Yeni Bilimsel Gelişmeler/Sürekli Güncelleniyor

dmkol

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
4,907
Tepkime puanı
529
İş
Web Master
Gizlimabet bu başlık altında sürekli güncellenen bilimsel gelişmeleri paylaşacağım. Sizler de bu gelişmeleri paylaşabilirsiniz. Böylece sürekli güncel kalan bilimsel keşifler ve teknolojik gelişmelerden haberdar olacağız. Bu tür bilgiler ufkunuzu genişletir ve kim bilir bazı yeteneklerinizde yeni tekniklere ilham olabilir.

- İtalyan ''Turin Advanced Neuromodulation Group'' tan Sergio Canavero ilk tam başarılı kafa naklini 2017 yılında yapabileceklerini duyurdu.
Daha önce açıklanmış/bilinen ilk kafa naklini 1954 yılında Sovyet bilim adamı Vladimir Demikhov, yavru köpeğin kafasını yetişkin köpeğe yerleştirdi. Denek en fazla 6 gün yaşayabildi. Bundan sonra 1970 yılında Abd 'li bir bilim grubunun başındaki Robert White bu deneyi maymunlar üstünde yaptı. Bir maymunun kafasını başka bir maymunun bedenine aktarabildiler ancak omurilik bağlantısını başaramadıklarından denek hareket edemiyordu. Dest6ek ünitesiyle nefes alabilen bu denek, 9 gün sonra immün sisteminin yabancı doku reddinden dolayı öldü. İtalyan bilim adamı Sergio Canavero artık hem immün sistemini baskılayarak hem de yeni teknolojiyle omurilik bağlantısını da yaparak başarı sağlayabileceklerini iddia etti. Bu konuda bilimsel makalesini ''Gemini Protocol'' adıyla duyurdu. İngilizce makale için: http://www.surgicalneurologyint.com...e=6;issue=1;spage=18;epage=18;aulast=Canavero

- 8 Mayıs'ta Linköping Üniversitesi Organik Elektronikleri Labaratuvarından İsveçli bilim adamı Daniel Simon, sinir zedelenmesi sonucu oluşan kronik nöropatik ağrılar için, ilaç kesesi bulunan polimer implantlar üreteceklerini açıkladı. Böylece vücudun geneline yayılan ilaçlar yerine sadece sorunlu bölgeye yerleştirilecek implant sayesinde ihtiyaç duyulduğu kadar, ihtiyacı olan bölgenin ağrısı kesilebilecek. Sistem denek fareler üstünde işe yaradı. Buna ''sinir protezi/neural prosthesis'' adını veriyorlar.

- Birleşik Arap Emirlikleri 2020 yılında Mars yörüngesine moleküler araştırma yapacak bir uydu göndereceklerini açıkladılar. Mars atmosferindeki moleküller, su, sıcaklık gibi verileri araştıracak olan uydunun adını ''Umut'' uydusu olarak açıkladılar. Daha önce aynı amaçla Hindistan ve Abd de benzer uydular göndermişti. BAE devlet başkanı: ''Bu çalışma bütün İslam aleminin uzay keşif çağına girşini temsil etmektedir'' diye bir açıklama yaptı. (Türk uzay çalışmaları İslami sayılmıyor sanırım kendisine göre)

- Kuzey Kutbunda okyanus zemininde yeni organizma gruplarının izleri keşfedildi. Zemindeki DNA çökeltilerini bir araya getirerek ortaya çıkarılan modellerde 2 milyar yıllık tek hücreli organizmaları tanımlayan bilim insanları, bölünmeden önceki ilk tek hücreli orjinal modellere ışık tuttuğunu belirttiler. Bu modeller gösteriyor ki, çok hücreli yapıdaki canlılara en yakın tek hücreli akrabalar bunlar. http://www.nature.com/nature/journal/vaop/ncurrent/full/nature14447.html
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
Dünyada 7 kıta olduğunu düşünüyorsunuz değil mi?

Tekrar düşünün, çünkü bilim insanları Yeni Zelanda'da Pasifik Okyanusu'nun altında görünen büyük kara parçasının yeni bir kıta olabileceğini söylüyor.

Bilim insanları uzun zamandır, Yeni Zelanda'nın en yüksek ucu Mount Cook dağının önündeki Zelandiya'nın kıta olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.

Zelandiya ismi ilk kez jeofizikçi Bruce Luyendyk tarafından 1995'te koyulmuştu.

Araştırmacılar, Amerika Jeoloji Topluluğu dergisinde yayımlanan son çalışmada, Zelandiya'nın yüzölçümünün 5 milyon kilometrekare olduğunu belirtiyor.

Yani neredeyse Türkiye'nin altı katından daha büyük.

Araştırmanın baş yazarı Nick Mortimer, "Zelandiya'yı bir kıta olarak tanımlamanın bilimsel değeri, kıtaların listesine bir isim daha eklemekten çok daha fazla" diyor.

Mortimer, Zelandiya'nın suyun altında bütün şekilde durabilmesinin, toprağın birbirine tutunma özelliği ve kıtasal kabuk üzerindeki araştırmalara yardım olacağını belirtiyor.

'Zelandiya: Açığa Çıkan Kıtamız' adlı kitaplarında da araştırmacılar Nick Mortimer ve Hamish Campbell, Zelandiya'nın aynı zamanda Yeni Zelanda'yı 'ada' konumundan 'kıta' konumuna taşıyacağı için önemli olduğunu söylüyorlar.

Mortimer ve Campbell, kıtanın potansiyel enerjisinin, mineraller ve doğal kaynaklarının ülkeyi ekonomik anlamda güçlendireceğini vurguluyorlar.

Araştırmacılar bir kara parçasının kıta sayılabilmesi için şu kriterleri inceliyorlar:

- Normal okyanus tabanından daha kalın bir kabuk olması
- Kendine özgü bir jeolojiye sahip olması
- İyi tanımlanmış bir bölge olması
- Okyanus tavanından ne kadar yüksek olduğu

Zelandiya'nın yüzde 94'ü suyun altında bulunuyor.

Yalnızca birkaç ada ve üç büyük kara parçası suyun üstünde duruyor, bunlar: Yeni Zelanda'nın Kuzey ve Güney adaları ile Yeni Kaledonya.

Kıtaları tanımlayan ve ilan eden bilimsel bir kurum yok.

Dolayısıyla dünyanın 8 kıtanın varlığını kabul etmesi, gelecekte yapılacak araştırmaların Zelandiya'yı kıta olarak kabul etmelerine kalıyor.

Alıntı.
 

