Hermetizm’e Giriş Merasimleri

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
Hermetizm’e Giriş Merasimleri

Hermetizm döneminde dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan bir çok insan, bu öğreti ve sırlar hakkında değişik şeyler duyuyor ve Mısır’a akın akın geliyorlardı. Menfis’e vardıklarında ağızları açık kalıyordu. Anıtlar, devasa mezarlar, ve halk şenlikleri onlara Mısır’ın zenginliğini, bolluğunu ve haşmetini göstermeye yetiyordu. Görkemli törenler, kutsal merasimler, müzikler, danslar gündüz ve geceler boyunca sürüyordu.
Ama bunlar Mısır’ı görmeye gelmiş olan kişinin aradığı şeyler değildi. Onca yolu aşıp buraya, eşyanın yaratılış sırrına nüfuz etme arzusu ve ilim tutkusu ile gelmişti. Çünkü ona Mısır’ın sunaklarında ilahi ilme sahip alimlerin yaşadığı söylenmişti. Teb veya Menfis mabedlerinin kapılarını yabancı işte bu hakikat sırrını öğrenmek için çalmaktaydı.

Hizmetkarlar onu alıp bir iç avlunun dev sütunlu giriş bölümüne götürmekteydiler. Yanına Başrahip yaklaşmaktaydı. Yüz hatlarındaki haşmet ve sükünet, gizemli bir görünüm arz eden, ama derin bir ışıkla parlayan gözleri, hevesli yabancıyı kaygılandırmaya yetmekteydi. Bakışları onun içine işlemekteydi. Yabancı, kendisinden hiç bir şey saklanamayacak bir kimseyle karşı karşıya bulunduğunu derhal anlamaktaydı. Rahip ona doğum yeri, ailesi ve eğitim gördüğü mabet konusunda çeşitli sorular yöneltmekteydi. Bu kısa sınav sonunda sırlar öğretisine katılmaya layık olmadığı sonucuna varmışsa ona, sessiz fakat kararlı bir hareketle kapıyı göstermekteydi. Ama hevesli yabancıda samimi bir hakikat arzusunun mevcut olduğunu saptamışsa, o zaman ona kendisini izlemesini söylemekteydi.
Rahip talibi alarak mabedin iç avlularından geçirdikten sonra, kaya içine açılmış ve üstü açık bir geçitten geçirirdi. Burada iki taraflı sfenksler dikiliydi. Bu geçidin sonunda küçük bir ibadethane bulunmaktaydı. Burası yer altında bulunan mezarların girişiydi. Bu mabedin kapısı önünde Osiris’in insan boyunda bir heykeli vardı.
Osiris sükun içinde oturmuş olup, dizleri üzerinde kapalı bir kitap bulunmaktaydı. Yüzünde bir örtü olan heykelin altında şunlar yazılı idi: “Hiçbir ölümlü, benim yüzümün örtüsünü kaldıramamıştır.”
Baş rahip bu kapıda talibe:
—Burası gizli ve mukaddes bir yerdir. Şu iki sütuna bak. Kırmızı olanı, ruhun Osiris’in nuruna yükselişini temsil eder. Siyah olanı ise, ruhun madde içinde hapsolunduğuna delalet eder. Bizim ilmimize ve inanışlarımıza talip olan her kim olursa olsun, hayatını tehlikeye koymuş demektir. Zaaf sahibinin ve kötünün elde edeceği şey çıldırma veya ölümdür. Yalnız temiz kalpli olanlar hayat bulurlar. Bu kapıdan nice ihtiyatsız kişi içeriye girmiştir, ama dışarıya canlı çıkamamıştır. Burası öyle bir çukurdur ki, içinden ancak cesur olanlar çıkabilir. Bunun için uğrayacağın
tehlikeleri iyice düşün, cesaret edemiyorsan denemekten vazgeç. Çünkü kapı üzerine kapandıktan sonra, bir daha açılmaz, geri dönüşü yoktur.
Bu sözleri korku ile dinleyen talip, bütün cesaretini toplayarak, “Hepsine razıyım” deyince, Başrahip onu dış avluya çıkarır, orada duran bir hademeye teslim ederdi. Talip bu mabette bir hafta alıkonur, en sefil işler kendisine gördürülerek gururu sınanır ve okunan duaları dinler, kendisine asla dünya kelamı ettirilmezdi. Bir hafta çilesini burada tamamlardı.
Bundan sonra iki rahip yardımcısı, talibi alırlar, mukaddes mabedin sırlarını göstermek üzere bir dehlizin önüne bırakırlardı. Artık burada talip, sırlarla dolu bir aleme girişin başındaydı. Bu karanlık dehlizin gerisindeki odanın iki tarafında vücudu insan, başı hayvan olan heykellerle, aslan, boğa, avcı kuşları ve yılan heykelleri dizili idi. Meşale ışıklarının bunları aydınlattığı bu korkunç geçidi bir tek söz söylemeden geçmek lazımdı. Burada ayrıca bir mumya ve insan iskeleti de bulunmaktaydı.

İki rahip yardımcısı talip duvar içindeki bir deliği gösterirlerdi. Burası o kadar basık bir geçidin girişi idi ki, içeriye ancak yerde sürünerek girmek mümkündü. Rahip yardımcılarından biri:
—İstersen buradan geri dön. Zira kapı henüz kapanmamıştır. Geri dönebilirsin. Yoluna devam edersen geri gelemezsin! der, talip:
—Yoluma devam edeceğim! deyince, o zaman eline küçük bir kandil verilirdi. Rahipler derhal mukaddes mabedin kapısını gürültü ile kapatırlardı.

Ölüm İmtihanı

Talip dehlize girmek için yere diz çöküp, emekleyerek içeri girerdi. Bu anda yerin dibinden kulağına bir ses gelirdi. Bu ses şöyle derdi:

—İlim ve kaderi emel eden deliler burada helak olurlar.

