Sevgi Gücünün Evrendeki Yeri - Ergün ARIKDAL

mally

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ocak 2010
Mesajlar
720
Tepkime puanı
225
17-18 Mayıs 1989'da Eskişehir'deki T.C. Anadolu Üniversitesi, Kültürel Çalışmalar ve Çevre Eğitimi Merkezinin düzenlediği "Sevgi Düşüncesi" seminerinde sunulan tebliğdir.



SEVGİ temelde soyut bir kavram değildir. Yani sevgi izafi bir değere, izafi bir varlığa sahip değildir. Sevgi bütün varlık dizileri, varlık grupları içerisinde mevcuttur; hayvan topluluklarında ve hatta bitki aleminde dahi, yapılan çeşitli tecrübelerle bu sevgi olayının somut örnekleri görülmüştür.

Sevgi metapsişik görüş ve anlayış çerçevesinde evrende bulunan bir güçtür. Onun bir güç, bir kudret tarzında oluşu, aynı zamanda sevginin her şeyi ve her yeri kaplamasıyla alakalıdır. Bu güç, sınırlı bir güç değildir. Bu güç, varlıkların dışında mevcut olan ve bütün varlıkları kendi bünyesi içerisine alan ve varlıklar tarafından da kendi niteliklerine, tekamül seviyelerine ve realitelerine göre yorumlanan, tezahür ettirilen bir güçtür. Bundan dolayı da sevgi tanrılık ya da ilahi bir sudur, yani bir emanasyondur, bir yayınımdır.

Sevgi bizzat Yaradan'dan südur eden bir güç değildir. Bu önermede sevgi gücünün Yaradan'dan südur ettiği ifade edilmiyor; söylenebilecek husus, onun Tanrı'lık, yani ilahi bir mahiyet taşıdığıdır.

Sevgi Her Varlık Kademesinde Zorunlu Olarak Tezahür Eder.

SEVGİ her varlık kademesinde zorunlu olarak tezahür ediyor. Yani bir gereklilik, bir icap vardır. Bu neye benziyor? Bu, yeryüzündeki çekim gücü, yeryüzündeki manyetik alan ve kozmik birimlerin aralarında görülen cazibe gücü gibidir; gereklidir ve zorunludur. Eğer bu çekim gücü, yani Genel Çekim Yasası'na bağlı olan bu çekim gücü ortadan kalkarsa, bütün bu yerleşik düzen, bütün bu birlik ve ahenk darmadağın olur ve kaybolur.

Sevgi, Tanrısal Çekim Gücüdür.


AYNEN bunun gibi sevgi de tanrılık bir südur olarak bütün varlık realitelerinde varlıkları birbirine dıştan ve içten bağlar. Bunu daha kolay bir şekilde ifade etmek gerekirse, sevgiye tanrısal çekim gücü ismini vermek mümkündür. Maddenin ve madde evreninin nasıl kendi arasında bütünlüğünü ve birliğini muhafaza eden bir genel çekim varsa, aynı şekilde varlıklar arasındaki birliği sağlayan da bu tanrısal sevgi veya tanrısal çekim gücüdür.

Sevgi, Evrensel Çekim Yasası'nın insanlardaki tezahürü gibi de kabul edilebilir. Tabi ki Evrensel Çekim Yasası iki yüzlüdür: Bir yüzü maddesel aleme ait bir çekim, diğer yüzü de manevi, ruhsal aleme ait bir çekimdir; aynen kumaşın tersi ve yüzü gibi. Dolayısıyla bunlar Birlik ya da Teklik Yasası'na bağlıdır. Esasında tek bir Çekim Yasası vardır; bunun bir kısmı maddi, bir kısmı manevi bir görünüm içerisindedir.



Evrensel Çekim Yasası İnsanda "Sevgi" Şeklinde Ortaya Çıkar EVRENSEL ÇEKİM YASASI'NA bağlı olmak üzere sevgi, varlıklarda fenomen tarzında ortaya çıkıyor. Daha doğrusu bu bir görünüştür ve ismin e "sevgi" deniyor. Sevgi, temelde duygusal bir olay değildir. Bizim önermemiz budur. Fakat insan, almış olduğu etkiyi ancak çeşitli mekanizmalarını kullanmak suretiyle tezahür ettirebilir. Etkileri görünür hale getirebilmek, realiteye yansıtabilmek için insanın bugünkü gelişim düzeyinde kullanabildiği en önemli aygıtlarından biri de duygularıdır. Dolayısıyla sevginin yorumu ancak duygusal tarzda ortaya çıkmak mecburiyetindedir. Yoksa kökende sevgi, sadece insanın kendi bünyesi içerisinde, kendi şuursal faaliyeti içerisinde, kendi duygulanmalarıyla alakalı bir şey değil, ona dışarıdan gelen bir etkinin sonucunda ortaya çıkan bir olaydır. Yani sevgi, kendiliğinden bir olay değildir. Sevgi ancak bir etki sonucunda ortaya çıkan bir tezahürdür.

Bu evrensel çekim gücünün, bu tanrılık çekim gücünün, atomik seviyede nükleer çekim, astronomik seviyede büyük gök cisimlerinin kütlesel çekimlerini, bitki ve hayvanlarda da otomatik olarak çalışan içgüdüsel çekimleri meydana getirdiğini ve nihayet insanlarda da duygusal sevgi tarzında kendini gösterdiğini biliyoruz. Işık bir prizma tarafından kırıldığı vakit nasıl yedi renkte kendini gösterebiliyorsa, bir ışık tarzında düşünebileceğimiz sevgi gücü de, canlı ve cansız varlık kademeleri arasında, aynen yedi rengin gösterdiği tarzda ayrı ayrı nitelikler gösterebilir. Bu, kiminde nükleer çekimdir, kiminde kütlesel çekimdir, kiminde sevgidir, öbüründe içgüdüsel tarzda yapılan hareketlerdir, hatta bitkilerdeki tropizmdir.

Sevgi Duygu Değildir.


SEVGİ duygu değildir ama sanki ısıyı algılar gibi duyularla algılanır. Isı bir duygu mudur? Değildir, maddenin bir özelliğidir. Titreşimsel değişimden meydana gelmiş bir özelliktir. Değişik titreşim seviyesinde olan moleküller, yani havanın içinde bulunan nesneler, duyularımızın yorumu ile bir ısı şeklinde tezahür eder. Sesin yayılışı gibi ısının da yayılışı vardır. Moleküler titreşimlerin bizim duyularımızın üzerinde meydana getirdiği bir eylemdir. Bizim duyularımız bu sırada künt olsa, çalışamaz halde olsa, biz bu titreşimleri hissedebilir miyiz? Hissedemeyiz. Isı kaynağı da, ısı da varlığını sürdürdüğüne göre, sevgi de bizim duyularımıza bağlı olan bir şey değildir. Sevgi ısı gibi her yerde dolaşıyor ama biz ona ayna oluyoruz veya olamıyoruz, hissediyoruz veya hissedemiyoruz. Algılama gücümüzü geliştirdiğimiz oranda, sevgi gücünden aldığımız pay artar.

O halde "seviyorum-sevmiyorum", "hoşlanıyorum-hoşlanmıyorum" sözleri tamamen rölatif kavramlardır. Bu, doğrudan doğruya insanın kendi devreleriyle ilgili, duyuş fazlarıyla alakalı bir durumdur. Bazen insanların birdenbire birbirini sevdiklerini, birbirine aşık olduklarını görürsünüz. Yani sevdalanmak, duyusal algılamanın bu genel sevgi enerjisini alabilmekte, ritmik düzeyde, en iyi olduğu bir devredir. Ritmik olarak en yüksek, en güçlü olduğu devrede varlıkların istilaya uğramasıdır. Varlıklar bu istilayı, birdenbire aşık olmak tarzında ifade etmektedirler.

İnsanlar Sevgi Gücüne Direnç Gösterirler.



