Allah İsminin Kökenleri

DylanObrien

Banlı Kullanıcı
Katılım
16 Haz 2014
Mesajlar
154
Tepkime puanı
4
ÇAllah, evrenin ve evrende bulunan tüm varlıkların yaratıcısı, koruyucusu olan tek varlık, ibâdet edilmeye lâyık tek Rab, Mevlâ, Hüda’ya ait özel isimdir. En yüce varlık olarak inanılan, bütün kemâl sıfatları şahsında bulunduran ve her türlü noksan sıfatlardan uzak olan gerçek Mabuddur. Varlığı zorunlu olan tek yaratıcıya ait yüce bir isim. Bu isimle çağrılan bir başka varlık olmamıştır, olmayacaktır da.

Bu isim, ifade ettiği ilâhî manasıyla yalnız Allah’a aittir ve hiçbir kelime bu ismin manasını ve muhtevasını ifade gücüne sahip değildir. Bu isim başkası için de kullanılamaz.[1]

Allah inancı, Araplarda İbrahim dininden kalma bir inançtır. Onun yaydığı tevhid dininden şirke bulanarak Araplar içinde yaşayan inançlardan biri de Allah inancı idi. İslam tarihçileri bu noktada ittifak halindedirler.

Allah adı, İslam öncesi Araplarca bilinmiyor değildi. Bu kelime yalnız monoteist Yahudi—Hıristiyan çevrelerinde değil, büyük göçebe kabileler arasında da çok iyi biliniyordu.[2]

İslâm öncesinde Arapların puta taptıkları bilinmektedir. Kurân’da bu konuya sık sık temas edilmekte, bazı âyetlerde putların isimlerinden de söz edilmektedir. Bununla birlikte onların, muhtelif kabilelere ait olmak üzere sayısı yüzlerle ifade edilen putların üstünde bir yüce tanrının bulunduğu inancını taşıdıkları da anlaşılmaktadır. Kurân-ı Kerîm, onların deyişiyle “Allah”, “azîz” ve “alîm” diye adlandırdığı bu yüce tanrının kendilerini ve bütün kâinatı yarattığına, güneşi ve ayı belli bir nizama bağladığına, yağmur yağdırmak suretiyle yeryüzünü canlıların beslenmesine elverişli hale getirdiğine inandıklarını haber vermekte [3], ayrıca onların bu Allah adına yemin ettiklerini, [4] hayatlarının sıkıntılı ve tehlikeli dönemlerinde O’na sığındıklarını [5] ve O’nu Kâbe’nin rabbi kabul ettiklerini [6] ifade etmektedir.[7]

Yine Kurân, Câhiliye Araplarının bu yüce tanrı (Allah) inancının yanında putlara tapmalarının, putların kendilerini Allah’a yaklaştıracağı ve O’nun nezdinde şefaatçi olacağı kanaatine bağlı olduğunu haber verir.[8] Diğer bazı âyetler, Câhiliye Araplarının “yüce tanrı” anlamındaki Allah inancının başka belirtilerine de temas eder.[7]

İslâm öncesi Arapları, bazı dualarında, deyim, atasözü ve özellikle şiirlerinde Allah kelimesini oldukça fazla kullanmışlardır. Yabancı yazarların bir kısmı bu gerçeği kabul ederken diğer bir kısmı ya Câhiliye şiirini kökünden reddedip bu şiirlerin İslâm’ın doğuşundan sonra düzenlendiğini ve Câhiliye dönemine nisbet edildiğini ileri sürmekte, yahut da bu şiiri orijinal kabul etmekle birlikte içinde bulunan Lât ve benzeri put isimlerinin sonradan Müslümanlarca ayıklanıp yerlerine Allah kelimesinin yerleştirildiğini iddia etmektedirler. Halbuki bugün elimizde bulunan İslâm öncesi edebî metinler içinde Allah lafzının yanında azımsanmayacak derecede put isimleri de yer almaktadır.