Ses gelen dehliz öyle bir şekilde yapılmıştı ki, bu ses aralıklarla yedi defa yankılanırdı. Buna rağmen yola devam etmek lazımdı. Bir müddet sonra dehliz genişler, fakat yokuş aşağı inilirdi. Nihayet talip bir deliğe rastgelirdi, bunun içinde aşağılara doğru sarkıtılmış demirden bir merdiven bulunurdu. Talip bu merdivenden aşağılara doğru inince son basamakta karşısına içi katranla dolu, simsiyah, korkunç bir kuyu çıkardı. Elindeki kandille bu ölüm kuyusuna bakar ve titrerdi. Bu kuyunun içine düşüp ölmek vardı. Canını kurtarmak için etrafı gözler, nihayet sol tarafta içinde basamaklar bulunan bir yarık görürdü. Burası onun için kurtuluş yolu idi. Derhal bu basamaklardan yukarı çıkar, katran kuyusundan canını kurtarırdı. Kaya içine oyulmuş merdivenden döne döne çıktıktan sonra nihayet, tunçtan yapılmış bir kafesin önüne varırdı. Oradan erkek ve kadın heykellerinin bulunduğu bir sofaya çıkardı. Duvar üzerinde iki sıra boyunca işlenmiş nakışlar görülmekteydi. Bu resimlerin hepsi birer sembolik anlama işaret etmekteydi. Salonun bir yüzünde 11, diğer tarafında da yine 11 sembolik resim olup, güzel heykellerin ellerindeki billur fanuslar, bu resimleri aydınlatmaktaydı. Bu mukaddes salonu koruyan “Kutsal Sembol Muhafızı” Rahip Pastofor’du. Rahip, talibi görünce parmaklığı açar, onu güleryüzle karşılardı. Ve kendisine:
—Birinci çileyi mutlu olarak geçirdiniz... Sizi tebrik ederim, der, adayı salonun ortasına götürerek duvardaki sembolik resimlerin manalarını kısaca izah ederdi. Bu resimlerin herbirinin altında birer harf ve birer sayı vardı. Burada bulunan 22 sembol, ilk 22 batıni sırrın işaretleriydi. Bunlar gizli ilimlerin alfabesiydi. Bu harfler, Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği, kainat sırlarının anahtarı idi.
Her harf ve sayı, üçlü bir kanuna delalet ederdi. Yani Lahuti alem, akli alem ve cismani alem’de etkileri vardı. Örneğin 1 sayısına karşılık olan A harfi, Lahuti alem’de bütün varlıkların kaynağı olan Mutlak Varlığı; akli alem’de, sayıların birliğini, kaynağını ve sentezini; fiziksel dünya olan cismani alem’de de, bütün varlıkların başı olan ve sonsuzluğa uzanabilen Adem’i (insanı) temsil ediyordu. Allah’a ulaşma sırrı ya da “A” sırrı, elinde asa, başında altın taç, beyaz elbise giymiş olan mabud Osiris’in şekliydi. Beyaz elbise temizliğe ve doğruluğa; asa, amirliğe; altın taç ise göğün nuruna delalet etmekteydi.

Rahip bunları talibe anlayabileceği lisanla açıklardı. Sırları birer birer gereğince izah ederdi. Tacı göstererek:
—Hakikati meydana çıkarmak ve adaleti icra etmek için Allah’a ulaşan, hürleşen, nefsin boyunduruğundan kurtulan irade, daha dünyada iken ilahi kudrete karşı görevini yerine getirir. Bu, cüzi ruhlara ebedi mükafat ve fani bedenlerin ölümüdür, derdi. Talip hayretle bu açıklamaları dinlerdi. Hakikatlerin ilk parıltılarını görmeye başlardı.

Ateş imtihanı

Bundan sonra rahip bir kapı açar, dar ve uzun bir kubbeye girilir, buradan ilerlerken, karşısına alevler saçan bir cehennem çıkardı. Talibin bu alevler içinden geçmesi lazımdı. Bunun üzerine talip ürpererek; “Ama bu ölüm demek!”diye mırıldanır ve korku ile rehberine bakardı.
O zaman rahip:
—Oğlum, ölüm ancak gelişmemiş varlıkları dehşete düşürür.. Bir zamanlar ben de bu ateşin üzerinden geçtim... hem de gül bahçesinden geçer gibi, der ve hemen ardından parmaklık kapatılırdı.
Talip, ateşe doğru ilerlerdi. Yaklaşınca görürdü ki, bu alevler, göz boyayıcı birtakım gölgelerden, hayalden ibaretmiş. Ateşin ortasındaki dar yoldan rahatlıkla geçerek bu ikinci çilesini de atlatırdı.
Su İmtihanı
Üçüncü seyahati ise, su çilesi idi. Talip bu kez gerisindeki ateş odasında yanmakta olan meşalenin aydınlığında, siyah renkli durgun bir sudan geçmek zorundaydı. Bu sınavı da atlatmış olan ve hala ürpertiler içinde bulunan talip, yorgun ve takatsız bir hale gelirdi.

Şehvet İmtihanı

(Burada çok dikkat edelim. Bütün bu kitapçık bu bölüm için yazılmıştır,
dikkat edelim ve bu sınavı geçelim.)
Bu seyahat tamamlandıktan sonra iki rahip talibin karşısına çıkar, onu karanlık bir mağaraya getirirlerdi. Orada yere yumuşak bir yatak seriliydi. Mağaranın kubbesinde sönük bir tunç fanus asılıydı. Burada talibi kirli elbiselerinden soyup yıkarlardı. Sırtına da ketenden bir elbise giydirirler, üzerine güzel kokular sürerlerdi.
Ve kendisine,
—Burada rahat et, Baş rahibi bekle, derlerdi.
Yorgun talip, derhal tatlı bir uykuya dalardı. Biraz sonra mağaranın derinliklerinden nefsinin şehvet arzularını uyandıran müzik sesleri işitirdi. Uzaktan gelen bu müzik sesleri, onun içine tesir ederdi.
Ateşten bir hayalin içine gömülmüş olan talip, gözlerini kapar ve tekrar açtığında ise yatağının biraz ötesinde onu allak bullak eden bir kadın görüntüsü ile karşılaşırdı.
Karşısındaki erguvan renginde bir tüle bürünmüş, boynunda inci kolyesi olan bir kadındı.Sol elinde güllerle taçlandırılmış bir kadeh tutmakta ve talibe özlemle bakmaktaydı. Bu kadın dişi bir hayvanın tüm güçlerine taş çıkaracak bir cinselliğe sahipti. Alaca karanlıkta gözleri parlamaktaydı. Talip şaşkınlık içinde ayağa fırlar ve ne yapacağını bilemeden ellerini göğsüne bastırıp öylece kalırdı. (Ey talip, haram şehvete paydos! Üniversite’den atılacaksın, dikkat et, buradan geçmeye çalış.)
Kadın ağır adımlarla yaklaşıp, fısıldayarak şunları söylerdi:
—Yakışıklı yabancı, benden korkuyor musun? Sana galiplerin ödülü olarak kendimi getirdim, mutluluk kadehini al; yorgunluğunu giderir.
Talip tereddüt içinde yalpalayıp dururken kadın, sanki yorulmuş gibi, yatağa oturmakta ve yalvaran gözlerle ona bakmaktaydı. Kendisini tenin arzularına, şehvete kaptıranın vay haline! Elini kadının eline sürdüğü ve dudaklarını o kadehde ıslattığı anda iş yolundan çıkmakta ve aday kendini kadın ile birlikte yatakta bulmaktaydı. Şehvete yenik düşmüş ve içtiği sıvının etkisiyle uykuya dalmıştı.
Uyanınca kendisini yapayalnız ve kaygılar içinde bulmaktaydı. Kasvetli lamba ışığının altında ayakta duran Başrahip ona şöyle seslenmekteydi:
İlk çileleri atlatmıştın. Ölüme, ateşe ve suya galip gelmiştin. Fakat kendi nefsine hakim olamadın.. Senki ruhların en yüksek mertebesine sahip olmaya taliptin, Hislerine ait ilk sınavda bile başarısızlığa uğradın ve madde uçurumuna yuvarlandın. Şehvetinin esiri olan kişi karanlıklarda yaşar. Sen, karanlığı nura tercih ettin. Öyleyse karanlıkta kal da gör halini. Karşı karşıya bulunduğun tehlikelerden daha önce sana söz etmiş ve seni uyarmıştım. Hayatını kurtardın, fakat hürriyetini kaybettin.
Bundan böyle bu mabedde hayatının sonuna kadar esir kalacaksın. Kaçarsan öldürüleceksin.
Bu güzel kadın genç talibin nefsini tecrübe etmek için gönderilmişti. Eğer genç şehvetine galip gelmez, kadınla sevişirse, artık o mabedde ebediyyen esir yaşardı.
Eğer talip kadını reddederse, kadehi devirip yere dökerse sınavı başarmış olurdu. Bu takdirde ellerinde birer meşale olan 12 rahip gelerek onu alırlar, ilahiler okuyarak Osiris’in bulunduğu salona getirirlerdi. Orada beyaz elbiseler giymiş genç rahipler, yarım daire olmuş beklemekteydi. Pek muhteşem bir şekilde aydınlatılmış olan bu mukaddes salonda, Osiris’in muazzam bir heykeli bulunmaktaydı. Göğsünde altın bir gül, başında 7 kaseli bir taç vardı. Başrahip, erguvani bir elbise giymiş olduğu halde talibi kabul eder, ona sır saklayacağına ve itaatkar olacağına dair yemin ettirirdi. Bundan sonra bu talibi, rahip yardımcısı sıfatıyla tebrik ederdi. Talibin buraya kadar geçirdikleri, kabul merasimiydi, başka bir deyişle giriş sınavıydı, esas üniversite eğitimi bundan sonra başlardı. Böylece talip hakikat ehlinin arasına katılmak üzere ilk adımını atmış olurdu.