HER VARLıK, aldığı bu emanasyonu kendi şuur düzeyine göre yorumlar. Ve böylece insanlar arasında çeşitli seviyelerde sevgi örnekleri ortaya çıkar. Bu emanasyona, yani bu güce karşı, varlıklar direnç gösterirler; tıpkı elektrik enerjisinin çeşitli metallerde uğradığı rezistans gibi, sevgi çok çeşitli şekillerde görünüyor. Bunun sebebi, insanın algıladığı sevgi gücüne karşı gösterdiği dirençtir; maddi ve manevi bünyesinin direncidir.

Birçok insan, birçok meseleyi kolaylıkla anlayamaz, kolaylıkla kabul edemez, kolaylıkla hissedemez.Bir etki herkes üzerinde aynı ve gereken cevabı uyandırmaz. Bu bir direnç olayıdır. Çünkü etki her şeye ve herkese gitmektedir; güneş ışığının her yere aynı şekilde dağılması gibi. Sevgi bir güçtür, bir emanasyondur, dedik. Bu güce varlıklar direnç gösterebilirler. Yani bu etki alınır fakat herkes kendi tekamül düzeyine göre bir direnç gösterir. Hepimiz biliyoruz ki elektrik akımının kaba bir nikelden, demirden geçişi ile altından, platinden geçişi arasında çok fark vardır. Madenler asallaştıkça kayıplar azalır, geçirgenlik gücü artar, kayıp giderek sıfıra yaklaşır.

Dirençler çok şekillidir: Zihni, manevi, felsefi, fiziki dirençler vardır. "Komşunu seveceksin" ifadesi, bir direnç numunesidir. "Herkesi seveceksin" ifadesi, bakırdan gümüşe ya da altına geçiş gibi daha genişlemiştir. "Müslüman müslümanın kardeşidir" denmiş, sınırlanmış. Bu, bir kısım insanlar diğerlerine direnç halindedirler demektir. "İnsanlar kardeştir" ifadesi ise, tüm dirençlerin kalkmasını anlatmaktadır.

Varlığın Direnci Azaldıkça Sevgi Enerjisini Daha Çok Absorbe Eder.

VARLIGIN direnç niteliği azaldıkça sevgi emanasyonunu absorbe etme kabiliyeti artar. Bu direnç nasıl çalışır? Dinlerin, felsefelerin, manevi eğitim sistemlerinin, ahlakın, gelenek ve göreneklerin gerçek fonksiyonu bu direnci azaltmaya dayanır. Varlık düzeyinde meydana gelmiş olan: bütün bu müesseseler, tanrılık bir sudur olan bu enerjinin, yani sevginin varlıklar tarafından daha fazla alınması, daha fazla absorbe edilmesi, yani soğurulması, çekip alınması ve daha çok tezahür ettirilmesi için kurulmuş müesseselerdir. Onun için sevmek tanrılık bir kanundur. Sevmek evrensel bir kanuni mecburiyettir. İnsanlar için bir gerekliliktir. Hiçbir varlık bunun dışına çıkamaz. Yani yaratılışı itibarıyla, bu gerekliliğin dışında hareket edebilme kabiliyeti ve gücü yoktur.

Direnci Azalmış Varlıkların Nitelikleri​



DİRENCİ azalmış ya da sevgi emanasyonlarını almak kapasitesi artmış bir varlıkta bunun tezahürü nasıl olur? Bu insanların kendi kendini tanıma çabası hızla artar. Kendi kendini tanımanın, kendini bilmenin, kendini anlamanın sadece bilgi düzeyinde, kendi varlığının sebep ve yasalarını öğrenmek düzeyinde herhangi bir araştırması yeterli değildir. Kendi kendini tanıma, esasında direncin azalması ile mümkündür. Rezistanslarımız çoksa, her şeye karşı bir direncimiz varsa, genelde gelişmeye karşı bir direncimiz var demektir. Gelişmeye karşı direnci olan insanların elbette ki kendini tanımaya karşı da direnci fazladır. Çünkü kendini tanıma, kendini bilme fonksiyonu, önce kendi duyularının fonksiyonunu anlamayla başlar. İnsan yaşarken çoğu kez kendi duyularıyla ve duyularının kendisine kazandırmış olduğu duyumlarla, izlenimlerle, bilgilerle harekete geçer. Yani iyi ve kötü, hoş ve nahoş kavramlarını gözden uzak tutamayız.

Beşeri münasebetlerde; dostluk, arkadaşlık münasebetlerinde bu duygusal ölçü, duygusal alışveriş çok önemli yer tutar; birbirimize karşı olan sevgi ve nefretimiz, itme ve çekmeler gibidir. Kendini tanıma çabası içinde olan bir varlığın, bu itme ve çekmelerin temeline inmesi gerekir. Bunların kendi varlığı üzerindeki etkilerini mümkün olduğu kadar bertaraf etmesi gereklidir. Yok ~ttiği nispette, o itme ve çekme arasındaki mesafe giderek kısalır. Ne kadar çok kısalırsa, rezistansı da o derecede düşüyor demektir.

Manevi Yön Güçlenir...



DİRENÇ azalması varlıkta toleransı, hoşgörüyü, sevgiyi ve sabrı meydana getirir. Ahlaki veçhe, yani alınan bu enerjinin bizde meydana getirmiş olduğu manevi görünümler bundan ibaret değildir. Çok çeşitli manevi görünüşler vardır ama temel bunlardır. Özellikle insanlara ve haklarına saygı göstermek, onların tekamül çabalarına yardım etmek, tekamül çabaları içerisinde yürürken yollarını kesmemek, onlara engel olmamak; bütün bunlar, hepsi bir müsamahanın, bir sevginin tezahürüdür. Eğer biz bunları yapamıyorsak, sadece birbirimizin yüzüne bakıp tamamen çıkarcı bir sevginin içinde kalıyorsak, ki insanlık bugün bu durumdadır, kendimizi tanıma yolunda ve manevi gelişme yolunda olduğumuz pek söylenemez.

Direnci azalmış ya da sevgi emanasyonlarını alma kapasitesi artmış bir varlıkta tezahürler nasıl oluyor? Buna ait, metapsişik araştırmalarımızın sonunda, bizden önce de yüzyıllar boyunca çeşitli kesimlerde tespit edilmiş büyük gözlemler vardır.

Davranışları Pozitifleşir...



BU insanların, yani direnci azalmış insanların, sevgi enerjisini almak ve kullanmak, kendi varlığına geçirebilmek kapasitesini giderek yükselten varlıkların önce davranışları pozitifleşir, özverili ve özgeci tavırları belirginleşir. Halleri daima pozitiftir ya da mümkün olduğu kadar pozitiftir. Düşünce ve hareketleri diğerkamca, eril, yani verici bir biçimdedir.Kendi üretmiş olduğu iç gücünü dışarıya yansıtma uygulamasındadır. Yaşamı, almak ve vermek tarzında değildir. Çünkü ruh varlığı, kendi kendine enerji üreten bir varlık demektir. Madde ise, ancak dışarıdan aldığı enerjiyi kullanan varlık demektir; aldığı enerji ile varlığını sürdürebilir. Ruhun özelliği varlıksal olarak kendi kendine yeten, kendinden enerji üreten bir varlık olmasıdır. Verici bir varlık demektir.



Direnci azalmış, sevgi seyyalesini şuurlu olarak alan kimse, insanlarla olan ilişkisinde hoşgörülü, merhametli, yardımsever, şefkatli ve adildir. Kişisel etkileme gücü artmıştır. Çevresindeki insanlarda, pozitif düşüncelerinden dolayı, daima pozitif ve sakin bir etki uyandırır. Aydınlatıcı, sakinleştirici, ümit, şevk ve cesaret verici, teselli ve sevgi dağıtıcı bir rol oynar. Bunlar psişik tezahürlerdir.

Sempatiktirler, yani her ne olursa olsun, bu kimseler, eğer sürekli olarak toplum içerisinde bulunuyorlarsa, onların başkalarına antipatik geldiğini görmek pek mümkün değildir.

İnsanları Etkileme Gücü Yükselir ...