Angel8

Kayıtlı Üye
Katılım
3 Tem 2010
Mesajlar
78
Tepkime puanı
8
NASA tüm dünyanın merakla beklediği basın toplantısında 7 yeni gezegen keşfedildiğini açıkladı
NASA, Dünya’dan 40 ışık yılı uzakta bulunan 7 yeni gezegen keşfetti. NASA, Güneş Sistemi dışında keşfedilen gezegenler için önemli bir basın toplantısı düzenledi.


Güneş Sistemi dışındaki yıldızların yörüngesinde dolaşan “exoplanet” olarak adlandırılan bu gezegenlerin keşfinin evrende dünya dışındaki canlı varlıkların keşfi için önemli bir temel oluşturabileceği düşünülüyor.


Astronomların Trappist-1 adını verdiği cüce yıldızdan uzaklığı dünya ile benzer olan 7 gezegende sıcaklık seviyesinin de dünya ile benzer olabileceği düşünülüyor.


Bulunan 7 gezegenin dünyayla hemen hemen aynı büyüklüklere sahip olduğu ve yaşamı destekleyebilecek yapıda oldukları öğrenildi.
Trappist 1'in yüzey ısısının güneşin yarısı kadar olduğuna dikkat çekiliyor. Ki bu da kızıl cüce yıldızın ultra soğuk olduğu anlamına geliyor.


Buna karşılık yörüngesindeki 7 gezegen eğer yeteri kadar yakınsa, bu gezegenlerin de dünyadakine benzer yeterlilikte solar enerji alabileceği vurgulanıyor. Üzerlerinde su bulunabileceği belirtilen gezegenlerin Dünya'ya yakın olduklarına dikkat çekilirken en iyi teleskopların deneyde kullanıldığı ifade edildi.


NASA'nın 2018'de göndermeyi planladığı yeni teleskoplar sayesinde 7 yeni gezegen hakkında daha fazla bilgi elde edilecek. Araştırmayı yapan astronomlar büyüklüklerine göre sırayla gezegenlere TRAPPIST-1b, 1c, 1d, 1e, 1f, 1g ve 1h adını verdi
Alıntı
(Zihni, insanı geliştirmek o kadar zor geliyor ki hep kaçacak başka yerler arıyoruz.Bilim açısından güzel bir gelişme tabii)
 

URUMHAMATAHAYİL

Yönetici
Katılım
5 Haz 2008
Mesajlar
7,096
Tepkime puanı
4,961
İş
Wellness Antrenör/Psikolog/ Sosyolog
NASA’da görevli bilim adamlarından Prof Klaus HEINEMANN fotoğraflardaki paranormal orblar gerçeğini desteklediğini açıklamıştır.
Prof. Klaus HEINEMANN, “Daily Mail”in “Strange orbs of light” başlıklı incelemesine katılan birkaç bilim insanından biridir. Prof. HEINEMANN, kendisiyle konuşan bir gazeteciye, ruhsal şifacıların bir toplantısında, karısının çektiği fotoğraflarda minyatür aya benzer ışık dairelerinin bulunduğunu gördüğü zaman çok şaşırdığını söylemiştir. Prof. HEINEMANN önce, bu ışıklı lekeleri su ve toz parçacıklarıyla ortaya çıkmış oluşumlar sanmışsa da, sonra merakını yenemeyerek yakından incelediği zaman onların bu kadar basit bir oluşum olmadıklarını anlamakta gecikmemiştir. Mikroskop teknolojisinde de epeyce bir deneyim ve birikime sahip olan Prof. HEINEMANN, resimlerin çekildiği kamerada da bir arıza bulamamıştır.
“Bununla da yetinmeyen Prof. HEINEMANN” diyen H. COURTENEY, Daily Mail’e hazırladığı araştırma yazısını şöyle sürdürüyordu: “bu gizemli dairelere neyin neden olduğunu düşünmeyi sürdürdü. Bunun için karısıyla birlikte orada burada yüzlerce dijital resim çekti durdu. Bu oluşuma neden olan gizemli etkiyi keşfetmek istiyordu. Pek çok çekimden sonra buldular. İnanılacak gibi değildi ama yakın gerçek buydu: Evet, bu gizemli daireler (“orb”lar) sadece, kendilerinden kameraya görünmeleri rica edildiği zaman ortaya çıkıyorlardı! Ayrıca, spritüel nitelikli toplantılarda onları çekme şansına daha çok sahip oluyorlardı.”
Prof. HEINEMANN bu ilk başarılı sonuca ulaştıktan sonra durmadı ve bu sefer daha sıkı ve kontrollü koşullar altında çekimlerde çift kamera kullanmaya başladı. Bu şekilde ve bu ikinci aşamada “orb” ların saatte 500 mil hızla hareket edebildiğini saptadı ve beklenen ilk açıklamasını yapmakta gecikmedi: “ Bence artık hiç kuşku yok ki, orblar, pekala şimdiye kadar beşeriyetin tanık olduğu bu realitenin ötesiyle ilgili bir oluşum olabilir. Şimdiye kadar ruhsal âlemin varlığı yokluğu konusunda ciddi ya da gayrı ciddi pek çok şey söylendi. Bence bu konunun şakaya gelir yanı yok. Fiziksel olmayan ama gerçek bir fenomen ile karşı karşıya bulunuyoruz. Artık sayıları giderek artan saygın bilim insanı ‘orblar’ konusunu kabul ediyor.”
Gazetenin bu konudaki ayrıntılı haberine göre, 2007’nin başlarında “orblar” üzerine ilk uluslar arası konferansı Arizona’da yapılmıştır. Dünyanın birçok üniversitesinden konuyla ilgili profesörlerin katıldığı bu konferansta ağırlıklı görüş “orblar”ın paranormal kökenli olmalarıyla ilgiliydi. Konferansa bildiri sunanlardan teorik fizik profesörü (madde ve şuur araştırmaları konusunda Stanford Üniversitesinde uzman bir araştırmacı olarak) William TILLER; dünya beşeri olarak bizlerin, görünen evrenin sadece onda birini algılayabildiğimizi söylemiştir.
İrlanda Ulusal Üniversitesi’nden teoloji profesörü Miceal LEDWITH de, “Bana göre, hiç kuşkusuz bu orb fenomeni gerçektir ve ciddi çalışmalara layıktır. Elimizdeki birikim sadece birkaç orb fotoğrafı değildir. Dünyanın dört bir yanından gelen yüzbinlerce gerçek orb fotoğrafı bulunuyor elimizde.”
Vatican’da Uluslar arası Teoloji Komisyonu Üyelerinden olan Mr. LEDWITH’in sadece kendi özel orb resim koleksiyonu yüz bin parçadan oluşuyormuş. “Her boydan orb var: üç beş santimden, çapı 90 cm, 1 metreye kadar değişenler var. Ayrıca renk olarak da çeşitlilik gösteriyorlar. Beyazdan altın sarısına kadar her renkte olanı var. Zamanla kendi çekimlerimde anladım ki, çekimlerde flaş gerekiyor, gün ışığında bile. Çünkü orblar floresan ışıkta daha iyi görülebiliyorlar; bildiğiniz gibi, fotoğraf flaşında da floresan yayını vardır.”
Mr. LEDWITH’e göre (bir kısmı) bedensiz varlıklara, (bir kısmı da) enkarne olmak üzere sıra ve zaman bekleyen (yine “bedensiz”) varlıklara aittir. Yine Mr. LEDWITH’e göre orblar, fiziksel ortamlara henüz hiç enkarne olmamış bir tür enerji varlıklara ait oluşumlar da olabilirler…
Psişik önemi olan mekânlarda “orblar”ın fotoğrafları daha güzel çekilmektedir. Spritüel amaçlı ve ruhsal konulu toplantılar “orblar”ın görüntülenmesi için ideal fırsatlardır. Orblar, ruhsal şifa celselerinde de şifacının yakın çevresinde ve yoğun olarak da şifacının elleri civarında görülür.
Deneyimli fotoğrafçı Anna DONALDSON da konferansa katılanlar arasındaydı. A. DONALDSON ünlü medyum Keith WATSON’un da çalışmadayken birçok fotoğrafını çekmiştir. Ayrıca, A. DONALDSON; büyükannesinin Batı Sus************’teki evi yakınında oynarken kaçırılan Sarah PAYNE olayında da araştırmacılara yardım etmişti. Kaçırılan Sarah’ın, A. DONALDSON tarafından çekilen en son resimlerinden birinde sanki alev alev yanan ışıklı ve gizemli bir nokta da ortaya çıkmıştı. A. DONALDSON konferansta yaptığı konuşmada, “Benim aslında paranormal ile aram açıktır, inanmam. Bu ışıklı lekenin bulunduğu kareden dolayı makinemi tekrar tekrar kontrol ettim, hiçbir bozukluk yoktu. Eğer makine de bir şey olmuş olsaydı, çektiğim tüm resimlerde sıra dışı bir şey olması gerekirdi. Nihayet deneyimli fotoğrafçı medyum K. WATSON’u, çocuğun kaçırıldığı o noktada bir daha çekmeye karar verdi ve o karede de mavi bir orb görünmüştü medyumun görüntüsünün yanında. Ertesi gün aynı yerde çekilen resimlerde de orblar vardı ama renkleri değişik: Bu kez turuncu renkte.
Arizona Üniversitesi’nden psikiyatri profesörü Dr. Gary SCHWARTZ da konferansın konuşmacıları arasındaydı. G. SCHWARTZ “orblar”la ilgili çalışmalarını Katherine CREATH adlı optik bilimci ile birlikte yapmış.
Konferansın sonunda tekrar söz alan Prof. HEINEMANN, orblar konusundaki araştırmaların henüz emekleme aşamasında olduğunu ama eldeki fotoğrafların daha şimdiden spritüel gerçekliğin bilimsel kanıtlarını oluşturduğunu söylemiştir.
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
Bir süredir devam eden laboratuvarda yapay embriyo üretme çalışmaları sonuçlandı. Cambridge Üniversitesi araştırmacıları, farelerden alınan kök hücrelerle dünyanın ilk suni embriyosunu üretmeyi başardı. Bu gelişmenin, kısırlık tedavisinde önemli bir dönüm noktası olması bekleniyor.