İkinci Eğitim (İkinci Üniversite)

Bundan sonra talip uzun bir eğitim dönemine başlardı. Bu uzun eğitim döneminde hedefi bilmek değil, olmak’tı. Terk yoluyla güçlenmekti.
Öğrenciye küçük bir oda tahsis edilirdi. Burada yatar, kalkardı. Öğretmenler tarafından kendisine dersler verilirdi. Bir şehir kadar geniş olan ibadethane salonlarında ve avlularında dolaşabilirdi. Etrafında piramidler, dikili taşlar göklere yükselmekteydi. Dikili taşların üzerinde hiyeroglif yazıları bulunmaktaydı. Öğrencinin okuduğu dersler insanlık tarihi, mabetler, botanik, tıp, mimari ve mukaddes müzik idi.
Burası bir üniversite halinde idi. Buraya en zeki, istidatlı adaylar alınır, yüksek dereceli bir eğitime tabi tutulurdu. Medeniyet tarihindeki birçok müsbet ilimler burada meydana getirilmişti. Fizik, kimya, geometri, astronomi pek ileri gitmişti. Doğal olayların kanunları, burada bulunmuştu.
Hermetizm, bir dinden ziyade bir tefekkür merkezi idi. Allah’ın varlığı ve birliği bu maddi ve manevi eğitim vasıtası ile bilinirdi. Buradaki öğrenciler yalnız öğrenmekle kalmazlardı, araştırmakla da vazifeli idiler. Hepsi birer mütefekkir idi.
Onlara göre ilmin terakkisi, hakikatlerin insan ruhunda doğması ile mümkün olabilirdi. Bu ruhun yaratıcı olmasına gayret ettirirlerdi. Bu da uzun bir çalışma sayesinde mümkün olabilirdi.

Bu öğrencilere öğretmenleri, hiçbir şeyde yardım etmezlerdi. Öğrenciler bu işe şaşarlar, fakat zamanla manasını anlarlardı.
Öğrencilerden mutlak itaat isterlerdi. Onlara dereceler hakkında bilgi vermezlerdi. Öğretmenlerine bir şey sorarlarsa, “Bekle ve çalış!” derlerdi. Birçok öğrenci şüpheye düşerdi. Buraya geldiklerine pişman olurlar, bu adamların birer sihirbaz olduklarına inanırlardı. Fakat zaman geçtikçe, manevi doğuşlarla gayba ve sırlara vakıf olmaya başlarlardı. Öğrenci, ibadethanenin ve geçirdiği sınavların manasını o zaman anlardı.
Öğrenci, duvardaki işaretlerin manasını anlamaya çalışırdı. Zamanla kalbinde yeni şeyler doğmaya başlardı. Öğretmenlerinden birine sorardı:
—Acaba günün birinde, Osiris’in gülünü koklamak, Osiris’in nurunu görmek nasip olacak mı?
Buna cevap olarak şöyle denirdi:
—Bu bizim elimizde değil. Hakikat verilmez. İnsan, onu kendi nefsinde bulur. Yahut bulamaz. Biz seni zorlamayız. Sen kendi kendine vasıl olmalısın. Kutsal çiçeğin açılmasını zorlama. Onun zamanı gelmişse, birgün olur. Çalış ve yalvar.
Öğrenci odasına çekilir, böylelikle nice yıllar geçerdi. Düşünür, hakikati bulmaya çalışırdı. O artık Hakk’a teslim olmuş, hakikate kendini vakfetmiş olurdu.

Fetih (Açılış)

