Eski köy hikayeleri

Anosia

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Nis 2016
Mesajlar
76
Tepkime puanı
44
Yaş
33
Konum
İstanbul
Hazır uykum kaçmışken başlık hortlatayım. :)
Anne tarafım köyde yaşanan paranormal olaylar konusunda oldukça zenginmiş anlaşılan. Şu son zamanlarda onlardan pek çok hikaye duydum ama şimdilik sadece birini anlatacağım. Annemin babası annem daha altı aylıkken vefat ediyor, bunun sebebinin ise nıpgılcalar olduğu düşünülüyor. Olay tam olarak şu; bir akşam dedem eve dönerken tarladan geçen yolu değil de derenin yanından geçen yolu kullanmış (dere dediğime de bakmayın, içi taş dolu garip bir su birikintisi dedem daha doğru olur, insanın bileğine bile zor geliyor). Derenin yanından geçerken uzaktan suyun içinden bir şeyin çıktığını görüyor, yakınlaştıkça bunun çok güzel bir kız olduğunu farkediyor. Bu varlık onu farketmiyor, direkt tarlaya yöneliyor, tarlanın sonunda da bizimkilerin evi var. Dedem bir panikle peşinden koşmaya başlıyor, varlık bunu farkedince hızlanıyor ama dedem yine de onu saçından yakalıyor. Bir süre debeleniyorlar, en sonunda nıpgılca kaçıyor ama dedemin elinde bir tutam saçı kalıyor. Bu olaydan bir süre sonra da dedem o nıpgılcanın çıktığı derede ölü bulunuyor, ölüm sebebini de o nıpgılcanın saçını kopartmasına bağlıyorlar.
 

ZeberuS

Banlı Kullanıcı
Katılım
17 Ağu 2015
Mesajlar
143
Tepkime puanı
7
Küçükken bende düğün alayı gördüm iki köyün ortasında mezarlığı geçince dere vardı orda. Ama bildiğimiz normal insanlar gibi bana zarar vermeden geçiyolardı bakanlar oluyodu gülüyolardı..Köye geldim anne bizde düğüne gidelimmi dedim annem şaşkınlıktan bakıyodu bana sadece. Müslüman düğünüymüş dedi büyükler. Birde yayla düz bir çimenden geniş bir alanda teyzemi gördüm ama teyzem istanbuldaymış o sene hiç gelmemiş.. Bende dedim ne güzel gelmişler sevincimden uçuyodum onlarında çocukları var diye.. Yani akıl almıcak olaylar var ama beni en çok etkileyen birgün uyandığımda milyonlarca yılan etrafımdaydı beni sarmışlar sabah 4 civarı çığlık attım köyde. teyzem annem geldiler bana bağrıyolar oğlum birşey yok yatağında neden korkuyon derlerken kayboldular ama sesleri fısıltıları hala kulağımdaydı.. 3cü olayımda kırsalda güzel istanbulda beğendiğim bir kıza benziyen kız gördüm peşinden gittim giderkende sanki başka yere gidiyomda yolum oraymış havalarım vardı okadar gitmişimki o kızı takip ederken bir an uyanmasam aklımı almış beni nerelere götürürdü bilemem kaçtım anlayınca..
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
Yine bir hikaye anlatayım gece gece ama bu da ucundan define hikayesi olsun. Eskiden bizim köyün oralardan bir çoban her zaman ki gibi koyunları otarmaya (otlatmaya) götürmek için hava daha hafif aydınlıkken evden çıkmış. Saatler geçmiş güneş tepeye çıktıktan sonra koyunları köpeklere bırakmış kendi bir ağacın altına oturuvermiş. Şöyle rahat rahat gerilirken gözüne küçük bir tepenin arkasında kulübe ilişmiş. Kendi kendine söylenmiş bunu buraya kim yapar ki diye.. Hadi yapmışlar neden kimsenin haberi yok (Köy yerinde böyle konular çabuk yayılır.). Kalkmış ağacın altından kulübeye doğru yavaş yavaş ilerlemiş. Bu yapı ise tahtadan küçük bir oda kadarmış. Velhasılıkelam kulübenin önüne kadar gitmiş. Bir bakmış ki kapısının önünde bir yılan yatıyor. Yılanda kocaman birşey tabi.. Dolanmış arkadan kulübenin ufak çatlak bir yerinden içeri bakıvermiş. Birde ne görsün bir sürü altın ve yanında ki küpler bile dolu.. Çoban tabi gözlerine inanamamış. Hemen değneğini almasıyla birlikte kapısında kıvrılmış bir vaziyette hareketsiz duran yılanı fırsat bu fırsat deyip taşla öldürmüş. Kapıyı açıp içeri girmiş, içi altınla dolu iki küçük küple beraber hemen köye koşmuş. Koyunları dahil her şeyi orada bırakmış. Kimse görmeden eve vardığında küpleri ahıra koymuş kapıyıda kilitlemiş. Çocuklarını çağırmış ve at eşek ne varsa çocuklarıyla beraber çıkmış gitmiş tekrar kulübenin oraya.. Oraya vardıklarında adam koşa koşa ter kan içinde kulübeye yetişmiş ama birde ne görsün... Kulübe ortalıkta yok ama yılanın ölüsü hala orada.. Çocuklarına olayı anlamış ama çocukları bile adama inanmamış. Çocuklarına koyunlara bakın ben köye gidiyorum diye söylemiş ve tekrar köye dönmüş. Ahıra bir hevesle dalmış ama küplerin ağzını açtığında eline gelen sadece kuru kuru yapraklar olmuş. Adam zaten orada aklından olmuş ve 2-3 ay sonra da vefat etmiş.
 

xalpx

Kayıtlı Üye
Katılım
19 Kas 2010
Mesajlar
205
Tepkime puanı
18
Bende çok yakın bir arkadaşımın köydeki akrabalarının başından geçen olayı anlatayım. Arkadaşımın annesi ninesi falan daha o doğmadan önce köylerinde yaşıyormuş. Bir akşam evde evin erkekleri yokken annesi, ninesi ve teyzeleri evde odada oturuyorlarmış. Önce nereden geldiğini anlamadıkları şarkılı türkülü konuşmalı kalabalık sesler duynuşlar daha bunun ne olduğunu anlayamadan evin kapısının içinden 4-5 varlık girmiş. Bunlar herbirinin boyları kısadan uzuna sıralı bir şekilde üstlerinde rengarenk ve oldukça parlak kıyafetler olan ayrıca ellerinde bazı çalgılar olan varlıklarmış. Rn uzun boylusı en önde def çalarken diğerleride türkü gibi birşey söylüyormuş tenleri parlak beyazmış. Kanepede oturan kadınlar tabi aniden odanın ortasında türkü söyleyip def çalan bu varlıkları görünce korkuyla şok geçirmişler ve donakalmışlar. Olayın ne olduğunu anlayan nene kadınlara sakın yerinizden kalkmayın ses etmeyin demiş. Bu varlıklar biraz odanın ortasında dört dönüp daha sonra def çalarak geldikleri gibi çıkmışlar. Tabi ev halkı acayip korkmuş. Aynı manzarayı evin komşularıda görmüşler uzaktan eve girip çıkan o parlak varlıkları. Galiba düğüne denk geldi bizimkiler diyordu.
 

