Zen Hikayeleri

AronArcher

Banlı Kullanıcı
Katılım
2 Kas 2014
Mesajlar
608
Tepkime puanı
22
Cennet ve Cehennem

Bir Samuray, Zen üstadı Hakuin'in karşısına dikilip şu soruyu sordu:
"Gerçekten de cennet ve cehennem var mıdır?"
Üstad: "Kimsiniz?"
"Bir samurayım."
"Sen mi?" diye dudak büktü Hakuin, "Kendine baksana bir. Hangi efendi senden doğru dürüst hizmet umabilir? Daha ziyade dilenciyi andırıyorsun!"
Sinirden kıpkırmızı kesilen samuray kılıcını çekti.
Hakuin susmak bilmiyordu: "Vay! Kılıcı da varmış! Ama o kadar beceriksize benziyorsun ki nasıl olsa kafamı kesemezsin!"
Kanı beynine sıçrayan samuray kılıcını kaldırdı.
Ustaya vurmaya hazırdı. O anda Hakuin sakince, işte cehennemin kapıları böyle
açılır" dedi.
Üstadın serinkanlı tavrına şaşıran samuray kılıcını kınına soktu ve saygıyla eğildi
Üstad sözünü şöyle bitirdi: "Cennetin kapıları da böyle açılır."

Zen Keşişi ve Budist Rahip

Bir gün budist ve bir zen kesisi bir yere gidiyorlarmis hava da yagmurluymus. Daha sonra bir kadinin bir yerde mahsur
kaldigini görmüsler, kadin çamurdan geçemiyormus. Budist hiç o yöne bakmadan yürücekmis çünkü bir kadina yaklasmak yasak ve kurallara aykiri. Derken zen
kesisi kadini kucagina alip karsiya geçirmis. Sonra ikisi yola devam etmisler. Ama budist rahip kafayi yemis
yol boyunca nasil bunu yapar, nasil yasalara karsi gelir diye düsünmüs. Bi müddet sonra dayanamamis sormus.

Bize yasak oldugu halde nasil bir kadina dokundun ve onu tasidin.

Zen kesisi demis ki..
Dostum sen onu hala tasiyormusun. Ben onu orda bırakmıştım.

En sade dogrular mi? Rengârenk yalanlar mi?

Bir zamanlar, Uzak Dogu'da, artik yaslandigini ve
yerine gececek birini secmesi gerektigini dusunen bir imparator
varmis. Yardimcilarindan ya da cocuklarindan birini secmek yerine;
kendi yerine gececek kisiyi degisIk bir yolla secmeye karar vermis.
Bir gun, ulkesindeki tum gencleri cagirmis ve:

"Artik tahttan inip yeni bir imparator secme vakti
geldi. Sizlerden birini secmeye karar verdim." demis.

Gencler sasirmislar, ancak o surdurmus:

"Bugun hepinize birer tohum verecegim. Bir tek tohum... Ama bu cok
ozel bir tohum. Evlerinize gidip onu ekmenizi, sulayip buyutmenizi
istiyorum. Tam bir yil sonra buyuttugunuz o tohumla buraya
geleceksiniz. Sizi, yetistirdiginiz o tohuma gore degerlendirip,
birinizi imparator sececegim."

Saraya cagirilan genclerin arasinda Ling adinda biri de varmis.
O da digerleri gibi tohumunu almis...
Evine gidip heyecanla olayi annesine anlatmis.
Annesi bir saksi ve biraz toprak bulup, onun tohumu ekmesine yardim
etmis. Sonra birlikte dikkatlice sulamislar. Her gun sulayip
buyumesini bekliyorlarmis.

Yeterince zaman gectikten sonra diger gencler tohumlarinin ne kadar
buyudugunu anlatirken, Ling hayal kirikligi icinde, kendi tohumunda
hicbir degisIklik olmadigini goruyormus.

Uc hafta, dort hafta,bes hafta gecmis... Hâlâ hicbir gelisme yokmus.
Digerleri yetisen bitkilerinden soz ederken Ling cok uzuluyormus.
Imparatorun onu beceriksiz sanmasindan cok endiseleniyormus.
Arkadaslarina da hicbir sey diyemiyor, sabirla bekliyormus.

