Kısa Kesit Hikayeler. Hayal edin ve onları açığa çıkarın.

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
-Başım.. Başımda böcekler mi geziyor?

Ona baktığımda hep üzülüyordum. Tuhaf sorularla birlikte, hemşire kontrolünde koşuşturup duruyordu. Arkadan koşuşturan hemşireyi ise bir hayli çileden çıkarıyordu. Ara sıra ona vurduğunu görüp sinirleniyorum. Bazen ellerini açsam ve onu hemşireyle yalnız bıraksam diye düşünüp duruyorum. Bu güzel olurdu.. Bu kadar zeki bir insan ne olurda bu hallere düşebilir. Kimsesiz ve bir başına... Anlatılanlara göre delirip hastaneye düşmeden önce çılgın fikirlere sahip bir dehaymış. O kadar uçuk şeyler anlattılar ki 'hangi birine inanmalıyım' diye düşündüm. Yanan evrakların arasından çıkarılan bir kaç belgede, üç başlı farelerden bahsetmiş. Diğer onca anlatılan şey bundan daha çılgıncaydı. İnsanlar üzerinde beyin yıkama deneyleri yapmış ve söylentilere göre ise başarılı olmuş. Tabi her söylenene kulak asmamak lazım. Doktorlardan duyduğum için inanasım olsa bile şüpheci bir tutumum var. Sonuçta böyle şeyleri hergün duymuyorum. Herneyse yeni geldiğim için biraz kendimle ilgilenmeliyim. Stajyerlik yaptığım yerin pek güzel olduğunu söyleyemem tabi ama birkaç evrak işi öğrenmek işime yarayacaktı. Bu dönem bitene kadar burada insanların yardımına koşabilir ve evrak işlerini takip edebilirdim. Benim için burası farklı bir deneyim olacaktı.

Bu arada benim adım Jack, 23 yaşında olmama rağmen hala çocuk aklına sahip olduğumu söylerler. Bunca deliye ayak uydurmak bana diğerlerinin aksine güzel geliyor. Çalışırken eğlenmek diye buna denir. Mesela olmayan bir tahtada, olmayan bir takımla santranç oynayabilirsiniz. Bu ortamda böylesine ayak uydurarak hayalgücünün sınırlarını zorlayabilirsiniz. Bunca insana hayal etmesini söylemeniz yeterli oluyor. Bazen bu insanların deli olduğuna inanasım bile gelmiyor. Tabi duvarlara kafa atan ve çimlerde otlayanlar haricinde... Bugün bir doktorla konuşurken bizim 'dahi deli' hakkında birkaç bilgi daha almak istedim. Beni merakımın kapısına dayatan bu adam hakkında daha çok şey öğrenmek istiyordum. Doktor, meraklandığımı kanıtlayacak bir kaç sorumdan sonra bana söyleyecek birşey olmadığını söyledi. Sonra devamını getirerek ekledi; ''Neden ona sormuyorsun?''. Bu sorunun çok basit ve dahice olduğunu kabul etmeliydim. Ne kadar basit olsa da aklıma gelmemişti. Yarın ilk işim onu koşuştururken yakalayabilmek olabilirdi. Doktor ise düşünceli halimi görünce suratında ki iğrenç tebessümle ekledi; ''-Dikkat et stajyer, büyük lokma peşinde koşuyorsun.''. Neden böyle dediğini anlamadım ama 'tamam' diyerek masadan kalktım.

...
 

Aisling

Kayıtlı Üye
Katılım
31 Tem 2016
Mesajlar
978
Tepkime puanı
1,487
Konum
HARİKALAR DİYARINDA
Elinizi uzatsanız tutacağınız kadar yakın, ama yüz yıllar kadar uzak düşler böldü mü huzurlu uykularınızı? Öylesine gerçek, öylesine sahtelikten uzak. Berrak rüyalarınız döndü mü kabusa? Ya defalarca yaşadınız mı bunu?

Rüyalarınızın üzerinde durup düşündünüz mü hiç? Çoğunuz umursamaz, veya unutur. Sembolik bir alemde yolumuzu bulamayız, korkarız belkide. Açıkça belli etmez kendini, bulmak için uğraş diye bilmeceler verir sahibine. Oyuncudur rüyalar. Sana, oynamanı fısıldar. Çelerde aklını, çeker derinliğine. Geceler onun hükümranlığında.

