"Gizlimabet Parapsikoloji Platformu"

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

AŞK kalpte mi beyinde mi?

lviv angeles

Kayıtlı Üye
Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, insanların kalpleriyle değil beyinleriyle aşık olduğunu belirterek, "Kalbimiz sevgide her ne kadar efsaneştirilmiş olsa da bu konu da asıl işlevi gerçekleştiren beynimizdir. Karşıt cinsden herhangi bir olumsuz davranış aldığımız da 'kalbim kırıldı' deriz. Aslında kırılan kalp değil beyindir" dedi.Kalp değil beyin aşık olur

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, Aşkın biyokimyasını anlattı. Beyinde sevgi, aşk gibi duygularla, cinsel istek ve enerji gibi faktörleri etkileyen bir çok merkez ve hormonal faaliyet olduğunu anlatan Dr. Yavuz, “Mesela oksitocin hormonu annelik dürtülerini geliştirir. İnsanlar kalpleri ile değil beyinleri ile aşık olurlar. Sevgi ve aşk duygularında tamamıyla beyindeki mekanizmalar işlev görür. Aslında kalbimiz sevgide her ne kadar efsaneştirilmiş olsa da bu konu da asıl işlevi gerçekleştiren beynimizdir. Karşıt cinsden herhangi bir olumsuz davranış aldığımız da 'kalbim kırıldı' deriz. Aslında kırılan kalp değil beyindir. Aşk üzerine olan şiirlerin hemen hepsi kalp merkezlidir. Doğrusu, ta Aristo’dan beri bu yanılgı böyle süregelmiştir. Bu noktada beyine büyük haksızlık yapılmaktadır” dedi.

Bazı araştırmacıların, beyinde depresyonla büyük ilişkisi olan serotonin hormonunun aşk acısı ve duygusu üzerinde etkili olduğunu iddia ettiğini dile getiren Dr. Yavuz, “Bunlara göre serotonin hormonunun az salgılanması aşk acısını körüklemekte hatta dayanılmaz hale getirmektedir. Depresyonlu ya da depresyona eğilimli kişilerde aşk duyguları daha yoğun yaşanmakta ve ortada aşkın neden olduğu bir acı varsa, bu daha derin ve yoğun hissedilmektedir. Bu nedenle aşktan dolayı üzüntü ve elem yaşayanlara antidepresan ilaçlar fayda verebilir. Ya da diğer bir ifade ile aşk acısı, beyinde serotonin salgısını arttıran 'manyetik stimülasyonla' (TMS) da tedavi edilebilir. Adrenalin ve noradrenalin, aşk ve sevgi esnasında vücut organlarının üstüne düşen tepkimeleri göstermesinden sorumludur. Göz bebeklerinin büyümesi, terleme, mide ifrazlarının hızlanması, mide krampları, ellerde titreme, ses tonunda değişiklikler ve kalp ritminin hızlanması, bu nöroaminler sayesindedir.
"YENİ BİR AŞKIN EŞİĞİNDE OLAN BİR KİMSE, DOPAMİNİN VERDİĞİ ÇOŞKUYLA BİRKAÇ GECE UYKUSUZ KALABİLİR"