Kaizis

Kayıtlı Üye
Katılım
28 Nis 2016
Mesajlar
28
Tepkime puanı
4
Konum
Züğürdün Çenesi
3 ay önce doğum yapan biri için alkarası tehlikesi yoktur artık değil mi? Zaten haftanın çoğu günü tek kalıyorum birde mabeti okuyup iyice etkileniyorum. :)

Alkarısı, sadece bir efsane değil miydi ki? Bir dönem, bu "varlık"a karşı epey ilgi duymuştum bazı sebeplerden ötürü. Lâkin, birçok kaynakta anadolu efsanesi olduğu yazıyordu. Umuyorum sadece bir efsanedir :( Belki de ümmü sübyanla bir bağlantısı vardır, bilemiyorum.
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
Bir zamanlar bizim köyde iki tane kız kardeş varmış. Bu kardeşlerin adı bir olay yüzünden uyurgezere çıkmış ve tabi devamı daha kötü... Yaşlı kesimin anlattığına göre (dördüde öldü toprakları bol olsun) bir gece bizim kekeşçeye (köyden 1 km uzak) kadar gecenin bir yarısı yürüyerek gidip, ev halkının onları bulamayınca galeyana gelmesi sonucu köylüler tarafından bulunmuşlardı. Bulan kişiyle bizzat konuştuğumda çok şaşırmıştım çünkü bizi buraya niye getirdin diye adama çıkışmışlar. Sonra adam diğer köylülere bağırıp yanlarına gelince sus pus olup kafalarını önlerine eğmişler. Kulağa ürkütücü geliyor. Bizim köy mekan olarak zaten dağlık bir alanda olduğu için bir hayli ıssızdır. O yüzden bu olaydan sonra ailesi kızlarının üstüne daha çok düşmüş. Fakat ne çare bir gecenin bir yarısı yine böyle bir olay olmuş. Kapı sesine uyanan abi hemen çifteyle kapıya çıkıyor ama kapıyı bir türlü açamıyor. Dönüp hemen kızların yattığı yere bakınca orada olmadıklarını görüyor ve bağırarak evdekileri uyandırıyor. Herkes kapıya gelince abi kolu indirdiği gibi kapı açılıyor. Tabi adam donup kalıyor ama aile kızların telaşına uyandığı için adamın o halini farkedemiyor bile. Herkes aynı olay diye bağıra çağıra dışarı çıkıyor köy halkı başlıyor kapıya çıkmaya. Herkes tekrar aramaya koyuluyor kızları ve ilk grup direk kekeşçeye gidiyor. Tabi gittiklerinde bir bakıyorlar ki kızların bütün elbiseleri, iç çamaşırları hepsi orada. O grupta kendi içinde ayrılıp ikişerli olarak aramaya başlıyor. Kapıyı açan o abi dağlara taraf giderken yolda kızlardan birinin bir şeyini buluyor, neyi bilmiyorum. Sonra yanındaki adama buraya gelirken kapıda yaşadığı olayı anlattığı için yanındaki korkudan daha fazla dağlara taraf gidemiyor. Zaten karanlık, ıssız cesaret işi bu. Abisi adama kızınca adam sinirlenip geri dönüyor ve gruplara haber vermeye gidiyor. Abiside çifteyle birlikte tek başına aramaya devam ediyor. Geri dönen adam kimseyi göremeyince iyice korkup direk köye dönüyor. O dönene kadar zaten sabah oluyor ve köylülerin hepsi teker teker eli boş geliyor. O gün köylüler daha iyi hazırlanıp adamın dediği karşı dağlara doğru gidiyorlar ama ne kadar baksalarda kızlardan ve abiden iz bulamıyorlar. Jandarma bile aradı fakat hiçbir iz bulamadılar. Aile perişan oldu. Köylüleri korku sardı... Tabi ta ki üç kardeş 1 ay sonra bulunana kadar. Nasıl bulunduklarına dair detay vermeyeceğim. Hikaye yeterli.
''Yer isimleri gerçek değildir.''
 

EkSen

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Ocak 2017
Mesajlar
217
Tepkime puanı
269
Bayılırım köy hikayelerine. Bir ara damlatırım buraya bir kaç sanal mürekkep. @Ori bu arada hikayeni okudum ama beynim döndü :) kim nereye nasıl gitmiş abi kardeş hala teyze derken şarteller yandı...
 

Seraphine

Kayıtlı Üye
Katılım
26 Ocak 2017
Mesajlar
472
Tepkime puanı
734
Yaş
30
Konum
Hall of Guides
Şahsen hiç bir köyüm olmadı. Yani doğduğumdan beri hep şehirde yaşamımı sürdürdüm. Ama bu tarz şeyler gerçek veya hayal gücü olsun beni etkiliyor biraz. Bu yüzden korku filmi de izleyemem zaten. Ay ona bu olmuş, bu niye öyle yaptı derken kendimi duygusal anlamda üzülmüş buluyorum. Biraz fazla duygusal yaklaşıyorum belki ama hep bir trajedi, hep bir dram ile karşılaşınca içim eriyor yani resmen.
 
  • Beğendim
Tepkiler: Ori

EkSen

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Ocak 2017
Mesajlar
217
Tepkime puanı
269
Önceden yazmış olduğum bir hikâyemdir.

Cin Günlükleri ( ESKİ KÖY )

Çocukluğumdan bu yana seviyordum bunu yapmayı… Arabanın camından çıkardığım kolumun rüzgarın gücü ile okşanması bir yana, rüzgarın o saklı kudretini hissetmek ayrı bir haz veriyordu düşüncelerime.
Arabayı amca oğlum kullanıyordu ve o yola konsantre olmuşken, ben yine rüzgarı düşündüm. Gözle göremediğimiz ama her yanımızda hissettiğimiz bu hava akımının hayatımızda ki önemini…
Hafif bir esintisi ile sanki nazikçe okşar gibi olan bu güç, kızdığında dağları yerinden söküp atabiliyordu…
Fakat şimdi, ruhuma masaj yapmaktaydı. “Köy yoluna girdik” dedi kuzenim. Girdiğimizin bende farkındaydım. Üç buçuk saatlik yolcuğumuzun sonuna varmak üzereydik. Sabah İstanbul’dan yola çıkmış ve Halamızın yanına uğramak niyetiyle köyün yolunu tutmuştuk. Asıl hedefimiz ise Yaylamızdı ama yaylaya geçmeden önce köyde bir gece konaklamak ve halamızı görmek niyetindeydik.
Köy yollarının sevdiğim birçok yönü olmuştur oldum olası. Bir kere buraların havası temiz oksijeni yüksektir. Sonra tabiata yaklaşmış olursunuz. Eğer biraz dikkat edersen ve kısmetinde de varsa, bir ağacın dalına tünemiş şahini görebilir, yolun kenarında büzülen bir kirpinin saklanma çabasını fark edebilirdiniz. Hatta bazen hayrına yapılmış hayrat çeşmelerinin başında durup, dağdan akıp gelen buz gibi suyun tadına varabilirsiniz. Neyse ne sonuçta köy yollarını seviyordum. Zaman zaman bozuk kısımlarına denk gelsek de…
Köyümüze yaklaştığımızın en bariz işareti olan komşu köyü görünce uyardım amca oğlunu; “Yaklaştık bak Kurumcular Köyü ”