ŞAHSİ tasarruf ya da insanlara etki etmek kabiliyeti yükselmiştir. Onun hoşgörülü, merhametli, yardımsever, şefkatli ve adil olması, aynı zamanda bu varlığın sosyal çevre içerisindeki durumunu da tayin eder. Bu insan sosyal bir insandır, yani insanlarla düzenli bir uyum içerisinde yaşayabilen, onlarla yürüyebilen, onlara yardım eden, köstek olmayan, sadece kendi egosuna bağlı olarak durmadan bir şeyler alma yarışı ve projeleri içerisinde yaşamayan bir insandır. Pozitif insan, kafasında kendi egosunu tatmin edecek projelere çok az yer veren varlıktır.

Genişlemiş Bir Varlık Sevgisi Doğar...



Bu insanda, mistik tezahürleri genişlemiş bir varlık sevgisi doğar. Yani artık insan farkı gözetmez, cinsiyet farkı gözetmez, inanç farkı da gözetmez. Ayrıca, mistisizm tarihinden de biliyoruz ki doğasındaki bu direnci hem şuurlu hem şuur dışı olarak mümkün olduğu kadar sıfıra indirmeye çalışan bir varlıkta çok çeşitli mistik tezahürler ortaya çıkmaktadır. Bu, sufiyane bir deyim içerisinde tanrısal bir cezbeye girmek şeklinde ifade edilmiştir. Bu cezbe, gerçekten de, mevcut sevgi enerjisinin o varlık tarafından en az dirençle sürekli olarak kendi bünyesinden geçirilmesi ve büyük bir kısmının da muhafaza edilmesiyle, yani bir çeşit kondansatör haline gelmekle oluşur.

Bir çok insanda direnç azaldıktan sonra bir teksif, enerjiyi biriktirme durumu ortaya çıkar. Burası önemlidir. Bu enerji her yerdedir. Hindular havada bir prana, bir hayat enerjisi tasavvur ederler. Biz her nefes alışta sadece oksijen, azot ve değişik gazlardan ibaret bir atmosferi solumuyoruz. Aynı zamanda, esiri bir şekilde mevcut olan pranayı da çekip alıyoruz. İşte biz, tıpkı prana enerjisini alışımız gibi, sevgi enerjisini de alıyoruz.

Mutluluk Eşyadan İnsana Yansımaz...



BU güç insan varlığının bünyesinde yeterince toplanmadığı sürece, insanların mutlu olma, memnun olma sorunları hiçbir zaman bitmeyecektir. Hayatın kendilerine vermiş olduğu yüksek. değerdeki sevinçleri; sevgi enerjisinin kendi bünyelerinde odaklaştıramadıkları için, biriktiremedikleri için, hiçbir zaman doğru dürüst tadamayacaklardır. Ve bu yüzden de, bugün insanlığın içine düşmüş olduğu materyal bir sevgi, materyal bir tatmin, materyal bir arayış mütemadiyen devam edecek ve artacaktır.

Bugün insanlar sevgisizlik, sevgi açlığı içerisindedirler. Tatmin olmak, mutlu olmak çok kullanılan bir kelimedir. Ve en basit bir hareketle bile mutlu olmanın yolları aranmaktadır. Çünkü gerçekten, mutluluğun ilkelerini insanoğlu kaybetmiştir. Bunun sebebi, bünyelerindeki dirençlerdir.

Sevgi evrenseldir, her yerdedir, her bünyenin içerisindedir.



Mutluluk eşyadan insana yansımaz; insandan eşyaya yansır. Bu, temel bir ilkedir. Mutluluk eşyadan değil, insandan yansır, yani mutluluk bir şuur olayıdır. Eşyanın bize vermiş olduğu bir etkinin kazandırdığı bir güç, bir tatmin, bir kudret sahibi olmak olayı değildir. İçsel bir olaydır. İnsanlara bunu yeniden öğretmek, tekrar tekrar anlatmak gerekir.



İktidarın en büyüğü dışarıda olan iktidar değil, içeride olan iktidardır. Ve bu iktidarın en büyük destekleyicisi, taşıyıcısı da sevgi gücüdür, sevgi enerjisidir. Bunu kendi bünyemiz içerisinde biriktirmek, çeşitli mihraklarımızı, çeşitli manevi melekelerimizi harekete geçirmek mecburiyetindeyiz. Bu manevi, yüksek melekelerimizin,

yani biraz önce saymaya çalıştığımız ahlaka dayalı, insanlığa dayalı; merhamet gibi, yardımseverlik gibi, şefkat ve adalet gibi melekelerimizin gelişmesi, dışarıdan bize gelen bir etkinin değil, bizim kendi iç varlığımızda meydana gelen bir değişikliğin sonucudur.



Eşya insana adaleti öğretemez; eşya insana şefkati, yardımseverliği, merhameti öğretemez. Bu bir şuur olayıdır ve bunu ancak biz kendimiz çeşitli tecrübelerle öğreniriz. Tecrübe edinmekten maksat da işte, bu yüksek sevgi enerjsini almaktır. Adı sevgi olan bu enerjiyi almaktır.

Mistik tezahürlerin yanı sıra, metapsişik birtakım olaylar da meydana gelir. Bu tanrısal çekime tutulduktan sonra, bu evrensel sevgiye yakalandıktan sonra, direnç çok azaldığından, madde üzerindeki hakimiyet artmaktadır. Maddeye olan hakimiyet arttığı zaman da, birtakım metapsişik olaylar meydana gelir: şifalar, kehanetler, zamanı ve mekanı aşan çeşitli rüyetler gibi. Bunlar için çoğu kere azizlerin tezahürleri, evliyaların kerametleri, tanrısal inayetler tarzında çeşitli ifadeler kullanılmıştır. Bunlar sevgi enerjisinin yüksek düzeydeki tatbikatıdır.

Sevgi İhtiyacı ve Sevgi Nakli



Varlığın bir amacı da , evrende mevcut sevgi gücünü kendi bünyesinden geçirmek ve bunu nakletmektir. Tüm varlıkların vazgeçilmez ihtiyacı olan sevgi enerjisini tezahür ettirmektir. Sevginin iletişimi, varlıktan varlığa intikali nasıl olur? Sevginin başkasına iletilmemesi, varlığın ıstırap çekmesine sebep olur. İnsan sevgi iletişimini ve kapsamını artırmaya böylece zorunlu hale gelir. Çünkü ıstıraptan kaçmak, elemden kaçıp hazza doğru gitmek tarzındaki ikili sistem insan otomatizmasında mevcut olduğundan, bu direnç yüzünden de ıstıraba düştüğü için otomatikman hazza koşmak mecburiyetindedir. O halde ne yapacaktır? Sevgiyi iletmek, sevgi iletişiminde bulunmak, dostane yaşamak, insanca yaşamak mecburiyetindedir.


Bunlar şuurlu yapıldığı müddetçe varlıkta bir yükselme, bir gelişme sebebi olabilir. Yoksa diğer haliyle otomatik bir yaşayıştan ibarettir. Güncel durumda, insanlar otomatik olarak elemden kaçıp hazza ulaşmak gibi bir sevgi arayışı hali içindedir. Dünyamız'ı içinde bulunduğu duruma getiren de işte bu haldir. Bu reel bir durumdur. İnsanlar daima, elemden kaçıp hazza koşmak peşindedir ama otomatik olarak ve şuursuz bir şekilde.


Sevgi intikalinin olmayışı çoğu kez, kibirden, bencillikten, kabalıktan ve anlayışsızlıktan kaynaklanır. Sevgi iletişimi kaba yöntemlerle yapılmaktadır. Yani bencillik, bencilce sevmek, kibirli, gururlu, büyüklük taslayarak sevmek, kendinden daha aşağıda gördüğü insanlara karşı yapmış olduğu, sözüm ona diğerkamca hareketlerle sevgi göstermek, içtenlik taşımasa bile bütün bunlar, yavaş yavaş, insanı gerçek sevgiye alıştıran birer etkendirler. Daha başka ifadeyle, kibir gibi, bencillik gibi, ululanmak gibi nefsani olayların arkasında sevgi intikalinin, sevgi aktarışının olmadığını görüyoruz.