Aslında Câhiliye şiirinden put adlarının çıkarılıp yerlerine Allah kelimesinin yerleştirilmesinin lafız ve anlam âhengi bakımından çok zor olmasının yanında sağlayacağı önemli bir fayda da yoktur. Çünkü İslâm öncesi Araplarının puta taptığı zaten bilinmekte, kabul edilmekte ve İslâmiyet’in inanç alanında meydana getirdiği yenilik bu temele dayandırılmaktadır. Bazı yazarlar da Câhiliye Araplarında tesbit edilen yüce tanrı inancının Yahudi ve Hıristiyanların tesiriyle oluştuğunu, en azından bu tesirin söz konusu inancın oluşmasında önemli rol oynadığını öne sürerler.

Temelde tek tanrı inancına dayanan Yahudilik ile Hıristiyanlığın bu tür tesirleri teorik olarak mümkün görünmekle birlikte, İslâm öncesi Araplarının yabancı etkilere açık olabilecek bir din arayışı duygusundan uzak bulunmaları ve gerek Yahudi gerekse Hıristiyanlarla olan olumsuz ya da ilgisiz münasebetleri, ileri sürülen bu görüşün doğruluğuna fazla şans tanımamaktadır. Bilindiği gibi Arapların kendi ülkelerinde Hıristiyanlar yok denecek kadar azdı. Yesrip (Medine) civarında yerleşen Yahudi kabileleri de o bölgenin Arapları tarafından etkileri altında kalınacak ölçüde sıcak karşılanmış değildi. Ayrıca Arapların puta tapıcılığı ve yüce tanrı anlayışı içinde ne Yahudi antropomorfizminin ne de Hıristiyan teslis inancının izlerini görmek mümkündür. Buna göre İslâm öncesi Araplarının dinî hayatında görülen yüce tanrı inancını Hz. İbrâhim’den kalan Hanîf dinine dayandırmak daha isabetli olacaktır. Nitekim Hz. Muhammed’in ve daha birçok Arap kabilesinin soyu İbrâhim’in oğlu İsmâil’e ulaşmaktadır.[7]

Çeşitli âyetlerin beyanından anlaşılacağı üzere Hz. Muhammed, ebedî kurtuluşu gaye edinen evrensel çağrısıyla ortaya çıkarken bu çağrısını, hitap ettiği kitle nezdinde kabul görmüş bulunan ve kısaca "Hanîf" diye adlandırılan inanç üzerine oturtmuştur. Bunun karşısında müşrikler ve özellikle Yahudi ve Hıristiyanlar İbrâhim’in dinine (millet) sadık kaldıklarını iddia etmişler; Kurân-ı Kerîm ise İbrâhim’in Yahudi, Hıristiyan ya da müşrik değil Allah’ı bir tanıyan bir Müslüman (hanîf-müslim) olduğunu kesin bir dille ifade etmiş, hidayet ve kurtuluşun ancak İbrâhim’in dinine uymakla gerçekleşebileceğini bildirmiş, hem Hz. Muhammed’e hem de Yahudi, Hıristiyan ve müşriklere bu dine uymalarını emretmiştir.[9]

Hz. Muhammed de tebliğ ettiği dinin Yahudilik ya da Hıristiyanlık değil müsamahakâr bir tek tanrıcı din (el-Hanîfiyye es-semha) olduğunu ve Allah nezdinde makbul sayılacak dinin bu özelliklere sahip bulunması gerektiğini ifade etmiştir.[10] Bütün semavî dinlerin değerlendirmesine göre peygamberler içinde önemli bir yeri olan Hz. İbrâhim’in dinine sadık kalan tek din, son peygamberin tebliğ ettiği İslâmiyet’tir. Hz. Muhammed’in peygamber olmadan önceki dinî hayatı ve ilk muhataplarının gönüllerinin derinliklerinde yatan inanç da bu dine yakındı. O evrensel çağrısını bu inanç temeli üzerine oturtmuş ve bundan dolayı muvaffak olmuştur.[7]