Cambridge Üniversitesi araştırmacıları, farelerden aldıkları iki farklı kök hücreyi üç boyutlu (3D) yazıcı kullanarak suni embriyoya dönüştürdü.

Çalışmada embriyonik kök hücrelerle plasentadan alınan ekstra-embriyonik trofoblastik kök hücreleri kullanıldı.

Memelilerde döllenen yumurta, bölünerek embriyonik kök hücreler oluşturuyor. 'Vücudun ana hücreleri' olarak da bilinen bu hücreler, embriyoda bir araya gelerek olgunlaşmamış embriyonik yapıyı oluşturuyor.

Araştırmayı yöneten Prof. Dr. Magdalena Zenricka Goetz, "Farklı kök hücre türleri arasındaki etkileşimin, embriyonun gelişiminde büyük önem taşıdığını biliyoruz. Çalışmada bizi asıl şaşırtan hücrelerin bir arada çalışmasıydı. Resmen birbirlerine yol gösteriyorlardı" dedi.

Suni embriyolar yasal süre boyunca gelişmeyi sürdürdü.

Araştırmacılar, elde edilen suni embriyoların İngiltere'de yasal süre olan 14 gün boyunca gelişmeye devam ettiğini belirtti. İngiltere'de laboratuvar ortamında embriyo gelişimi 14 günle sınırlı.

Goetz'in ekibi, şimdide aynı tekniği suni insan embriyosu üretmek için kullanacak.

Çalışmanın, kısırlık tedavisinde önemli bir dönüm noktası oluşturması bekleniyor.

Çalışma, "Science" dergisinde yayımlandı.

Alıntı.
 

dmkol

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
4,907
Tepkime puanı
529
İş
Web Master
Kanada Ottowa'da elmadan kulak üretildi. Elma bir nevi iskele görevi görüyor ve oldukça ucuza mal edilen bir yapay kulak ortaya çıkıyor. Diğer karmaşık dokular için de çalışmalar devam ediyor.
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
ABD ve Japonya’dan bilim insanları yer kabuğundaki kaymaları hesaplayarak Türkiye’nin ‘Amasia’ adı verilen yeni kıtanın iç kesimlerinde kalacağı öngörüsünde bulundu.

Habertürk gazetesinin aktardığına göre, ABD’nin Yale Üniversitesi ve Japonya’nın Deniz ve Yer Bilimleri Teknoloji Enstitüsü araştırmacılarının hazırladığı modele göre yerkabuğundaki kaymalar nedeniyle Asya ile Afrika, Kuzey Amerika ile Güney Amerika kıtaları birleşecek.

Ayrıca Asya ve Amerika kıtaları arasındaki Bering Boğazı da ortadan kalkacak ve iki kıta kuzeyden birleşecek. Akdeniz küçük bir iç deniz haline gelirken Türkiye toprakları ‘Amasia’ adı edilen yeni kıtanın iç kesimlerinde kalacak.
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
Nature Genetics dergisinde yayınlanan makalede, ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki biyologların geliştirdiği kan analiz yöntemiyle kanser hücrelerinin izlerinin tespit edilebildiği ve tümörün en erken oluşum aşamalarında bulunduğu yerde lokalize edilebildiği açıklandı.