En az serotonin kadar dopamin de aşk ve sevgi duygularını kontrol etmektedir. Dopamin, normal şartlarda, enerji, neşe, dikkat yoğunlaşması ve keyif hali ile alakalıdır. Yeni bir aşkın eşiğinde olan bir kimse, dopaminin verdiği çoşku ile birkaç gece uykusuz kalabilir. Güneşin doğuşunu, yağmurun yağışını bambaşka bir pencereden ele alabilir. Hiç olmadığı kadar pozitif düşünebilir. Nitekim beynimizin accumbens merkezindeki, dopamin1 (D1) ve dopamin2 (D2) reseptörlerinin çalışma şekilleri erkek-kadın ilişkilerinde büyük rol oynar. Örneğin eğer D1 reseptörü devre dışı kalmışsa ya da iyi çalışmıyorsa sadakat duygusunda aksama olur ve o erkek ya da bayan çapkın biri olarak karşımıza çıkabilir. Bu noktada çapkınlık bir beyin hastalığı mıdır? diye de bir soru gelebilir akla. D1 eksikliğinde sadakat duygusu zayıflamaktadır. Hovarda, bir kadından diğerine koşan ve sürekli kadın değiştiren erkeklerde ise D1’in aşırı etkisizliğini ifade edebiliriz. Tabi bu durum bayanlar için de geçerlidir. D1 reseptörünün düzenli aile yaşamı ve seviyeli beraberlikler için, iyi çalışması şarttır. D1 reseptörü, monigamiyi, D2 reseptörü ise poligamiyi temsil etmektedir diyebiliriz. Dolayısıyla sadakat duygusu için D1 reseptörlerinin iyi çalışması mutlak gerekli olan bir durumdur. Ayrıca D1 reseptörlerinin iyi çalışır durumda olması kişinin tek evliliğe yönelmesini de sağlamaktadır. Kim bilir belki de ilerde D1 reseptörlerini somut olarak gösteren bir tetkik geliştirilir ve bu geliştirilen sadakat testi ile evlenecek bayan ya da erkekler karşıt cinsleri değerlendirebilirler” diye konuştu.

"ORTA YAŞ İLE BERABER DUYGULAR DAHA MANTIKLI VE KONTROLLÜDÜR"
Aşk hormonlarının en dengeli olduğu dönemin orta yaş dönemi olduğunu kaydeden Dr. Yavuz, daha sonra şunları kaydetti:

“Orta yaş ile beraber, beynin salınımını ve kontrolünü üstlendiği hormonlarda değişim başlar. Dopamin ve türevleri mesela feniletilamin orta yaşlarda daha dengeli salgılanır. Sadakat ve bağlılığı düzenleyen D1 ve D2 reseptörleri nispeten dengeye girer. Gençliğin fırtınalı ve sorumsuz davranış tarzları daha aklı başında, ayakları yere basan davranışlara dönüşür. Dopamin, serotonin ve katekolaminlerin dengeye girmesi ile karşı cinse karşı oluşan beğenme, birlikte olma, yanından ayrılmama gibi yoğun duygular üst seviyeye çıkar. Orta yaşta insan, gerek beyin kapasitesi, gerekse vücut fonksiyonları olarak üst seviyededir. Duygular daha mantıklı ve kontrollüdür. Gençlik yıllarından farklı olarak beyinden salgılanan hormonların da etkisi ile, mantık ve duygu paralel seyreder. Dolayısıyla bu yaşlarda oluşan beraberlikler uzun solukludur.”
Kigem
 
Dr. Mehmet Yavuz'a Sabahhatin Ali okumasını tavsiye ediyorum.:cheers2:
Balam ben Sabahattin Ali okuyamıyorum biliyormusun?:(Kürk mantolu Madonna dışında.
İçimi parçalıyor,öyle derinden hissettiriyor ki ...Bir sözü var ya"ellerimden öptü ellerimden,avuçlarımdan.Unutabilirmisin?Ben ölsem unutmam."
Bunu yazarken bile gözlerim doldu.Ölür insan ya ,aşk için öldürecek derinlikte hislerle yazılmış,tamamen hissediyorum.Aşırı derecede hüzünleniyorum.Ben gerçekten Sabahattin Ali okuyamıyorum.
 