Allah inancı ilkel dinlerde ve diğer inanç sistemlerinin hemen hepsinde vardır. İlkel din araştırmaları için uygun bir alan olduğu kabul edilen Avustralya’da sürdürülen araştırmalar sonunda ilk inanışlar için fetişizm, totemizm ve animizme dayalı olarak yapılagelen antropolojik açıklamalara bir yenisi ilâve edilmiştir. Yaşayan en düşük kültür seviyesine, düşünce şekillerinin en uzak eskiye dayanan kalıplarına ve beşerî hayatın en kaba şekline rastlanan Avustralya’nın güneydoğusundaki ilkel kabileler üzerinde yapılan son çalışmalar, onların yüce bir varlığa inandıklarını ortaya koymuştur.

Eski antropolojik teorilerle açıklanmasına imkân bulunmayan bir inanışa göre ölüm öncesinden itibaren var olan yüce tanrı (kamunun babası) göklerin üzerinde varlığını hâlâ sürdürmekte, insanları ve davranışlarını gözlemektedir. Orta Avustralya’daki Atnatular’ın inancına göre ise varlığı kendinden olan, göklerde ikamet eden, lütufkâr ve ezelî bir tanrı mevcuttur. Dinler tarihi alanında yapılan bu tür yeni araştırmalar, ilkel inanışlarda Allah’ın birliğine dayalı bir telakkinin bulunduğunu, politeizmin bir sapma olarak sonradan ortaya çıktığını belgeler durumdadır. Bu sonuç, semavî kitapların beyanına da uygun düşmektedir.[7]

Allah kelimesi, İslâmî metinlerde, gerçek mâbudun (ibadet edilen varlığın) ve tek yaratıcının özel ismi olarak kullanılagelmiştir. Bu sebeple O’ndan başka bir varlığa ad olarak verilmemiş, gerek Arapçada, gerekse bu lafzı kullanan diğer Müslüman milletlerin dillerinde herhangi bir çoğul şekli de oluşmamıştır.[11]

Bu ismin, ait olduğu yaratıcı bir olduğundan, ikili ve çoğulu da yoktur. Ancak cinsleri olan varlıkların isimleri çoğul yapılabilir. Cinsleri olmayanın ismi de çoğul yapılamaz. Dilimizde "şehirler" denilir ancak yine bir şehir olan fakat bir ikincisi olmayan İstanbul için "İstanbullar" denilerek çoğul yapılamaz. Ancak çeşitli dillerde Allah’ın ayrı ayrı isimleri olabilir. Türkçede "Tanrı", Farsçada "Hüdâ", İngilizcede "God", Fransızcada "Dieu" gibi. Ne var ki bu isimler "Allah" gibi özel isim değildir. ilâh, rab, ma’bud gibi cins isimdirler.

Arapçada ilâhın çoğuluna "âlihe", rabbin çoğuluna "erbâb" denildiği gibi Farsçada Hudâ’nın çoğulu da "hudâyân" ve dilimizde de "tanrılar", rablar, ilâhlar, ma’budlar denilir. Çünkü bu isimler gerçek ma’bud -Allah- için kullanıldığı gibi, Allah’ın dışında gerçek olmayan bir nice ma’bud kabul edilen şeyler için de kullanıla gelmiştir. Eski Türklerde gök tanrısı, yer tanrısı; Yunanlılarda güzellik tanrıçası, bereket tanrısı, vs olduğu gibi. Halbuki "Allahlar" denilmemiş ve denilemez. Manasındaki birlik ve özel isim olması nedeniyle Allah ne tanrı kelimesiyle ne de bir başka kelimeyle tercüme edilebilir.[1]

