Eski Mezopotamya Tıbbı Ve Köpek

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Eski Mezopotamya’da tıp denildiği zaman akla ilk olarak, çeşitli tedavi usullerinin yanı sıra sihir, büyü ve bunlarla ilgili uygulamalar (ritüeller) gelmektedir. Mezopotamya’daki tıbbî tecrübe Sumerliler ile başlayıp bitmemiş; mirasçısı durumundaki Asurlular ve Babilliler tarafından devam ettirilmiştir. Bu toplumlarda uygulanan tedaviyi, hastalıkla ilgili tanrıların öfkesini teskin etmek, vücudu işgal etmek suretiyle hastalığa yol açan şeytan ya da kötü ruhları kovmak, onları korkutarak kaçırma yolları yanında, semptom ve ampirik bilgilere dayanarak ilaç ve çeşitli tıbbî araçlarla sağlanmaya çalışılan karma usuller bütünü olarak görebiliriz.

Mezopotamya toplumlarının inancına göre hastalıklar, çevrede bulunan cin ve zararlı ruhlar gibi görünmez güçlerin insan bedenine girmesiyle meydana gelmekteydi. Her insanın karşılaşabileceği bu tehlikeler, büyü,günah, tanrılara karşı görevi ihmal, kusurlu davranış, tanrıların korumalarının kalkması veya kişiyi cezalandırmasıyla meydana gelmekteydi.

Mezopotamya’da tıp sahası resmen bir rahip sınıfının elindeydi. Bu anlamda tedavi yapan üç rahip sınıfı vardır. Bunlardan bir tanesi kâhinler sınıfıdır ve barû adını taşımaktadır. Bunların görevi diyagnoz ve prognoz yapmaktır. Fakat anlaşıldığına göre, onların faaliyeti sadece tıbbın sınırları içinde kalmıyordu. Başka bir deyimle, kâhinler, daha geniş bir anlamda gelecekten haber verme görevini de yüklenmekte idiler. İkinci sınıf ašipu adını taşıyor ve sihir ve büyüyle tedavi uyguluyordu. Üçüncü sınıf ise āzu veya āsu adını taşıyan, gerçek manada doktor olan sınıftı. Anlaşıldığına göre köpek, yukarıda bahsi geçen her üç sınıfın da ilgi alanına giriyordu.

Tıp uygulamalarının tarihsel süreçte nasıl bir yol izlediğine baktığımızda, halka ait tedavi yöntemleri, iki temel uygulama alanı ile karşımıza çıkmaktadır. Birincisi, insanın doğaya ilk tepkilerinden birini temsil eden ve hastalığı tedavi etmede çeşitli bitkiler, madensel ve hayvansal maddelerden yararlanan “doğal halk tıbbı”dır. İkincisi ise, hastalık tedavisinde muska, kutsal sözler ve benzeri işlemlerden yararlanan “dinsel-büyüsel tıp”tır. Halk tıbbı, eskiçağlardan günümüze kadar uzanan farklı coğrafyalarda ve kültürlerde benzer amaçları paylaştığı halde kullanılan malzemeler ve teknik yönünden birbirinden ayrılmaktadır.

Eski Mezopotamya söz konusu olduğunda köpek, hem doğal halk tıbbında hem de dinsel-büyüsel tıpta rol oynamış gözükmektedir. Bunda, söz konusu toplumların köpek başta olmak üzere, hayvanları gözlemlenmesinin büyük etkisi olduğunu düşünmekteyiz. Gerçekten, yaralı hayvanın yarasını yalaması, gözüne perde inen keçinin hasta gözünü çalılara takarak açması, karnında şişkinlik hisseden leyleğin gagasıyla lavman yapması, baykuşun kıl bitinden kurtulmak için toprakla yıkanması, insanların dikkatini çekmiş olmalıdır. Belki de insanlar hayvanlardan bazı tedavi yollarını öğrenmiş ve onları taklit etmişlerdir42. Bu açıdan ele alındığında köpeğin özelliği ve önemi, antibiyotik gibi çalışan, şifalı özelliklere sahip salyası ile açıklanabilir. Ne zaman ki, insanoğluna yakın, evcil bir hayvan olmuş, insanlar onun bu özelliğini keşfedip çeşitli şifa ritüellerinde onu kullanmaya başlamışlardır. Ancak bu durum, sadece Eski Mezopotamya toplumlarına özel bir durum değildir.