Günün birinde Başrahip bu öğrencinin yanına gelir:
—Oğlum! Hakikatın sana açılacağı saat yaklaşıyor. Çünkü sen, kalbinin derinliklerine nüfuz ederek, orada ilahi hayatı buldun. Temiz kalbinle, hakikate aşkınla, terk yolundaki başarın sayesinde bunu hak etmiş durumdasın. Osiris’in nurunu hiçbir kimse, ölüp dirilmeden göremez. Şimdi seni yer altında bir mezara götüreceğiz. Sakın korkma. Çünkü sen, bizdensin!
Alacakaranlıkta rahipler, ellerinde birer meşale ile, öğrenciyi yeraltında bulunan bir odaya getirirler, orada mermerden yapılmış üstü açık bir lahitin önünde dururlardı.
Rahip:
—Hiçbir kimse ölümden kurtulamamıştır. Ölen her ruh, tekrar dirilecektir. Haydi bakalım, diri olarak gir şu mezara, nuru bekle! Bu gece büyük korkunun kapısından geçecek ve tasarruf sahiplerinin eşiğine ulaşacaksın. Öğrenci bu tabuta girdikten sonra, Başrahip elini üzerinde gezdirip onu kutsamaktaydı. Rahipler sessizce oradan çekilip giderlerdi. Odadaki lambayı da söndürürler, her tarafı bir karanlık kaplardı. Bu anda genç öğrencinin kulağına, derinden derine bir cenaze duası gelmekteydi. Mermer tabutun soğukluğu, karanlık, sessizlik ve duanın hüznü onun üzerinde pek acı tesir ederdi. Ölümün ızdıraplı evrelerinin tadını bir bir tatmakta ve sonunda baygın uykuya dalmaktaydı. Tüm hayatına ait sahneler, hayali şeyler olarak gözünün önünden geçmekte, dünyevi şuuru da giderek silikleşmekte ve dağınıklaşmaktaydı. Bedeninin eriyip dağıldığını hissettikçe, varlığının esir olan bölümü de serbestleşmekte ve bir vecd hali meydana gelmekteydi. Biraz sonra karanlığın içinden parlak bir nokta belirirdi. Bu nokta yavaş yavaş yaklaşır, büyür, nihayet üç köşeli bir yıldız belirirdi. Şuaları renk renk idi. Biraz sonra bu yıldız kaybolur, bir güneş görülürdü. Biraz sonra bu nur da silinerek bunun yerine bir gonca görünürdü. Biraz sonra bu gonca gül açardı. Bu beyaz bir güldü, fakat yavaş yavaş kızardığı görülmekteydi. Çok geçmeden, bu gül bir koku bulutu halinde buharlaşmaktaydı. Vecd halindeki aday işte o anda kendini sıcak ve okşayıcı bir nefesin içine gömülmüş halde hissetmekteydi. Şekilden şekle büründükten sonra bu bulut yoğunlaşmakta ve bir insan yüzü görünümüne bürünmekteydi. Bu, genç ve mütebessim bir kadındı. Yüzünde bir örtü bulunmaktaydı. Elinde papirüslerden yapılmış bir kitap vardı. Bu kız tabutta yatan gence yavaş yavaş yaklaşır ve ona derdi ki:
—Ben senin göze görünmez kızkardeşinim. Senin ilahi ruhunum. Elimdeki, senin hayat kitabındır. Yazılı sayfalar senin geçmiş hayatının olayları ile doludur. Boş sayfalara ise gelecek hayatın yazılacaktır. Bir gün, bu sayfaların tümünü gözlerinin önüne sereceğim. Şimdi beni tanıdın. Ne zaman beni çağırırsan, derhal gelirim.
Birden herşey silinip gitmekteydi. Feci bir ızdırabın ardından öğrenci kendini sanki bir kadavraya girmişcesine bedenine girmiş halde buluvermekteydi. Şuuru tekrar yerine gelirken, sanki eli kolu demir halkalara bağlıydı; başının üzerinde kocaman bir ağırlık oturmaktaydı. Uyandığında çevresinde rahipler, en başta da Başrahip bulunmaktaydı. Genç öğrenciyi ayağa kaldırdıktan sonra, ona bir kadeh teskin edici şerbet içirirdi.
—İşte tekrar hayata döndün, bizimle birlikte sofraya gel ve bize Osiris’in nuruna yaptığın seyahati anlat, artık bizlerden birisin, der, öğrenciyi yemeğe götürürlerdi.
Beraberce yemek yedikten sonra, Başrahip artık bir rahip yardımcısı olan öğrenciyi alarak öğle vakti mabedin rasathanesine çıkarır, orada kendisine Hermes-Tot’un sırlarını öğretmeye başlardı. Hermes-Tot’un miraca çıkıp, kainatı seyretmesini ve yedi kat göğü gördüğünü anlatırdı. Orada Cenab-ı Hakk’ı gördüğünü bildirirdi.
Bundan sonra rahip yardımcısı, tam ve hakkıyla hakikat ve Tevhid dinine (İslam’a) girer ve kainatın sırlarını bulmak için araştırmalar yapardı. Din uğruna sarfedilen gayretler, çalışmalar ve zekanın işlemesi, insanlığa yeni şeyler kazandırırdı. İlimlerin ve fenlerin gelişmesi, Allah’ı bulmak için sarfedilen bu vecdi çalışmalar sonucu olmuştur.
Görüldüğü gibi eski Mısır’da maddi ve manevi ilimler, bir arada ele alınıyordu. Mısır’a giden Yunanlı filozof ve matematikçi Pisagor, bu kutsal ilmi Yunan diyarına getirdi ve kurduğu okulda öğretti. Pisagor’dan sonra maddi ve manevi ilimler, birbirinden koptu. Matematik, fizik, astronomi vs. bilimler, giderek insan ruhundan ayrı olarak ele alınmaya başladılar. Öte yandan Pisagor’un hikmet (felsefe) öğretisi, Sokrat’a ondan Eflatun’a (Platon), ondan da Aristo’ya geçti. Bilindiği gibi Eflatun, bütün Batı felsefesinin babası sayılır. Ancak felsefenin de manevi tarafı, bin yıllar içinde kayboldu."

"Ruh ve Beden"
Ahmet Kayhan
 

ilteriş

Kayıtlı Üye
Katılım
28 Eyl 2012
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Yaş
30
Konum
Sivas
peki günümüz talipleri ne yapıyor bu yüzyılda mısıra gidip bunlarımı araştırıyor
sanırım günümüzde bu işi masonlar yapıyor talip olmak istesek nereye gitmeliyiz ?
 

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
hayır hermetizm artık oradan uzaklaştı batıya kaydı . yahudiler, tapınakçılar,gülhaçlı, mason gibi ezoterik örgütler bu öğretileri batıya taşıdı. günümüzde bu işi masonlar yapmıyor, masonluk ezoterik örgüt fakat masonluk daha çok siyasi bi oluşum dünyanın kaderini değiştirmeye yönelik , karanlık eller olarak nitelendiriyorum . bu öğretileri öğreten majikal anlamda ezoterik örgüt olan altın şafak hermetik cemiyeti vardır. türkiyede de üyeleri var. maalesef masonluk da bunu kullanıyor . masonlar bunlar bizim diye sahipleniyor da onların değil gerek kabala gerek hermetik öğretiler falan filan hiç biri de onların değil .
 

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim

rica ederim ne demek fakat benzer sistem , havass ve tasavvuf ekolündede mevcut. bazı tariktalar havass öğretmiyor sadece tasavvuf üzerinden gidiyor , bazıları ikisini de öğretiyor. tabi artık onların içindede mutlaka işin ehli güvenilir insanlar var. yoksa tavuk gibi yolar öbür türlü . yola kabul edilme içinde bazı tarikatlar istihare yöntemine başvurur hem sen hem de onlar istihareye yatar çıkan şeylere göre kabul edilir veya edilmezsin.
 

FerdeLance

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Tem 2011
Mesajlar
256
Tepkime puanı
24
Konum
İstanbul
İş
Öğrenci
Bu yazının kaynağı nedir acaba? Hacı Ahmet Kayhan(1991)'ın Ruh ve Beden kitabında da var. Farklı bir versiyonu da Ergun Candan'ın Antik Mısır Sırları(2005)'nda da.
 

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
Bu yazının kaynağı nedir acaba? Hacı Ahmet Kayhan(1991)'ın Ruh ve Beden kitabında da var. Farklı bir versiyonu da Ergun Candan'ın Antik Mısır Sırları(2005)'nda da.