“On dakika sürmez varmamız” diye karşılık verdi kuzen.
Sohbeti sürdürmek niyetindeydim; “Burada ki efsaneyi biliyor musun?”
“Ne efsanesi?”
Parmağımla işaret ederek gösterdim; “Bak bak tam şurada ki harabe evi görüyor musun?”
“Hangisi oğlum? Hepsi bana harabe geliyor”
“ Bak şu iki katlı olan” Yani dercesine bir bakış attı bana kuzenim.
Devam ettim konuşmaya; “Yıllar önce o evdekilerin başına çeşitli kazalar filan gelmiş, sonunda ev ahalisi ve hatta eve yakın komşuları bile oraları boşaltmışlar. Şehre yerleşmişler filan.”
“Eee?”
Dikkatini çekmiştim amca oğlunun.
“Sonra o evin sahibin oğulları yıllar sonra evi yıkıp yerine daha iyi bir ev yapmaya kalkışmışlar ama başaramamışlar”
“ Neden?”
“Çünkü müteahhit değillermiş ahahahah”
“Lan bi yürü git mal herif”
Yaptığım iğrenç esprinin kahkahasından sıyrılıp ciddi olmaya çalıştım tekrar; “Tamam tamam valla bak çocukları bir türlü o evi yıktıramamışlar çünkü izin vermiyorlarmış”
“Kim, köylüler mi?”
“Yok be oğlum cinlermiş izin vermeyenler”
Ben cümlemde cin lafını geçirdiğimde şaka yapmadığımı bilecek kadar tanırdı beni kuzenim.
“Nasıl lan?”
“Bayağı be oğlum ne zaman dozerle yıkmaya kalkışsalar hep bir aksilik çıkmış, ya aletler bozulmuş, ya kaza geçirmişler veya yıkabildikleri kısımları bile ertesi günü geldiklerinde sanki hiç yıkılmamış şekilde bulmuşlar.”
Birkaç saniyelik sessizlik olmuştu arabada. Belli ki kuzenim anlattıklarımı tartmıştı kafasında, sonra heyecanlı bir tınıyla sordu;
“Sonunda ne olmuş peki?”
“Hiçbir şey. Bildiğim kadarıyla çocukları evi yıkmaktan vazgeçmişler ama kimse de o evin yakınına bile yaklaşmamış bir daha”
Bunu söylerken evin bulunduğu alana bakmıştım son bir kez. Gerçekten de köyün yerleşim biçiminde o evin durumu garip gözüküyordu. Sanki ormanlık bir alanın ortasında yanıp siyahlaşmış bir alan gibi o ev ve civarı ölü gözüküyordu bakınca. Çevrede ki diğer evler ise birbirlerine yakın inşa edilmişken o evin civarı ıssız kalmıştı.
“Köyümüzdeyiz”
Kuzenimin sesiyle dönüş yaptım arabaya. Gerçekten de köye varmış ve halamın evine yaklaşmıştık. İç Anadolu'nun büyük köylerinden biri sayılırdı bizim köyümüz. Aslında köyümüz daha aşağıda kalıyordu. Devlet eski köyün yakınına baraj yapınca köylüler de köyü yukarı doğru taşımak zorunda kalmışlardı. Eski köy, baraja yakın ve daha alçakta harabe bir halde bırakılmıştı.
Bu küçük gezimin gizli amacı da işte bu eski köydü. Bir süredir kendimi görüp de duyamadığımız ama aynı dünyayı paylaştığımız komşularımızı incelemeye vermiştim. Hani birçok insan onların adını söylemeye bile çekinirken ben eğer kullanıyorlarsa ayakkabı markalarını bile öğrenmek niyetindeydim. Eski köy bu açıdan dikkatimi çekiyordu, zira terk edilmiş mekanları bir süre sonra bu arkadaşların sahiplendiğinin farkındaydım.
Halamız için bizim ziyaretimiz sürpriz olmuştu. Ona haber vermemiştik ama o özellikle yaylacıların akın akın köye de uğradıkları bu dönemlerde misafirlerin gelişine alışmıştı. Bizleri her zaman ki anaçlığıyla karşıladı, sahiplendi. Klasik köy ayranını ve gözlemesini öğle saatlerinde boğazımıza sokuvermişti bile.
Köylü milleti için misafirlerini yemek içirmek adeta bir şeref meselesidir. Kocasını 3 yıl önce kaybetmişti Halamız. Çocukları şehirde yaşıyordu ve annelerini yanına almak istedilerse de Halam pek oralı olmamıştı. O tam anlamıyla bir köy kadınıydı ve erinin bıraktığı bu evi belki de emaneti diye bırakmıyordu… Ya da belki de sadece köyünü sevdiği içindi kim bilir?
Konuşabileceğimiz pek fazla ortak sohbetimiz olmasa da halamızla geçen zamanın farkına bile varmamıştık. İkindi sonrası kuzenimle köyü dolaşmaya çıktık. Tanıyabildiğimiz birkaç hısım akrabayı ziyaret ettik. Akşam ezanıyla birlikte tekrar halamızın evine dönmüştük. Halam bizlere yemek hazırlamakla meşgulken amca oğluna ağzımda ki baklayı çıkarı verdim sonunda;
“Yemekten sonra eski köye inelim”
Hafifçe kıstı gözlerini. “Eski köy! Bu saatte!”
“Tam saati aslında… ”
“Manyak mısın diyeceğim mısını fazla manyaksın tabi ki. Otur oturduğun yerde ” diye kestirip atmıştı kuzenim.
Ona göre akşamın karanlığında eski köye inmek delilikten başka bir şey değildi. Yemek sonrası konuyu tekrar açıp onu ikna etmeye çalıştımsa da kandıramamıştım. Eski köye inmek istediğimi duyan halamda itiraz etmişti bana…
Yine de, kararlıydım. Yarın erkenden köyden ayrılacaktık ve bu akşam ne yapıp edip o köyün atmosferini incelemem gerekiyordu. Ayaklandığımda beni vazgeçiremeyeceğini anlayan halam elime bir yandan eski bir feneri tutuştururken bir yandan da gayet ciddi bir ses tonuyla uyarısını yapıyordu; “Aman yavrum yoldan sapma bak gel hemen ve hep oku emi. Duasız gezme oralarda”
Aslında eski köyde bakınmak istediğim yegâne yer rahmetli büyükbabamın eviydi. Köy yerinde Büyükbabaya; dede, Büyükanneye ise; Ebe denirdi ve ben dedemlerin köy evinin ne halde olduğunu daha da doğrusu içeride birilerinin olup olmadığını merak ediyordum.
İşte merakımın tam da bu dönemecinde hız kesmesini adamakıllı öğrenememiştim. Bu ilgimden haberdar olan yakınlarıma göre gereksiz ve tehlikeli bir ilgi alanıydı benimki. Gereksizlik konusunda onlara katılmasam da tehlikeli olduğu konusunda hemfikiriz.
Bazı insanların ; “ yahu hiç mi korkmuyorsun “ serzenişlerine haykırarak cevap veresim geliyordu bazen… “Korkmaz mıyım hem de dibine kadar ama onlarda korkuyorlar”
Her ne olursa olsun birbirlerinden korkan iki varlığın karşılaşmasından iki sonuç ortaya çıkardı; Ya düşman olurlar ya da dost…
Kafam da bu düşünceler yürürken eski köyün hemen girişinde olduğumu fark ettim. Köyün köpeklerinin uluma sesleri arasında yoluma devam ediyorken hemen karşımdan gelen beyaz parıltıyı fark ettiğimde korku yanardağım adrenalin püskürtmeye başlamıştı bile. Adımlarımı yavaşlattım, bu arada parıltı güçlendi. Parıltı sandığım ışık bir aşağı bir yukarı hareket ediyordu. Adımlarımı durdurdum ama ışık durmadı. Yaklaştı, yaklaştı. Sonunda onu iyice fark ettiğimde gözlerimin de korkuyla yaşardığını fark etmiştim. Çabuk bir hareketle sildim gözyaşımı zira karşıdan gelen çocuğun beni bu halde görmesini istemiyordum. Evet gelen bir çocuktu. Taş çatlasın onüç ondört yaşlarında bir köy ergeni elinde feneri sallana sallana bana doğru geliyordu.
“Selamün Aleyküm” diye seslendim çocuğa… Yüzünde samimi bir tebessümle o da karşılık verdi bana; “ Aleyküm Selam ağabey hayırdır böyle?”
“ Hiç öyle bu yana doğru gidiyorum işte “ dedim. Yüzünde ki tebessüm daha da yayıldı.
“ Hatıplardan Kemal amcanın oğlu musun? “
“ Öyleyim” dedim. “Tanıyor musun beni?”
“ Ben değelde babam tanıyor seni. Güçükken köye geldiğinde baraja yüzemeye gidermişsiniz. Resimleriniz bile var bizde”
“Kimin oğlusun sen? “ diye sordum ona merakla…
“Ölmezlerden İsmail’in oğluyum ben. Mustafa adım”