Sonunda bir yil bitmis ve genclerin yetistirdikleri bitkileri
imparatorun huzuruna goturecekleri gun gelip catmis. Ling, annesine
bos saksiyi goturemeyecegini soyleyince, annesi ona cesaret verip;
saksisini goturup durust bir sekilde olanlari imparatora anlatmasini
istemis. Ling, pek istemese de, annesinin sozunu tutmus ve bos
saksiyla saraya gitmis.

Saraya varinca arkadaslarinin yetistirdigi bitkilerin guzellikleri
karsisinda sasirmis. Sonra imparator gelmis ve tum gencleri selamlamis.

Ling, arkalarda bir yerlere saklanmaya calisiyormus.

"Ne buyuk bitkiler, cicekler ve agaclar yetistirmissiniz. Bugun
biriniz imparator olacak." demis imparator.

Aniden arkada elinde bos saksisiyla Ling'i fark etmis. Hemen
muhafizlarina onu one getirmelerini emretmis. Ling cok korkmus.
"Sanirim beceriksizligimden dolayi beni oldurtecek."

Ling one geldiginde imparator adini sormus.
"Adim Ling." demis.
Diger gencler gulusup onunla alay etmeye baslamislar. Imparator onlari
susturmus. Ling'e ve elindeki saksiya dikkatle bakip kalabaliga dogru
donmus.
"Yeni imparatorunuzu selamlayin. Adi Ling!" demis.

Ling inanamamis. Cunku tohumunu yesertememis bile,
nasil imparator olurmus?...

Imparator devam etmis:
"Bir yil once burada herkese bir tohum verdim. Siz ekip, sulayip bir
yil sonra getirecektiniz. Ama hepinize kaynamis tohum vermistim. Asla
buyuyemeyecek olan... Ling'in disinda herkes agaclar, bitkiler ve
cicekler getirdi; cunku tohumun buyumedigini fark edince hepiniz onu
bir baska tohumla degistirdiniz.

Sadece Ling icinde benim verdigim tohum olan bos saksiyi getirme
cesaret ve durustlugunu gosterdi. Beklentisi gerceklesmeyince
umutsuzluga kapilsa da, durustlugunden vazgecmedi... Onun icin yeni
imparatorunuz o olacak!"


İyi Kareteci Olmak

Genc bir adam Japonya'yı bir baştan bir başa dolaşıp ünlü ustaların bulunduğu okulları gezer.Ünlü bir okula geldiğinde bu okulun ustasıyla görüşmek ister. Delikanlı ustanın karşısına cıktığında "Benden istediğin nedir" diye sorar usta. Sizin tarafınızdan eğitilmek ve bu ülkenini en ünlü Karete ka'sı olmak istiyorum"der delikanlı."Bunun için kaç sene çalışmam gerekir?" "En az on sene" diye cevap verir usta. "On yıl çok uzun bir süre "der delikanlı."Peki ya öğrencilerinizden iki kat dağa fazla çalışırsam?" "Yirmi yıl "diye cevap verir usta. "Yirmi yıl!peki ya gece gündüz bütün gücümle çalışırsam?" Bu kez ustanın cevabı" otuz yıl" olur. "Her seferinde dağa fazla çalışacağımı söylüyorum ve siz başarıya ulaşma süremin dağada uzayacağını söylüyorsunuz.Bu nasıl olur?"Diye sorar öğrenci. "Cevabı oldukca basit"der usta."Bir gözünü varmak istediğin noktaya dikersen o noktaya giden yolu bulabilmek için geriye bir tek gözün kalır.

En Güçlü Adam

Kral Hsuan, Po Kung-i'nin krallığının en güçlü adamı olduğunu işitir. Po kralın huzuruna cıktığında kral şaşıp kalır,çünki po son derece çelimsiz bir insandır.Kral Po'ya ne kadar güçlü olduğunu sorduğunda Po sukünetle cevap verir."Bir cekirgenin bacağını kırabilir,bir ağustos böceğinin rüzgarına karşı koyabilirim" Şaşıran kral hiddetle kükrer, "Ben gergedanların derilerini yırtabilir,dokuz boğayı kuyruklarından asılarak sürükliyebilirim.Buna karşın halen güçsüzlüğümden utanıyorum. Sen bu halinle nasıl bu kadar ünlü olabiliyorsun." Po gülümser ve istifini hiç bozzmadan cevap verir. "Benim ustam dünyadaki en eşsiz kuvvete sahip olan Tzu Shang-chi'ui idi,ama onun bu gücünü en yakınları bile bilmiyorlardı çünki güçünü hiç kullanmamıştı".