Ben de hacı ahmet kayhanın kitaplarında görünce çok şaşırdım :) tasavvuf yolcusu bir adamın ve müslüman bir adamın hermetik öğretilerden bahsetmesi çok çok şaşırttı. şuanlık en kapsamlı bilgi altın şafak hermetik cemiyetinde bu hermetik öğretilerle ilgili.
 

Mithra

Kayıtlı Üye
Katılım
30 Ocak 2013
Mesajlar
394
Tepkime puanı
135
rica ederim ne demek fakat benzer sistem , havass ve tasavvuf ekolündede mevcut. bazı tariktalar havass öğretmiyor sadece tasavvuf üzerinden gidiyor , bazıları ikisini de öğretiyor. tabi artık onların içindede mutlaka işin ehli güvenilir insanlar var. yoksa tavuk gibi yolar öbür türlü . yola kabul edilme içinde bazı tarikatlar istihare yöntemine başvurur hem sen hem de onlar istihareye yatar çıkan şeylere göre kabul edilir veya edilmezsin.
Türkiyede varmı bildiğiniz halen devam edilmektemi.
 

Mithra

Kayıtlı Üye
Katılım
30 Ocak 2013
Mesajlar
394
Tepkime puanı
135
Yine konunuz dışında soru soruyorum :) Sn. "codzombi" havas ve tasavvuf bahsetmiştim halen bu eğitimler verilmektemi yada ezoterik öğretiler Türkiyede devam edilmektemi.
 

Gecegezen

Kayıtlı Üye
Katılım
21 Eki 2012
Mesajlar
47
Tepkime puanı
3
konu hakkında uzun yazılar hermetizm,kabala, altın şafakla, site veremeyeceğim için buraya paylaşayım

hermesçilik ve kökeni -thamos


.S. 390 yılında İskenderiye'deki Serapis Tapınağı ve hemen yanıbaşındaki Büyük İskenderiye Kitaplığı Hıristiyanlar tarafından yıkıldı. İ.S. 415 yılında ise ünlü filozof ve matematikçi Hypatia, bir Hıristiyan keşişler grubu tarafından öldürüldü. Bu iki ayrı olay, yüz yıllar süren Mısır inançlarının sona erdiğini ve "Karanlık Çağlar"ın başladığını gösteriyordu. Ne yazık ki kimi tarihçiler bu olayları, içerdikleri Hıristiyan etkisini görmezden gelerek, Helen akılcılığına karşı Doğu fanatizminin birer baş kaldırışı olarak yorumladılar. Oysa olayları çıkaranlar, Mısırlı Hıristiyanlardı ve Mısır o günlerde Roma İmparatorluğunun uzun zamandan beri Hıristiyanlaşmış bir eyaletiydi.
Mısır dini, İ.S. II. ve III. yüz yıllarda olağanüstü bir hızla yok olmuş; Mısır, diğer Roma eyaletlerinden önce Hıristiyanlığı ateşli bir biçimde kabullenmişti. Aslında Mısır dininin hızlı çöküşünün, firavunlar devletinin ve Mısır ulusunun erimesi ile oluştuğunu saptamak olanaklıdır. Mısır, İ.Ö. 700'den beri çoğunlukla yabancı uluslar tarafından yönetilmişti. Etiyopyalılar, Persler, Yunanlılar ve Roma İmparatorluğu Mısır topraklarını her zaman özel bir eyalet olarak görmüşlerdi. Bu yabancı yöneticiler, Mısır dini ile iyi ilişkiler içinde olmayı ülkenin denetimi için bir önkoşul olarak saymışlardı. Mısır inançları tüm bu dönemler boyunca da gelişip yayılmasını sürdürmüştü. Ancak, bu olumlu dönem Mısır dininin sonraki yıllarda ortaya çıkan hızlı çöküşünü daha ilginç biçime getirmektedir. Zira Mısır dininin çöküşü, yabancıların baskıcı yönetimine bağlanabilseydi, çöküşün çok daha önceleri, örneğin Pers yönetimi altındaki İ.S. VI. ve IV. yüz yıllar arasında gerçekleşmesi gerekirdi.
gizeh6.jpg

İ.S. III. ve IV. yüz yıllarda Mısır dinine karşı oluşan düşmanca duyguların belirli bir sınıfsal temeli vardı. Hıristiyanlık, başlangıçta zenginlere karşı yoksul ve orta sınıfları temsil ediyordu. Bu nedenle Mısır tapınaklarının inanılmaz zenginliklere sahip olması ve rahiplerin yoksulları sömürmesi tepkilere yol açmıştı.
horusxx1.jpg
Helenleşmiş kozmopolit üst sınıfların sürdürdüğü Mısır dinine karşı, Filistin'den gelmiş olmasına karşın uluslararası bir nitelik taşıyan Hıristiyanlık yoksulları yanına çekmeyi başarmıştı.

