Fakirler ve Öğretileri

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
"Kâmil insan, bedeninde gizlenen mistik gücü geliştirerek güç kazanır. Bu güç, Beş Giz**** li Organ'da, letayif te saklıdır. Bunlar, Kalp Merkezi, Ruh Merkezi, Gizli Merkez, Saklı Merkez, En Esrarengiz Merkez'dir..."

Şeyh Ahmet El-Abbasi: Sufi Gücünün Sırları, Nakşibendi Şeyhi Muhammed Gwath'ın Mistik Yolun Sırları

Doğu kültür ve düşün dünyasını, kimi zaman mazur da görülebilecek bir böbürlenmeyle yok olmaktan kurtardığını öne süren Batı, Fakirlerin 59 öğretisi olan tasavvuftan büyük ölçüde etkilenmiştir.

Yoga, Şintoculuk, Budizm, Taoculuk ve Konfüçyüs öğretisi Avrupa ve Amerika'da oldukça yaygındır - Arapların, iranlıların, Türklerin ve tüm Müslüman dünyasının mistik dünya görüşü olan sufizm - belki de gizemli Doğunun son kapalı sayfasıdır.

Sufizm bir din mi? Bir kült mü? Yoksa bir yaşam biçimi midir? Bir bakıma bunların tümü, bir bakıma da hiçbiridir. Dörtyüz milyon Müslüman için tasavvuf hiçbir siyasal, toplumsal ve ekonomik gücün erişemeyeceği bir yetkeyi ifade eder.

Yan monarşist, yan askerî bir örgüt yapısını barındıran bu felsefe, eski Arap simyacılan, Mehdi'nin savaşçıları, büyük İran şairleri gibi çok farklı grupları etkilemiştir. Osmanlı împaratorluğu'nun dervişleri, 'Fakîr' namıyla Viyana kapılarına dayandılar. Afgan sufiler gizemli şiirleriyle (kendilerine göre doğaüstü güçleriyle) Hindistan'ı işgal ettiler.

Öte yandan sufi edebiyatı ve düşüncesinin etkileri Asya'nın en görkemli ve kusursuz mimari yapıtlarında yankı bulur.

Çağdaş araştırmacıların, Ortadoğu'nun en güçlü düşünce akımı olarak nitelendirdikleri bu ilginç kültün kökenleri nereye dayanıyor? Doğu dillerinde bu konuda birçok araştırma bulunmasına karşın, bu kültün başlangıç evrelerine ilişkin kesin bilgilerden yoksunuz. Sufi tarihçileri, kurucularının Muhammed Peygamber olduğunu öne sürerlerse de, ezoterik kültün, insanın maddi dünyanın boyunduruğundan kurtulma uğraşıyla başladığını öne sürenler de vardır. 60 Sufizm, erkeğin ve kadının yasamdaki rolünü belirleyen özgün ve eksiksiz bir yaşama tarzıdır.

Sufi bilgeleri her şeyin, bu arada insanın da Ebedi bir Bütün'ün parçası olduğuna ve sonunda her şeyin O'na döneceğine inanırlar, insanın görevi kendini bu dönüşe hazırlamaktır. Bu da ancak ruhsal arınmayla mümkündür. Ruhla beden uyum içinde olursa, ruh beden üzerinde mutlak egemenliğini kurarsa, o zaman, insan mükemmel biçimini alır. Batı ve Doğu okültizminde örnekleri çok görülen Kâmil însan tipinin "süpermen" gibi, olağanüstü yeteneklere sahip olduğu kabul edilir.