Yine terk edilmiş şehrin harabelerinin arasındayım. Yapıtların çoğu kumların altına gömülü. Zamanın tükettiği şehir, ıssız, bomboş. Her şey olduğu gibi duruyor. Evlerin kapıları açık, yerlere saçılmış eşyalar, kaplar... Aceleyle boşaltılmış gibi. Uzun uzun düşünürüm, neler yaşandı, kimler yıkık şehrin halkıydı? Arbedenin ruhu varlığını sürdürmekte hala. Sessizlik çığlıkları taşıyor kulaklara. Hüzünlü masallar anlatıyor ziyaretçisine. Dikkatimi dağıtmak için yukarı bakıyorum. Görmeyi beklediğim gri- leylak rengi gök yüzü karşılıyor, ok şekli alan yıldızların işaret ettiği noktaya bakıyorum. Işığı hepsinden daha sönük, o tek yıldıza. Ulaşabilecekmişim gibi uzatıyorum elimi. Avuç içlerim dokunmak hasreti ile karıncalanıyor. Çılgınca isteğimden ürküyorum. Yeşil yıldız davetime karşılık veriyor, semayı kat ederek geliyor, giderek yaklaşıyor. Işığı yayıldıkça yayılıyor. Kum tepelerine çarparak yolculuğunu sonlandırıyor. Açılan çukurun başına gidiyorum, görmek istiyorum yıldızı. Kraterin içinde yatan şey, kirpikleri titreşen, açılıp kapanan, metrelerce büyüklüğünde bir göz. Fark ettiği andan itibaren hareketsizce bakıyor, öylesine iğrenç ki sunduğu manzara. Midemde ne var, ne yoksa çıkarma hissiyatım üstün geliyor, kusuyorum. Yeşil alevlerinin içinden donuk, duygusuzca izliyor. Kaçma ihtimalime 'göz yummuyor' bedenimi hareket ettiremiyorum. Beynimde gürültülü biçimde yankı yapan sesini işitiyorum. "Söz verirken, konuşurken, özellikle 'dilerken' insanlara yakın dururuz. Ettiği kelamlar birimizin hoşuna gidebilir diye. Bunun kim olacağını asla kestiremezsiniz. Seni duydum."
 

bauwerax

Kayıtlı Üye
Katılım
23 Ocak 2009
Mesajlar
31
Tepkime puanı
10
Konum
İstanbul
İş
Hayal Taciri
Bir Kral ve Bir Soytarı
Uzun zamanlar önce bir soytarı köy ahaline bir çok kez şaka gösterileri yapardı ancak köylü ahalisi soytarının şakalarını hiç hoş karşılamamıştı ve bir gün soytarıyı krala şikayet etmek istediler.Kral ise askerline köye inip, soytarıyı kralın çemberine götürmelerini söyledi.Soytarı askerlerin geldiğini görünce köylülerin soytarıyı şikayet ettiğini anlamıştı ve derin bir üzüntüye kapılmıştı.Soytarı hayatta en çok sevdiği şeyler tarafından ihanete uğradığını düşünüyordu.Kralın huzuruna çıkan soytarı; krala saf bakışlarla bakarak dinlemeye başladı.Kral soytarıdan bir şaka yapmasını istedi.Soytarı ise çömelip kaplumbağa dansı yapınca kral bir hayli çemberinde yüksek kahkahalara boğuldu.Soytarı artık kralın emrinde ve yakın olan birisiydi.Günlerden bir gün soytarı şakanın dozunu kaçırıp, kralı bir hayli sinirlendirmişti.

Kral soytarıyı yakalattırıp, zindana attı.Kral soytarıyı idama hapsetmişti.Kralın adaleti doğrultusunda mahkemeye çıkan soytarıya kral sordu.."Ölmeden önce son dileğin nedir, soytarı?" Soytarı ise; "Kralım..Son dileğim yaşlanana kadar yaşayıp, ölmek istiyorum." dedi ve kral birden kahkahalara boğuldu.Kral o gün mahkemesi huzurunda soytarının canını bağışladı ve soytarı ölümden kurtulmuştu ama soytarının düşünceleri daha da iler gitmekteydi, en sevdiği kralından bir ihanet de ondan mı geldi? ...
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
-Görüyor musun?

Duvarda asılı olan delillere bakarken gerçekten ciddi bir memur gibi davranmaya başlamıştı. Bu her gün görebildiğim bir manzara değildi. Bizi sevmeyen ve bize sadece işi gereği katlanabilen bu adam şimdi bana ne düşündüğünü anlatmaya çalışıyordu. Gözlerimden biraz olsun yaşlar geldiğini hayal ederken içten içe kahkaha atmamak için kendimi sıkıyordum. Bunlar sadece lanet birer safsatadan ibaret gibiydi.