Ölmezlerden İsmail. Hemen hatırlamıştım onu. Çocukken hemen her yaz geldiğimiz köyde en yakın arkadaşım oydu o zamanlar. Beraber yapardık her şeyi… Beraber aşırırdık milletin bahçesindeki ağaçlardan meyveleri ve beraber kovalardık elimizde cirit benzeri sopalarla köyde ki kertenkeleleri… Bazen de baraja iner gölde yüzerdik saatlerce.
Sevinçle sordum çocuğa; “ Baban ne yapıyor? Nasıl?”
“ Heçç ne yapsın evde oturuyor sen ne edecen ki bu tarafta? Bura eski köy burada kimse olmaz”
“ Olsun öylesine geziyorum işte. Selam söyle babana delikanlı “ dedikten sonra tekrar yürümeye başladım, çocuğu birkaç adım geride bırakmışken şöyle bir geriye dönüp baktığımda çocuğun çoktan gitmiş olduğunu anladım.
Yoluma devam ettim, az sonra dedemin evinin hemen önündeydim. Bahçe çiti çoktan yıkılmış bu virane evin avlusu yabani bir sürü otla kaplanmış geçiş yolu fark edilmiyordu. Yine de avluya girdim. İki katlı ahşap bir evdi burası. Kapıyı kontrol ettiğimde sıkı sıkıya kapalı olduğunu gördüm. Fener ışığını şöyle bir evin etrafında gezindirirken diğer kapı aklıma gelmişti. Bu tür evlerin yüklük adı verilen bir bölümü olurdu ve oraya da başka bir kapıdan girilirdi. Diğer kapı evin yan tarafındaydı. Oraya doğru ilerledim. Kapının olması gereken yerde delik deşik bir muşambanın yer yer hışırtılar çıkararak sallandığını fark ettim. Belli ki kapı çoktan sökülmüş ve yerine bu muşamba geçirilmişti ama o da parça parçaydı. İçeri adımımı attığım anda bir üşümüşlük hissi ürpertmişti her yanımı. Tüylerim diken diken olmuş ve sırtımdan enseme doğru bir buz tabakası yayılmıştı adeta. Vücudumun verdiği bu tepkinin literâtürde ki adı kısaca; Korkuydu…
Böyle izbe bir yerde ve bu saatte tek başına bir insanın korkmaması elde değildi zaten. Zaman zaman duyduğumu sandığım tıkırtıların sağa sola kaçışan böcek ya da fare benzeri hayvanlardan geldiğinin farkında olarak yavaşça üst kata çıkan merdivenlere yöneldim. Hatırladığım kadarıyla Dedemler genelde üst katta otururlarmış. Alt katı ise günlük işler ve gelen misafirleri karşılamak için kullanırlarmış. Merdivenlerden oldukça ihtiyatla çıkıyordum zira bastığım bir basamağın çökme ihtimaliyle sakatlanmak istemiyordum. Sonunda üst kata vardığımda üç oda kapasından ikisinin açık olduğunu ama birinin kapalı olduğunu gördüm. Kapısı açık odaları fener ışığıyla hızlıca bir süzdükten sonra kapalı olan kapının önüne geldim ve o an fark ettim. Feneri kapı eşiğine doğru her tuttuğumda eşikten yayılan gölgeleri gördüm. Sanki içeride birileri oldukları yerde sallanır gibi gölgeler belirsiz hareket ediyorlardı. Korku volkanım yeniden lav püskürtmeye başlamıştı. Acaba dedim kendi kendime bahçede ki ağaçların rüzgârda sallanan silüetlerimi düşüyordu odaya?
Kapıyı açtım ve inanın açılmasını beklemiyordum… Önce hiçbir şey göremedim. Sonra her şeyi gördüm. Annem yerde kurulu bir sofranın üzerinde elinde ki oklavayla hamur açıyordu. Hemen yanında ebem oturmuş o da açtığı hamurlara şekil veriyordu. Beni görünce ikisi birden kaşlarını çattılar. Annemi daha önce hiç bu kadar genç görmemiştim. Ayrıca ben onu kaybedeli yıllar olmuştu. Yoksa olmamış mıydı? Annem hayatta mıydı?
“O pantolonunun hali ne öyle?” seslenen annemdi… Kesinlikle bu onun sesiydi. Yerinden kalkmış bana doğru geliyordu. Bense olduğum yere mıhlanmıştım.
“Batırmışsın her yerini ” O bana söylenirken ben sadece ona bakıyordum şaşkınlıkla. Tanrım ne kadar güzelmiş meğer ve ne kadar çok özlemişim onu.
Sonra ebemin de hareketlendiğini gördüm. Ayağa kalkmış anneme sesleniyordu; “ Dereye götür onu, yıka orada “
Ebemi ayakta ilk kez görüyordum çünkü o kötürümdü… Hiçbir zaman yürüdüğünü hatırlamam ama şimdi odanın içinde hem geziyor hem de anneme söyleniyordu.
Bir anda kendimi dışarıda bulmuştum. Annem önümde süzülürcesine ilerliyordu. Sonra durdu. “Gel “ dedi. “ Bak oraya git yürü hadi yıkan “
Orası dediği yer baraj gölü ile derenin birleştiği yerlerden bir sazlıktı. Buralara bataklık derdi köylüler. “ Hadi git git “ annemin sözünden çıkacak değildim. Git diyordu ve bende gidiyordum. Her adımımla biraz daha çamura saplanıyordum derken bir an için duracak iradeyi buldum kendimde ve durup geriye baktım. O güzel kadının aslında o kadar güzel olmadığını fark eder gibi oldum. Durmamla beraber kollarını iki yana açmış garip bir şekilde sallıyordu. Sanki kollarında kemik yokmuş gibi biçimsiz bir şekilde sallanıp duruyordu o kollar. Bir yandan da daha kuvvetli bağırıyordu; “ Gitt durmaa gitttttt “ Neden bilmem yeniden yürümeye devam ettim. Yanlış olan bir şey vardı bunu hissedebiliyordum ama yine de kendime mani olamıyordum. Neredeyse artık kasıklarıma kadar su ve çamurun içine batmış zorlukla yürümeye çalışıyordum.
Sonra kafamın içinde başka bir ses duydum. Önce anlayamadım. Biraz daha dikkat kesildim. Ses kafamın içinden değil arkamdan geliyordu ama geride kalan annemdi oysa bu ses ona ait değildi. Zorlanarak geriye döndüm. Bu kez gördüğüm annem değildi. O gitmiş yerine Mustafa gelmişti. Arkadaşım İsmail’in oğlu Mustafa.
“ Ağabey gell “ diye bağırıyordu. Çözülmeye başlamıştım. Yavaş yavaş idrakım çalışmaya başlamıştı. ALLAH aşkına benim bu bataklıkta ne işim var! Gerisin geriye yürümeye başladım. Mustafa elinde feneri bana ışık tutup yol gösteriyordu. Sonunda yanına vardığımda aklımın kontrolünü tamamen elime aldığımı hissettim.
“ Gel ağabey gel. Ne yapıyorsun burada öldürecen mi kendini?”
Hiçbir şey söyleyemedim. O da hiç konuşmadı sonra. Hızlı adımlarla eski köyden çıktık. Bana Halamın evine kadar eşlik etti.
Evdekilere üstümün başımın halini tek kelimelik cümlelerle anlatıp geçiştirmeye çalıştım; “düştüm”-“kaydım” gibi…
Duş alıp elbiselerimi değiştirdikten sonra kuzenimle paylaşacağımız odaya geçtiğimde konuyu açtım ona. Her şeyi anlatmadım hatta hiçbir şey anlatmadım sayılır… Sadece ona dediğim eski köyde yürürken yolumu şaşırdığım ve bataklığa düştüğümdü.
“Ee nasıl buldun sonra yolu?” diye sorduğunda Mustafa’dan bahsettim.
“ Hangi Mustafa?”
“ Sende tanırsın hani Ölmezlerin İsmail var ya onun oğlu Mustafa”
Amcaoğlum huzursuzca dikildi yatağında; “ Kafamı buluyon oğlum? İsmail’in oğlu öleli kaç yıl oldu?”
“Ne?” “Mustafa diyorum o çocuk yıllar önce boğuldu gitti ya barajda bilmiyor musun sen?”
Birkaç saniye boyunca dilim tutulur gibi olmuştu. Ne diyeceğimi bilememiştim. Kuzenim konuşmaya devam etti; “İsimleri karıştırmışsındır sen başkasıdır o çocuk”
Başkası mı? Hangi başka çocuk babasıyla çektirdiğim fotodan haberi olurdu ki be kuzen diye geçirdim içimden. Lafı uzatmak istemedim. “ALLAH rahatlık versin “ deyip arkamı döndüm.
Sabaha kadar bir kez bile gözümü kırpamadım çünkü ne zaman kapatsam gözlerimi Annem kılığında ki o şeyin bataklıkta ki görüntüsü canlanıveriyordu.
İnlerine giren bendim, sorumlulukta benimdi ama yine de Rabbim merhamet etmişti.
 