Kaliforniya eyaletindeki San Diego Üniversitesi'nden Kun Zhang, yeni buluşa bir tesadüf eseri ulaştıklarını anlattı. Zhang, "Daha önce olağan yoldan vücutta kanser hücrelerinin izlerini arayıp, nerede oluştuklarını anlamaya çalışıyorduk. Diğer hücrelerin gönderdiği kimyasal sinyalleri fark ettiğimizde, kombinasyonlarının vücutta tümör var mı ve vücudun neresinde olduğunu anlamamıza imkân tanıdığını anladık" diye konuştu.
 

JuBeST

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Mar 2013
Mesajlar
21
Tepkime puanı
4
DNA’ya İşletim Sistemi ve Bilgisayar Virüsü Yüklendi.

Yeni geliştirilen kodlama sistemi, DNA moleküllerinin veri depolama kapasitesini en üst düzeye çıkarıyor. Bilim insanları DNA Fountain tekniğiyle canlı DNA’sına işletim sistemi, video ve virüs yüklemeyi başardı; üstelik DNA’nın aktarım hızı oldukça yüksek! Bu gelişmenin devrim niteliğinde sonuçları olacağı belirtiliyor! Canlıların genetik yapısı yeniden programlanabilecek ve tasarım insan mümkün hale gelecek! New York Genome Center araştırmacıları, yaptıkları deneylerde sorunsuz bir şekilde bir DNA’ya video, işletim sistemi ve bir virüs yüklemeyi başardı. Bilim insanları daha önce DNA’dan esinlenerek çeşitli depolama teknolojileri geliştirmişlerdi ancak gerçek bir canlı DNA’sını veri depolamak için bir alana dönüştürmek daha önce başarılamamıştı. Bir cep telefonunda video akışını sağlamak için tasarlanmış bir algoritma, dört temel nükleotide daha fazla bilgi sıkıştırarak DNA’nın neredeyse tümüyle depolama potansiyelinin kilidini açtı. Yeni geliştirilen bu teknolojinin son derece güvenilir olduğu da kanıtlandı. Bu konuyla ilgili çalışmalar yürüten New York Genome Center araştırmacıları, DNA’nın içine birden fazla veri depolamayı başardı. Bu teknikle yapılan deneme sonucunda bilim insanlarının bir DNA’nın içine bir film, işletim sistemi ve zararlı yazılım (virüs) sığdırdıkları ve DNA’nın olağanüstü bir aktarma hızına sahip olduğu söyleniyor. Yeni keşif bir yandan bilgisayar teknolojisini altüst edecek; veri depolama yöntemlerini kökünden değiştirecek! Öte yandan tüm canlı organizmaların genetiğine müdahale etme ve yeniden tasarımın kapılarını açacak. DNA, son derece kompakt olduğu için serin ve kuru bir yerde yüz binlerce yıl sorunsuz şekilde bozulmadan kalabiliyor. Bunun kanıtı, 430.000 yıllık bir fosilden DNA’nın geri kazanılması ile gösterilmiştir.

Bu yeni gelişmeler canlıların genetiği üzerinde değişiklikler yapılıp yapılamayacağı sorularını da gündeme getiriyor. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi durumunda doğacak çocukların nasıl görüneceği, hangi yeteneklere sahip olacağı önceden belirlenebilecek. DNA’yla ilgili yeni gelişmeler bunlara imkan tanıyacak kadar geliştirilebilir mi? Bu heyecan verici araştırmanın yazarlarından birisi olan bilgisayar bilimleri profesörü Dr. Yaniv Erlich, elde ettikleri bulgularla ilgili şunları söylüyor: “DNA, zamanla kaset şeritleri ve CD’ler gibi bozulmayacak ve eski haline gelmeyecek. DNA doğal ortamlarda bile yüz binlerce yıl yaşayabildiğini kanıtladığı için oldukça güvenilirdir. Araştırmacılar, verileri bir ana dosyaya sıkıştırdılar ve sonra bunları bir ve sıfırlardan oluşan ikili kod kısa dizelerine böldüler. Çeşme kodları olarak adlandırılan bir silme düzeltme algoritması kullanarak dizeleri rastgele olarak damlacıklar diye adlandırdılar. Her bir damlacıktaki ve DNA’daki dört nükleotid baza eşlenen sıfırları sabitledi: A, G, C ve T algoritması silindi. Sonuçta, her biri 200 baz uzunluğundaki 72.000 DNA zincirinin dijital bir listesi oluştu. Araştırmacılar, verileri yeniden okuyabilmek için modern dizileme teknolojisini kullandılar. Genetik kodu ikili haline çevirmek için kullanılan yazılımlar izledi. Ve kaydettikleri verileri sıfır hata ile yeniden okuyabildiler. Araştırmacılar ayrıca, DNA örneklerini polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile çarpılarak, kodlayıcı teknikleriyle dosyaların neredeyse sınırsız sayıda kopyasının oluşturulabileceğini ve bu kopyaların ve hatta kopyalarının kopyalarının üretilebileceğini gösterdiler. Yeni kodlama stratejisinin, tek bir DNA gramı üzerinde 215 petabayt veri depolayabildiği kanıtlandı. Sonuçlarla ilgili konuşan Prof. Erlich, “Bunun şimdiye kadar oluşturulmuş en yoğun veri depolama aygıtı olduğuna inanıyoruz” dedi.

Alıntıdır.
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
Hindistan'ın Madhya Pradeş eyaletinde keşfedilen ve yaklaşık 1.6 milyar yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen kırmızı yosun fosillerinin dünyanın en eski bitkisi olabileceği ileri sürüldü. Buna göre, yeryüzündeki bitki ve çok hücreli organizma geçmişi bilinenden 400 milyon yıl öncesine dayandırılabilir.

İsveç Doğa Tarihi Müzesi'nden Prof. Dr. Therese Sallstedt başkanlığındaki araştırma ekibi, Hindistan'In Madhya Pradeş eyaletinin Chitrakoot şehri yakınlarında tortul kayalar içinde yeni bitki fosilleri buldu.

Araştırmacılar, bu fosillerin, bitkiler ve çok hücreli organizmaların geçmişinin bugüne dek bilinenden 400 milyon yıl daha geriye gittiğinin kanıtı olabileceğine işaret etti.
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
Japonya'nın Osaka kentinde yer alan Kindai Üniversitesi'ndeki bilim insanlarının modellemeye dayalı olarak gerçekleştirdikleri araştırmanın sonuçları, Merkür gezegeninin şu an Güneş Sistemi'nde bulunduğu yerinde oluşması olasılığının çok düşük olduğunu ortaya koydu.