-Her gün binbir çeşit insanın kendince kurduğu planlar ve kendince gördüğü bir takım olaylar var. Bunların içerisine baktığın zaman senin yapman gereken kendi çerçevenden bakıp onlara katılmak olacak. Fakat kendi çerçeven ne kadar süslü olursa insanların ilgisini daha çok çekecektir. O yüzden sende süsleyecek ve insanların bu kareyi değerlendirmeleri için kendine bir şans vereceksin. Sonunda sana biçilen memur kılıfıyla beraber mutlak kazancı elde edeceksin. Onları layık olduğu yere, cehennemin en dibine göndereksin!
 

Aisling

Kayıtlı Üye
Katılım
31 Tem 2016
Mesajlar
978
Tepkime puanı
1,487
Konum
HARİKALAR DİYARINDA
"Lanetler ve lütuflar, Azur." dedi kadın, ay çehresinde belli belirsiz gülümsemesiyle. "Bazen iç içedirler." Kafası karışan küçük kız "Anlamıyorum, hanımefendi." dedi. Kadın eğilerek, siyah saçlarını öptü Azur'un. "Anlayacaksın küçüğüm, anlayacaksın." Diğer ikiz'e uzandı. İkisinin ellerini birleştirdi. "Bu eller, hiç ayrılmasın. Ne olursa olsun. Söz verin." Amber ile Azur birbirlerine baktılar önce, ardından bir an bile tereddüt etmeksizin söz verdiler. "Söz veriyoruz."
Sözler bağlayıcıydı, örülen kaderlerinin ağlarına bir düğüm daha böylece eklendi. Gümüş leydi şahitlik etti, sözü mühürledi. Gri- beyaz perçemlerin ardından göğe baktı. Bir yanı aydınlık, bir yanı karanlık ayın karanlığı Amber'in gözlerinde, aydınlığı Azur'un gözlerine kurulmuştu sinsice. İona, onların hep bu hallerinde kalmalarını istiyordu. İki oyun arkadaşı, yalnızca iki masum çocuk. Büyüdüklerinde can düşmanı olacaklarını bilseler, acaba ne derlerdi? Eğilip Amber'e de bir öpücük verdi. Tatlı veda sözcükleri fısıldadı. İkizleri, baharın gelmediği yalnızlık ormanının girişinde bıraktı. Her daim çetin kışa kucak açardı bu orman. Güneş, hiç doğmazdı burada. Onların kalplerine de uğramayacaktı belki.
 

Lords Of The Shadows

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Ocak 2016
Mesajlar
604
Tepkime puanı
1,091
İş
Teacher
Tarih ve zaman bilinmiyordu... Bir kız alabildiğine uzanan vadinin tam ortasında koşuyordu. Koşmaya devam ederken gözünden sakındığı, düşmemesi için göğsünün tam ortasında iki eli ile sıkıştırdığı bir kitap vardı. Arkasına baktı ve kendisini elinde ki kitabı alabilmek uğruna öldürebilecek potansiyelde ki katilleri gördü! Ayakları artık daha hızlı ve seri bir şekilde hareket etmeye başlamıştı... Vadinin sonuna doğru yaklaştığında koşmaya devam ederken aniden kafasını çarptı ve daha sonra kendisini durduran sınır kalkanını gördü. Bu kalkanı nasıl geçebileceğini bilmiyordu ve kendisine doğru yaklaşan atlı katillere gözünü çevirdi. Artık yapacak bir şeyi kalmamıştı ve göğsünün tam ortasında iki eli ile tuttuğu kitabı arkasını dönerek yere bıraktı ve kitabın önüne geçerek belinde ki kılıçtan daha küçük olan hançerleri çıkararak katillerin kendisine doğru yaklaşmasını bekledi. Katillerin ulaşmasına ortalama 1,5 dakika kala sınırın orta tarafı beyaz bir ışıkla yarılarak yaşlı bir adam kıza hadi gel hadi diyordu. Kız önce tereddüt etti ancak kitabın ve içerisindeki bilgilerin çalınması ihtimaline karşı sınırın içine girerek yaşlı adama doğru koşmaya başladı. Katiller kıza yaşlı bir adamın yardım ettiğini gördü ancak sınırın öteki tarafına geçemedi. Yaşlı adam kıza dönerek; bende seni bekliyordum dedi. Kız; elinde ki hançeri yaşlı adama doğrultarak ben daha senin kim olduğunu dahi bilmiyorum dedi endişeli gözlerle ve titreyen ellerle.. Yaşlı adam; tanımadığın o yaşlı adam şu anda hala nefes almanı sağlıyor biraz daha nazik olabilirsin şeklinde cevap verdi. Kız; özür dilerim.. insanların bana bu denli önemli bir iyilik yapmasına alışkın değilim. Ben Nisa diyerek gülümsedi. Yaşlı adam; bende Diyar diyerek elini uzattı. Nisa tebessüm ederek; Diyar diye dede ismi hiç duymamıştım diyerek Diyar dedenin elini sıktı. Nisa peki şimdi ne yapacağız beni beklediğini söylemiştin o zaman elimde ki bu kitabın önemini de biliyorsundur şeklinde endişeli gözlerle soru yöneltti. Diyar dede öncelikle bu kitabı kabullenmesi için sahibine ulaştırmalıyız gel benimle dedi. Diyar dede ve Nisa ormanın derinliklerine doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladılar. O sırada Sınır kalkanında bir hareketlilik olduğunu gördüler ve hızlı adımları bırakarak koşmaya başladılar. Katiller kendi emirlerinde ki büyücüleri toplayarak sınırda bir delik açmaya çalışıyorlardı.
(Bu hikaye gerçek bir olaydan alıntıdır.)
 