Sufi, amacına ulaşmak için belirli aşamalardan geçmelidir. Ortaçağ'ın kilise tarikatlarına benzer bir tarzda örgütlenen (bu tarikatların sufi modelinden yararlanılarak kurulduğunu öne sürenler vardır). Sufi tarikatlarına katılmak için ilk koşul, adayın 'dünyada olması, ama dünyadan olmaması'dır. Bu kültü diğerlerinden ayıran en önemli özellik budur. Sufi, yaşamını yararlı bir işe adamahdır. Topluma yararlı olması, onun 'bu dünyada' kalmasını gerektirir. Bir otoritenin sözcükleriyle bu durum şöyledir:

İnsan toplumsal bir yaşam için yaratılmıştır. Diğer insanlarla birlikte yaşamalıdır. Sufilige hizmet ederken sonsuzluğa, kendine ve topluma hizmet etmektedir. Bu yükümlülüklerden kendini soyutlarsa sufi olamaz. En değerli disiplin, tutkulara karşı uygulanandır. Bir çileci gibi arzulardan ve dünya nimetlerinden uzaklaşırsa güçsüz düşer. Zayıflık ve belirsizlikten kendini çekip kurtardıkça güç kazanır. Bir bakış açısına göre bütünüyle inzivaya çekilen çilekeş, kendini aldatmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Çetin BAL: Burda çilekeş bir yaşam tarzından bahsederken bedene ve zihne yönelik bir takım oruç gibi riyazet gibi çalışma ve disiplinlerinde ruhsal yetileri geliştirmede tetikleyici vazife göreceğide muhakkaktır. Yani üstün körü bir molla bilgisi ile '' inzivaya çekilen çilekeş, kendini aldatmaktan başka bir şey yapmaz'' demek doğrudan doğru bir ifade olmaz.

'Fakîr' sözcüğü, Batı'da bir tür gezgin hokkabaz ya da sihirbaz gibi çağrışımlar yapar; gerçekte yalnızca 'kalender insan' demektir. Sufinin başlıca özelliklerinden biri de alçakgönüllülüktür. Yaşam amacını doğrulukla saptayana dek dünya işleriyle uğraşmaz. Bu bir çelişki gibi görünse de, aslında değildir, İnsan, alçakgönüllü olmayı öğrendikten sonra dünya nimetlerinden yararlanmaya hak kazanır.

Sufılerin -Fakirlerin ve Dervişlerin- yenilmez, yanılmaz üstün nitelikli kimseler olarak tanınmalarını sağlayan bu öğretidir. Doğaüstü edimlerinin sırrının, zihni yoğunlaştırma yetenekleri olduğu söylenir. Sufilerin olağanüstü becerileri hakkında birçok kayıt vardır. Bunların çoğu, iyi niyetli ve saf halk yığınlarını kandıran gözbağcılar olabilir: Öte yandan, önyargılı olmayan on binlerce kişi tasavvufun, uygulayıcılarına olağanüstü güç sağlayan bir yol olduğunu kabul etmektedir.

Burada, daha önce de değindiğimiz gibi, bu uygulamalardan çoğunun, eğer düş ürünü değilse, bilimin henüz çözemediği doğal olaylardan başka bir şey olmadığı yolundaki kanımızı yineleyelim.

Sufi bilgilerine atfedilen güç ve mucizeler nelerdir? Dervişlerin hemen hemen her türlü mucizeyi gerçekleştirebilecekleri söylenirse de 62 , bunların bir bölümü kültün karakteristik özelliklerini göstermesi bakımından önemlidir. En önemli mucize, zamanın gerçek dışılığı inancının bir uzantısı olan, zamanı durdurma olayıdır. Bu konuda, kimi zaman, son derece titiz ve nesnel tarihçiler tarafından aktarılan yüzlerce öykü bulunmaktadır.

Bu öykülerin belki de en ünlüsü, Şeyh Şahabeddın'ın başından geçenleri anlatır. Bu kişinin meyve, insan ve eşya görüntüleri yaratabildiği söylenir. Bir zamanlar Mısır Sultanı'ndan başını bir su kabına daldırmasını istemiş. Sultan bir anda kendini batan bir gemide bulmuş, dalgalar onu bilinmeyen kıyılara sürüklemiş.

Oduncuların yardımıyla en yakın köye götürülen Sultan, Şeyh'ten intikam almaya yemin etmiş. Birkaç yıl köyde tutsak olarak çalıştıktan sonra özgürlüğünü kazanmış, iş sahibi olmuş ve evlenmiş. Zamanla yeniden yoksul düşmüş ve karısıyla yedi çocuğuna bakmak için hamallık yapmaya başlamış.

