde seyredecek, sırrını aşikâr kılacak, kibrit-i ahmer gibi bakırı altına dönüştürecek, her dem taze kalacak, paslanmayacak, tozlanmayacak bir ayna aramaktadır. Bu aynadır ki kendisini arayanlara Miraç’ın yolunu yansıtacak olan…“Ruh gibi insan bedenine tevdî edilen bir lâtifedir. Kalb , ruh ve sır sıralamasında sır, ruhtan sonra gelir ve ondan daha lâtiftir. Kalp marifet, ruh muhabbet, sır temâşâ mahallidir.”
Mevlana dergahında semâ edebilen zâtlar, bu aynanın sır dolu yapısıyla acaba hangi makamları temâşâ etmektedirler? Sırr-ı tecelli yata ulaşanlara yani Allah’ın “İnsan benim sırrım, ben insanın sırrıyım.” şeklinde buyurduğu sırra erenlere selam olsun!
Sır olmak üzere, sırra kadem basabilen ve sırrın sırrına erebilen sır dostlarına selam olsun
Alıntı