Pofuduk Kartal

Kayıtlı Üye
Katılım
5 May 2016
Mesajlar
179
Tepkime puanı
189
Konum
İstanbul
İş
Öğrenci
Tarih ve zaman bilinmiyordu... Bir kız alabildiğine uzanan vadinin tam ortasında koşuyordu. Koşmaya devam ederken gözünden sakındığı, düşmemesi için göğsünün tam ortasında iki eli ile sıkıştırdığı bir kitap vardı. Arkasına baktı ve kendisini elinde ki kitabı alabilmek uğruna öldürebilecek potansiyelde ki katilleri gördü! Ayakları artık daha hızlı ve seri bir şekilde hareket etmeye başlamıştı... Vadinin sonuna doğru yaklaştığında koşmaya devam ederken aniden kafasını çarptı ve daha sonra kendisini durduran sınır kalkanını gördü. Bu kalkanı nasıl geçebileceğini bilmiyordu ve kendisine doğru yaklaşan atlı katillere gözünü çevirdi. Artık yapacak bir şeyi kalmamıştı ve göğsünün tam ortasında iki eli ile tuttuğu kitabı arkasını dönerek yere bıraktı ve kitabın önüne geçerek belinde ki kılıçtan daha küçük olan hançerleri çıkararak katillerin kendisine doğru yaklaşmasını bekledi. Katillerin ulaşmasına ortalama 1,5 dakika kala sınırın orta tarafı beyaz bir ışıkla yarılarak yaşlı bir adam kıza hadi gel hadi diyordu. Kız önce tereddüt etti ancak kitabın ve içerisindeki bilgilerin çalınması ihtimaline karşı sınırın içine girerek yaşlı adama doğru koşmaya başladı. Katiller kıza yaşlı bir adamın yardım ettiğini gördü ancak sınırın öteki tarafına geçemedi. Yaşlı adam kıza dönerek; bende seni bekliyordum dedi. Kız; elinde ki hançeri yaşlı adama doğrultarak ben daha senin kim olduğunu dahi bilmiyorum dedi endişeli gözlerle ve titreyen ellerle.. Yaşlı adam; tanımadığın o yaşlı adam şu anda hala nefes almanı sağlıyor biraz daha nazik olabilirsin şeklinde cevap verdi. Kız; özür dilerim.. insanların bana bu denli önemli bir iyilik yapmasına alışkın değilim. Ben Nisa diyerek gülümsedi. Yaşlı adam; bende Diyar diyerek elini uzattı. Nisa tebessüm ederek; Diyar diye dede ismi hiç duymamıştım diyerek Diyar dedenin elini sıktı. Nisa peki şimdi ne yapacağız beni beklediğini söylemiştin o zaman elimde ki bu kitabın önemini de biliyorsundur şeklinde endişeli gözlerle soru yöneltti. Diyar dede öncelikle bu kitabı kabullenmesi için sahibine ulaştırmalıyız gel benimle dedi. Diyar dede ve Nisa ormanın derinliklerine doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladılar. O sırada Sınır kalkanında bir hareketlilik olduğunu gördüler ve hızlı adımları bırakarak koşmaya başladılar. Katiller kendi emirlerinde ki büyücüleri toplayarak sınırda bir delik açmaya çalışıyorlardı.
(Bu hikaye gerçek bir olaydan alıntıdır.)
Elinize sağlık :). Devamını da lütfen yazın, merak ediyorum. Gerçek olayı da verebilir misiniz? Nereden duydunuz ya da okudunuz?
 