Allah kelimesinin etimolojisi üzerinde İslâm bilginleri, Arap dili uzmanları ve müsteşrikler tarafından farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kelimenin herhangi bir kökten türemiş olmayıp sözlük anlamı taşımadığı ve gerçek mâbudun özel adını teşkil ettiği, yahut sözlükte bir anlamı olsa bile gerçek mâbuda ad olunca bu anlamı kaybettiği genellikle benimsenmektedir. Bununla birlikte onun çeşitli köklerden türemiş olabileceğini söyleyenler de vardır. Bu ikinci grubun görüşleri şöyle özetlenebilir:

a) İlâh kelimesinden türemiş olup başına harf-i ta‘rif getirilmiş, bir taraftan el-ilâh şeklinde dildeki yerini almışken diğer taraftan kullanım sırasında dile kolaylık sağlamak maksadıyla asıl kelimenin hemzesi kaldırılmış, lâmlar birleştirilmiş (idgam) ve azamet ifade eden kalın bir ses verilerek Allah tarzında okunmuştur. İlâh kelimesi ise “kulluk etmek” mânasındaki elehe-ye’lehu ya da “hayret ve şaşkınlık içinde kalmak, gönülden bağlanıp sığınmak” anlamındaki elihe-ye’lehu ve velihe-yevlehu kökünden ism-i mef‘ul mânasında bir masdar olup “tapınılan, yüceliğinin karşısında hayrete düşülen, gönülden bağlanılıp sığınılan” mânalarını ifade eder. Ancak ilâh, hak mâbud için olduğu gibi bâtıl tanrılar için de kullanılmıştır.

b) “Gizlenmek, duyu idrakinin fevkinde olmak” anlamındaki lâhe-yelîhu kökünden leyh→lâh kelimesinden türemiş olup “duyu idrakinin ötesinde bulunan” demektir. Lâh kelimesinin başına harf-i ta‘rif getirilerek lâmlar birleştirilmiş ve Allah kelimesi elde edilmiştir.

c) Daha çok yabancı yazarların gösterdiği bir temayüle göre Allah lafzı, Câhiliye Araplarının putlarından olan "el-Lât" (اللات) ya da Ârâmîce "elâhâ" (الاها) kelimelerinden alınmıştır.[7]

Dil bilginleri, “Allah” kelimenin kökeni hakkında görüş ayrılığına düşmüş olsalar bile, bu kelimenin ifade ettiği mana hususunda herhangi bir tartışmaları yoktur. “Allah” isminin etimolojik yapısına gelince, sahih olan görüşe göre; “Allah” isminin aslı, الإِلَهُ “el-İlâh”dır. Bu, Sibeveyh ile onun arkadaşlarının çoğunun görüşüdür. Yalnız yine bunlardan bu konuda farklı görüşlerde gelmiştir.

Sibeveyh, “Allah” isminin etimolojisi hakkında iki görüş belirtmektedir. İbn Kayyim ise, bu konuda en güçlü görüş olarak onun bu iki görüşüne yer vermiştir. Buna göre Sibeveyh 1/309’da, “Allah” isminin aslının, أله “elihe” olduğu görülmektedir. Şöyle ki: “Allah” ismi, -Allah en iyisini bilir- أله “elihe” kelimesinden türemiştir. Çünkü kelimenin başına (tazim ifade etmek için) elif-lam getirilip اَلْاِلَاهُ “el-İlâhu” olmuştur. (Bu kelime çok kullanıldığı için) elif harfini kullanımdan düşürmüşlerdir. Böylece iki lam bir araya gelip birincisi ikincisiyle birleştirilerek أللَّهُ “Allah” olmuştur. 2/144’de ise “Allah” isminin aslının, لاَهُ “lâhe” olduğu görülmektedir. Der ki: Harfin dildeki kullanımını kolaylaştırmak için iki lam harfini, yani izafet lamı ile diğer lamı kullanımdan düşürmüşlerdir. Bu konuda tercih edilen görüş, birincisidir.[12]