Eğer varlık gerçekten direncini azaltmış, sevgi enerjsini kendi bünyesine alabilmiş olsaydı, o enerjinin o bünyede meydana getireceği yüksek seviyeli değişiklikler, onun için mukadder olurdu. Bugün insanların kibir, bencillik, nadanlık, merhametsizlik gibi hor gördüğü, beğenmediği olaylar ortaya çıkmazdı. Eğer çıkıyorsa, bu yine sevgi enerjisinin alınıp fakat büyük bir direnç gösterilerek bünyede muhafaza edilmesinden doğuyor.

Kendini ve Başkasını Sevmek



KENDİNİ sevmek, almak ihtiyacından, sahip olmak, her şeye malik olmak ihtiyacından doğar. Bu, negatif bir yönelmedir ve kainat içerisinde buna, dişil prensibin işleyişi denir. Yani dişil prensibe sahip olan negatif yönde gelişir, hep almak ihtiyacındadır. Bunun diğer bir ismi, kendini sevmektir.


Başkasını sevmek, vermek .ihtiyacından doğar. Pozitif yönelmedir ve eril prensibin işleyişidir. Dolayısıyla "sevgi ahlakı" kapsamında en az iki türlü sevgi vardır: Bunun bir tanesi diğerkamca sevgidir; pozitif, verici sevgidir. Diğeri de, bencil sevgidir; alıcı sevgidir, almak için sever.



Sevgi-direnç ilişkisinde de üç türlü sevgi vardır:


1- Aldığı kadar vermeyenler:

Bunlar bencil, çıkarcı sevgiyi uygularlar. Dirençleri çok fazladır.


2- Aldığı kadar verenler:


Bunlar sevgi tacirleridir. Orta dirençli varlıklardır. Ne alırlarsa, onu verirler. Hiçbir şey almazlarsa, hiçbir şey vermezler.


3- Aldığından fazlasını verenler:

Bunlar diğerkam sevgiyi yaşarlar.



Dirençleri çok azalmış varlıklardır. Aldığından fazlasını verirler. Dirençleri az olduğu için hayatın çeşitli dönemlerinde kendilerinde sevgi enerjisi birikimi artmıştır, üstelik kendileri de üretmektedirler. O halde bir alıp, üç verebilirler.


Aile, toplum ve millet olarak yaşayış, insanların, sevgi gücünü çekmeyi ve bunu yansıtmasını öğrenmelerine vesiledir. Sevgi ihtiyacı tatmin edilmez, nakledilmezse dengesizlikler, bunalımlar, stresler doğar. Bu, bütün bir toplumu kapsayabildiği gibi, her ferdi, her aileyi, her grubu da kapsayabilir. Daha ziyade psişik ve nevrotik

mahiyette bulunan bir yığın rahatsızlığın temelinde sevgisizlik yatar. Sevgisiz olarak yetişmiş, sevginin nasıl alınıp verileceği öğretilmemiş veya karşısına bu imkan çıkarılmamış varlıklarda, sevgisizlikten doğan birtakım yan arızalar ortaya çıkar. Kendine güvensizlik, aşağılık duygusu, sadistlik, nefret, kendi içine kapanma gibi birtakım problemler ortaya çıkabilir. Daha aile yuvasındayken sevgi enerjisini almayı, kendi varlığında tutmayı, çoğaltmayı öğreterek, yavaş yavaş çocuğun gelişmesini sağlamalıdır. Önce çıkarcı bir sevgiyi, ondan sonra sevgi tacirliğini öğretmek, daha sonra da diğerkam sevgiyi çocuğa öğretmek lazımdır. Zaten çocukların gelişimi genellikle böyledir.


Varlıklardan bahsederken, sadece insan varlığını değil, hayvan ve bitkileri de kastediyoruz. Hayvanlar ve bitkiler arasında acaba bir iletişim var mıdır? Elbette vardır. Hayvanlar arasında sevgi iletişiminden doğan koruma ve fedakarlık örneklerinin sayısı çoktur. Hayvanların birbirine karşı gösterdikleri fedakarlık ve koruma, içgüdü ismiyle anılmış olsa da, esasında büyük bir sevginin A, B, C'sini tezahür ettiriyor. Sevginin A, B, C'si içgüdüseldir. Bunu sadece hayvanlara atfedemeyiz. Çünkü insanların da çoğunun sevgisinin başlangıcı içgüdüseldir. Bazen anne-evlat arasındaki sevgilerin büyük bir kısmında bu içgüdüsel sevgi dahi tezahür etmeyebiliyor. Yavrusunu öldüren, yavrusunu satan, bir cami avlusuna bırakıp giden anne yok mudur? Bir güvercinin yapmayacağı şeyi insan yapabiliyor. Hiçbir kuş, yavrusunu yuvadan aşağı atmaz; ta ki uçma zamanı gelinceye kadar. Bu da zaten atmak değil, onu uçmaya alıştırmak içindir, ilk harekettir. Leylek yavrusunu yuvasından atar ama uçması için.


Bitkiler arasında acaba durum nedir? Bitkiler birbirini sever mi? Bitkiler bitki olmayan canlıları "sever mi? Sever. Özellikle bitkiler daha da hassastırlar. Çünkü Bitkilerin Gizli Yaşamı isimli kitapta ifade edildiği gibi ve bugün de hala büyük çalışmalar halinde sürdürülen, bitkiler arasında "Baxter Etkisi" olarak bilinen mükemmel bir telepatik alışveriş mevcuttur. Yani birbirinden hoşlanan********hoşlanmayan bitkiler, bitkilerin hayvanlara karşı tezahürleri, bitkilerin insanlara karşı tezahürleri bilinen hususlardır.

Demek ki sevgi evrenseldir, her yerdedir, her bünyenin içerisindedir. Atomun da, insanın da içerisindedir; bütün kainatı sarmıştır. Bu genel çekim, yani tanrılık cezbe her yerde mevcuttur. Her şeyi kendi kudretli eli içerisinde tutan bu güç, sevgi ismini verdiğimiz güçtür. Yoksa kavram olarak düşündüğümüz sevgi değildir.


İnsanlardaki doğa, hayvan ve bitki sevgisinin asıl sebeplerinden biri şudur: Bitkiyi bitkiye, bitkiyi hayvana, hayvanı hayvana, hayvanı doğaya ve bütün bunlarla beraber daha şuurlu olan insana bağlayan bir bağ olması lazımdır. Bu sadece görgül bir mesele, yani görmekten dolayı, duyularla hissetmekten gelen bir birleşme, bir tabii kaynaşma değildir. Bu, her varlığı kendi içinden saran bir güçtür. Doğa, bitki, hayvan ve insan ancak birbirini içten sararak yakalayabilirler.


İnsanlardaki bitki, hayvan ve doğa sevgisinin sebebi, bitki ve hayvanların sevgi enerjisini çok daha az dirençle almalarıdır. Onlar kesinlikle herhangi bir dirence sahip değiller. Dolayısıyla bizim onlara verdiğimiz sevgi, onlar tarafından çoğunlukla aynen kabul edilmektedir. Ve böylece onlardan bize saf bir sevgi aksetmektedir. Ama bu insanlar arasında mümkün olmuyor. Çünkü insanlarda direnç var; bitki ve hayvanlarda ise yoktur. Neyse odurlar. Alıyor ve veriyorlar. Dolayısıyla insanların bugün bitki ve hayvan beslemeye karşı, doğaya karşı maydana 'gelen sevgi artışının sebebi, bitki ve hayvanların sevgi enerjisini çok daha az rezistansla almaları ve vermeleridir.


Gerçekten insanlar insanlara sevgi vermiyor. İnsan hep menfaatle alakalı olmak üzere, belki de sürekli negatif tepkiler alıyor. Nefretler alıyor; zıt çekimler içerisinde bunalıyor. Ama ne hayvan ne de bitki insandan nefret etmiyor. Hayvan ve bitki sevgisinin çok yayılmış vaziyette olmasının sebebi bize göre işte, budur. Tek başına kedisi ile, köpeği ile, bitkileri yaşayan yüzlerce,

Binlerce insan bunun kanıtıdır.
 