Lords Of The Shadows

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Ocak 2016
Mesajlar
604
Tepkime puanı
1,091
İş
Teacher
Rica ederim. Lütfen rahat olun. İstediğiniz zaman zaman yazabilirsiniz ❤.

O sırada Diyar dede arkasını dönerek sınırın daha ne kadar dayanabileceği hakkında endişeli gözlerle düşünüyordu. Nisa Diyar dedenin yanına gelerek; Diyar dede biz götürdüğün yere varmadan sınırda yarık açabilirler mi diye sordu. Diyar dede sınıra arkasını dönerek gideceği yolu gözlemledi ve Nisa'ya; bilmiyorum ama çok hızlı olmamız gerekiyor dedi. Nisa ve Diyar dede alabildiğince uzanan dağların eteklerine kadar ulaşmışlardı. Diyar dede bir mağaranın girişine doğru yöneldi ve arkasını dönerek Nisa'ya sen burada bekle dedi. Nisa neden diye soracaktı ki, Diyar dede çoktan mağaranın derinliklerine doğru ilerlemeye başlamıştı. Nisa Mağaranın önünde bulunan koca kayanın üzerine oturarak etrafını endişeli gözlerle yokluyordu. O sırada mağaranın aşağı yolundan gelen bir yabancı olduğunu gördü ve beline saklamış olduğu hançerlerini çıkardı. Nisa; Olduğun yerde kal yabancı diye kararlı bir ses tonu ile seslendi. Yabancı; Hey sakin ol ben bu mağarada kalan sis amcaya yemek getiriyorum dedi. Nisa; Sis amca mı? O da kim diye sordu meraklı gözlerle! Yabancı; önünde beklediğin mağaranın içinde daha kimin yaşadığını bilmiyorsun güzel kız diyerek mağaranın girişine yöneldi. Nisa; bir adım daha atarsan bu hançer olabildiğince hızlı bir şekilde kalbine saplanır dedi. Yabancı tam açıklamaya yapacakken, Diyar dede ve Sis dede koşturarak mağaranın girişine geldiler... Diyar dede; Ne oluyor burada! Yerimizi gösteren açık bir ok olabilmek için mi bu kadar sesli konuşuyorsunuz diye sitem etti. Sis Dede; Yabgu hoş geldin oğlum dedi. Nisa; Sis dede misin nesin sen bu yabancıyı tanıyor musun diye sordu? Diyar dede; Nisa biraz daha kibar olman konusunda seni uyarmıştım dedi. Yabgu; Gülerek oo haşin kızlara bayılırım diyerek mağaranın derinliklerine doğru yönelebilmek adına adımlarını attı. Bu sırada mağaranın aşağısında ki ormandan "bu taraftan, buraya gelin, yakalayın onları" şeklinde sesler duydular. Sis Dede, Diyar Dede, Nisa ve Yabgu birden sessizliğe büründüler.. Diyar Dede orman ile mağara arasında yer alan yüksekliğin sınırına gelerek ellerini ormana doğru açtı ve "ıbga duyan, reynim merkil" şeklinde sözcükleri 2 kere tekrarladı. Nisa ve Yabgu ne olup bittiğine bakabilmek adına uçurum kenarına yaklaştıklarında ormanda ki çalılıkların dikkat dağıtmak amacı ile harekete geçtiğini gördüler. Sis Dede mağaranın girişinde gözlerini gökyüzüne çevirdi ve ellerini havaya doğru kaldırdı. Kuzey yönden gelen sis bulutları ormanın üzerine çöktü. Nisa; bu yaşlı amcaya neden sis dede dediğinizi şimdi anladım diyerek tebessüm etti. Hepsi mağaranın derinliklerine doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladılar. Nisa ve Yabgu mağarada yürürken birbirlerine bakıyorlar ancak hiçbir şekilde konuşmuyorlardı. Sis dedenin yaşadığı yere gelmişlerdi ve Diyar dede hemen eşyalarını topla sis buraya varmaları uzun sürmeyecektir dedi. Nisa ve Yabgu neler olduğunu anlamıyordu, Sis ve Diyar dededen açıklama bekliyorlardı. Nisa; Diyar dede artık neler olup bittiğini açıklar mısın şeklinde sinirli gözlerle baktı çevresine! O sırada mağaranın ortasında yanan ateş birden parlayarak etrafına kuvvetli bir ışık ve ısı saçtı. Ne olduğunu anlayamayan aynı zamanda korkan Nisa ve Yabgu büyük bir kayanın arkasına saklanmışlardı. Nisa ve Yabgu yavaş yavaş kafasını kayanın arkasından yukarıya doğru kaldırdıklarında Sis ve Diyar Dedenin bu parlamadan ve yüksek ısıdan hiçbir şekilde etkilenmediklerini gördüler.