X6K3

Kayıtlı Üye
Katılım
30 Kas 2016
Mesajlar
119
Tepkime puanı
55
@Ori rica etsek biraz daha detay verme imkanının var mı? Film izler gibi sarıyor insanı anlattıkların :)
 
  • Beğendim
Tepkiler: Ori

Creative34

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2018
Mesajlar
158
Tepkime puanı
48
Bende köylerde ürküyorum hissediyorum varlıklar etrafım yadırgıyor

Bizim köyde de çok anlatılır. öyle geçmişte yaşanmış efsanevi şeyler değil, bizzat yaşayanlardan duyulmuş şeylerdir. en çok bilineni de "atlılar" diye ifade edilen esrarengiz olaylardır. köyde atlarla davul çalarak gezen ruhanilerden bahsedilir, görenler de vardır, uzun zamandır anlatılagelir ama ben ne gördüm ne de cinlerle yaptığım araştırmalarda bu tür bişeye denk gelmişliğim var. anladığım kadarıyla bizim bölgeye özgü bir durum.
Aynı şeyleri bizim köy içinde duymuştum gözüyle şahit olan iki kişi var sağlar

Bu konuyu çok sevdim duyulanma tercüman oldunuz ben köylerde enerji hissediyorum köy çocuğu değilim ama gece gündüz fark etmez hissediyorum gidince çünkü başka form varlıklar kentlerde barınmaz ıssız dağlık yerlerde olurlar köy hikayeleri bizim oralarda çık var bu yaz gittiğimde yine gece huzursuz oldum hissediyorum
 