Arapçadaki “ilah” isminin, Süryanice olduğu söylenen “Laha” ya da Aramice “alâha” kelimesiyle, “lahumme”nin ise İbranicede “tanrılar” anlamına gelen “Elahim” ile ilgili olacağı üzerinde duranlar da olmuştur. Şunu iyice hatırda tutmak gerekir ki, Allah lafzının, Arapça asıllı olmayıp yabancı bir dilden gelmiş (muarreb) olacağını gösteren hiçbir belirti yoktur. Bir aile teşkil eden dillerin, ortak köklere sahip olmaları tabiidir. Birçok durumda, hangisinin hangisinden aldığı gösterilemeyeceği gibi, esasen böyle bir menşe’ aramanın da pek anlamı yoktur.

Bazı Arap Dili uzmanları ise الله özel isminin aslının اَلاِلَهُ olduğunu “ibadet etmek” manasına gelen اَلَهَ- يَأْلَهُ - اِلاَهَةً fiilinden türetildiğini, çok kullanılan bir kelime oluşundan dolayı ortadaki elifin tahfif için hazfedildiğini, sonra da “lâm” “lâma” idğam edilerek الله şeklini aldığını ileri sürmektedirler. Bu görüşe göre ismin başındaki “el” lam-ı tarif olup, başındaki hemzenin cümle içinde diğer hemze-i vasıllarda olduğu gibi yazılıp okunmadığı, ortada hazfedilen elif yerine kullanıldığına işaret olması için de nida harfinden sonra hemze-i katı’ gibi düşürülmeden okunduğu benimsenmiştir. [13]

Birçok Avrupalı araştırıcılar, Allah kelimesinin şekline bakarak bunu Yunan’ın "tanrı" anlamına gelen ho theos’iyle karşılaştırıyorlar. Böyle soyut manada Allah adı, bütün Arap kabilelerinin bildiği bir addı. İslam’dan önceki zamanlarda her kabilenin, uygun bir adla tanınan mahalli bir tanrısı vardı. "İlah" dendiği zaman her kabile
kendi tanrısını anlardı. Nihayet halk, mahalli tanrılarına Allah derecesinde soyut bir mana vermeye başladılar ve sonunda da mahalli seviyenin üstünde soyut bir tanrı kavramı doğdu ve bu gidiş, bütün kabilelerce ortak tanrı (Allah) inancına vardı . Nitekim dünyanın her tarafında bunun misallerine rastlarız.[2]

Allah isminin Ay Tanrısı’na dayandığı iddiasının ise ilk çıkış noktası fanatik Hıristiyanlardır. İslam dinini karalama çalışmasıyla bu iddiaları ortaya atmaktadırlar. Buna göre Allah ismi, Kuran’ın gelişinden de önce vardı. Araplar, İslam dininden önce de Allah’ı biliyorlardı. Bu iddiaya göre Allah yani El-İlah, Ay tanrısının adıydı. İslam inancı da Ay kültünden gelmekteydi. Bu iddiaların ışığında diğer semavi dinlerle hiçbir ilgisinin olmadığını, arkeolojik bulgularda bulunmuş bazı kabartma resimleri delil olarak öne sürmektedirler. Bu iddiaların tümü açık bir saptırmadır. Bu iddialar detaylı incelendiğinde gerçek bir temelinin olmadığı ortaya çıkacaktır. Şimdi madde madde bu iddialara bakalım:

1. Arapların İslam öncesi Allah inancı olduğu fikri yeni bir buluş değildir. Peygamberimizin babasının adı bizzat “Abdullah” ( Allah’ın kulu) dır. Kurân’da bu gerçek, bir çok ayette ifade edilir. Bunlarda birisi şöyledir:39/3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Bu ayetten de anlaşılacağı gibi peygamberimizin döneminde müşrikler Allah’ı biliyordu; ama “Putlara bizi Allah’a yakınlaştırsın diye tapıyoruz” diyorlardı. Onlarda Allah’ı tümüyle bir inkar söz konusu değildi. Sadece bazı putları ona ortak koşuyorlardı.