Balam ben Sabahattin Ali okuyamıyorum biliyormusun?:(Kürk mantolu Madonna dışında.
İçimi parçalıyor,öyle derinden hissettiriyor ki ...Bir sözü var ya"ellerimden öptü ellerimden,avuçlarımdan.Unutabilirmisin?Ben ölsem unutmam."
Bunu yazarken bile gözlerim doldu.Ölür insan ya ,aşk için öldürecek derinlikte hislerle yazılmış,tamamen hissediyorum.Aşırı derecede hüzünleniyorum.Ben gerçekten Sabahattin Ali okuyamıyorum.
Çok mu duygusalız lviv, şu an benimde gözlerim doldu.Okumalısın, okumalıyız, okutmalıyız Sabahattin Ali'yi. Hiç aşık olmamış,derin hissetmemiş, çok sığ insanlarda bile derin hissiyatlar uyandırabilecek, düşündürebilecek bir yazar kendisi.. Maria Puder'ide rahmetle analım ne diyordu muhterem ''Seni seviyorum, deli gibi değil gayet aklı başında seviyorum.'' Benim için kutsal bir kitap ve kutsal bir yazar bu. Elbette bu benim öznel yargılarım ve hislerim... Son olarak konuya ithafen şu alıntıyıda yapmak isterim;
''Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize,bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden,meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya,-ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.Bütün çekingenliklerim yok olmuştu.Bu kadının karşısında her şeyimi ortaya dökmek, bütün iyi ve fena, kuvvetli ve zayıf taraflarımla, en küçük bir noktayı bile saklamadan,çırılçıplak ruhumu onun önüne sermek için sabırsızlanıyordum.''
Okurken anlayacaksınız ki, aşk,sevgi burada anlatıldığı kadar ''sığ'' değil.
 
Aşkın küçük kısmı duygusal ağırlıklı bir kısmı fiziksel. Günümüzdeki ortalama bir ilişkiden bahsediyorum. Bu o eski efsanevi aşklar için değil malesef. Ayrıca bir alıntı ile aşkı özetlemek istiyorum:
Yunan mitolojisinde tanrıların kralı, göklerin hakimiZeus'un yarattığı insanlar eskiden dört kollu, dört bacaklı, bir kafada iki ayrı yüze sahip, sırtlarından birbirlerine yapışmış şekilde ve her insan çift olarak yaşar şekildeymiş. Bu insanlar çifter çifter mutlu şekilde yaşamlarını sürdürürken, keyiflerine düşkünlükten dolayı tanrıları Zeus'a şükretmeyi unutunca Zeus insanları uyarmış. Kendisini unutan halka krallığına yakışan bir ceza vermek isteyen Zeus, onların huzurunu toplamak için kolları sıvamış. Bakanların gözlerini kör edecek kadar parlak olan bıçağıyla insanları ikiye bölen Zeus (şimşeğiyle ayırdığı da söylenir), onların ruhlarını da ikiye bölmüş. Artık her insandan iki tane varmış, yani birbirinin eşi olmayan ama birbirinin eşi olan parçalar her tarafa dağılmış. Zeus insanları diğer parçalarından ayrı yaşamakla lanetlemiş ve böylelikle ömürleri boyunca ruh eşlerini aramaları için onları cezalandırmış. Aynı zamanda Zeus'un insanlığa hediyesi olarak bilinen ruh eşini arama olayı bu lanetle beraber günümüze kadar gelmiştir. Yunan mitolojisinden gelen ruh eşi efsanesi dünyanın bir ucundaki ruh eşini bulma olasılığıyla, insanları bir arada tutarak bir çeşit düzen sağlamaktadır.
 
Beyin doğru insan bu derken neden kalp kendi seçimine yöneltiyor öyleyse?

İşte ipler kalbin elinde oluyor. Hani deriz ya birine 'sen çok değiştin eskiden böyle değildin' diye. Değişen bir şey yok aslında. O hep öyle idi ama biz göremiyorduk. Aşk ın gözü kördür lafı gerçekten doğru.
 
Olay beyinde olup biten kimyasal,elektrik,manyetik ve bütün vücutta bulunan enerji noktalarıyla oluşuyor. Kalp organı ise bizzat bu durumla alakadar değil. Aşk bir nevi paranormal keyif verici maddedir. Sonradan işin içine kimya da girince, bayağı yoksunluk krizi yaratan bir hal alır. Gerçekten ölüme bile yol açabilir. Gerekli olup olmadığı tartışılır. Sentetik ilahi birleşim modelidir. Sahte oldugundan ilkel bir taklit çabasıdır tıpkı antibiyotikler gibi..
 
