Elnora_alila
Elit Üye
Kafamızın içinde yer alan o biyolojik yapı ( nöronlar, damarlar ve yağdan oluşan karmaşık sistem ) yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir evrenin mimarıdır.
Yaşam boyunca karşılaştığımız her deneyim, beynimizde yeniden modellenir; bu modeller de zamanla bir dünya tasarımı oluşturur. Bir çocuk top atmayı öğrendiğinde, aslında beyninde kuvvet ve hareket yasalarının bir temsili oluşur. Odanın toplanması ya da bulaşıkların yıkanması karşılığında verilen haftalık harçlık, küçük bir ekonomi simülasyonunun zihinde hayat bulmasıdır. Yürümek, yüzmek ya da düşe kalka uçmayı denemek.. bunların hepsi, beynin kendi içinde kurduğu temsili gerçekliklerdir.
Bu durum yalnızca modern bilimsel yaklaşımla değil, kadim Mezopotamya düşüncesiyle de örtüşür. Sümerlerde zaqiqu adı verilen tanrısal ruhun, insan uyurken bedeni terk ederek rüya görmesini sağladığına inanılırdı : İlahi Ruh, uykudayken bedeni terk edebildiği için rüya görmeyle ilişkilendirilmiştir.
Anlayış, zihnin bilinçdışı düzeyde bir dış gerçeklikten bağımsız olarak kendi iç evrenini kurabildiği fikrine işaret eder. Nitekim Atrahasis Destanı'nda anlatıldığına göre, insanlık tanrısal bir varlığın kanı ile yeryüzü toprağının birleşiminden yaratılmıştır : İnsan, öldürülmüş bir tanrının et ve kanıyla, kilin karıştırılmasıyla yaratıldı. Böylece hem tanrısal öz hem de dünyevi madde taşır.
Sembolik birleşim, zihnimizin bir yandan biyolojik sınırlara tabi olduğunu, bir yandan da sonsuz bir yaratıcı güce sahip olabileceğini gösterir. Ancak sistem kusursuz değildir. Zaman zaman deja vu, Mandela etkisi ya da pareidolia gibi gerçeklikte bozulmalar yaşanır.
Ayrıca, Julian Jaynes’in bicameral mind (iki odalı zihin) hipotezi, eski Mezopotamyalıların iç seslerini bilinçli düşünceler değil, tanrısal komutlar olarak algıladıklarını öne sürer : İki odalı zihin adını verdiği, bilinçsiz bir zihinsel yapının varlığını savundu ; kararlara halüsinatif sesler yol gösterirdi ve bu sesler tanrıların iradesi sayılırdı.
Buna göre, iç dünyamızın gerçeklik algısı bir evrimsel süreç içinde şekillenmiş; bugün simülasyon dediğimiz bu zihinsel üretimler, antik çağda doğrudan “ilahi yönlendirme” olarak deneyimlenmiştir.
Son olarak, Sümerler ve Akadlar için zihin ile beden arasında mutlak bir ayrım yoktur. Eṭemmu adı verilen ölüm sonrası varlık, ruh değil; bedenin hayaletimsi devamı olarak kabul edilmiştir : Mezopotamyalıların fiziksel beden ve eṭemmu (ölüm sonrası varlık) anlayışı, katı bir beden/ruh ayrımı değildir.
Bilgiler bize gösteriyor ki , zihin dediğimiz şey yalnızca bir düşünce üreticisi değil, aynı zamanda görünmeyeni görmeye çalışan kadim bir kapıdır.
Elnora , Arşiv 2025
Kaynak :
Encyclopedia of Religion “Soul Ancient Near Eastern Concepts”
Sumerian Civilization ''Soul vs Spirit''
Yaşam boyunca karşılaştığımız her deneyim, beynimizde yeniden modellenir; bu modeller de zamanla bir dünya tasarımı oluşturur. Bir çocuk top atmayı öğrendiğinde, aslında beyninde kuvvet ve hareket yasalarının bir temsili oluşur. Odanın toplanması ya da bulaşıkların yıkanması karşılığında verilen haftalık harçlık, küçük bir ekonomi simülasyonunun zihinde hayat bulmasıdır. Yürümek, yüzmek ya da düşe kalka uçmayı denemek.. bunların hepsi, beynin kendi içinde kurduğu temsili gerçekliklerdir.
Bu durum yalnızca modern bilimsel yaklaşımla değil, kadim Mezopotamya düşüncesiyle de örtüşür. Sümerlerde zaqiqu adı verilen tanrısal ruhun, insan uyurken bedeni terk ederek rüya görmesini sağladığına inanılırdı : İlahi Ruh, uykudayken bedeni terk edebildiği için rüya görmeyle ilişkilendirilmiştir.
Anlayış, zihnin bilinçdışı düzeyde bir dış gerçeklikten bağımsız olarak kendi iç evrenini kurabildiği fikrine işaret eder. Nitekim Atrahasis Destanı'nda anlatıldığına göre, insanlık tanrısal bir varlığın kanı ile yeryüzü toprağının birleşiminden yaratılmıştır : İnsan, öldürülmüş bir tanrının et ve kanıyla, kilin karıştırılmasıyla yaratıldı. Böylece hem tanrısal öz hem de dünyevi madde taşır.
Sembolik birleşim, zihnimizin bir yandan biyolojik sınırlara tabi olduğunu, bir yandan da sonsuz bir yaratıcı güce sahip olabileceğini gösterir. Ancak sistem kusursuz değildir. Zaman zaman deja vu, Mandela etkisi ya da pareidolia gibi gerçeklikte bozulmalar yaşanır.
Ayrıca, Julian Jaynes’in bicameral mind (iki odalı zihin) hipotezi, eski Mezopotamyalıların iç seslerini bilinçli düşünceler değil, tanrısal komutlar olarak algıladıklarını öne sürer : İki odalı zihin adını verdiği, bilinçsiz bir zihinsel yapının varlığını savundu ; kararlara halüsinatif sesler yol gösterirdi ve bu sesler tanrıların iradesi sayılırdı.
Buna göre, iç dünyamızın gerçeklik algısı bir evrimsel süreç içinde şekillenmiş; bugün simülasyon dediğimiz bu zihinsel üretimler, antik çağda doğrudan “ilahi yönlendirme” olarak deneyimlenmiştir.
Son olarak, Sümerler ve Akadlar için zihin ile beden arasında mutlak bir ayrım yoktur. Eṭemmu adı verilen ölüm sonrası varlık, ruh değil; bedenin hayaletimsi devamı olarak kabul edilmiştir : Mezopotamyalıların fiziksel beden ve eṭemmu (ölüm sonrası varlık) anlayışı, katı bir beden/ruh ayrımı değildir.
Bilgiler bize gösteriyor ki , zihin dediğimiz şey yalnızca bir düşünce üreticisi değil, aynı zamanda görünmeyeni görmeye çalışan kadim bir kapıdır.
Elnora , Arşiv 2025
Kaynak :
Encyclopedia of Religion “Soul Ancient Near Eastern Concepts”
Sumerian Civilization ''Soul vs Spirit''