Gerçek Budo

Bir zamanlar şampiyon bir dövüş horozuna sahip olmak isteyen bir kral vardı. Adamlarından birine horozu eğitmesini söyledi. Bunun üzerine eğitici horoza bütün dövüş tekniklerini öğretmeye başladı ve on gün sonra kral sordu: "Bu horozu dövüşe sokabilir miyim?" Kesinlikle hayır dedi eğitici. Yeterince güçlü ama sürekli dövüşmek istiyor güç tek başına yeterli değil. Bunun üzerine kral on gün daha bekleyip daha sonra tekrar sorusunu yineliyor. Ama eğitici yine hayır yanıtını verdi. Hala çok vahşi sürekli dövüşmek istiyor. Sonunda on gün daha bekledikten sonra kral tekrar soruyor artık dövüşebilir mi diye. Evet artık öfkeye kapılmıyor duruşu sağlam ve gücü yerinde ona dışarıdan baksanız gücünü ve enerjisini göremezsiniz bile gayet sakin ve hazır. Dövüş horozu sakin bir horoz haline gelmişti. teknik eğitimin çok ötesine geçmiş muazzam bir enerjisi vardı. Ama hepsini içinde saklıyordu Bu şekilde diğer güç kendi içinde toplanmış oluyor diğerleri onun sakin özgüveni ve gösterilmeyen gücü karşısında boyun eğmekten başka bir şey yapmıyorlardı. Gerçek budonun yolu kavgadan geçmez. Onun yolu yaşamın ve ölümün yenilginin ve zaferin çok ötesinde bir yerlerdedir. Kılıcın asıl sırrı onu kınından hiç çekmemektir.

Kılıcın Sırrı

Bir zamanlar şampiyon bir dövüş horozuna sahip olmak isteyen bir kral vardı. Adamlarından birine horozu eğitmesini söyledi. Bunun üzerine eğitici horoza bütün dövüş tekniklerini öğretmeye başladı ve on gün sonra kral sordu: "Bu horozu dövüşe sokabilir miyim?" Kesinlikle hayır dedi eğitici. Yeterince güçlü ama sürekli dövüşmek istiyor güç tek başına yeterli değil. Bunun üzerine kral on gün daha bekleyip daha sonra tekrar sorusunu yineliyor. Ama eğitici yine hayır yanıtını verdi. Hala çok vahşi sürekli dövüşmek istiyor. Sonunda on gün daha bekledikten sonra kral tekrar soruyor artık dövüşebilir mi diye. Evet artık öfkeye kapılmıyor duruşu sağlam ve gücü yerinde ona dışarıdan baksanız gücünü ve enerjisini göremezsiniz bile gayet sakin ve hazır. Dövüş horozu sakin bir horoz haline gelmişti. teknik eğitimin çok ötesine geçmiş muazzam bir enerjisi vardı. Ama hepsini içinde saklıyordu Bu şekilde diğer güç kendi içinde toplanmış oluyor diğerleri onun sakin özgüveni ve gösterilmeyen gücü karşısında boyun eğmekten başka bir şey yapmıyorlardı. Gerçek budonun yolu kavgadan geçmez. Onun yolu yaşamın ve ölümün yenilginin ve zaferin çok ötesinde bir yerlerdedir. Kılıcın asıl sırrı onu kınından hiç çekmemektir.

Eli Boş Dönmek

bir dovus sanatlari ogrencisi hocasina gitmis ve sormus:
"dovus sanatlarinda ki yeteneklerimi arttirmak, sizin ogrettikleriniz yaninda, bana ders verecek baska bir hocadan da yardim almak istiyorum. bu konuda sizin dusunceniz nedir ustad?"
"iki tane tavsanin arkasindan kosan avci," demis ustad, "eve eli bos doner.”

Suyu Taşırmayan Gül Yaprağı

Uzakdou'da bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konusmadan açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki Budist,kapıda duran yabancıya baktı.Bir selamlaşmadan sonra sessiz konusmaları başladı.Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun içine bıraktı.
Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.