Günün birinde, deniz kıyısında dolaşırken, suya girip yıkanmak istemiş. O anda, kendini Kahire'deki sarayında, çevresinde maiyeti, Şeyhin şakacı bakışlarıyla karşı karşıya bulmuş. Ona yıllarca sürmüş gibi gelen deneyim, gerçekte birkaç saniyede olup bitmiş.

'Sufiye zamanın hükmü yoktur' anlayışının bir örneği de, Muhammed Peygamber'ın yaşamından bir kesitle ilgilidir. Cebrail'in eşliğinde peygamber, cennet, cehennem ve Kudüs'ü ziyaret eder. Tanrı ile on kez buluştuktan sonra dünyaya döndüğünde, yola çıkarken devrilmekte olan bir küpü kaldırır; bir damla bile dökülmemiştir.

Zamanı durduran sufi, istediği anda mekân da değiştirebilir. Ünlü sul'i erenlerinin istedikleri anda istedikleri yerde göründükleri söylenmiştir. Bunlardan bazıları aynı anda bulundukları yerden binlerce kilometre ötede görünebilirlermiş. Tanınmış sufilerden Abdülkadir Geylani'nin, bir dostunun cenazesine katılmak için 'yıldırım hızıyla' bir anda binlerce kilometrelik yolu aştığı söylenir.

Su üzerinde yürümek, yerdekilerin gözü önünde binlerce kilometre yolu havadan gitmenin de bir sufi için sıradan bir iş olduğu söylenir.

Mucizelerin peygamberlere özgü olduğu söylenir. Ancak, sufi erenleri keramet gösterebilirler. Büyücülük -saf insanları kandırmak için yapılan gözbağcılık- yalan ve aşağılık iş anlamına gelen "istidrac" sözcüğüyle açıklanır. Ruhların yardımıyla mucize yaratmak için yapılan gerçek büyücülük ise okült bilimlerin farklı bir dalıdır.


Tarikatların örgütlenmesi (S.73-74)
Tarikata katılmak isteyen sufi adayını katı kurallarla düzenlenmiş bir süreç beklemektedir. Tüm adaylar bir Pîr ya da 'öğretmen' tarafından sorgulanır, kimi zaman deneyden geçirilir. Oğullar genellikle babalarının tarikatına katılır ve ancak yüksek yöneticilerin onayladığı adaylar ilk mertebe olan 'salik'liğe (arayan) kabul edilir.

Kurucularının adıyla anılan tarikatlar (Nakşibendi, Kadiri, Çişti gibi), gruplar halinde örgütlenip bir üstadın yönetimi altında çalışırlar. Bir üst mertebeye geçmek, öğretmenin takdirine ve yetkisine bağlıdır. Belirli bir konuda kendini geliştirmek isteyen öğrenci, önemli bir öğretmenin "halka"sına katılmak için Fas'tan Cava'ya, Çin'den Libya'ya gitmek zorunda kalabilir. Öğretmen, adayı bir süre deneyden geçirir. Bu süre içinde yoksul bir yaşam süren, bir bez parçasına sarınarak ayak işleri yapan aday, en katı askerî disiplinlere özgü bir bağlılıkla üstadın sözünden çıkmayacaktır.

Aday, kutsal metinleri okuma ritüellerıne katılır, beş vakit namazını kaçırmaz, abdest alır, oruç tutar ve din büyüklerinin kitaplarını okur. ( Çetin BAL: Tabi bu ritüeller her inanç grubunda farklı şekildedir. Yani kızılderelilerde, Budist rahipler arasında, Şaman inancı içinde ve bir çok yerli kabile ritüelleri ( uygulamaları) içinde yada Yahudi mistizmi (kabala felsefesi ) içinde farklı disiplinlerle kişiler iç dünyalarının derinliklerine keşfe çıkarlar.)