Afifege

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Kas 2017
Mesajlar
62
Tepkime puanı
52
17-18 Mayıs 1989'da Eskişehir'deki T.C. Anadolu Üniversitesi, Kültürel Çalışmalar ve Çevre Eğitimi Merkezinin düzenlediği "Sevgi Düşüncesi" seminerinde sunulan tebliğdir.



SEVGİ temelde soyut bir kavram değildir. Yani sevgi izafi bir değere, izafi bir varlığa sahip değildir. Sevgi bütün varlık dizileri, varlık grupları içerisinde mevcuttur; hayvan topluluklarında ve hatta bitki aleminde dahi, yapılan çeşitli tecrübelerle bu sevgi olayının somut örnekleri görülmüştür.

Sevgi metapsişik görüş ve anlayış çerçevesinde evrende bulunan bir güçtür. Onun bir güç, bir kudret tarzında oluşu, aynı zamanda sevginin her şeyi ve her yeri kaplamasıyla alakalıdır. Bu güç, sınırlı bir güç değildir. Bu güç, varlıkların dışında mevcut olan ve bütün varlıkları kendi bünyesi içerisine alan ve varlıklar tarafından da kendi niteliklerine, tekamül seviyelerine ve realitelerine göre yorumlanan, tezahür ettirilen bir güçtür. Bundan dolayı da sevgi tanrılık ya da ilahi bir sudur, yani bir emanasyondur, bir yayınımdır.

Sevgi bizzat Yaradan'dan südur eden bir güç değildir. Bu önermede sevgi gücünün Yaradan'dan südur ettiği ifade edilmiyor; söylenebilecek husus, onun Tanrı'lık, yani ilahi bir mahiyet taşıdığıdır.

Sevgi Her Varlık Kademesinde Zorunlu Olarak Tezahür Eder.

SEVGİ her varlık kademesinde zorunlu olarak tezahür ediyor. Yani bir gereklilik, bir icap vardır. Bu neye benziyor? Bu, yeryüzündeki çekim gücü, yeryüzündeki manyetik alan ve kozmik birimlerin aralarında görülen cazibe gücü gibidir; gereklidir ve zorunludur. Eğer bu çekim gücü, yani Genel Çekim Yasası'na bağlı olan bu çekim gücü ortadan kalkarsa, bütün bu yerleşik düzen, bütün bu birlik ve ahenk darmadağın olur ve kaybolur.

Sevgi, Tanrısal Çekim Gücüdür.


AYNEN bunun gibi sevgi de tanrılık bir südur olarak bütün varlık realitelerinde varlıkları birbirine dıştan ve içten bağlar. Bunu daha kolay bir şekilde ifade etmek gerekirse, sevgiye tanrısal çekim gücü ismini vermek mümkündür. Maddenin ve madde evreninin nasıl kendi arasında bütünlüğünü ve birliğini muhafaza eden bir genel çekim varsa, aynı şekilde varlıklar arasındaki birliği sağlayan da bu tanrısal sevgi veya tanrısal çekim gücüdür.

Sevgi, Evrensel Çekim Yasası'nın insanlardaki tezahürü gibi de kabul edilebilir. Tabi ki Evrensel Çekim Yasası iki yüzlüdür: Bir yüzü maddesel aleme ait bir çekim, diğer yüzü de manevi, ruhsal aleme ait bir çekimdir; aynen kumaşın tersi ve yüzü gibi. Dolayısıyla bunlar Birlik ya da Teklik Yasası'na bağlıdır. Esasında tek bir Çekim Yasası vardır; bunun bir kısmı maddi, bir kısmı manevi bir görünüm içerisindedir.



Evrensel Çekim Yasası İnsanda "Sevgi" Şeklinde Ortaya Çıkar EVRENSEL ÇEKİM YASASI'NA bağlı olmak üzere sevgi, varlıklarda fenomen tarzında ortaya çıkıyor. Daha doğrusu bu bir görünüştür ve ismin e "sevgi" deniyor. Sevgi, temelde duygusal bir olay değildir. Bizim önermemiz budur. Fakat insan, almış olduğu etkiyi ancak çeşitli mekanizmalarını kullanmak suretiyle tezahür ettirebilir. Etkileri görünür hale getirebilmek, realiteye yansıtabilmek için insanın bugünkü gelişim düzeyinde kullanabildiği en önemli aygıtlarından biri de duygularıdır. Dolayısıyla sevginin yorumu ancak duygusal tarzda ortaya çıkmak mecburiyetindedir. Yoksa kökende sevgi, sadece insanın kendi bünyesi içerisinde, kendi şuursal faaliyeti içerisinde, kendi duygulanmalarıyla alakalı bir şey değil, ona dışarıdan gelen bir etkinin sonucunda ortaya çıkan bir olaydır. Yani sevgi, kendiliğinden bir olay değildir. Sevgi ancak bir etki sonucunda ortaya çıkan bir tezahürdür.

Bu evrensel çekim gücünün, bu tanrılık çekim gücünün, atomik seviyede nükleer çekim, astronomik seviyede büyük gök cisimlerinin kütlesel çekimlerini, bitki ve hayvanlarda da otomatik olarak çalışan içgüdüsel çekimleri meydana getirdiğini ve nihayet insanlarda da duygusal sevgi tarzında kendini gösterdiğini biliyoruz. Işık bir prizma tarafından kırıldığı vakit nasıl yedi renkte kendini gösterebiliyorsa, bir ışık tarzında düşünebileceğimiz sevgi gücü de, canlı ve cansız varlık kademeleri arasında, aynen yedi rengin gösterdiği tarzda ayrı ayrı nitelikler gösterebilir. Bu, kiminde nükleer çekimdir, kiminde kütlesel çekimdir, kiminde sevgidir, öbüründe içgüdüsel tarzda yapılan hareketlerdir, hatta bitkilerdeki tropizmdir.

Sevgi Duygu Değildir.


SEVGİ duygu değildir ama sanki ısıyı algılar gibi duyularla algılanır. Isı bir duygu mudur? Değildir, maddenin bir özelliğidir. Titreşimsel değişimden meydana gelmiş bir özelliktir. Değişik titreşim seviyesinde olan moleküller, yani havanın içinde bulunan nesneler, duyularımızın yorumu ile bir ısı şeklinde tezahür eder. Sesin yayılışı gibi ısının da yayılışı vardır. Moleküler titreşimlerin bizim duyularımızın üzerinde meydana getirdiği bir eylemdir. Bizim duyularımız bu sırada künt olsa, çalışamaz halde olsa, biz bu titreşimleri hissedebilir miyiz? Hissedemeyiz. Isı kaynağı da, ısı da varlığını sürdürdüğüne göre, sevgi de bizim duyularımıza bağlı olan bir şey değildir. Sevgi ısı gibi her yerde dolaşıyor ama biz ona ayna oluyoruz veya olamıyoruz, hissediyoruz veya hissedemiyoruz. Algılama gücümüzü geliştirdiğimiz oranda, sevgi gücünden aldığımız pay artar.

O halde "seviyorum-sevmiyorum", "hoşlanıyorum-hoşlanmıyorum" sözleri tamamen rölatif kavramlardır. Bu, doğrudan doğruya insanın kendi devreleriyle ilgili, duyuş fazlarıyla alakalı bir durumdur. Bazen insanların birdenbire birbirini sevdiklerini, birbirine aşık olduklarını görürsünüz. Yani sevdalanmak, duyusal algılamanın bu genel sevgi enerjisini alabilmekte, ritmik düzeyde, en iyi olduğu bir devredir. Ritmik olarak en yüksek, en güçlü olduğu devrede varlıkların istilaya uğramasıdır. Varlıklar bu istilayı, birdenbire aşık olmak tarzında ifade etmektedirler.

İnsanlar Sevgi Gücüne Direnç Gösterirler.



HER VARLıK, aldığı bu emanasyonu kendi şuur düzeyine göre yorumlar. Ve böylece insanlar arasında çeşitli seviyelerde sevgi örnekleri ortaya çıkar. Bu emanasyona, yani bu güce karşı, varlıklar direnç gösterirler; tıpkı elektrik enerjisinin çeşitli metallerde uğradığı rezistans gibi, sevgi çok çeşitli şekillerde görünüyor. Bunun sebebi, insanın algıladığı sevgi gücüne karşı gösterdiği dirençtir; maddi ve manevi bünyesinin direncidir.