Allah inancı İslam öncesi diğer hak dinlerden geliyordu. İslam dininin ilk geldiği dönemde İbrahim dininden gelen “Hanif” dini de bu ortamda bulunmaktaydı. Bunlar dinlerini dejenere etseler de İbrahim’in dininden gelen birçok ibadeti ve inancı korumayı başarmışlardı. O yüzden İslam öncesinde de Allah inancı ve hac, namaz, oruç gibi ibadetler de bozulsa da hala mevcuttu. Dolayısıyla İslam geldiğinde bu kavram ve ibadetleri onlardan almamış, aksine onları ilk defa insanlara buyuran Allah, hataları düzelterek tekrar Hz. Muhammed vasıtasıyla tüm insanlara emretmiştir.

2. Bu konuda delil olarak gösterilmeye çalışılan arkeolojik bulgularda kasıtlı olarak çarpıtılmaktadır. Bu bulgular Mekke bölgesinde değil oradan çok daha uzak güney Arabistan bölgesinde bulunmuştur. Bu bulgular kasıtlı olarak Kuzey Arabistan’da bulunmuş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.

3. Ay tanrısı, Arkeolojik bulgularda “Sin” olarak geçer. Allah (el-ilah) kelimesinin ay tanrısı olduğu iddiasını destekleyecek hiçbir kanıt yoktur. Buna rağmen bu tarz iddialarda birkaç resim koyup altına böyle bir yorum yazarak Ay tanrısının Allah olduğunu iddia ederler. Eğer biraz bunun kökeni soruşturulsa, bu iddiaların fanatik din düşmanlarının vehmi olduğu ortaya çıkacaktır.

4. Camilerin Kubbesinde ay sembolünün bulunması, Ay kültünün bir uzantısı olduğunun delili olarak sunulmaktadır. Bu da oldukça desteksiz bir iddiadır. Camilerin tepesine ay sembolü konması, Peygamberimizin döneminde kullanılan bir sembol değildir. Hatta halifeler döneminde de kullanılmamıştır. Bu adeti ilk yapanlar Emeviler de olmamıştır. Bu adet, ilk defa Araplar tarafından değil, Türkler tarafından uygulanmıştır. Alparslan, 1064’te Ani’yi fethedince camiye çevrilen katedralin kubbesindeki büyük haç indirilip yerine büyük bir hilal konulmuştur. Ve bundan sonra bu uygulama gelenek haline gelmiştir.

Müslümanların ay takvimi kullanmasının yine Ay kültüyle alakası yoktur. İslam geldiğinde var olan takvim budur. Ve Müslümanlar da bunu kullanmışlardır. Sonradan bu takvime geçmemişlerdir. Bu iddiaların hiç birinin temeli yoktur. Sadece akla gelen her şey, temelsizce bu şekilde vehimlerle açıklanmaya çalışılmıştır. Yoksa herhangi bir akli ve bilimsel bir dayanağı yoktur.

5- Bu konuda en açıklayıcı nokta ise Allah kelimesinin kökeni ile ilgilidir. Allah kelimesi “El-İlah”tan gelir. “El” takısı İngilizcedeki “the” gibidir. Allah (El- İlah) “The God” anlamına gelir. Yani Allah El- İlah belli bir ilahtır. Bu kelime sadece Arap dilinde yoktur. Arapçanın mensubu olduğu Sami dillerinde de bu kelime vardır. Örneğin İbranice’de “Elohim” (Tanrı) kelimesi bu kökten gelir. Ayrıca yine aynı dil ailesinden gelen ve Hz. İsa’nın ana dili olan Aramicede de aynı kelime vardır. Hem de Arapçadaki “İlah” kelimesiyle aynı kelimedir. Okunuşu da aynıdır.