Araştırmalar çerçevesinde gerçekleştirilen toplam 110 simülasyondan sadece 9'unda Merkür'ün özelliklerini taşıyan gezegenin oluştuğu dikkat çekti.

Bunun üzerine bilimciler, Merkür gezegeninin Güneş Sistemi'nin dışında oluşmuş bir 'misafir' gezegen olabileceğini öne sürdü.

-----


Rus uzay ve havacılık şirketi Energiya, Soyuz uzay aracının yerine geçecek, yeni nesil insanlı uzay aracı Federatsiya’nın yapımının 2021 yılına kadar tamamlanacağını duyurdu.

Energiya Genel Müdürü Vladimir Solntsev, uzay görevlerinde kullanılan Soyuz uzay aracının yerine geçecek ve yüzde 80 oranında farklı maddelerin birleşimiyle oluşan kompozit malzemelerden yapılacak Federatsiya uzay aracının 2021 yılına kadar hazır olacağını söyledi.

Solntsev "Uzay aracı kompozit malzemelerden oluşacak, yeniden kullanılabilir iniş kapsülü ise geleneksel malzemelerden yapılacak" dedi.

İNSANSIZ UÇUŞ 4 SENE SONRA

Energiya şirketine göre Federatsiya dört kişiyi ve istenilen bir kargoyu Ay'a ve Dünya'nın alçak yörüngelerindeki uzay istasyonlarına taşıyabilecek şekilde tasarlandı. Uzay aracının uçuş süresinin 30 gün kadar, herhangi bir uzay istasyonunda kalma süresinin 1 yıla kadar olacağı tahmin ediliyor.

Federatsiya ile ilk insansız test uçuşunun 2021 yılında, insanlı uçuşun da 2023'te gerçekleştirilmesi planlanıyor.
 

JuBeST

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Mar 2013
Mesajlar
21
Tepkime puanı
4
Kalp Krizi Sonrası Kalbi Onarabilen İlaç Geliştirildi

MDI Biyoloji Laboratuvarı ve Novo Biosciences ‘dan bilim insanları kalp krizi sonrasında kalp kası fonksiyonunu onarabilecek devrimsel bir ilaç adayı tanımladılar. npj Regenerative Medicine dergisinde yayınlanan araştırmada MSI-1436’ın zebra balığı ve farelerde kalp kas dokusunu onardığı(rejenerasyon) gösterildi. WHO’ya göre her yıl kardiyovasküler hastalıklardan dolayı dünyada 17,5 milyon insan ölüyor ve milyonlarca insan zarar görüyor. Bugün halen kalp kası fonksiyonunu onaran bir ilaç mevcut değildir. “MSI-1436’ın potansiyel etkisi gerçekten büyük. Eğer insanlarda da benzeri etkiler gözlemlersek, kalp hastaları için gerçekten oyunu değiştiren ilaç olabilir, “,diyor MDI Biyoloji Laboratuvarı’ndan bilim adamı Dr. Viravuth P. Yin. Enstitüden çıkan diğer bir ortak şirket Novo Biosciences ile insan klinik deneylerine geçmeyi amaçlıyor. İnsanlardan önce ilaç domuzlarda test edilecek ki, bu hayvanın kalbi insan kalbiyle en çok benzerlik gösteren kalp olma özelliğini taşıyor.
Bu ilacın iki avantajından dolayı klinik aşamada düzgün bir yol izleyeceği düşünülüyor. İlk olarak MSI-1436, fareler ve zebra balıklarında doku rejenerasyonunu stimule ediyor, bu canlılar yaklaşık 450 milyon yıllık evrimsel bir farkla ayrılıyor. Bunun insanlarda da işe yarayabileceği düşünülüyor. İkincisi, şimdiden Faz 1 ve 1b klinik denemelerinde hastalar tarafından iyi tolere edildiği ve ilişkisiz endikasyon yaratmadığı belirlendi. Maksimum insan dozu 5 ila 50 kat daha yüksektir, bu bu dozun zebra balıkları ve farelerde kalp onarımını etkili bir şekilde stimüle ettiği gösterildi. “MSI-1436 ‘ın önceki klinik denemeleri bu ilacın pazara büyük bir fark getirebileceğini gösteriyor. Laboratuvardan hastaya kadar gidecek yol halen uzun ve zorlu bir yol. Fakat MSI-1436’ın insanlarda güvenli olduğu ilaç geliştirme prosesinde gösterildi,” diyor Dr. Kevin Strange.


Zebra Balığı ve Fare Deneyleri Olumlu Sonuç Verdi.

Yin tarafından orijinal araştırmada zebra balığında MSI-1436 denendi. Zebra balığı nerdeyse vücudundaki her parçayı onarabilen bir organizma. Bununla beraber MSI-1436 ile balığın % 200 ila % 300 arasında uzantısal rejenerasyonun arttığı gösterildi. Devam eden araştırmada MSI-1436’nın stimüle zebra balığı kalp rejenerasyonunu aynı ölçüde stimüle ettiği gösterildi. “Bu gerçekten ‘Eureka!’ anıydı. (Arşimetin suyun kaldırma kuvvetini bulduğu an gibi) Bu sonuçları Yin’i çok etkiledi ve denemeleri farklı koşullarda defalarca tekrarladı. Sonrasında fare gibi sınırlı rejenerasyon kapasitesine sahip bir memeliye geçti. Hedef ilacın daha gelişmiş organizmalarda stimüle rejenerasyonunu görmekti. Fareler ve insanlar , zebra balıkları ile aynı genetik yolları izlese de sonrasında neden bu özelliklerin deaktive olduğu halen net değil. Farelerde elde edilen sonuçlar incelendiğinde yapay kalp krizinden 24 saat sonra, verilen MSI-1436 sayesinde kalp fonksiyonunun 2 ila 3 kat iyileştiği gösterildi. Enfarktüs boyutundan azalma ve yara dokusunda % 53 küçülme, ventriküler duvar kalınlığı incelmesinde azalma ve enfarktüs bölgesi sınırında stimüle kalp hücresi çoğalması gözlendi. Hasta kalp krizi geçirdiğinde kalp kası ölür ve ilişkili skarlaşma kalp kabiliyetini engelleyerek, kalbin etkili kan pompalamasını kısıtlar. Yazarlar MSI-1436 skarlaşma ve yetişkin memelilerde kalp rejenerasyonunu indükleyebilecek ilk ilaç adayı olduğuna inanıyorlar. İlacın rejeneratif tıp alanında oldukça kullanışlı olabileceği vurgulanıyor. Ayrıca diğer ilaçların aksine geliştirilmesi birkaç yıl ve uygun maliyetle yapıldı. İlacın aynı zamanda Duchenne müsküler distropi hastalığında iskelet kas dokusunu rejenere etmede potansiyel uygulamaları olabileceği belirtiliyor. Diğer potansiyel uygulamalar ise yara iyileştirilmesi ve sinir dokusu gibi dokuların iyileştirilmesi olabilir.