Birçok insan, birçok meseleyi kolaylıkla anlayamaz, kolaylıkla kabul edemez, kolaylıkla hissedemez.Bir etki herkes üzerinde aynı ve gereken cevabı uyandırmaz. Bu bir direnç olayıdır. Çünkü etki her şeye ve herkese gitmektedir; güneş ışığının her yere aynı şekilde dağılması gibi. Sevgi bir güçtür, bir emanasyondur, dedik. Bu güce varlıklar direnç gösterebilirler. Yani bu etki alınır fakat herkes kendi tekamül düzeyine göre bir direnç gösterir. Hepimiz biliyoruz ki elektrik akımının kaba bir nikelden, demirden geçişi ile altından, platinden geçişi arasında çok fark vardır. Madenler asallaştıkça kayıplar azalır, geçirgenlik gücü artar, kayıp giderek sıfıra yaklaşır.

Dirençler çok şekillidir: Zihni, manevi, felsefi, fiziki dirençler vardır. "Komşunu seveceksin" ifadesi, bir direnç numunesidir. "Herkesi seveceksin" ifadesi, bakırdan gümüşe ya da altına geçiş gibi daha genişlemiştir. "Müslüman müslümanın kardeşidir" denmiş, sınırlanmış. Bu, bir kısım insanlar diğerlerine direnç halindedirler demektir. "İnsanlar kardeştir" ifadesi ise, tüm dirençlerin kalkmasını anlatmaktadır.

Varlığın Direnci Azaldıkça Sevgi Enerjisini Daha Çok Absorbe Eder.

VARLIGIN direnç niteliği azaldıkça sevgi emanasyonunu absorbe etme kabiliyeti artar. Bu direnç nasıl çalışır? Dinlerin, felsefelerin, manevi eğitim sistemlerinin, ahlakın, gelenek ve göreneklerin gerçek fonksiyonu bu direnci azaltmaya dayanır. Varlık düzeyinde meydana gelmiş olan: bütün bu müesseseler, tanrılık bir sudur olan bu enerjinin, yani sevginin varlıklar tarafından daha fazla alınması, daha fazla absorbe edilmesi, yani soğurulması, çekip alınması ve daha çok tezahür ettirilmesi için kurulmuş müesseselerdir. Onun için sevmek tanrılık bir kanundur. Sevmek evrensel bir kanuni mecburiyettir. İnsanlar için bir gerekliliktir. Hiçbir varlık bunun dışına çıkamaz. Yani yaratılışı itibarıyla, bu gerekliliğin dışında hareket edebilme kabiliyeti ve gücü yoktur.

Direnci Azalmış Varlıkların Nitelikleri​



DİRENCİ azalmış ya da sevgi emanasyonlarını almak kapasitesi artmış bir varlıkta bunun tezahürü nasıl olur? Bu insanların kendi kendini tanıma çabası hızla artar. Kendi kendini tanımanın, kendini bilmenin, kendini anlamanın sadece bilgi düzeyinde, kendi varlığının sebep ve yasalarını öğrenmek düzeyinde herhangi bir araştırması yeterli değildir. Kendi kendini tanıma, esasında direncin azalması ile mümkündür. Rezistanslarımız çoksa, her şeye karşı bir direncimiz varsa, genelde gelişmeye karşı bir direncimiz var demektir. Gelişmeye karşı direnci olan insanların elbette ki kendini tanımaya karşı da direnci fazladır. Çünkü kendini tanıma, kendini bilme fonksiyonu, önce kendi duyularının fonksiyonunu anlamayla başlar. İnsan yaşarken çoğu kez kendi duyularıyla ve duyularının kendisine kazandırmış olduğu duyumlarla, izlenimlerle, bilgilerle harekete geçer. Yani iyi ve kötü, hoş ve nahoş kavramlarını gözden uzak tutamayız.

Beşeri münasebetlerde; dostluk, arkadaşlık münasebetlerinde bu duygusal ölçü, duygusal alışveriş çok önemli yer tutar; birbirimize karşı olan sevgi ve nefretimiz, itme ve çekmeler gibidir. Kendini tanıma çabası içinde olan bir varlığın, bu itme ve çekmelerin temeline inmesi gerekir. Bunların kendi varlığı üzerindeki etkilerini mümkün olduğu kadar bertaraf etmesi gereklidir. Yok ~ttiği nispette, o itme ve çekme arasındaki mesafe giderek kısalır. Ne kadar çok kısalırsa, rezistansı da o derecede düşüyor demektir.

Manevi Yön Güçlenir...



DİRENÇ azalması varlıkta toleransı, hoşgörüyü, sevgiyi ve sabrı meydana getirir. Ahlaki veçhe, yani alınan bu enerjinin bizde meydana getirmiş olduğu manevi görünümler bundan ibaret değildir. Çok çeşitli manevi görünüşler vardır ama temel bunlardır. Özellikle insanlara ve haklarına saygı göstermek, onların tekamül çabalarına yardım etmek, tekamül çabaları içerisinde yürürken yollarını kesmemek, onlara engel olmamak; bütün bunlar, hepsi bir müsamahanın, bir sevginin tezahürüdür. Eğer biz bunları yapamıyorsak, sadece birbirimizin yüzüne bakıp tamamen çıkarcı bir sevginin içinde kalıyorsak, ki insanlık bugün bu durumdadır, kendimizi tanıma yolunda ve manevi gelişme yolunda olduğumuz pek söylenemez.

Direnci azalmış ya da sevgi emanasyonlarını alma kapasitesi artmış bir varlıkta tezahürler nasıl oluyor? Buna ait, metapsişik araştırmalarımızın sonunda, bizden önce de yüzyıllar boyunca çeşitli kesimlerde tespit edilmiş büyük gözlemler vardır.

Davranışları Pozitifleşir...



BU insanların, yani direnci azalmış insanların, sevgi enerjisini almak ve kullanmak, kendi varlığına geçirebilmek kapasitesini giderek yükselten varlıkların önce davranışları pozitifleşir, özverili ve özgeci tavırları belirginleşir. Halleri daima pozitiftir ya da mümkün olduğu kadar pozitiftir. Düşünce ve hareketleri diğerkamca, eril, yani verici bir biçimdedir.Kendi üretmiş olduğu iç gücünü dışarıya yansıtma uygulamasındadır. Yaşamı, almak ve vermek tarzında değildir. Çünkü ruh varlığı, kendi kendine enerji üreten bir varlık demektir. Madde ise, ancak dışarıdan aldığı enerjiyi kullanan varlık demektir; aldığı enerji ile varlığını sürdürebilir. Ruhun özelliği varlıksal olarak kendi kendine yeten, kendinden enerji üreten bir varlık olmasıdır. Verici bir varlık demektir.



Direnci azalmış, sevgi seyyalesini şuurlu olarak alan kimse, insanlarla olan ilişkisinde hoşgörülü, merhametli, yardımsever, şefkatli ve adildir. Kişisel etkileme gücü artmıştır. Çevresindeki insanlarda, pozitif düşüncelerinden dolayı, daima pozitif ve sakin bir etki uyandırır. Aydınlatıcı, sakinleştirici, ümit, şevk ve cesaret verici, teselli ve sevgi dağıtıcı bir rol oynar. Bunlar psişik tezahürlerdir.

Sempatiktirler, yani her ne olursa olsun, bu kimseler, eğer sürekli olarak toplum içerisinde bulunuyorlarsa, onların başkalarına antipatik geldiğini görmek pek mümkün değildir.

İnsanları Etkileme Gücü Yükselir ...