Bu konuda Aramice bir sözlüğe ulaşamayanlara bir filmi kaynak olarak gösterebiliriz. Mel Gibson’un yönettiği “Passion” filminde, konu orijinali gibi olması için o dönemde konuşulan diller seçilmiştir. Filmde, İsa rolünde oynayan kişi de Aramice konuşmaktadır. Bu filmde bir çok yerde Tanrı kelimesi kullanırken Aramice “İlah” şeklinde telaffuz edilir. (Bu filmi seyretme imkanı bulunanlar, Hz. İsa rolündeki kişinin çarmıha gerildiği sahnede, Aramice Allah’a dua ederken “İlah” diye seslendiğini duyabilirler, yine benzer bir şeyi Yahudi rolündeki kişinin Hz. İsa’yı sorgularken, “Sen Allah’ın oğlu musun?” diye sorarken, yine Aramice “ilah” kelimesini söylediğini duyabilirsiniz.”)

Bu gerçek, fanatik Hıristiyanların iddialarını tümüyle boşa çıkartmaktadır. Eğer El-İlah ay tanrısıysa, Hz. İsa’da bu tanrıya inanıyordu. Ona bu isimle dua ediyordu. Böyle bir şey söz konusu değildir. Hz. Muhammed’in seslendiği Allah ile Hz. İsa’nın seslendiği Allah aynıydı. Ve o her şeyin yaratıcısı olan eşi ve benzeri olmayan yüce Allah’tır.Dolayısıyla bu iddiada bulunan Hıristiyanlar bilmeden kendi kendilerini yalanlamaktadırlar. Bu iddialarda bulunanlar kendi dinlerini bilmeden, Aramicede tanrının ne demek olduğundan haberleri olmadan, İsa’nın konuştuğu dilin farkında olmadan bu vehimleri söylemişlerdir.

6 Bu tip çalışmalar, yukarıda da söylediğimiz gibi fanatik Hıristiyanlar tarafından ortaya atılmaktadır. Bağımsız bilim insanları, bu iddialara destek vermez. Bu konuda Türkiye’de ateist çevrelerin destek olmasının sebebi, olayın bilimsel temellerine dayanması değildir. Adeta “Düşmanıma atılan çamur benim çamurumdur.” mantığında bu iddialara sahip çıkmaktalar. Bu çevreler için söylenenlerin bilimsel olup olmaması önemli değildir. Önemli olan dine bir saldırıda bulunulmasıdır. Aynı çevreler, İslam’ın kökeni “güneş kültü”dür diye de iddialarda bulunmaktadırlar. İşine geldiğinde işine gelen şeyleri söylemekten çekinmezler. Onlara göre, bunların bilimsel bir alt yapısı olmasına gerek yoktur.

Sonuç olarak, bu iddialar tümüyle gerçek dışıdır. İslam, tevhid dinidir. Bu din Adem’den günümüze kadar yeryüzünde hep var olmuştur. Allah elçileri vasıtasıyla bu dini İnsanlara ulaştırmıştır. Allah Kuran’da insanları aya güneşe değil sadece Allah’a tapmaları gerektiğini şöyle vurgulamaktadır:

"Gece, gündüz, güneş ve ay O’nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Alah’a secde edin, ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer O’na ibadet edecekseniz." [x15]

Allah kelimesinin etimolojisi hakkında ileri sürülen ve sayısı otuza yaklaştığı kaydedilen [14] eski farklı görüşler ve bunlara ilâve olarak öne sürülen yeni iddialar, başta Kurân-ı Kerîm olmak üzere İslâm literatürünün sunduğu Allah anlayışı karşısında fazla bir önem taşımaz. Bununla birlikte ortaya konan bütün görüş ve iddialar bir arada değerlendirildiği takdirde kelimenin zengin mânalı ve Arapça asıllı ilâh lafzından türemiş olduğu kanaati ağır basacaktır.