Alıntıdır.
 

Ori

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2010
Mesajlar
3,246
Tepkime puanı
3,122
Sputnik’e konuşan Roskosmos’un uluslararası faaliyetten sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Sergey Savelyev, "Roskosmos’un önümüzdeki 10-15 yıl için planlarında temel amaç olarak Ay’a insanlı misyonlar değerlendiriliyor” dedi.

Roskosmos’un uluslararası faaliyetten sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Sergey Savelyev, şirketin önümüzdeki 10-15 yılda Mars’a uçmayı planlamadığını, temel amaç olarak Ay’a insanlı misyonun değerlendirildiğini belirtti.

LAAD-2017 hava ve uzay fuarı için Brezilya’ya giden Savelyev, Sputnik’e açıklamasında, “Halihazırda NASA’nın uzay araştırmalarındaki uzun vadeli hedefi, Mars’a insanlı seferler düzenlemek. Roskosmos’un önümüzdeki 10-15 yıl için planlarında ise Mars öngörülmüyor. Temel amaç olarak Ay’a insanlı misyonlar değerlendiriliyor” dedi.
Bu durumun Roskosmos ve NASA’nın ortak projeleri oluşturma yönünde diyalog yürütmeye engel olmadığını belirten Savelyev, “Müzakere süreci devam ediyor. Görüşmelere Uluslararası Uzay İstasyonu programında yer alan partnerler de katılıyor. Görüşmeler, öncelikle profesyonel çalışma gruplar kapsamında yapılıyor. Bu gruplar birkaç yıl önce kuruldu ve onlar gelecek projelerin senaryoları üzerinde çalışıyor” diye konuştu.
 

JuBeST

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Mar 2013
Mesajlar
21
Tepkime puanı
4
FDA, MS Hastalığının Birkaç Türünde İşe Yarayan İlk İlacı Onayladı


Türkiye’de yaklaşık 40 bin MS (multipl skleroz) hastası olduğu düşünülüyor. Bu hastalık vücudun motor yeteneklerini ve bilişsel kabiliyetlerini bozuyor. Amerikan İlaç Dairesi, FDA birkaç MS türünün tedavisi için yeni geliştirilmiş bir MS ilacını onayladı. Ocrelizumab(Ocrevus) adı verilen ilaç, diğer MS ilaçlarının aksine T hücrelerine değil, B hücrelerini hedef alıyor. Aynı elektrik kabloları gibi vücudu kaplayan sinir hücrelerinin yalıtan miyelin bir kılıf vardır. İşte MS durumunda, bağışıklık sistemi bu hücreleri yanlışlıkla patojen olarak algılar ve onlara saldırır. Bu koruyucu kılıflar hasar gördüğünde aynı elektrik devreleri gibi kısa devre yapar ve motor kabiliyetlerini, görsel aktiviteyi ve kavramayı bozar. En yaygın form ise relaps-remission MS ‘dir . Yarı düzenli dönemde alevlenir, fakat bazı hastalar maalesef birincil progresif MS’dir .Bu durumda , semptomlar giderek azalmaz ve daha da kötüleşir. MS için halen bilinen bir tedavi yöntemi olmasa da ,dünyada bilim insanları MS’e yoğunlaşmış durumdalar ve çok araştırma yapılıyor. MS ile mücadelede beyin kan damarlarında demir tıkanmalarını temizleyerek, bağışıklık sisteminin miyelin kullandığını hatırlatmak ve böylece enflamasyona neden olan proteinleri bloke ederek, bağışıklık sistemini tümüyle yeniden başlatmak mümkün. Tarihsel boyunca, MS araştırmalarında T hücrelerine yani, bağışıklık sisteminin kara kuvvetlerine odaklanıldı. Fareler üzerinde daha önce yapılan araştırmalar, MS benzeri durumların diğer hayvanlardan transfer olan T hücreleriyle aktarıldığı düşünülse de , insanlarda hastalığın insan formlarında böyle bir taşınım bulunmadı. Kaliforniya San Francisco Üniversitesi’nden bir ekip B hücreleri adı verilen farklı bir bağışıklık hücresine odaklandı. Tıp Doktoru Stephen Hauser ve arkadaşları, hücrelerin beynin derinliklerinde yaşadığını, sadece % 2 civarında kana karışarak, MS hastalarının sinir sistemlerinde enflamasyona neden olduğunu buldu. İşte bu yeni hedef doğrultusunda ocrelizumabı(Marka İsmi Ocrevus) geliştirdi. İlaç bu mücadeleci B hücrelerini yok etmekte oldukça etkili ve tek seferde birkaç ay işe yarıyor. Bugün relaps-remitting MS için standart test olan, interferon beta-1a’ya göre test edildi. Ocrelizumab’ın yıllık relapsı % 47, güçsüzlüğü % 43 azalttığı ve beyin lezyonlarını % 95’e kadar azalttığı bulundu. Hatta daha da etkileyici olan birincil progresif MS’i yavaşlatmada umut vaat etmesidir. Araştırmacılar, hastalığın bu formuna beyinde gizlenen B hücrelerinin & 98’sinin neden olabileceğinden kuşkulanıyorlar. Bu da tedavisini güçleştiriyor. Bu etkiler oldukça küçük kabul edilse de, birincil progresif MS üzerinde herhangi bir etkisi olabilmesi cesaret veriyor. “ Hayli etkili ve iyi tolere edilebilen tedavi imkanı sayesinde, MS hastalığının şafağında olan insanlar bu terapiyle tedavi edilerek, miyelin enflamasyonu ve dolasıyla relapslar ve gerilemeler tümüyle tedavi edilebilir,” diyor Hauser. Araştırmacılar bu ilaca karşı oldukça optimistik yaklaşıyorlar, bu sayede yüzlerce binlerce insanın hayat kalitesinde ve gelecekte MS olacak pek çoklarının tedavisinde işe yarayacağını umut ediyorlar. Araştırma sonuçları New England Journal of Medicine dergisinde yayınlandı.

Alıntıdır.
 