Bir Ahmak Bulunacağını Zannetmiyorum

16. yüzyılın başlarında Avrupa'da kurulan "Cizvit" teşkilâtı kurulur. Bu teşkilat bir misyoner cemiyetidir, Hıristiyanlığı yaymak için tüm dünyaya misyoner papazlar göndermek amacıyla kurulmuştur. Cizvit teşkilatında görev alan papazlara da "Cizvit papazları" denilmiştir. Cizvit papazları özellikle şarka gönderilir. Sefere çıkan kalabalık bir Pazar gurubu ortaasya’ya geldiğinde görev dağlımı yaparak ikişer kişilik guruplar halında gidecekleri memleketler paylaşırlar. Papazlarından ikisi Çin'e doğu yol alır.

Çin'in Kanton şehrine gelen papazlar, Kanton vâlisinden Hıristiyan dini hakkında vaaz vermek için müsaade istediler. Vâli bunları ciddiye almadı ise de, Cizvit papazları her gün gelip onu rahatsız ettiklerinden, nihayet:

—Ben bu mesele için Çin imparatorundan izin almaya mecburum. Kendisine haber vereceğim, dedi ve meseleyi Çin imparatoruna bildirdi. Gelen cevapta, şöyle denilmektedir:

"Onları bana gönder. Ne istediklerini anlayayım."

Vâli, Cizvit papazlarını Çin'in başkenti Pekin'e yolladı.

Papazların Pekin’e gelmekte olduğu haberini olan Budist rahipler, fena hâlde telâşa düşerler. Papazlardan önce davranarak İmparatorun huzuruna çıkar ve şöyle bir talepte bulunurlar:

—Bu adamlar, Hıristiyanlık adı altında ortaya çıkan yeni bir dini, milletimize telkin etmeğe çalışıyorlar. Bunlar, kutsal Buda'yı tanımıyorlar, halkımızı yanlış bir yola sokacaklardır. Lütfen onları ülkemizden uzaklaştırın!

İmparator, Budist din adamlarına:

—Evvelâ ne söylediklerini bir anlayalım. Ondan sonra bu hususta kararımızı veririz, dedi.

İmparator, memleketin sayılı devlet ve din adamlarından meydana gelen bir meclis düzenledi. Cizvit papazlarını da bu meclise davet etti:

—Yaymak istediğiniz dinin esasları nedir? Anlatın! dedi.

Bunun üzerine, Cizvit papazları şöyle anlattılar:

—Semayı ve arzı yaratan Allah birdir. Fakat aynı zamanda üçtür. Allah'ın biricik oğlu ve Ruhulkudüs de birer Allah'tırlar. Allah, Âdem ve Havva'yı yaratıp, cennete koydu. Onlara her türlü nimeti verdi. Yalnız bir ağaçtan yememelerini emretti. Her nasılsa şeytan, Havva'yı aldattı. Havva da Âdem'i yanıltarak, birlikte Allah'ın emrine karşı geldiler ve o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, onları cennetten çıkardı ve dünyaya gönderdi. Burada onların çocukları ve torunları doğdu. Fakat bütün bunlar, büyük babalarının işlediği günah ile kirlenmişlerdi. Hepsi günahkârdı. Bu hâl, tam 6000 sene devam etti. Nihayet Tanrı, insanlara acıdı ve onların günahını affettirmek için kendi öz oğlunu onlara göndermekten ve bu biricik oğlunu, günah kefareti olarak kurban etmekten başka çare bulamadı. İşte, bizim inandığımız peygamber, Allah'ın oğlu olan o Rab İsâ'dır.

Arabistan'ın batısında Filistin denilen bir bölge ve orada Kudüs denilen bir şehir vardır. Kudüs'te, Celile denilen bir kasaba, Celile'nin de Nasıra isminde bir köyü vardır. İşte bu köyde bundan bin sene önce Meryem isminde bir kız bulunuyordu. Bu kız, amcasının oğlu olan marangoz Yusuf ile nişanlanmış ise de, henüz evlilik gerçekleşmemişti; bu yüzden bakire idi. Bir gün, tenhâ bir yerde bulunurken, Ruhulkudüs gelip, ona Allah'ın oğlunu ilkâ etti (koydu). Yani, kız bakire iken hâmile oldu. (Bundan sonra nişanlısı ile Kudüs'e giderlerken Beytüllahm'da) bir ahır içinde çocuğu dünyaya geldi. Allah'ın oğlunu ahırdaki yemliğin içine koydular. Doğuda bulunan rahipler, onun doğduğunu gökte birdenbire yeniden ortaya çıkan bir yıldızdan anlayarak, hediyelerle onu aramaya çıktılar ve nihayet bu ahırda buldular. Ona secde ettiler.