(Bu hikaye gerçek bir olaydan alıntıdır.)
 

Aisling

Kayıtlı Üye
Katılım
31 Tem 2016
Mesajlar
978
Tepkime puanı
1,487
Konum
HARİKALAR DİYARINDA
Yalnızlık, kalabalıkların arasında yerini bulamayan kayıp ruhları kucaklarmış.
Yaşarken olduğu gibi, ölürkende yalnız olanları bağrına basmış.
Ormandaki cılız ağaçların dallarından sarkan solgun yapraklar, gerçekleşmemiş hayaller, içte kalan ukteler ve "keşkelermiş."


Zamanın hükümlerinin işlemediği, fakat zaman tarafından çoktan tüketilmiş insanları barındıran bu ormanda, bacasından dumanlar tüten sıcak kulübesinden dışarıya baktı Amber. Öylesine çelimsiz, öylesine zayıftı ki son zamanlarda ayakları üzerinde dahi duramaz hale gelmişti. Bu denli çökmesine neden olanlar, acı anılardan ibaretti. Kendisine değil, başkalarına ait olan kabuslarda kaybolmuştu. Güzel rüyalar uzaktı ona.

"Acıyı sen taşıyacaksın. Gelenler her şeyi unutacaklar. Unutulanları sen taşıyacaksın yüreğinde."

"Neden?" demişti. "Neden bedeli ben ödüyorum, cezayı ben çekiyorum?"

"Çünkü çocuğum, sen bunun için var oldun. Acı için."

Ağladı korkuyla. "Kimse acı için var olmaz, kimse!"

"Bencillikten yaratıldın sen, onların bencilliğinden yoğruldun. Trajedileri taşımak istemeyenler, seni yaptılar. Yükü sen omuzla, sen ezil diye."

Yıllar geçmişti gerçeğini öğreneli. İnsanların acımasızlığının tezahürüydü o, kardeşi Azur'un aksine. Kıskançlığın ateşi, yorgun yüreğini yaktı, tekrar ve tekrar.
 
  • Beğendim
Tepkiler: Ori

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
Yine oluyor. Kendini hissettirirken vahşi tavrından hiç taviz vermiyor. Ruhumu kırık bir pipet eşliğinde havayla karışık sömürürken, sadece onu izliyorum. Ölmeden yaşadığımız duyguların ne anlama geldiğini sona yaklaşınca anlıyor ve o sıra ona karşı koyma gereği duyuyorum. Olmuyor, dermanım sadece nefes almaya yetiyor. Yerimden kımıldamadan beni bitirmesini bekliyorum. Sonuma gelince yaşananların sebebi olmaktansa, son bir gayretle kahraman olmak istiyorum. Beni kurtaran kahramanın bir başkası olacağını sanmıyorum. O sıra her şeyi düşünüyorum. Sınırlı olan bu vaktin, bir dakikasında takılmış sadece ve sadece düşünüyorum. Başarabilirim, bunu yapabilirim. Kurtulabilirim...
 
Ü

Üye silindi 56746

geç vakit başka evlerden gelen yemek kokularından başka hiçbir şey canını bu denli acıtmıyordu çünkü o kokuları alınca karnı acıkıyordu.
 

XirisX

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Eyl 2018
Mesajlar
190
Tepkime puanı
832
Konum
İstanbul
Âmâ

Evrenin uzak diyarlarında, bir başka varlığın masalsı sayabileceği kadar büyüleyici, varlığın Kaynak ile ilişkisinin çok derin olduğu bir dünya varmış. Bu dünyadaki varlıklar evrenin sırlarına vakıf olup her şeyin sonsuz bir inançtan geçtiğini biliyorlarmış, böylece diledikleri her ne varsa elde ediyorlarmış. Bu masalsı diyarın melekleri andıran bir yüze sahip bir prensi varmış. Onu gören doyamaz, bir daha bakarmış; tüm peri kızları da bu prense hayranlık duyarmış. Prens kendi içinde tamamlandığını düşünüp, tamamlanmışlıklarının tamamlanacağı bir peri kızı arıyormuş; Kaynak’ın sevgisini artık daha derinden hissedebilmek istiyor, güçlü bir sabırsızlık alevi yüreğini yakıyormuş. Bir gece, tüm o sihirli dünya derin bir uykudayken prens kendisini Sarmaşıklar’da bulmuş. Sarmaşıklar adlı bölge, bu sihirli dünyada yaşayan varlıkların Kaynak’ın sesini daha iyi duyabildiklerini düşündükleri bir yermiş.