JuBeST

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Mar 2013
Mesajlar
21
Tepkime puanı
4
Farklı Kanserleri Hedef Alan Türünün İlk Örneği Nano-Aşı Geliştirildi

ABD’deki UT Southwestern Medical Center’dan bilim adamlarının geliştirdiği nano aşı , sentetik polimer nano parçacık içinde bağışıklık sisteminin tanıyabildiği tümör proteinlerinden oluşuyor. Kişinin vücudunun kanserle kendi kendine mücadele etmesine yardım amacıyla nanopartikül aşılar, bağışıklığı tetiklemek için bağışıklık sistemini harekete geçiren çok küçük parçacıkları serbest bırakıyor. Fareler üzerinde yapılan araştırma nano aşının birçok tümör tipinde kanser karşıtı etkisi olduğunu gösterdi. Bilim adamlarından Dr. Jinmin Gao , ‘’Tasarımda eşsiz olmamızın sebebi, doğuştan var olan bağışıklığı harekete geçirirken tümör antijenlerini bağışıklık hücrelerine kesin olarak ulaştırabilen tek polimer bileşimin basitliği . Bu eylemler özellikle güvenli ve güçlü biçimde kanser hücrelerini öldüren T hücrelerinin üretimiyle sonuçlanıyor,’’ ifadesini kullandı. Dr. Gao, kanser immünoterapisinde başka aşı teknolojileri kullanıldığını ancak bunların canlı bakteri veya çoklu biyolojik uyarıcı içerdiğinden karmaşık olduğuna dikkati çekti. Bilim adam, bu karmaşıklığın da ürünün pahalı olmasına ayrıca bazı durumlarda hastalarda bağışıklığa ilişkin zehirlenmelere yol açtığını belirtti. Gao, yeni nanoteknoloji araçlarının ortaya çıkması ve polimerik ilaç verilmesi konusunda daha fazla bilgi kazanılmasıyla nano parçacık aşı alanının son 10 yılda büyüdüğünü ve akademisyenler ile sanayinin buna ilgisinin arttığını belirtti. Bilim adamı, tipik aşıların bir ‘’depo sisteminde’’ tümör antijenlerini bulmak amacıyla bağışıklık hücrelerine ihtiyaç duyduğunu ve daha sonra T hücrelerinin etkin hale gelmesi için lenfli organlara gittiğini ancak nano parçacık aşıların tümöre özgü bağışıklık cevabını harekete geçirmek için doğrudan lenf noktalarına ilerlediğini vurguladı. Bilim adamlarından George L. MacGregor da, ‘’Nano parçacık aşıların etkili olabilmesi için antijenleri, hücreleri temsil eden ve doğuştan gelen bağışıklık sistemini tetikleyen, antijen adı verilen özel bağışıklık hücrelerinin içindeki uygun hücre bölmelerine ulaştırması gerek. Bizim nano aşımız bunları yaptı’’ dedi. Vücudun Bağışıklık Sistemini Tetikliyor Bilim adamlarının çalışmasında nano aşı, kanserle mücadele etmek için vücudun bağışıklık savunmasını tetikleyen, STING adı verilen ‘’uyumlu’’ proteini harekete geçiriyor. Sonuçları ‘’Nature Nanotechnology’’ dergisinde yayımlanan araştırmada, melanom, kalın bağırsak kanseri, HPV’ye bağlı rahim ağzı kanserleri, baş, boğaz ve anogenital bölgelerdeki farklı tümör modellerini fareler üzerinde deneyen bilim adamları birçok vakada nano aşının tümörün büyümesini yavaşlattığını ve hayvanların yaşam süresini uzattığını belirledi. Doğal ve edinilmiş bağışıklığın anlaşılması konusunda ileriye atılan son adımların immünoloji ve nanoteknoloji uzmanlarını daha fazla işbirliğine ittiğini belirten bilim adamları bu işbirliğinin de yeni nesil nano aşıların hızlı geliştirilmesi konusunda kritik önem taşıdığını ifade etti. Bilim adamları şimdi birçok STING’i harekete geçiren nano aşıların birçok kanser vakası üzerinde denenmesi amacıyla UT Southwestern’de fizikçilerle klinik testlere geçmek için fiikçilerle çalışıyor. Nano aşıların radyasyon ya da ‘’kontrol noktası inhibitörü’’ gibi başka immünoterapi stratejileriyle birleştirilmesi bu aşıların tümörle mücadele etkisini artırabilir.

Alıntıdır.
 

Mithra

Kayıtlı Üye
Katılım
30 Ocak 2013
Mesajlar
394
Tepkime puanı
135
İngiltere’nin en yeni reaktörü ST40’ı çalıştırmak için geçen hafta düğmeye basıldı ve ilk denemede içinde yakıcı bir plazma oluşturulabildi. Tokamak tipindeki reaktörde 2018 için amaç, yaratılan plazmayı 100 milyon santigrat dereceye çıkarabilmek; bu Güneş’in merkez sıcaklığının 7 katı demek oluyor. Füzyon eşiği aşıldıktan sonra hidrojen atomları helyumu oluşturarak birleşmeye başlıyor. Enerji bariyeri kalkınca limitsiz ve temiz enerji süreci işlemeye başlıyor. ST40’ın arkasındaki şirketin yöneticisi David Kingham, füzyon enerjisinin hem İngiltere’de hem de Dünya'da gelişimi için çalışmalarının önemli olduğunu söylüyor:

“Özel bir girişim tarafından tasarlanmış, üretilmiş ve işletilmiş olan birinci sınıf, kontrollü füzyon cihazını ortaya çıkarıyoruz. ST40, kompakt ve uygun maliyetli reaktörlerde 100 milyon dereceye kadar füzyon sıcaklıklarına ulaşabilecek bir sistem. Bu, füzyon gücünün kullanılması için on yılların değil sadece yılların olduğunu gösteriyor.”