Olay beyinde olup biten kimyasal,elektrik,manyetik ve bütün vücutta bulunan enerji noktalarıyla oluşuyor. Kalp organı ise bizzat bu durumla alakadar değil. Aşk bir nevi paranormal keyif verici maddedir. Sonradan işin içine kimya da girince, bayağı yoksunluk krizi yaratan bir hal alır. Gerçekten ölüme bile yol açabilir. Gerekli olup olmadığı tartışılır. Sentetik ilahi birleşim modelidir. Sahte oldugundan ilkel bir taklit çabasıdır tıpkı antibiyotikler gibi..

'' Sahte olduğundan, ilkel bir taklit çabasıdır''. Bu kısmı tam anlayamadım biraz daha açarmısınız lütfen:)
 
Aşk tüm algılarımızın algılandığı yerde beyinde gerçekleşen bir olay. Bu yüzden değil midir zaten mabette aşk uygulamlarının bazıları kişinin düşünce ve bilinç altı noktalarına sızmakla veyahut kişiye gönderilen kelimelerle yapılması.
 
'' Sahte olduğundan, ilkel bir taklit çabasıdır''. Bu kısmı tam anlayamadım biraz daha açarmısınız lütfen:)
Aşk aslında tek olma çabasıdır. Yegane tekillikten, O'ndan, bireysel var oluş bilinci ile kendimizi ayırdığımızdan (ki ayrılık yok, var olma bilinci o kadar güzel ki çocukça bir sevinç şımarıklığından ve hala bu bilincin şaşkınlığından kendimizi ayrı sanıyoruz) eksik hissedip tekrar bir olmaya çalışıyoruz. O eksiklik zaten kendimizi ayrılmış gibi hissetmemizden ortaya çıkıyor. Yani yanlış bilgi üstüne yanlış mantıkla ilerliyoruz. Sonra da bu eksikliği somut halle tamamlamaya çalışıyoruz, bir başka insanla. Kısaca o tekilliği taklit etmeye çalışıyoruz bir başkasıyla bir olmaya çalışırken.
Bunu da üreme iç güdümüzle bağdaştırıyoruz, ki bu da biyolojik olarak ilahi modele en benzer yansıma olduğunan. Mesela iki ayrı parçanın birleşip ''tek olarak'', sonra iki parçayı da barındıran bir teki ortaya çıkarmak için, yani üreme iç güdüsünü kılıfla şekillendirmeye yarıyor.
Tıpkı uyuşturucu bağımlılarının, kullandığı şeyin aslında zararlı olduğunu bilmesine rağmen ''bağımlı'' olduğundan bırakamaması üstüne uydurduğu bahanelere benziyor. O kadar benzer tablolar içeriyor ki, kısa bir araştırma ve şablonları üst üste koyma ile bunu herkes fark edebilir.
Bu özlenen (aslında şah damarından da yakın ama ayrı sandığımızdan özlenen) ilahi düzenin, çaresizce oluşturulan sahte bir taklit modeli oluyor o halde. Bunu da üreme iç güdüsüyle birleştirince ilkel hale dönüşüyor. İlkel bir taklit dememin nedeni bu.. :)
 
Aşk aslında tek olma çabasıdır. Yegane tekillikten, O'ndan, bireysel var oluş bilinci ile kendimizi ayırdığımızdan (ki ayrılık yok, var olma bilinci o kadar güzel ki çocukça bir sevinç şımarıklığından ve hala bu bilincin şaşkınlığından kendimizi ayrı sanıyoruz) eksik hissedip tekrar bir olmaya çalışıyoruz. O eksiklik zaten kendimizi ayrılmış gibi hissetmemizden ortaya çıkıyor. Yani yanlış bilgi üstüne yanlış mantıkla ilerliyoruz. Sonra da bu eksikliği somut halle tamamlamaya çalışıyoruz, bir başka insanla. Kısaca o tekilliği taklit etmeye çalışıyoruz bir başkasıyla bir olmaya çalışırken.
Bunu da üreme iç güdümüzle bağdaştırıyoruz, ki bu da biyolojik olarak ilahi modele en benzer yansıma olduğunan. Mesela iki ayrı parçanın birleşip ''tek olarak'', sonra iki parçayı da barındıran bir teki ortaya çıkarmak için, yani üreme iç güdüsünü kılıfla şekillendirmeye yarıyor.
Tıpkı uyuşturucu bağımlılarının, kullandığı şeyin aslında zararlı olduğunu bilmesine rağmen ''bağımlı'' olduğundan bırakamaması üstüne uydurduğu bahanelere benziyor. O kadar benzer tablolar içeriyor ki, kısa bir araştırma ve şablonları üst üste koyma ile bunu herkes fark edebilir.
Bu özlenen (aslında şah damarından da yakın ama ayrı sandığımızdan özlenen) ilahi düzenin, çaresizce oluşturulan sahte bir taklit modeli oluyor o halde. Bunu da üreme iç güdüsüyle birleştirince ilkel hale dönüşüyor. İlkel bir taklit dememin nedeni bu.. :)