X6K3

Kayıtlı Üye
Katılım
30 Kas 2016
Mesajlar
119
Tepkime puanı
55
Detayları aslında uygun olmadığı için anlatmıyorum. İçim el vermiyor. Malesef...
Anlıyorum, şahsen köyde olmasada bende yaşadığım bölgede mezarlıkta küçükken sarı/turuncu/kırmızı karışımı bir ışık ve onun içinden bana bakan gözler gördüğümü anımsıyorum, ayrıca komşumuzun annesi köyde dereden su toplarken peri ile karşılaşmış.
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
Bizim yakın köylerden birinde bir aile varmış. Kadın üç çocukla köyde yaşarken baba gurbette çalışıyor. Mevsim kış ama henüz kar yağmamış, hava kuru soğuk. Bir gün komşusu kadından tandırda ekmek pişirmek için yardım istiyor. Kadın tabi çocuklarına kapıdan ayrılmamalarını tembih ediyor ve diğer kadına yardıma gidiyor. Bir süre sonra kapıda oynayan çocukları bir bakıyor ki anneleri erkenden geliveriyor. Büyük olan çocuklar soruyor tabi anne neden çabuk geldin diye ama anneden cevap yok. Kadın dört yaşındaki oğlunun elinden tutup yürümeye başlıyor ve diğer çocuklarına bakıp eve gidin işareti yapıyor. Tabi çocuklar şaşkın bir şekilde kapıya doğru gidiyorlar ama içeri girmeden orada oturmaya başlıyorlar. 2-3 saat geçtikten sonra bir bakıyorlar ki anneleri gittiği yönden değil köyün içinden geliyor. Tabi kadın geldiğinde çocuğunu göremeyince çocuklara soruyor. Çocuklarda ne desin şaşkın şaşkın annelerine bakıyorlar. Köyün büyüklerinden biri o sıra çeşmeden dönerken sen bu soğukta nereye gidiyordun öyle Hatice diye soruyor. Kadın anlamadan komşudaydım ekmek yapıyordum diyor ama adamın bahsettiği konu bambaşka. Kadın çocukların halinden bir sorun olduğunu anlıyor ve tekrar soruyor Mehmet nerede diye. Çocuklar ağlarken o geçen amca kızım Mehmet senin yanındaydı ya diyor. Kadının telaşından amca bir problem olduğunu anlıyor. O gün orada olan biten anlaşılmadan çocuğu aramaya çıkıyorlar. Aksilik ise o gün çok kötü bir kar yağışı başlıyor. Geceye kadar her yeri arıyorlar ama çocuk ortada yok. Anneye soruyorlar çocuğa ne yaptın diye ama ekmek pişirdiği kadın sürekli yanımdaydı diyor. Anne perişan bir halde ağlarken bırakın çocuğumu bulayım diye feryat ediyor ama nafile köylüler bırakmıyor. Arama yapan köylüler gece bastırınca ne yazık ki soğuktan geri dönüyor. Sabah olduğunda bembeyaz örtü gibi oluyor bütün heryer. Köylüler jandarmaya haber veriyor ve bir yandan da tekrar aramaya çıkıyorlar. Uzun uğraşlar sonucu çocuğu buluyorlar. Fakat bir kayanın dibine çökmüş ve donarak ölmüş bir vaziyette... Ve bu bir önceki dağın farklı bir bölgesinde oluyor. O yüzden bizim köy ve civarı hep ilgimi çeker. O daha önce anlattığım ve girip çıktığım mağarada bu dağa yakın bir mağaradır. Her neyse kadın daha sonra psikolojisi yitiriyor. Çocukları bile kadından korkuyormuş anlatılanlara göre. Şimdi ne haldeler bilmem ama bizim köyde anlatılan hikayelerden en can alıcı olanlardan biri budur. Olayın perde arkasında ne olduğu hala bilinmiyor.
 

Seraphine

Kayıtlı Üye
Katılım
26 Ocak 2017
Mesajlar
472
Tepkime puanı
734
Yaş
30
Konum
Hall of Guides
Bir köyde geçmedi ama ben bebekken yaşanmış bir şeyi anlatmak istiyorum.

Ben daha bir kaç aylıkken bahçeli bir evde oturuyormuşuz ve evimiz merkezden biraz uzakmış. Evin etrafında çok sayıda incir ağacı varmış ve bu ağaçlar artık o kadar fazlaymış ki yolların etrafını bile kaplıyorlarmış. Annem o gece evde benimle yalnız ama civarda ki bir kaç evde akrabalarımız yaşadığı için korkma gibi bir durum olmuyor, mesafede çok fazla yokmuş zaten. Gece saat 12 veya 1'e doğru annem bahçeden gelen ayak sesleri duymaya başlıyor. Babamın ayakkabı sesleri ile oldukça benzer olduğu için o sanıyor ve ses kapıya doğru yaklaşıyor. Kapı çaldığında ben annemin kucağındayım ve benimle beraber gidip kapıyı açıyor. Dışarıda kimse yok, aynı ayak seslerini incir ağaçlarının oradan duyup bu sefer oraya doğru yürümeye başlıyor. Ağaçların arasındayken ben olukça gürültülü bir şekilde ağlamaya başlıyorum ve yengemler balkonda otururken benim sesimi duyup bakıyorlar. Ondan sonra zaten çağırmışlar ve annem olayı anlatmış. Yengem hafif bu tür konulara inançlı birisiydi ve anneme eğer o çocuk senin kucağında olmasaydı seni kaçırmaya yelteneceklerdi şeklinde şeyler söylemiş. Yani böyle bir şey ne kadar doğru olabilir bilmiyorum ama bir tür korkutma diyebiliriz gibi geliyor bana.

Veya farklı bir olayı büyükannem anlatırdı. Kendisi belli bir dönem ebelik yapmış. Yine doğum yaptırdığı bir kadını ziyaret edip genel bir kontrol yaparken bebek birden ağlamaya başlamış. Ama gerçekten hani tabiri caizse çatlarcasına ağlıyormuş. Bebeğin annesi çocuğa beddua ederek bağırmış ve büyükannem bunun karşısında şok olduğunu söylüyordu. Ki o esnada ezan okunuyormuş. İşi bitip oradan çıkarken kadın uğurlamaya kapıya gidiyor ve kapıda başka bir gün tekrar ziyaret edeceğine dair ufak bir konuşma yapıyorlar. Büyükannem kadın kapıyı kapattıktan sonra bir kaç adım atmış ve kadının çığlığını duymuş. Bebek yattığı yerde morarak boğulmuş ve görüntüsünde bir değişim meydana gelmiş. Cinlerin çocukları değiştirdiğine dair tezler savunurlardı.

Bu tür şeylerin ne kadar doğru olduğunu bilemem, gençliğimde anlatılan bir kaç hikayeyi burada yazmak istedim. Bir anlama sahipler mi, yoksa uydurmadan ibaretler mi hiç düşünmedim ancak ister istemez insan huzursuz oluyor ve ne söylese bilemiyor.

Yüce ışık karanlığı hayatımızdan uzaklaştırsın.
 