Örneğin, Anadolu’da Hitit şifa ritüellerinde, özellikle yavru köpekler,şifacı olarak rol oynamışlardır. Hititler’de köpeğin kendi organlarını yalayarak iyileştirmesinin görülmesi ve böylece köpek salyasının iyileştirici gücü olduğuna inanılarak bunun insan vücudu üzerinde de aynı etkiyi yapacağının düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Gerçekten, Hititler’in doğal gözlemleri ile ilgili pek çok nokta, büyü metinlerinde ele alınmış olup, bu metinlerde bir köpeğin dokuz uzvunu yalayarak iyileştirmesine de vurgu yapılmaktadır. Hitit Zuwi ritüeli buna en güzel örnektir. Bu ritüelde hasta organlar, köpeğe yalatılmak suretiyle tedavi edilmektedir. Hasta uzuvların köpeğe yalatılması uygulaması, ilk olarak Eski Mezopotamya’da Babil metinlerinde görülmekte olup, Kizzuwatna yoluyla Anadolu’ya geçmiş olduğu düşünülmektedir.

Hititler’in köpek dışkısını da çeşitli bitki çiçekleri ile karıştırıp elde ettikleri macunu tedavi amacı ile kullanmaları dikkat çekici başka bir husustur. Örneğin, Hebattarakki ritüelinde, köpek dışkısı arpa unuyla hazırlanmış hamurla karıştırılarak tedavi amacıyla kullanılmıştır.

Eski Mezopotamya toplumlarında da “zē kalbi” yani “köpek dışkısı” çeşitli yağlarla karıştırılarak ilaç olarak kullanılmıştır.
Eski Yunan hekimliğinde de köpek salyasının şifa kaynağı olarak görüldüğüne dair ipuçları mevcuttur. Nitekim, Asklepion adı verilen ve Şifa Tanrısı Asklepios’a ait şifa tapınaklarında, adı geçen tanrıyı temsil eden kutsal hayvanlar olan yılan, köpek ve horoza hasta uzuvlar yalatılır veya ısırtılırdı. Asklepios kültünde, özellikle kör insanların gözlerinin köpeğe yalatılarak açılacağına; Yunan Doğum Tanrıçası Eileithyia kültünde ise köpeğe yalatıldığı taktirde doğumun kolay gerçekleşeceğine inanılmıştır. Tüm bu bilgiler, hem Eski Doğu hem de Eski Batı toplumlarında köpeğin salyasının şifa verici olarak kabul edildiğini göstermektedir. Öte yandan, Eski Mezopotamya toplumlarında hastalıklar ile tanrılar arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu belirtmiştik. Bu bağlamda, bazı tanrı ve tanrıçaların şifa verici vasıflara da sahip olduklarına inanıldığı anlaşılmaktadır.

Eski Mezoptamya’da bazı tanrıları ve tanrıçaların özellikle sağlık ve hastalıkla ilgilendikleri inancı hȃkimdir. Bu tanrıçalardan biri olan Gula’nın sembolü köpektir. Söz konusu tanrıçanın ve köpeğinin, Mezopotamya’da din ve tıp alanında önemli bir yere sahip olduğu, hem çivi yazılı kaynaklardan hem de arkeolojik bulgulardan tespit edilmektedir.


H.Hande Duymuş Florioti (Alıntı)
 

Fehu

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Şub 2017
Mesajlar
171
Tepkime puanı
185
Mezopotamya'dan selamlar ? yazınız için teşekkür ederim.
 
Üst