Allah kelimesi İslâm öncesi Arap dili ve edebiyatında “ilâh, tanrı” anlamında kullanılmış ise de bu kullanımın konu ile ilgili İslâmî nasların semantik örgüsünden anlaşılan Allah kavramıyla ilişkisi yok denecek kadar azdır. İslâm bilginleri bu kelimenin tarifini, aynı anlama gelen bazı kelime farklılıklarıyla şu şekilde yapmışlardır: “Allah, varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere lâyık bulunan zâtın adıdır” (الله اسم للذات الواجب الوجود والمستحق لجميع المحامد). Tarifteki “varlığı zorunlu olan” kaydı, Allah’ın yokluğunun düşünülemeyeceğini, var olmak için başka bir varlığın desteğine muhtaç olmadığını ve dolaylı olarak O’nun kâinatın yaratıcısı ve yöneticisi olduğunu; “bütün övgülere lâyık bulunan” kaydı ise yetkinlik ve aşkınlık ifade eden isim ve sıfatlarla nitelendiğini anlatmaktadır.

Allah kelimesi, İslâmî naslarda bu tarifin özetlediği bir kavram haline gelmiş, gerçek mâbudun ve tek yaratıcının özel ismi olmuştur. Bu sebeple O’ndan başka herhangi bir varlığa ad olarak verilmemiş (bk. Meryem 19/65), gerek Arap dilinde gerekse bu lafzı kullanan diğer Müslüman milletlerin dillerinde herhangi bir çoğul şekli de oluşmamıştır.[7][/

YARDIMCI KAYNAKLAR:
[1] Şamil İslam Ansiklopedisi, "Allah" maddesi.
[2] Dr. Toshihiko Izutsu, "Kurân’da Allah ve İnsan", Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1975, s.39,90.
[3] bknz. meselâ el-Ankebût 29/61, 63; ez-Zuhruf 43/9.
[4] el-En‘âm 6/109; en-Nahl 16/38.
[5] el-En‘âm 6/40-41; Yûnus 10/22.
[6] Kureyş 106/3.
[7] Bekir Topaloğlu, "Allah" maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt:2, s.471-473.
[8] bk. Yûnus 10/18; ez-Zümer 39/3
[9] bk. M. F. Abdülbâkı, Mucem, “hanîf”, “hunefâ” md.leri
[10] Buhârî, “Îmân”, 29; Tirmizî, “Menâkıb”, 32, 64; Müsned, I, 236.
[11] http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/617.pdf
[12] http://www.ihya.org/kavram/kavramlar-ansiklopedisi/dt-1449.html
[13] http://www.sorularlaislamiyet.com/a...imolojisi-nedir-turemis-bir-kelime-midir.html
[14] bk. Lisânü’l-Arab ve Tâcü’l-arûs, “elh” md.leri; Râzî, I, 121-127.
 

madasin

Kayıtlı Üye
Katılım
2 Şub 2015
Mesajlar
359
Tepkime puanı
9
Ay sembolüne takıldım. Evet Türk sembolüdür. Ay ,Türkler 'in geçmiş inançlarında kutsaldır. Ben '' sin '' diye adlandırıldığını biliyordum. İnsanlara sorduğumda bilinmediğini fark etmiştim. Bazı topluluklarda '' sin kurbanı '' diye bir gelenek olduğunu ve kurban kesildiğini biliyorum. Bu da geçmişte Türklerin ayı kutsal bildiklerini ve bunu hala koruduklarını ortaya koyuyor.
 

madasin

Kayıtlı Üye
Katılım
2 Şub 2015
Mesajlar
359
Tepkime puanı
9
Eklemek istedim. Aya bakınca dua okuyan insanlar var. Ama duanın nasıl ve ne olduğu konusunda bilgim yok.
 
Üst