Bu toplumsal ve siyasal etkenlerin Mısır dininin yıkılmasında önemli bir pay sahibi oldukları konusunda kuşkuya yer yoktur. Ancak, bu etkenler hızla gelişen acil sorunlar olmaktansa, yavaş yavaş büyüyen, uzun vadeli gerilimlerdi. Yine de Mısır dininin çöküşünde baş rolü oynayan, şaşırtıcı bir örgütlenme yeteneğine ve coşkusuna sahip olan, tektanrıcı ve evrensel Hıristiyan inancının herkese kolaylıkla ulaşabilmesiydi.
Hıristiyanlığın giderek daha güçlü bir biçimde yerleştiği İ.S. 150 ile 450 yılları arasında Mısır büyük bir siyasal ve dinsel belirsizlikler ve çeşitlilikler döneminden geçmekteydi. Antik Mısır inançlarının bir ölçüde mirasçısı konumunda bulunan Hermesçiler, Neo-Platoncular ve Gnostikler, Tanrı'ya bireysel olarak ya da ezoterik örgütlenmeler sayesinde ulaşılabileceği inancına eğilim göstermekteydiler. Bu yollara girebilmek içinse, gizemli ve çetin bir inisiyasyon sürecinden geçmek zorunluydu. Bu yöntemin kilit unsurlarından biri, her adayın içmek zorunda olduğu gizlilik andıydı. Söz konusu gruplar her türlü açıklığa düşmandılar; zira gerçek bilgelik ancak ezoterik bir dizge içinde ve uzun bir süreç sonunda elde edilebileceğine inanıyorlardı. Bu örgütler için en önemli unsur inançlarının içerdiği gizemlerdi. Bu gizemleri, başkalarına açıklamak inançlara kökten ihanet etmek anlamını taşırdı. Tüm bu gizlilik örtüsüne rağmen, kimi inanç modellerinin ana çizgilerini belirlemek olanaklıdır.
Thoth_.jpg
Thoth
Antik çağın sonlarında bir "üçleme" saplantısı vardı. Hıristiyanlığın "üçlübirlik" (teslis) inancında ve Hermes Trimegistos (Üç Kez Güçlü Hermes) geleneğinde bu olgu kolaylıkla görülebilir. Hermesçiler, Neo-Platoncular ve Gnostikler arasında iki temel türden üçlübirlik uygulaması vardı. Bunların ilkinde, tıpkı Hristiyanlıkta olduğu gibi, bir baba Tanrı, babanın gücünü harekete geçiren bir oğul ve baba ile oğul arasında bir tür köprü işlevini gören üçüncü bir güç vardı.
Daha yaygın olan ikinci üçlübirlik ise, yaratıcı gücün yani "Demiurgos"un ardında bir "Gizli Tanrı" olduğu inancına dayanıyor; bu iki Tanrı ya birbirinde tümüyle ayrı ya da gizemli bir biçimde birleşmiş olarak görülüyordu. "Gizli Tanrı" yani Platoncu düşüncedeki "İyilik" ilkesi ya da "İlk İlke" yaratma eyleminin karşısındaki saf düşünce idi. Üçlübirliğin üçüncü üyesi büyük bir çeşitlilik gösteriyor, "Dünyanın Ruhu", "Tanrısal Akıl" olarak adlandırılıyordu. Ancak temel işlevi, bir yandan üçlübirliğin diğer iki unsuru arasında köprü görevi görmek, diğer yandan da onları birbirinden ayırmak gibi diyalektik bir işlev idi.
Aslında Hermesçilik, Neo-Platonculuk ve Gnostisizm "iki katlı" felsefeler idi. Bir katında kitleler için inançlar, öteki katında seçilmişler için bilgi yani "Gnosis" vardı. Ne var ki, Gnosis akılsal bir bilgi olmayıp, insanın kendini bilmesi gibi sezgisel ve bilinçsel bir süreci kapsamaktaydı.
Aydınlanmış azınlık olarak seçkinler eğitim ile, etik ve dinsel uygulamalar sayesinde Tanrı'ya, kitleler için gizli olan İlk Neden'e yaklaşabilirlerdi. Kitleler ise Demiurgos'un ötesinde hiç bir şeyi göremezdi. İnsanın kendi içine dönüşü, ezoterizm ve seçkincilik, insanın fiilen ya da potansiyel olarak Tanrısal olduğu inancını da birlikte getiriyordu. Bunun kaynağı, ölen firavunun Osiris'e dönüştüğü biçimindeki Mısır inancı olabilir. Mısır dininin geç dönemlerinde bu inanç bir biçimde demokratikleşmiş ve halka açılmıştı. Her insan, kendini adama, iyi bir eğitim ve doğru bilgi sahibi olmakla, Osiris'e dönüşme ve böylece ölümsüzlüğü elde etme şansına kavuşmuştu. Mısır inancında Tanrı, insan da dahil olmak üzere, herşeyde var olabilirdi.
Hermesçi, Neo-Platoncu ve Gnostik akımların formel bir örgütlenmeden yoksun olmaları ve insanın iç dünyasına yönelik böyle yöntemlerin bireyselliği zorunlu kılması, kurumsallaşmış Mısır dininin çöküşünden sonra ortaya çıkan kaotik duruma pek uygun düşüyordu. Mısır dininin kalıntılarından doğan üç inanç akımı Hermesçilik, Neo-Platonculuk ve Gnostisizm idi. Hermesçiler, herşeye kafa tutarak, Mısırlı kaldılar. Neo-Platoncular Helenleşerek bağlılıklarını Platon düşüncesi üzerinde yoğunlaştırdılar. Gnostikler ise kendilerini Hıristiyan olarak gördüler. Kuşkusuz bu üç akım arasında ayrılıklar ve rekabetler oluyordu. Yine de bu üç akım birbirlerine yalnızca biçimsel olarak benzemekle kalmıyorlardı; aralarında ilişkiler kuruyor ve birbirlerinin yapıtlarından etkileniyorlardı.
Trismegistus.jpg
Hermes Mercurius Trismegistus (Sienna Cathedral)
Sözünü ettiğimiz üç akım arasında en eskisinin Hermesçilik olduğuna ve diğer iki akımın oluşması üzerinde doğrudan etkisi bulunduğuna kuşku yoktur. Öte yandan, Hermesçilik de Helen, Yahudi, Pers, Mezopotamya ve Mısır dinlerinden etkilenmiştir. Ancak din tarihçileri arasında bu etkilerden hangisinin en büyük ağırlığa sahip olduğu konusunda pek ateşli tartışmalar sürmektedir. Elbette bu tartışmalar Hermesçiliğin yaşı sorununu da gündeme getirmektedir. Hermesçiliğin ve Hermesçi literatürün (Corpus Hermetica) Mısır kökenli olduğunu savunanlar akımın tarihini de geriye doğru götürme eğilimini taşımaktadırlar.
Aslına bakılırsa, Mısırlılarca Demotik yazıyla ve Kıpti dilinde yazılmış olan Hermetica'nın üzerinde önemli ölçüde eski Mısır inanç ve uygulamalarının etkisi olduğunu kabul etmek mantıklıdır. Üstelik Roma döneminde hiç kimse Hermesçiliğin Mısırlı olduğu düşüncesine karşı çıkmamıştır.
Ancak, Hermesçiliğin kökeni sorunu göründüğünden daha büyük öneme sahiptir. Sorun, Hermesçiliğin yalnızca Gnostisizm ve Neo-Platonculukla bütünsel bağlantısında değil, aynı zamanda bir bütün olarak Platonculukla yani doğrudan Helen felsefesi ile ilişki içinde olup olmamasındadır. Zira, Hermesçilik ile "Yuhanna İncili" ve "Aziz Pavlus'un Mektupları" arasında yakın bir benzerlik bulunmakta, Hermesçiliğin Hıristiyan teolojisini doğrudan etkilemiş olduğu belirlenmektedir. Eğer Hermetik metinler (Hermetica) Hıristiyanlık öncesine ait ve Mısır kökenli ise, o zaman Hıristiyan teolojisinde, bugüne kadar ileri sürülen Helen ve Platon etkisinin dışında, Mısır etkisinin olduğunu kabul etmek gerekecektir. Üstelik, Platon ile Pythagoras'ın fikirlerini Mısır'dan aldığı yolundaki görüşü reddetmek iyice güç olacaktır.
Hıristiyanlığın düşünsel temelinde Ari ırk dışında bir kökenin bulunmasına şiddetle karşı çıkanlar, Hermetica'nın tarihlendirmesini İ.S. I.-III. yüz yıllar arasına oturtmaktan çekinmemişlerdir. Oysa, Hermetik metinlerin daha eski dönemlere tarihlendirilmesi gerektiğini işaret eden en önemli nokta, Hermes'in Mısır Bilgelik tanrısı Thot ile özdeş olmasıdır. Bu özdeşlik konusunda tüm bilim adamları fikir birliği içindedir. Ayrıca "Thot'un Yazıları" düşüncesinin çok eski olduğu açıktır. 18. Sülale zamanında revaçta olan "Ölüler Kitabı" içinde "Thot'un Yazıları" sık sık anılmaktadır. Plutharkos da "Hermes'in Yazıları"ndan söz etmektedir. Tüm bunlara ek olarak, DHWTY (Üç Kez En Büyük Thot) sözcüğü Yukarı Mısır'daki Esna'da bulunmuş ve İ.Ö. III. yüz yıldan kaldığı belirlenmiştir. Ayrıca, DHWTY sözcüğü Sakkara'da bulunan İ.Ö. III. yüz yıllara ait Demotik metinlerde de okunmuştur. Bu yeni bulgular Hermes Trimegistos'u ve Hermetik metinleri Hıristiyanlık öncesine tarihlendirmektedirler.
Hermes5.jpg
Hermes Trismegistus - Johann Theodor de Bry
Genellikle Thot kültünün en çok Ptolemiler döneminde yayıldığına inanılmaktadır. Oysa, bin yıl önceki döneme ait "Ölüler Kitabı"nda Thot son derece önemli bir konuma sahip olan ve en çok dua edilen tanrıydı. Fakat, eski Thot kültü ile Hermesçilik arasında kesin bir ayrım çizgisi çekilmesinin nedeni, Hermesçiliğin soyut Platoncu felsefesidir. Önceki dönemlerde Mısırlıların soyut din kavramları oluşturabilmesi olanaklı görülmemiştir. Oysa bu kanı da yanlıştır. İ.Ö. II. Bin yıla tarihlendirilen "Memfis Teolojisi" adlı metinler bu kanının yanlışlığına kanıttır. Bu metinlerde, tanrı Ptah evreni önce kalbinde yaratmakta, sonra konuşma eylemiyle gerçeğe dönüştürmektedir. Bu anlayış, Platoncu ve Hıristiyan "Logos" (Kelam) anlayışına dikkat çekecek ölçüde benzemektedir. Mısır dininde Thot yazının mucidi, matematiğin başlatıcısı, tılsımlı sözlerin ustası, Tanrısal konuşma eyleminin ve hatta evrenin yaratıcısı olarak görülüyordu. Bu son iki özelliğiyle Thot, "Memfis Teolojisi" metinlerindeki Ptah ile özdeşleşiyor ve sonradan gelişen Platon felsefesi ve Hıristiyan teolojisindeki "Logos" kavramına da uygun düşüyor.
Thot ya da Hermes Trimegistos, tüm farklı yönleriyle, "iki katlı" felsefelerdeki bütün önemli rolleri üstlenebilir. Tanrıların babası ve yüce akıl olarak "Gizli Tanrı" olabilir. Harekete geçiren güç ve "Logos" olarak "Demiurgos" rolünü alabilir ve nihayet Tanrı'nın iki unsurunu birleştiren ve ayıran "Kutsal Ruh" olabilir. Ancak, sonraları baskın duruma çıkan gelenek Hermes'i bir filozof ya da ahlak eğitmeni olarak yorumlamaktaydı.