ŞAHSİ tasarruf ya da insanlara etki etmek kabiliyeti yükselmiştir. Onun hoşgörülü, merhametli, yardımsever, şefkatli ve adil olması, aynı zamanda bu varlığın sosyal çevre içerisindeki durumunu da tayin eder. Bu insan sosyal bir insandır, yani insanlarla düzenli bir uyum içerisinde yaşayabilen, onlarla yürüyebilen, onlara yardım eden, köstek olmayan, sadece kendi egosuna bağlı olarak durmadan bir şeyler alma yarışı ve projeleri içerisinde yaşamayan bir insandır. Pozitif insan, kafasında kendi egosunu tatmin edecek projelere çok az yer veren varlıktır.

Genişlemiş Bir Varlık Sevgisi Doğar...



Bu insanda, mistik tezahürleri genişlemiş bir varlık sevgisi doğar. Yani artık insan farkı gözetmez, cinsiyet farkı gözetmez, inanç farkı da gözetmez. Ayrıca, mistisizm tarihinden de biliyoruz ki doğasındaki bu direnci hem şuurlu hem şuur dışı olarak mümkün olduğu kadar sıfıra indirmeye çalışan bir varlıkta çok çeşitli mistik tezahürler ortaya çıkmaktadır. Bu, sufiyane bir deyim içerisinde tanrısal bir cezbeye girmek şeklinde ifade edilmiştir. Bu cezbe, gerçekten de, mevcut sevgi enerjisinin o varlık tarafından en az dirençle sürekli olarak kendi bünyesinden geçirilmesi ve büyük bir kısmının da muhafaza edilmesiyle, yani bir çeşit kondansatör haline gelmekle oluşur.

Bir çok insanda direnç azaldıktan sonra bir teksif, enerjiyi biriktirme durumu ortaya çıkar. Burası önemlidir. Bu enerji her yerdedir. Hindular havada bir prana, bir hayat enerjisi tasavvur ederler. Biz her nefes alışta sadece oksijen, azot ve değişik gazlardan ibaret bir atmosferi solumuyoruz. Aynı zamanda, esiri bir şekilde mevcut olan pranayı da çekip alıyoruz. İşte biz, tıpkı prana enerjisini alışımız gibi, sevgi enerjisini de alıyoruz.

Mutluluk Eşyadan İnsana Yansımaz...



BU güç insan varlığının bünyesinde yeterince toplanmadığı sürece, insanların mutlu olma, memnun olma sorunları hiçbir zaman bitmeyecektir. Hayatın kendilerine vermiş olduğu yüksek. değerdeki sevinçleri; sevgi enerjisinin kendi bünyelerinde odaklaştıramadıkları için, biriktiremedikleri için, hiçbir zaman doğru dürüst tadamayacaklardır. Ve bu yüzden de, bugün insanlığın içine düşmüş olduğu materyal bir sevgi, materyal bir tatmin, materyal bir arayış mütemadiyen devam edecek ve artacaktır.

Bugün insanlar sevgisizlik, sevgi açlığı içerisindedirler. Tatmin olmak, mutlu olmak çok kullanılan bir kelimedir. Ve en basit bir hareketle bile mutlu olmanın yolları aranmaktadır. Çünkü gerçekten, mutluluğun ilkelerini insanoğlu kaybetmiştir. Bunun sebebi, bünyelerindeki dirençlerdir.

Sevgi evrenseldir, her yerdedir, her bünyenin içerisindedir.



Mutluluk eşyadan insana yansımaz; insandan eşyaya yansır. Bu, temel bir ilkedir. Mutluluk eşyadan değil, insandan yansır, yani mutluluk bir şuur olayıdır. Eşyanın bize vermiş olduğu bir etkinin kazandırdığı bir güç, bir tatmin, bir kudret sahibi olmak olayı değildir. İçsel bir olaydır. İnsanlara bunu yeniden öğretmek, tekrar tekrar anlatmak gerekir.



İktidarın en büyüğü dışarıda olan iktidar değil, içeride olan iktidardır. Ve bu iktidarın en büyük destekleyicisi, taşıyıcısı da sevgi gücüdür, sevgi enerjisidir. Bunu kendi bünyemiz içerisinde biriktirmek, çeşitli mihraklarımızı, çeşitli manevi melekelerimizi harekete geçirmek mecburiyetindeyiz. Bu manevi, yüksek melekelerimizin,

yani biraz önce saymaya çalıştığımız ahlaka dayalı, insanlığa dayalı; merhamet gibi, yardımseverlik gibi, şefkat ve adalet gibi melekelerimizin gelişmesi, dışarıdan bize gelen bir etkinin değil, bizim kendi iç varlığımızda meydana gelen bir değişikliğin sonucudur.



Eşya insana adaleti öğretemez; eşya insana şefkati, yardımseverliği, merhameti öğretemez. Bu bir şuur olayıdır ve bunu ancak biz kendimiz çeşitli tecrübelerle öğreniriz. Tecrübe edinmekten maksat da işte, bu yüksek sevgi enerjsini almaktır. Adı sevgi olan bu enerjiyi almaktır.

Mistik tezahürlerin yanı sıra, metapsişik birtakım olaylar da meydana gelir. Bu tanrısal çekime tutulduktan sonra, bu evrensel sevgiye yakalandıktan sonra, direnç çok azaldığından, madde üzerindeki hakimiyet artmaktadır. Maddeye olan hakimiyet arttığı zaman da, birtakım metapsişik olaylar meydana gelir: şifalar, kehanetler, zamanı ve mekanı aşan çeşitli rüyetler gibi. Bunlar için çoğu kere azizlerin tezahürleri, evliyaların kerametleri, tanrısal inayetler tarzında çeşitli ifadeler kullanılmıştır. Bunlar sevgi enerjisinin yüksek düzeydeki tatbikatıdır.

Sevgi İhtiyacı ve Sevgi Nakli



Varlığın bir amacı da , evrende mevcut sevgi gücünü kendi bünyesinden geçirmek ve bunu nakletmektir. Tüm varlıkların vazgeçilmez ihtiyacı olan sevgi enerjisini tezahür ettirmektir. Sevginin iletişimi, varlıktan varlığa intikali nasıl olur? Sevginin başkasına iletilmemesi, varlığın ıstırap çekmesine sebep olur. İnsan sevgi iletişimini ve kapsamını artırmaya böylece zorunlu hale gelir. Çünkü ıstıraptan kaçmak, elemden kaçıp hazza doğru gitmek tarzındaki ikili sistem insan otomatizmasında mevcut olduğundan, bu direnç yüzünden de ıstıraba düştüğü için otomatikman hazza koşmak mecburiyetindedir. O halde ne yapacaktır? Sevgiyi iletmek, sevgi iletişiminde bulunmak, dostane yaşamak, insanca yaşamak mecburiyetindedir.


Bunlar şuurlu yapıldığı müddetçe varlıkta bir yükselme, bir gelişme sebebi olabilir. Yoksa diğer haliyle otomatik bir yaşayıştan ibarettir. Güncel durumda, insanlar otomatik olarak elemden kaçıp hazza ulaşmak gibi bir sevgi arayışı hali içindedir. Dünyamız'ı içinde bulunduğu duruma getiren de işte bu haldir. Bu reel bir durumdur. İnsanlar daima, elemden kaçıp hazza koşmak peşindedir ama otomatik olarak ve şuursuz bir şekilde.


Sevgi intikalinin olmayışı çoğu kez, kibirden, bencillikten, kabalıktan ve anlayışsızlıktan kaynaklanır. Sevgi iletişimi kaba yöntemlerle yapılmaktadır. Yani bencillik, bencilce sevmek, kibirli, gururlu, büyüklük taslayarak sevmek, kendinden daha aşağıda gördüğü insanlara karşı yapmış olduğu, sözüm ona diğerkamca hareketlerle sevgi göstermek, içtenlik taşımasa bile bütün bunlar, yavaş yavaş, insanı gerçek sevgiye alıştıran birer etkendirler. Daha başka ifadeyle, kibir gibi, bencillik gibi, ululanmak gibi nefsani olayların arkasında sevgi intikalinin, sevgi aktarışının olmadığını görüyoruz.