Yani aşk ve üreme iç güdüsü arasında hiçbir bağ yok mu diyorsunuz?
 
Aşk aslında tek olma çabasıdır. Yegane tekillikten, O'ndan, bireysel var oluş bilinci ile kendimizi ayırdığımızdan (ki ayrılık yok, var olma bilinci o kadar güzel ki çocukça bir sevinç şımarıklığından ve hala bu bilincin şaşkınlığından kendimizi ayrı sanıyoruz) eksik hissedip tekrar bir olmaya çalışıyoruz. O eksiklik zaten kendimizi ayrılmış gibi hissetmemizden ortaya çıkıyor. Yani yanlış bilgi üstüne yanlış mantıkla ilerliyoruz. Sonra da bu eksikliği somut halle tamamlamaya çalışıyoruz, bir başka insanla. Kısaca o tekilliği taklit etmeye çalışıyoruz bir başkasıyla bir olmaya çalışırken.
Bunu da üreme iç güdümüzle bağdaştırıyoruz, ki bu da biyolojik olarak ilahi modele en benzer yansıma olduğunan. Mesela iki ayrı parçanın birleşip ''tek olarak'', sonra iki parçayı da barındıran bir teki ortaya çıkarmak için, yani üreme iç güdüsünü kılıfla şekillendirmeye yarıyor.
Tıpkı uyuşturucu bağımlılarının, kullandığı şeyin aslında zararlı olduğunu bilmesine rağmen ''bağımlı'' olduğundan bırakamaması üstüne uydurduğu bahanelere benziyor. O kadar benzer tablolar içeriyor ki, kısa bir araştırma ve şablonları üst üste koyma ile bunu herkes fark edebilir.
Bu özlenen (aslında şah damarından da yakın ama ayrı sandığımızdan özlenen) ilahi düzenin, çaresizce oluşturulan sahte bir taklit modeli oluyor o halde. Bunu da üreme iç güdüsüyle birleştirince ilkel hale dönüşüyor. İlkel bir taklit dememin nedeni bu.. :)

Bunu söylemeden geçmek istemiyorum. Chillout böyle bir açıklama yapabilecek başka birini tanımıyorum. Burada olduğunuz için arkadaşlarım ve ben çok şanslıyız:)
 