Bu durumda, Hermes'in tanrılıktan bilgeliğe dönüştürülmesi ile karşılaşıyoruz. İ.Ö. III. yüz yılda Platon yazının, sayıların, astronominin kurucusu olarak Thot'tan söz etmiş, Thot'u hem bir tanrı, hem de bir bilge olarak görmüştür. Abdera'lı Hekaistos ise, Hermes-Thot'u büyük bir bilge olarak tanımlamıştır. Tanrıların zaman içinde ölümlü bilgeler durumuna dönüştürülmesi tüm dünya inanç sistemlerinde görülen bir olgudur. En önemli tanrıları, Mısır'ın ilk firavunları olarak gören gelenek İ.Ö. XIII. yüz yıla kadar geri gitmektedir. Ancak çoğunlukla bu gelenek, tektanrıcılığın ya da tektapımcılığın (Monolatria) ortaya çıkmasıyla ilişkilendirilmektedir. Bunun nedeni, tekel savına dayanan inançların, diğer tanrılara hoşgörü ile bakamamasıdır.
Özetlemek gerekirse; Neo-Platonculuk ve Gnostisizm öncelikle Mısır'da, büyük ölçüde Helenleşmiş Mısırlılar arasında, kurumsallaşmış Mısır dininin yıkılmasından sonra yayılmışlardır. Bu akımların ve müritlerinin oluşmasında Hermesçi düşünceler önemli bir rol oynamış ve merkezi bir yer tutmaya devam etmiştir. Thot-Hermes kültü Mısır dininde her zaman önemli olmuştur; fakat özellikle İ.Ö. II. bin yılın ikinci yarısında gittikçe daha önemli duruma yükselmiştir. Hermetik yazılar yani "Thot'un Yazıları" kavramı oldukça eskidir. Ne var ki, günümüze kalmış haliyle bu metinler, bunalım içindeki Mısır dinini temsil etmekte ve Mısır dışından aktarılmış düşünceleri de içermektedir. Büyük olasılıkla Hermetica'nın kapsamında İ.Ö. VI. yüz yıldan İ.S. II. yüz yıla kadar uzanan bir süre boyunca yazılmış yazılar mevcuttur. Yine de, göreceli olarak geç bir dönemde yazılmış olmasına karşın Hermetik metinler, çok daha eski dönemlere ait birçok dinsel ve felsefi düşünceler içermektedir ve esas olarak Mısır kökenlidir. Son dönemde kaleme alınmış yazılarda Helen etkisinin olduğu kuşkusuzdur. Ancak, Hermetizmin kökeninin Yunan'da aranması anlamsızdır. Zira Pythagorasçı ve Platoncu Helen felsefesi Mısır dinine ve düşüncesine çok fazla bağımlıdır. Bu da, Hıristiyan teolojisinin kökenini, Ari ırktan Helen düşüncesine değil, Mısır'a bağlamaktadır.

Mısır'ı yöneten Makedonya kökenli Ptolemiler, bir taraftan kendilerini Mısır uygarlığını koruyucusu gibi gösterirken, diğer taraftan Mısır uygarlığı tarafından özümsenme tehlikesinin bilincindeydiler. Bu bakımdan Ptolemiler, kendi kültürlerini korumaya ve Mısır'ı Yunanlılar eliyle yönetmeye kararlıydılar. Mısırlı rahipler ise, her ne kadar yabancı yöneticiler ile iyi geçinmeye çabalasalar da, kişisel düzeyde yönetimden uzak kalmaya ve bir ölçüde Mısır ulusçuluğunu korumaya gayret etmişlerdi. Ancak, İ.S. II. yüz yıla gelindiği zaman, dört yüz yıl süren Yunan yönetiminden sonra, Mısırlı ve Makedonyalı üst sınıflar ortak bir Helen uygarlığı içinde Mısır dini ile kaynaşmışlardı. Roma yönetimi ise, Mısır dinini coşku ile "uluslararası" niteliğe kavuşturmaya çabalamış, oysa bu yaklaşım Mısır ulusçuluğunu savunan rahiplerin konumunu zayıflatmıştı.