İsâ denilen Allah'ın oğlu, 33 yaşına kadar Allah'ın melekûtu üzerine vaaz etti:

—Ben Allah'ın oğluyum. Bana inanın, sizi kurtarmağa geldim, dedi. Ölüleri diriltmek, âmâların gözlerini açmak, topalları yürütmek, cüzamlıları tedavi etmek, denizde fırtınaları durdurmak, iki balıkla on bin kişiyi doyurmak, suyu şarap yapmak, kışın meyve vermediği için bir incir ağacını bir işaret ile kurutmak gibi daha birçok mucizeler gösterdiyse de çok az insan ona iman etti, inandı.

Nihayet hain Yahudîler, onu Romalılara şikâyet ettiler ve haça gerilmesine sebep oldular. Lâkin İsâ, öldükten üç gün sonra haçta tekrar dirilerek, kendisine inananlara göründü. Bundan sonra semaya çıkıp, babasının sağ tarafına oturdu. Babası da dünyanın bütün işlerini ona terk etti ve kendisi geri çekildi. İşte, bizim vaaz edeceğimiz dinin esası budur. Buna inananlar, öteki dünyada cennete, inanmayanlar ise cehenneme gideceklerdir."




Bu sözleri dinleyen Çin imparatoru, papazlara:

—Ben sizden bazı şeyleri sual edeceğim. Bunlara cevap verin, dedi ve şöyle sormaya başladı:

—İlk sualim şudur: Siz, Allah hem bir, hem de üçtür, diyorsunuz. Bu, iki iki daha beş eder gibi mânasız bir laftır. Bu işin aslını bana izâh edin!

Papazlar imparatorun sorusuna açıklayıcı bir cevap veremediler:

—Bu Allah'ın bir sırrıdır. İnsanların aklı buna ermez, dediler.

İmparator ikinci sorusunu sorar:

—Diğer sualim şudur: Yeri, göğü ve bütün âlemi yaratan, çok kudretli Allah, kullarından birinin işlediği günah için onun, bu işten haberi bile olmayan bütün sülâlesini nasıl sorumlu tutar? Kulların affı için nasıl olur da kendi öz oğlunu kurban etmekten başka çare bulamaz? Bu, O'nun büyüklüğüne yakışır mı? Buna ne dersiniz? dedi.

Papazlar bu soruya da cevap veremediler:

—Bu da Allah'ın bir sırrıdır, dediler.

İmparator bir başka soru sorar:

—Üçüncü sualim de şudur: İsâ, bir incir ağacından mevsimi olmaksızın meyve istemiş, ağaç meyve vermeyince onu kurutmuş. Mevsimi olmadan meyve vermek, bir ağacın yapamayacağı bir şeydir. Böyle olduğu hâlde İsâ'nın buna kızıp ağacı kurutması, bir zulüm değil midir? Bir peygamber, zalim olur mu?

Papazlar buna da cevap veremediler:

—Bu işler, manevî işlerdir. Allah'ın sırlarıdır. İnsanların akılları buna ermez, dediler.

Bunun üzerine Çin imparatoru:

—Ben size izin ve müsaade veriyorum. Gidin, Çin'in, istediğiniz yerinde vaaz verin, diyerek onlara istedikleri izni verdi.

İmparatorun Hıristiyan papazlara izin vermesi, Budist rahipleri rahatsız etmişti. Budist rahipler itirazlarını imparatora anlatacakları sırada, imparator şöyle der:

—Ben Çin'de böyle saçmalıklara inanacak bir ahmak bulunacağını zannetmiyorum. Onun için bu adamların, bu hurafeleri vaaz etmelerinde hiçbir mahzur görmedim. Ben eminim ki, bunları dinleyen vatandaşlarımız, dünyada ne ahmak kavimlerin, ne sapık inançların bulunduğunu anlayacaklar, dedi.


"Alıntı"
 
Üst