“Ey Kaynak, eriştim özüme ben kendi içimde; gönder bana perilerin güzelini ruhuma yaraşır biçimde,” diye dilemiş prens.

“Veriyorum sana perilerin en masumunu, madem eriştin; ancak bu güzelin gözleri âmâdır bilesin.”

Prensin karşısında güzeller güzeli, ışıktan bir peri kızı belirmiş; fakat onun yüreği rahat değilmiş, çünkü bu kız onu göremiyormuş, o da görmeyen birinin kendisini sevebileceğini hiç düşünmüyormuş ve bu yüzden ilk kez öfke duymuş.

“Yüce Kaynak,” demiş güzel prens, “görmüyor iken birbirimizi, nasıl buluştururuz özlerimizi? Nasıl görüp de sevebilir beni!”

“Yanılıyorsun,” diye yanıtlanmış, “bu peri görüyor, ancak sen görmeyenlerdensin.”

Prensin bir anda ışığı sönmüş, ne olduğunu anlayamadan. Işık ülkesinin prensiyken, şimdi karanlıklar ülkesinin mahkumu olmuş. Aradan binlerce yıl geçmiş. Prens binlerce yılı tek başına, karanlıklar ülkesinin yalnız ve gözleri âmâ prensi olarak geçirmiş. Artık etrafında ne bir ışık, ne de onu sevebilecek bir varlık varmış. Bu sihri çözebilecek tek bir şey varmış; o da prensin bu âmâ gözleriyle birini sevebilmesiymiş. Fakat bu karanlık yere adımını atmaya cesaret edebilen hiç kimse yokmuş. Bir gün, binlerce yıl önce sevmediği peri kızı, prensin kara bataklığına ziyarette bulunmuş. Peri kızı aradan geçen süre boyunca prense hiç ama hiç kırılmamış, çünkü bu sözlerin onun yüreğinden gelmemiş olduğunu biliyormuş. Şimdi ise sihri çözmenin vakti gelmiş, çünkü prens gerçek sevgiyi artık anlamış.

“Buradayım, karşında, göremese de gözlerin; görür, bilirim, o tatlı yüreğin.”

Prens beliren ışığın yüceliğini göremese de yüreğinin en derinliklerinde hissetmiş ve koşulsuz sevgiyi duyumsamış.

“Görmek mümkün değil ki şeklini,

Dört bir yanım seninle çevrili.

Varlığın doldurur gözlerimi aşkınla,

Kalbim aciz kalır,

Her yerdeki varlığınla.”

~

Bu kısa hikaye, yalnızca aşağıdaki resme baktığımda zihnimde canlanmış olan bir hikayedir.

*Son dört dize Rumi’nin dizeleridir.

CE79B2FD-34AB-40DD-AE86-3C0FBAFED022.jpeg
 

Benighted

Kayıtlı Üye
Katılım
28 Tem 2019
Mesajlar
19
Tepkime puanı
159
Bende birşeyler yazayım ,
Bir aslanın kuşa aşkı ile ilgili
Aslan dünyada ki bütün güçleri toplamış ve elde edemeyeceği birşeyin var olmadığına inanan egoist bir canlı imiş .Herşeyi yapabilen bu aslan çok yalnız bir canlı olmasına karşın artık buna alışmış ve yaşamını bunun üstüne kurmuştur ki bir vakit karşısına daha önce gördüğü bir kuş gelmiştir .Eskiden bu kuşun kendisine ilgisi olduğunu fark etmesine karşın onun basit ve aciz bir canlı olduğunu düşünerekten önemsemiştir.Fakat bu sefer onu gördüğünde aslanın arkadaşı ve saygı duyduğu birisi olan yaşlı baykuş bu kuşun zeki olduğunu ve aslında aslanın düşündüğü gibi olmadığını söylemiştir .Bunu duyan aslan şaşırmış ve bir şans vermeye karar verip kuş ile konuşmaya başlar . Kuş'un gerçekten zeki olup diğer yeryüzünde ki canlıların yapamadığı birşeyi yani uçabildiğini fark eder ve aslan bunu görünce kendisinin yapamadığı aklına bile hiç gelmeyen bu özelliğine aşık olur .Bir süre kuş ile birlikte gezer ve onunla sohbet eder bunu yaptıkça daha çok hoşlanır ve bu git gide yükselir . Fakat kötü bir vakit yaklaşıyordur. Artık kuşlar için göç zamanıdır.Aslan kendisine benzeyen aynı zamanda tamamen kendisine zıt olan bu kuşa bağlanırken kuş vaktin geldiğini söyleyip gitmiştir . O gün bu gündür kuş ile konuşamayıp onu beklemiş karşısına çıkan bütün canlıları reddetmiştir .Birgün kuş yeniden aslana bir mesaj yollar yeniden ondan mesaj alan aslan şaşkın bir şekilde yeniden mutluluğu hissetmeye başlar iken araya karga girer ve kuş hem kargayı hemde aslanı ister . Aslan uçamadığı için hak etmediğini düşünüp kendini suçlar . Ve uçmaya çalışır bir gün bunu dener iken uçuruma çıkar ve muazzam bir şekilde kükreyip atlar.Kükremeyi bütün canlılar duyar ve oraya gider aslan ölmüştür . Yeryüzünde ki her işi başarabilen aslan bir asla gökyüzüne dokunamamış ve aciz bir şekilde ölüp gitmiştir ve kuşun bundan hiçbir zaman haberi olmamış olup yaşamına devam etmiştir .
 