Nükleer füzyon, Güneş’i besleyen süreçtir. Aynı şeyi Dünya'da gerçekleştirmenin bir yolunu bulabilirsek, karbon salınımını azaltmanın yanında sınırsız miktarda temiz enerji tedarik etmemiz de mümkün olacak. Günümüz nükleer reaktörlerinde elde edilen nükleer fisyonun aksine, nükleer füzyon atomları birbirinden ayırmak değil, onları bir araya getirmektir. Tuzdan ve sudan biraz daha fazlasını gerektirir ve başlıca atık ürün olarak helyum üretir. Nükleer füzyon umut vericidir ama aynı zamanda bilim insanlarının başarmak için mücadele ettiği şeydir. İşlem, plazmayı inanılmaz sıcaklıklarda, yeterli elektrik üretmek ve yeterince uzun süre kontrol etmek için yüksek güçlü mıknatıslar kullanmayı içerir ve bu tahmin edebileceğinizden de zordur. Geçtiğimiz yıllarda büyük ilerlemeler oldu. MIT'den bilim insanları, Ekim ayında plazma basıncı rekorunu kırdı ve Aralık ayında Güney Koreli araştırmacılar, 70 saniye boyunca 300 milyon dereceye kadar "yüksek performanslı" plazmayı sürdüren ilk ekip oldu. Almanya'da, Wendelstein 7-X Stellerator adlı yeni bir füzyon reaktörü plazmayı başarıyla kontrol edebildi. Ancak, parçaları bir araya getirebilmekten hala çok uzaktayız: Füzyon oluşması için gerekli sıcaklıklarda plazma üretmenin uygun bir yolunu bulmak ve ardından enerji üretmek için plazmayı yeterince uzun süre kontrol edebilmek. ST40, Tokamak reaktörü olarak bilinir ve kavurucu plazmanın çekirdeğini kontrol etmek için yüksek güçlü toroid şeklinde manyetik bobinler kullanır. Bir sonraki adım, manyetik bobinlerin tam bir setini ST40 içerisinde kurmak ve test etmek olacak ve bu yılın ilerleyen günlerinde Tokamak Enerji (ST40’ı yapan şirket) bobinleri 15 milyon santigrat derecede plazma üretmek için kullanacak. 2018'de ekip, 100 milyon santigrat derece füzyon eşiğini elde etmeyi umuyor ve nihai hedef, 2030 yılına kadar İngiltere şebekesine temiz füzyon gücü sunmak. Şirket sonuca şimdi bir adım daha yaklaştı ama gelişmekte olan bir Tokamak reaktörü olan sadece onlar değil. Yine de ticari bir füzyon reaktörünü yaygın hale getirmek için yarışı hızlandırabilirler.

Çeviren:Nazlı Turan
alıntıdır.
----------------------------------------

Bu habere biraz farklı açıdan baktım.Televizyon açıyorum malum kanallar sanki her ramazan (özür dilerim dini hassasiyeti olan kişilerden) ayet iniyor bildiğiniz din satıyorlar, sorulan sorular o kadar komik ki.Pek televizyon izlemem, izleyenleri yadırgamıyorum televizyon yerine sığınacağımız liman kitaplar olmalı, ben kitapların gücünü bu yıl keşfettim.Elbet bende dört dörtlük bir anlayışa sahip değilim her kul gibi hatalarım var hatasız olan yaratıcı.Müslüman ülkelerin hemen hepsinde kan, savaş ve gözyaşı bizim olan kaynakları alıyorlar ve kendi ülkelerinde zenginliklerini katlıyorlar.Klişe olacak ama adamlar ileriye dönük strateji ve teknolojik faliyette bulunuyorlar şekildeki gibi.Ve ilk ayet "oku".Esenlikle kalın.
 
Ü

Üye silindi 56746

Bilim insanları 10 yıl içinde insanların ölüp ölmeyeceğini belirleyen kan testi geliştirdi.


Araştırmacılar, tahlilin yüzde 83 doğruluk payı olduğunu ve insanların ne kadar yaşayabileceğini tahmin ederek, daha sağlıklı bir yaşam tarzını seçmeleri konusunda insanlara uyarı niteliğinde olabileceğini belirtiyor.

Metro gazetesinin haberine göre, kan tahlili, ölüm riskini etkileyen 14 farklı biyolojik göstergeyi ölçüyor. Bu ölçümler bağışıklık sistemi, şeker kontrolü, yağ ve iltihap gibi vücuttaki rahatsızlıkları kapsıyor. Almanya’daki bilim insanlarının, on binlerce kişi üzerinde yaptıkları tahliller sonucu kişilerin sağlık durumları ve fiziksel hassasiyetleri hakkında doğru tahminlerde bulunuldu. Bilim insanları bunun bir gün hastaların tedavisinde bir rehber olarak kullanılabileceğini düşünüyor.

Almanya’daki Max Planck Institute for Biology of Ageing’den akademisyenler, 18 ve 109 yaş aralığındaki 44 bin 168 yetişkinden kan örnekleri aldı.16 yıl süresince deneklerden 5 bin 512’si hayatını kaybetti. Araştırmacılar da biyolojik göstergelere bakarak daha uzun yaşayan ve ölüm riski yüksek kişileri inceledi. Yaşam beklentisi konusunda diğer yapılan tahminlere göre kan test sonuçları yüzde 10 daha doğru çıktı. Doktorlar, kişinin kan basınca kolesterol seviyelerine bakarak gelecek yıl içerisinde hayatta kalıp kalmayacağını tahmin edebiliyor.Bu tahmin şimdiye kadar 10 yıla kadar yapılamıyordu.

Habere göre bilim insanları araştırmalarını daha da geliştirerek kan testiyle hastaların tedavi biçimlerini de belirleyebilmeyi umuyor.
 

aNAkSaRatE

Banlı Kullanıcı
Katılım
4 Tem 2018
Mesajlar
426
Tepkime puanı
1,720
Fizikçiler Biyolojik Hafızayı Taklit Eden Cihaz Geliştirdi


Moskova Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nden araştırmacılar, canlı beyinde sinaps (nöronların sinir hücrelerinin diğer nöronlara ya da kas veya salgı bezleri gibi nöron olmayan hücrelere mesaj iletmesine olanak tanıyan özelleşmiş bağlantı noktaları) gibi davranan, bilgi depolayan ve uzun süre erişilmez olduğunda yavaş yavaş unutan bir cihaz geliştirdi.

ACS Applied Materials & Interfaces'te yayımlanan makale, ikinci dereceden bir memristor (gerilim ve voltaj arasındaki zaman integral ilişkisini kontrol eden elektronik bileşendir) olarak bilinen yeni cihaz, hafniyum okside (inorganik bir bileşik) dayanıyor ve biyolojik bir beynin öğrendiği yolu taklit eden analog nörobilgisayarlar tasarlamak için umutlar sunuyor.

Nörobilgisayarlar beyin fonksiyonlarını taklit eder. Beyin, verileri nöronlar arasında bir bağlantı ağı olan sinaps şeklinde depolar. Çoğu nörobilgisayar, geleneksel bir dijital mimariye sahiptir ve sanal nöronları ve sinapsları çağırmak için matematiksel modeller kullanır.

Çalışmanın başyazarı Neurocomputing Systems Lab'dan Anastasia Chouprik, 'Bu çözümle ilgili sorun, aygıtın zaman içinde davranışını değiştirmeye meyilli ve uzun süreli kullanımdan sonra bozulma eğilimi. Sinaptik plastikliği uygulamak için kullandığımız mekanizma daha sağlam. Aslında, sistemin durumunu 100 milyar kez değiştirdikten sonra hala normal çalışıyordu, bu yüzden meslektaşlarım dayanıklılık testini durdurdu.' ifadelerini kullandı.
 
Üst