alıntıdır:(
 

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
Yine konunuz dışında soru soruyorum :) Sn. "codzombi" havas ve tasavvuf bahsetmiştim halen bu eğitimler verilmektemi yada ezoterik öğretiler Türkiyede devam edilmektemi.

sorabilirsin, ben sıkıntı yaratmıyorum . bu tarz şeyler için evet. devam edilmekte . lakin dikkatli olmakta fayda var ben kendimden örnek veriyim, tarikatlara davet edenler oldu icabet etmedim . herhangi bi tarikatın elemanı diye anılmak hoşuma gitmez, o yüzden uzak duruyorum ayrıca rabıta tarzı şeylere güvenemiyorum yani kötü şeyler de çıkabilir :)) daha bi de hazır olup olmama durumu var , tasavvuf bir yer de tamam fakat , havass çok zorlu bi yol . ya varsın ya da hiç yoksun gibi bi durum sözkonusu sonuçta bir majikal ekollerin sorumluluklarını adeta yaşam tarzı oluşturarak öğrenceksin ve uygulayacaksın , biz ileride memur olucaz işimiz gücümüz mesleğimiz olucak devlet memuru olunca vay halimize , elimizde sabah akşam tesbih sallayamayız .. öbür türlü ezoterik sistemlerdevar onlarda öğretiliyor fakat burada önemli olan nokta biz hocayı bulmuyoruz , hoca bizi buluyor . yani demek oluyor şimdi bu , sen bir şey talep edersin , hoca da eğer uygun görürse öğretir uygun görmezse öğretmez ve yolundan çekilir, bu durumda bulan kişi hocadır.eğitimi vermek için öğrenciyi aramaktadır. uygun vasıflarda arar, uygun olanı seçer. bunu kitaplarda bile okumanız gerekmez hayatın her alanında bunu yaşayabilirsiniz.. iş alımlarında vs vs ..

ben bunları istedim , kapıyı çaldım . açanlar oldu , açmayanlar da oldu . sadece isteyip kapıyı çalman yeterli ..
 

yare-i yarim

Moderator
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
2,247
Tepkime puanı
879
İş
Sanatsal tablolar oluşturmak/Mutfak eşyaları dalında ticaret
sorabilirsin, ben sıkıntı yaratmıyorum . bu tarz şeyler için evet. devam edilmekte . lakin dikkatli olmakta fayda var ben kendimden örnek veriyim, tarikatlara davet edenler oldu icabet etmedim . herhangi bi tarikatın elemanı diye anılmak hoşuma gitmez, o yüzden uzak duruyorum ayrıca rabıta tarzı şeylere güvenemiyorum yani kötü şeyler de çıkabilir :)) daha bi de hazır olup olmama durumu var , tasavvuf bir yer de tamam fakat , havass çok zorlu bi yol . ya varsın ya da hiç yoksun gibi bi durum sözkonusu sonuçta bir majikal ekollerin sorumluluklarını adeta yaşam tarzı oluşturarak öğrenceksin ve uygulayacaksın , biz ileride memur olucaz işimiz gücümüz mesleğimiz olucak devlet memuru olunca vay halimize , elimizde sabah akşam tesbih sallayamayız .. öbür türlü ezoterik sistemlerdevar onlarda öğretiliyor fakat burada önemli olan nokta biz hocayı bulmuyoruz , hoca bizi buluyor . yani demek oluyor şimdi bu , sen bir şey talep edersin , hoca da eğer uygun görürse öğretir uygun görmezse öğretmez ve yolundan çekilir, bu durumda bulan kişi hocadır.eğitimi vermek için öğrenciyi aramaktadır. uygun vasıflarda arar, uygun olanı seçer. bunu kitaplarda bile okumanız gerekmez hayatın her alanında bunu yaşayabilirsiniz.. iş alımlarında vs vs ..

ben bunları istedim , kapıyı çaldım . açanlar oldu , açmayanlar da oldu . sadece isteyip kapıyı çalman yeterli ..
Rabıta için zamana yayılı hipnoz olduğu söyleniyor yani bu şekilde bir benzetme yapılıyor ben buna biraz katılıyorum sebebi ise mutasavvıflardan hacı bayram-ı veli kendisine rabıta yaptırmamış hiç sadece müritleriyle toplu zikirler yapılırken tavanda ki bir ışıktan kendilerine nur geldiğini imajine ederlermiş hep.
 

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
Rabıta için zamana yayılı hipnoz olduğu söyleniyor yani bu şekilde bir benzetme yapılıyor ben buna biraz katılıyorum sebebi ise mutasavvıflardan hacı bayram-ı veli kendisine rabıta yaptırmamış hiç sadece müritleriyle toplu zikirler yapılırken tavanda ki bir ışıktan kendilerine nur geldiğini imajine ederlermiş hep.

Rabıta ilk olarak hocadan alınır ilk aşamalarda eşlik eder daha sonra yoldan çekilir, yukarıdan bu sefer yardım alır artık rabıtayı yukarısı verir hoca vermez.
 

yare-i yarim

Moderator
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
2,247
Tepkime puanı
879
İş
Sanatsal tablolar oluşturmak/Mutfak eşyaları dalında ticaret
O konuda çok farklı şeyler söyleniyor sanırım sırrı tam açıklanmamış birşey olabilir biraz kontrol altına almak gibi birşey olduğunu düşünüyorum.
 

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
O konuda çok farklı şeyler söyleniyor sanırım sırrı tam açıklanmamış birşey olabilir biraz kontrol altına almak gibi birşey olduğunu düşünüyorum.

ya zaten derviş yolunda bu var, hep kontrol altına alarak şeyhe biat edilmesi istenir. bir de şöyle ileriki seviyelerde artık ruhsal yardımcılar yardıma gelir. örn evliyalar rehber olur kapı makam çalışmalarında. bunlar da zaten ruhun cesede galip gelmesi için çalışmalar yapıyorlar. reiki öğretimini hani seviye seviye alırız ya onun gibi bişi inisiye herhalde..
 

yare-i yarim

Moderator
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
2,247
Tepkime puanı
879
İş
Sanatsal tablolar oluşturmak/Mutfak eşyaları dalında ticaret
Artık bilemicem ne olduğunu ama ben pek masum bişey olmadığı kanaatindeyim en azından doğruluğundan emin olunan kişiyle yapılır bu illaki kişi bunu yapmaya kararlıysa.
 

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
Artık bilemicem ne olduğunu ama ben pek masum bişey olmadığı kanaatindeyim en azından doğruluğundan emin olunan kişiyle yapılır bu illaki kişi bunu yapmaya kararlıysa.

bunun içim mürşidler var. kadiriler , nakşilerin halidiye veya menzil kolu olanlarda bu tarz şeyler duydum . özellikle halidiye kolu. ama şimdi ki tarikatlar biliyorsunuz üç beş adamakıllı kişi dışındakiler soyup soğana çeviriyor , siyasi parasal mevzularla kaynıyor.
 
Üst