SpiralGöz

Kayıtlı Üye
Katılım
30 Ocak 2019
Mesajlar
3
Tepkime puanı
4
Afyon'un üçlerkayası köyünde "kuru deriyi yürüten hoca" diye anılan bir adam varmış. Olay şöyle, bir gün köy kahvesinde otururlarken deli-cinli olarak bakılan bir aileden bir adam yanındakine diyor ki
- Karın napıyor?(böyle biraz yanlış anlaşılır ya neyse)
yanındaki de:
- Evde uyuyor, diye cevap veriyor.
- Bana onun saçından 2 tel getir yatağı, yorganı ile buraya getireyim.
- Tamam.
Tamam diyor ama tabikide karısının saçından getirmiyor. Yeni kesilmiş, geriye derisi kalmış ineğin kuyruğundaki püskülden 2 tel koparıp getiriyor. Bir süre sonra kuru deri yerde sürüklene sürüklene kahvenin kapısından giriyor adamın adıda "kuru deriyi yürüten hoca" olarak kalıyor.
 

sabetay

Kayıtlı Üye
Katılım
3 Ocak 2015
Mesajlar
60
Tepkime puanı
44
Bilirsiniz eski köy insanlarının dilinde cinlerin insanlara göründüğü söylenir. Şahsen size eski insanların ağzından dinlediğim birkaç olayı derleyip paylaşmak istiyorum. :)
Şahıs isimlerini değiştirerek kullanacağım.

Annem küçükken köyde bir olay yaşamış bu yüzden ilk olarak bunu anlatayım. Annemlerin ev köyün sonunda bulunduğundan aşağı karanlık yerlere daha yakınmış. Annem bir gece uyanıyor ve tuvalete kalkıyor. Eskiden köylerde tuvaletler dışarıda olurdu bilirsiniz. Neyse kalkıyor ve kapıya çıkıyor. Az ilerledikten sonra bir bakıyor ki aşağı karanlık yoldan birşey ona doğru geliyor. Annem tabi telaşlanıyor ve geri geri adım atıyor. Kapının önüne kadar geliyor. Sonra bir bakıyor ki köyün diğer sonunda oturan Mehmet abi. Mehmet abey bu saatte nerden geliyorsun böyle ne işin var aşağılarda diyor. Mehmet'de karşı köyden geldiğini söylüyor. Sonra tabi tepkisiz annemi geçip gidince seslere uyanan nenem kapıya çıkıyor. Anneme kızım kimle konuşuyorsun sen gece gece diyor. Annemde tabi hala korktugu ıcın hala telaşlı bir şekilde Fadime bibinin oğlu geçti diyor. Nenem ilkten anlamıyor tabi birden çok oğlu var çünkü Fadime'nin. Bu saatte napıyormuş burada diyor nenem ve annemde karşı köyden geliyormuş diyor. Kızım bu saatte cesaretmı edebılır oradan buraya yurumeye senı kandırmıstır dıyor, hangı oglu gıdım sorayım yarın napıyormus burada dıye. Annemde Mehmet abı dıyor ama nenemde duzeltme geregı duyuyor. Annemde ısrarla Mehmet deyınce nenem geçen ay öldü ya kızım dıyor ne Mehmet dıye tutturdun dıyor. Annemın kafaya bırden dank edınce orada dusup bayılıyor. Gozunu sabah acıyor. Annem bunu anlatınca o korkuyu yasamıscasına anlatmıstı aklımda kalan hıkayelerden bırıdır.

Bu hıkayeyıde nenem anlatmıstı. Eskıden ahırlarda atlara musallat olan melekeler (boyle derler bızım koylerde) varmıs. Cogu gece atları rahatsız edıp gecelerı ahırın ıcınde koşturarak yorarlarmıs. Tabi sabah olduğunda ise yorgun atlardan verım alamayınca köylulerın tepesı atarmıs. Bır gece atların huysuzlandıgını duyan nenem kalkmıs ahıra ınmıs. Kapıyı bır acmıs ki ne gorsun atlar nefes nefese kosturup duruyorlar. Neyse gırmıs ıcerı atları tutmus bır guzel baglamıs. Bır bakmıs kı atın bir tanesinin yelelerı (sacları) hep örülü. Kör düğüm atılmış. Neyse nenem yelelerdeki düğümleri zar zor çözmüş( cogu zaman kesmek zorunda kalırlarmıs). Atların ıplerınede bakıp tekrar kapıyı kıtlemıs ama kıtledıgı gıbı ıcerden kapıya tekme tokat nasıl gum gum vurmuslar gelın bırde rahmetlıden dınleyın.. Nenemde atlar ıpını koparıp cıfte felan attıgını sanmıs. Tabı gıtmıs rahmetlı dedemı uyandırmıs. Hele Mursit gel su ahıra ınekte atları baglayak gerı benım gucum yetmez dıye dedemıde ındırmıs. Kapının onune geldıklerınde yıne bır kızıl kıyamet gum gum pat pat dıye kapıya vurmus ama kapı ne bıcım sallanıyor tabı bu sıra. Sonra neyse dedemde demıs bu atlara noluyor boyle dıye kapıyı yavasca acıyor. Bır bakıyorkı nenemle bırlıkte atlar hala nenemın bagladıgı yerde baglı ve o bagladıgı yerde kapıya cok uzak. Tabı ıkısıde sasırıyor oyle kalakalıyor. Kapıyı kapatıp yukarı cıkıyorlar. Sabahta anlatıyorlar tabı boyle boyle sohbet konusu oluyor. Her hanede oldugu gıbı.

Çok var böyle hikayeler melekelerin kız kaçırması, bir adamın meleke yakalaması vb. Eski ınsanlardan dınlemesı guzel oluyor. Inanıp ınanmamak mesele degıl o anlattıklarında ki ortamın havası yetıyor. :)

Bu olaylar Erzincan civarlarında mı oluyor
 

TravisBickle

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Şub 2014
Mesajlar
105
Tepkime puanı
67
Yaş
28
Konum
Angara
Şu hikayelere bayılıyorum. Çok sürükleyici oluyor. Aşağı yukarı aynı ama güzeller. Varsa daha üşenmeden yazın lütfen.
 

hasan06

Kayıtlı Üye
Katılım
2 Ağu 2011
Mesajlar
509
Tepkime puanı
33
Bilirsiniz eski köy insanlarının dilinde cinlerin insanlara göründüğü söylenir. Şahsen size eski insanların ağzından dinlediğim birkaç olayı derleyip paylaşmak istiyorum. :)
Şahıs isimlerini değiştirerek kullanacağım.