Aşk aslında tek olma çabasıdır. Yegane tekillikten, O'ndan, bireysel var oluş bilinci ile kendimizi ayırdığımızdan (ki ayrılık yok, var olma bilinci o kadar güzel ki çocukça bir sevinç şımarıklığından ve hala bu bilincin şaşkınlığından kendimizi ayrı sanıyoruz) eksik hissedip tekrar bir olmaya çalışıyoruz. O eksiklik zaten kendimizi ayrılmış gibi hissetmemizden ortaya çıkıyor. Yani yanlış bilgi üstüne yanlış mantıkla ilerliyoruz. Sonra da bu eksikliği somut halle tamamlamaya çalışıyoruz, bir başka insanla. Kısaca o tekilliği taklit etmeye çalışıyoruz bir başkasıyla bir olmaya çalışırken.
Bunu da üreme iç güdümüzle bağdaştırıyoruz, ki bu da biyolojik olarak ilahi modele en benzer yansıma olduğunan. Mesela iki ayrı parçanın birleşip ''tek olarak'', sonra iki parçayı da barındıran bir teki ortaya çıkarmak için, yani üreme iç güdüsünü kılıfla şekillendirmeye yarıyor.
Tıpkı uyuşturucu bağımlılarının, kullandığı şeyin aslında zararlı olduğunu bilmesine rağmen ''bağımlı'' olduğundan bırakamaması üstüne uydurduğu bahanelere benziyor. O kadar benzer tablolar içeriyor ki, kısa bir araştırma ve şablonları üst üste koyma ile bunu herkes fark edebilir.
Bu özlenen (aslında şah damarından da yakın ama ayrı sandığımızdan özlenen) ilahi düzenin, çaresizce oluşturulan sahte bir taklit modeli oluyor o halde. Bunu da üreme iç güdüsüyle birleştirince ilkel hale dönüşüyor. İlkel bir taklit dememin nedeni bu.. :)
Olay gerçektende bu.Bildiğin bırakmamak için bahaneler üretiyoruz.Aşkın uyuşturucudan farkı yokmuş meğer.Bunu iyice görmüş,anlamış oldum böylelikle.
 
Aşkın yeri kalpteki süveyda noktasıdır.Kara sevda ismi burdan gelir.
süveyda..islamda maddi kalpte bulunan bir nokta tasavvufta zikir çekilen yer..maddi kalbin altında sol memenin altına bulunan ve alemlere açılan kapı olarak tabir edilen nokta..bi anlamda mana'dır..bir anlamda asıl kalp ve alemlere açılan kapı..
'Burası kalbinin en değerli yeridir. Burada siyah bir nokta vardır. Canın canı, sevenin cananı buradadır. O nokta yoğun bir damla kandan ibarettir. Adına 'süveyda' yahut sevda derler. Siyaha çalan rengi yüzündendir bu isim. Çünkü sevda, kara talih içinde, o kara kan damlasında büyür. Bütün tecelli denizleri, bütün aşk fırtınaları, işte o bir damla kanda dalgalanıp çırpınır. Aşırı sevgi bu damlayı tahrip edip dağıtırsa, parçaları bütün vücuda dağılır. Aşk, işte bu dağılmanın adıdır ve o dağılırsa Âşık artık ne yaptığını bilmez olur.'

Derleme
 
Aşkın yeri kalpteki süveyda noktasıdır.Kara sevda ismi burdan gelir.
süveyda..islamda maddi kalpte bulunan bir nokta tasavvufta zikir çekilen yer..maddi kalbin altında sol memenin altına bulunan ve alemlere açılan kapı olarak tabir edilen nokta..bi anlamda mana'dır..bir anlamda asıl kalp ve alemlere açılan kapı..
'Burası kalbinin en değerli yeridir. Burada siyah bir nokta vardır. Canın canı, sevenin cananı buradadır. O nokta yoğun bir damla kandan ibarettir. Adına 'süveyda' yahut sevda derler. Siyaha çalan rengi yüzündendir bu isim. Çünkü sevda, kara talih içinde, o kara kan damlasında büyür. Bütün tecelli denizleri, bütün aşk fırtınaları, işte o bir damla kanda dalgalanıp çırpınır. Aşırı sevgi bu damlayı tahrip edip dağıtırsa, parçaları bütün vücuda dağılır. Aşk, işte bu dağılmanın adıdır ve o dağılırsa Âşık artık ne yaptığını bilmez olur.'

Derleme
Kırmızı+yeşil+mavi aslında.. O koyu renk bunlardan gelir.Evrenin sırlarından birinin, somut bir tezahürü.. :)
 
Peki ya neden aşk acısı denen şey neden kalpte hissediliyorda beyinimize bir şey olmuyor? :D Yani bunu umarım kimse yaşamazda, kalp kısmına taş oturmuş gibi oluyor, oysa kafamızda hiç bir şey yok gibi :D
 
Geri
Üst