Corpor

Kayıtlı Üye
Katılım
30 Eyl 2017
Mesajlar
50
Tepkime puanı
63
İntihar; Büyük bir hatadır belki bir daha asla gözlerinizi açamazsınız, bir daha asla o’nu göremezsiniz, belki de o’nun sıcaklığını bir daha asla… Hissedemezsiniz! Peki neden ölmek istersiniz; tercihiniz yoktur, zamanınız yoktur, acıyı unutmak istersiniz verdiğiniz ya da çekeceğiniz acıyı… Ama o’nu düşünürsünüz o’masum gülüş aklınıza gelir, o’aşk aklınıza gelir; Evet sevgilim ölüyorum ama ben, belki bana izin verirsin sonsuzlukta seninle buluşmak için… Şimdilik hoşçakal… Denedim çok mutlu bir şekilde ölüyordum, en azından; yaptığım hataları itiraf ettim, affedilmedim… İşte o’an öldüm ben aslında, nefes alırken öldüm, bileklerimi kesmeme gerek kalmadı, itirafım benim canımı daha fazla acıttı … Hissizleştim ve kestim acımıyordu anlamsız bir şekilde gülüyordum ama o’kanın sıcaklığı işte en büyük haz bu sanırım… Dönüşü olmayan hataların göz yaşları; Kandır ve kan iz bırakır. Eğer görüşemezsek; iyi eğlenceler, umarım gülersin, umarım unutulurum...
 

Corpor

Kayıtlı Üye
Katılım
30 Eyl 2017
Mesajlar
50
Tepkime puanı
63
Ve eskilerden kendime yazdığım mektup.

Karanlığımla baş başayım, her gece oturup düşünüyorum acaba gelecekte beni neler bekliyor… O kadar karanlık ki; bir gün sonraki hayatım bile belirsiz. Geleceğimi göremiyorum. O yüzden geleceğime bir mektup yazıyorum umarım üşenmeyip okurum.

Kendi geleceğime bir mektup…

Hala karanlıkta mıyım? Halen geleceğim belirsiz mi? Çok şey soruyorum farkındayım geleceğim ama senden korkuyorum. Çünkü matematikteki terimler gibi belirsiz veya tanımsız olabiliyorsun…

Hala ölümü düşünüyor muyum? Umarım düşünmüyorumdur umarım bu yazdıklarımı okuyorsun. Çünkü bu mektubu yazarken hayatta kalmak için mücadele veriyordum. Eğer cevap veremiyorsan bu soruma öldüm ve arkamda bir sürü gözü yaşlı insan bıraktım. Bir sürü cevapsız soruyla birlikte…

Peki halen onu seviyor muyum? Sakın bu soruya hayır deme! Eğer cevabın hayır ise o zaman senin ölüden farkın yok demektir. Eğer cevabın hayır ve yaşıyorsan, hemen ölmen gerekir! Eğer cevabın evet ise bu mektubu okuduğun anda şu an sevdiğinden daha fazla sevmen gerektiğini bilmen gerekir!

Mutlu olmayı öğrene bildim mi? Eğer bu soruya hala hayır diyorsan. Bu mektubu yazdığın zamandaki durumu hatırla zor günleri hatırla. Onların artık var olmadığını söyle ve mutlu ol artık…

Şunu hep hatırla benliğim; bu dünyaya acı çekip mutsuz olmaya gelmedin. Savaş ve ayakta kal! Bir daha sakın düşme ve ruhunu karanlığın dipsiz zindanlarına bırakma. Ruhunu tekrar anlaşma yapıp şeytana satma…

Umarım okursun/umarım okurum…
 
Üst