Eğer varlık gerçekten direncini azaltmış, sevgi enerjsini kendi bünyesine alabilmiş olsaydı, o enerjinin o bünyede meydana getireceği yüksek seviyeli değişiklikler, onun için mukadder olurdu. Bugün insanların kibir, bencillik, nadanlık, merhametsizlik gibi hor gördüğü, beğenmediği olaylar ortaya çıkmazdı. Eğer çıkıyorsa, bu yine sevgi enerjisinin alınıp fakat büyük bir direnç gösterilerek bünyede muhafaza edilmesinden doğuyor.

Kendini ve Başkasını Sevmek



KENDİNİ sevmek, almak ihtiyacından, sahip olmak, her şeye malik olmak ihtiyacından doğar. Bu, negatif bir yönelmedir ve kainat içerisinde buna, dişil prensibin işleyişi denir. Yani dişil prensibe sahip olan negatif yönde gelişir, hep almak ihtiyacındadır. Bunun diğer bir ismi, kendini sevmektir.


Başkasını sevmek, vermek .ihtiyacından doğar. Pozitif yönelmedir ve eril prensibin işleyişidir. Dolayısıyla "sevgi ahlakı" kapsamında en az iki türlü sevgi vardır: Bunun bir tanesi diğerkamca sevgidir; pozitif, verici sevgidir. Diğeri de, bencil sevgidir; alıcı sevgidir, almak için sever.



Sevgi-direnç ilişkisinde de üç türlü sevgi vardır:


1- Aldığı kadar vermeyenler:

Bunlar bencil, çıkarcı sevgiyi uygularlar. Dirençleri çok fazladır.


2- Aldığı kadar verenler:


Bunlar sevgi tacirleridir. Orta dirençli varlıklardır. Ne alırlarsa, onu verirler. Hiçbir şey almazlarsa, hiçbir şey vermezler.


3- Aldığından fazlasını verenler:

Bunlar diğerkam sevgiyi yaşarlar.



Dirençleri çok azalmış varlıklardır. Aldığından fazlasını verirler. Dirençleri az olduğu için hayatın çeşitli dönemlerinde kendilerinde sevgi enerjisi birikimi artmıştır, üstelik kendileri de üretmektedirler. O halde bir alıp, üç verebilirler.


Aile, toplum ve millet olarak yaşayış, insanların, sevgi gücünü çekmeyi ve bunu yansıtmasını öğrenmelerine vesiledir. Sevgi ihtiyacı tatmin edilmez, nakledilmezse dengesizlikler, bunalımlar, stresler doğar. Bu, bütün bir toplumu kapsayabildiği gibi, her ferdi, her aileyi, her grubu da kapsayabilir. Daha ziyade psişik ve nevrotik

mahiyette bulunan bir yığın rahatsızlığın temelinde sevgisizlik yatar. Sevgisiz olarak yetişmiş, sevginin nasıl alınıp verileceği öğretilmemiş veya karşısına bu imkan çıkarılmamış varlıklarda, sevgisizlikten doğan birtakım yan arızalar ortaya çıkar. Kendine güvensizlik, aşağılık duygusu, sadistlik, nefret, kendi içine kapanma gibi birtakım problemler ortaya çıkabilir. Daha aile yuvasındayken sevgi enerjisini almayı, kendi varlığında tutmayı, çoğaltmayı öğreterek, yavaş yavaş çocuğun gelişmesini sağlamalıdır. Önce çıkarcı bir sevgiyi, ondan sonra sevgi tacirliğini öğretmek, daha sonra da diğerkam sevgiyi çocuğa öğretmek lazımdır. Zaten çocukların gelişimi genellikle böyledir.


Varlıklardan bahsederken, sadece insan varlığını değil, hayvan ve bitkileri de kastediyoruz. Hayvanlar ve bitkiler arasında acaba bir iletişim var mıdır? Elbette vardır. Hayvanlar arasında sevgi iletişiminden doğan koruma ve fedakarlık örneklerinin sayısı çoktur. Hayvanların birbirine karşı gösterdikleri fedakarlık ve koruma, içgüdü ismiyle anılmış olsa da, esasında büyük bir sevginin A, B, C'sini tezahür ettiriyor. Sevginin A, B, C'si içgüdüseldir. Bunu sadece hayvanlara atfedemeyiz. Çünkü insanların da çoğunun sevgisinin başlangıcı içgüdüseldir. Bazen anne-evlat arasındaki sevgilerin büyük bir kısmında bu içgüdüsel sevgi dahi tezahür etmeyebiliyor. Yavrusunu öldüren, yavrusunu satan, bir cami avlusuna bırakıp giden anne yok mudur? Bir güvercinin yapmayacağı şeyi insan yapabiliyor. Hiçbir kuş, yavrusunu yuvadan aşağı atmaz; ta ki uçma zamanı gelinceye kadar. Bu da zaten atmak değil, onu uçmaya alıştırmak içindir, ilk harekettir. Leylek yavrusunu yuvasından atar ama uçması için.


Bitkiler arasında acaba durum nedir? Bitkiler birbirini sever mi? Bitkiler bitki olmayan canlıları "sever mi? Sever. Özellikle bitkiler daha da hassastırlar. Çünkü Bitkilerin Gizli Yaşamı isimli kitapta ifade edildiği gibi ve bugün de hala büyük çalışmalar halinde sürdürülen, bitkiler arasında "Baxter Etkisi" olarak bilinen mükemmel bir telepatik alışveriş mevcuttur. Yani birbirinden hoşlanan********hoşlanmayan bitkiler, bitkilerin hayvanlara karşı tezahürleri, bitkilerin insanlara karşı tezahürleri bilinen hususlardır.

Demek ki sevgi evrenseldir, her yerdedir, her bünyenin içerisindedir. Atomun da, insanın da içerisindedir; bütün kainatı sarmıştır. Bu genel çekim, yani tanrılık cezbe her yerde mevcuttur. Her şeyi kendi kudretli eli içerisinde tutan bu güç, sevgi ismini verdiğimiz güçtür. Yoksa kavram olarak düşündüğümüz sevgi değildir.


İnsanlardaki doğa, hayvan ve bitki sevgisinin asıl sebeplerinden biri şudur: Bitkiyi bitkiye, bitkiyi hayvana, hayvanı hayvana, hayvanı doğaya ve bütün bunlarla beraber daha şuurlu olan insana bağlayan bir bağ olması lazımdır. Bu sadece görgül bir mesele, yani görmekten dolayı, duyularla hissetmekten gelen bir birleşme, bir tabii kaynaşma değildir. Bu, her varlığı kendi içinden saran bir güçtür. Doğa, bitki, hayvan ve insan ancak birbirini içten sararak yakalayabilirler.


İnsanlardaki bitki, hayvan ve doğa sevgisinin sebebi, bitki ve hayvanların sevgi enerjisini çok daha az dirençle almalarıdır. Onlar kesinlikle herhangi bir dirence sahip değiller. Dolayısıyla bizim onlara verdiğimiz sevgi, onlar tarafından çoğunlukla aynen kabul edilmektedir. Ve böylece onlardan bize saf bir sevgi aksetmektedir. Ama bu insanlar arasında mümkün olmuyor. Çünkü insanlarda direnç var; bitki ve hayvanlarda ise yoktur. Neyse odurlar. Alıyor ve veriyorlar. Dolayısıyla insanların bugün bitki ve hayvan beslemeye karşı, doğaya karşı maydana 'gelen sevgi artışının sebebi, bitki ve hayvanların sevgi enerjisini çok daha az rezistansla almaları ve vermeleridir.


Gerçekten insanlar insanlara sevgi vermiyor. İnsan hep menfaatle alakalı olmak üzere, belki de sürekli negatif tepkiler alıyor. Nefretler alıyor; zıt çekimler içerisinde bunalıyor. Ama ne hayvan ne de bitki insandan nefret etmiyor. Hayvan ve bitki sevgisinin çok yayılmış vaziyette olmasının sebebi bize göre işte, budur. Tek başına kedisi ile, köpeği ile, bitkileri yaşayan yüzlerce,

Binlerce insan bunun kanıtıdır.
Sevginin onemi.. Bu gün bir kez daha anladim. Ve üzerine bu guzel paylasim denk geldi. Emeginize saglik.
 
Üst