Annem küçükken köyde bir olay yaşamış bu yüzden ilk olarak bunu anlatayım. Annemlerin ev köyün sonunda bulunduğundan aşağı karanlık yerlere daha yakınmış. Annem bir gece uyanıyor ve tuvalete kalkıyor. Eskiden köylerde tuvaletler dışarıda olurdu bilirsiniz. Neyse kalkıyor ve kapıya çıkıyor. Az ilerledikten sonra bir bakıyor ki aşağı karanlık yoldan birşey ona doğru geliyor. Annem tabi telaşlanıyor ve geri geri adım atıyor. Kapının önüne kadar geliyor. Sonra bir bakıyor ki köyün diğer sonunda oturan Mehmet abi. Mehmet abey bu saatte nerden geliyorsun böyle ne işin var aşağılarda diyor. Mehmet'de karşı köyden geldiğini söylüyor. Sonra tabi tepkisiz annemi geçip gidince seslere uyanan nenem kapıya çıkıyor. Anneme kızım kimle konuşuyorsun sen gece gece diyor. Annemde tabi hala korktugu ıcın hala telaşlı bir şekilde Fadime bibinin oğlu geçti diyor. Nenem ilkten anlamıyor tabi birden çok oğlu var çünkü Fadime'nin. Bu saatte napıyormuş burada diyor nenem ve annemde karşı köyden geliyormuş diyor. Kızım bu saatte cesaretmı edebılır oradan buraya yurumeye senı kandırmıstır dıyor, hangı oglu gıdım sorayım yarın napıyormus burada dıye. Annemde Mehmet abı dıyor ama nenemde duzeltme geregı duyuyor. Annemde ısrarla Mehmet deyınce nenem geçen ay öldü ya kızım dıyor ne Mehmet dıye tutturdun dıyor. Annemın kafaya bırden dank edınce orada dusup bayılıyor. Gozunu sabah acıyor. Annem bunu anlatınca o korkuyu yasamıscasına anlatmıstı aklımda kalan hıkayelerden bırıdır.

Bu hıkayeyıde nenem anlatmıstı. Eskıden ahırlarda atlara musallat olan melekeler (boyle derler bızım koylerde) varmıs. Cogu gece atları rahatsız edıp gecelerı ahırın ıcınde koşturarak yorarlarmıs. Tabi sabah olduğunda ise yorgun atlardan verım alamayınca köylulerın tepesı atarmıs. Bır gece atların huysuzlandıgını duyan nenem kalkmıs ahıra ınmıs. Kapıyı bır acmıs ki ne gorsun atlar nefes nefese kosturup duruyorlar. Neyse gırmıs ıcerı atları tutmus bır guzel baglamıs. Bır bakmıs kı atın bir tanesinin yelelerı (sacları) hep örülü. Kör düğüm atılmış. Neyse nenem yelelerdeki düğümleri zar zor çözmüş( cogu zaman kesmek zorunda kalırlarmıs). Atların ıplerınede bakıp tekrar kapıyı kıtlemıs ama kıtledıgı gıbı ıcerden kapıya tekme tokat nasıl gum gum vurmuslar gelın bırde rahmetlıden dınleyın.. Nenemde atlar ıpını koparıp cıfte felan attıgını sanmıs. Tabı gıtmıs rahmetlı dedemı uyandırmıs. Hele Mursit gel su ahıra ınekte atları baglayak gerı benım gucum yetmez dıye dedemıde ındırmıs. Kapının onune geldıklerınde yıne bır kızıl kıyamet gum gum pat pat dıye kapıya vurmus ama kapı ne bıcım sallanıyor tabı bu sıra. Sonra neyse dedemde demıs bu atlara noluyor boyle dıye kapıyı yavasca acıyor. Bır bakıyorkı nenemle bırlıkte atlar hala nenemın bagladıgı yerde baglı ve o bagladıgı yerde kapıya cok uzak. Tabı ıkısıde sasırıyor oyle kalakalıyor. Kapıyı kapatıp yukarı cıkıyorlar. Sabahta anlatıyorlar tabı boyle boyle sohbet konusu oluyor. Her hanede oldugu gıbı.

Çok var böyle hikayeler melekelerin kız kaçırması, bir adamın meleke yakalaması vb. Eski ınsanlardan dınlemesı guzel oluyor. Inanıp ınanmamak mesele degıl o anlattıklarında ki ortamın havası yetıyor. :)
bu şekilde olan köyler hala var, ama insanlar ateizime yönlendiği için illaki görmek istiyorlar neyse o konu çok uzar ben direk t konuya gireyim. bahsedilen yerlerde ( cin olan ,cindar olan yada cinni olan ) insanlar yaşarken kavga etmeye başlarlar , hayatından memnun olmazlar bir türlü işleri hayatları belli bir standarta gelmezler çocukları sakat veya ölü doğar katillik olayı veya psikopatlık olaylar çok görülür , kabus lar görülür filan. daha bir sürü şey sayabilirim. insanlar kendilerinin aralarının açıldıklrını sanar halbu ki cinler insan vücuduna hakim olabilirler ( cinlerin hakim olamaması için gerekenleri daha müsait bir zamanda yazarım ) o yüzden hayaller görülür manipülasyonlar görülür. kızarsın birine normalde diyemeceğin yada demeyeceğin şeyler söylersin sonra pişman olursun yada arkadasına zarar verirsin ama sen sen değilsindir , zaten sen kendi ağzınla dersin efendim ben zaten öyle birideğilim o lafı normalde zaten demem yada o hareketi ben yapmam nasıl oldu anlamadım dersin işte bu tür olayları cinler kontrol eder. ( cinlerin insan vücudlarının neresi nereleri ne şekil de hangi amaçla kontrol ettiklerini ayrı bir zaman konu başlığı olarak yazarım ) bahsedilen köyler varya konu başlığı olan öyle bir yerde kaldığınızda zaman içinde ruhunuzu zaten kaptırırsınız cinler tabiri caiz ise pusuya yatar ve sizin bir anlık zaafınızı kullanır derken olan olur . ben bir sürü yer gezdim gördüm beni yetiştiren hocalarımlada köylere kasabalara gitttik maalesef böyle yerlerin olduğunu gördük.
 

wellness

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Mar 2020
Mesajlar
17
Tepkime puanı
14
Merhabalar Mabet Ailesi :)

Rahmetli büyük dedemin başından geçen bir olayı anlatmak istiyorum. ( Annemin dedesi o zamanlar 34 yaşında )

Dedem gece mesaisinde yeraltı maden ocağında çalışırken kazdığı bir yere küçük abdestini yaptığı esnada ayağı kaymış ve düştüğü yere küfredip tükürmüş. Sabaha karşı mesai bitiminde ocaktan çıkmış yayan olarak eve gidiyormuş. Bir süre sonra önünü birileri kesmiş (kendisi böyle diyor) Kollarından tutup gökyüzüne çıkarmışlar, kapı anahtar deliklerinden geçirmişler, karanlık bir yerde dövmüşler gibi olaylar yaşamış. Bu olayları yaşarken 1 hafta kayıpmış. Sonra bir tavuk kümesinde çıplak halde bulmuşlar.

Hemen hastaneye götürüp tedavi ettirmişler. Doktor sağ gözünün tamamen kör olduğunu diğer gözünün de az gördüğünü söylemiş. Sonra olayın üzerinden birkaç sene geçmiş diğer gözü de tamamen kapanmış. 2 gözü kör olunca eve mahkum olmuş. Evde durduğu zamanlar (namaz vakitleri haricinde) onlardan dayak yiyormuş. Hatta dedemin yanında asla Kur'an okunamazdı hatta besmele dahi çekilemezdi. Hemen hasta olur kendini yere atardı. Ölene kadar yani 79 yaşına kadar bu böyle devam etti.

Ben hiç rastlamadım ama annem anneannem hep anlatırdı. İşin aslı astarı var mı bilmiyorum.

Böyle bir olaydı...
 
Üst