Tarikatlar (S.74-75)
Sufizmde belli başlı birkaç tarikat vardır. Tümü de, kurucularının Muhammed Peygamber ya da onun çevresindekiler olduğunu öne sürerler. Sufizmi, Peygamber'in yakın çevresinde Eshâbüs Safâ adıyla bilinen mistik bir topluluğun kurduğu da söylenmiştir. Hakkında, pek az şey bildiğimiz bu topluluk, kendilerini yararlı uğraşlara, ibadete, oruç tutmaya ve derin düşünceye adayan bireylerden oluşmuştur. Adlarının kökeni bile bir sırdır. 64 Bu konuda en çok kabul.edilen görüş, adlarını Arapça "yün" (süf) ya da "sala" (saflık) sözcüklerinden aldıkları yolundadır.

Günümüzde başlıca sufi tarikatları Nakşibendi, Çişti, Kadiri ve Suhreverdîliktir. Bunlar dışarıya kapalı topluluklardır; ancak aralarında bir hasımlık sözkonusu değildir. Bazı din büyükleri ve tapınç biçimleri ortak olabilir; tüm insanlığın, özellikle de sufilerin ereklerinin aynı olduğu kabul edilir.

Fas'tan Cava'ya, Hindistan'da, Afganistan'da daha birçok tarikata rastlanır, İslam dininin girdiği her yerde tarikatlar da bulunur.

Tarikata girmek için önce aday gösterilmek, sonra inisiyasyon törenine katılmak gerekir.

Sufilerin tarihsel ve toplumsal rolü, kesin çizgilerle belirtilmiş olmamakla birlikte çok önemlidir. Sudanlı Dervişler, eskilerde militan, bugünse hayırsever bir sufi tarikatıdır. Osmanlı İmparatorluğu'nda Yeniçeriler, 65 Nakşibendi tarikatıyla bağlantısı olan askerî bir sufi topluluğuydu. Libya eski kralı Seyit İdris, bir sufi şeyhi idi. İpi'li Fakîr, kuzeybatı Hindistan'ın başbelası bir sufi lideriydi. Bu örnekler, sufizme militarist bir görünüm kazandırıyor; ancak bu kültün Batı'da daha az bilinen başka özellikleri de vardır.

SUFÎZMÎN EREKLERİ

Sufizmde sıradan insan, yarı hayvan yani ruh, eksik bir varlıktır. Tüm sufi öğretilerinde ve ritüellerinde arınmak, insan-ı kâmil, 'mükemmel insan' ya da yetkin insan' olmak başlıca erektir. Bu bütünlük haline başka yöntemlerde de erişilebileceği; ancak sufizmin en güvenilir ve denenmiş yol olduğu kabul edilir.

Sufi, kültün ereği olan bütünlük haline kavuşunca sonsuzlukla uyum içinde olur ve sıradan, ölümlü bir bireyken yakasını bırakmayan tutkular ve belirsizlikler sona erer. Bu son mertebe, vasd olma, 'birlik' halidir.

Sufi düşünürleri, dünya işlerinden elini eteğini çekmeye ve inzivaya çekilmeye karşı çıkarlar. Topluma hizmet etmeyen, çalışmayan kim olursa olsun, toplumdışı kalır. Toplumdışı olmak ilâhı tasarıma ayla ndır. Sufinin başlıca ilkesi, 'dünyada olmak, ancak dünyadan olmamak'tır. ("Der Dünya Baş, Ez Dünya Nabaş!")

Müslüman sufi erenleri, bu yüzden, adları kadar yaptıkları işlerle de bilinirler. Örneğin, Ferideddün Attar kimyacı, Bahauddin Nakşibend ressamdı. Hindistan ve iran'da sufiliğe kabul edilen krallar, saraydaki işlerinin yanında başka bir uğraş da edinmişler ve kendi gereksinimlerini hazine yerine bu uğraştan karşılamaya çalışmışlardır.



Sufizmin görünmeyen öğreticileri (S.75-76)


Bütün sufi sisteminin lideri, "Kutub" adıyla anılır; tüm sufiler arasında en büyük ermiş odur; 'Vuslat'a ermiştir ve kimilerine göre bütün Sufi örgütünün başıdır. Çok büyük politik gücü olduğu öne sürülür. Kimliği pek az kişi tarafından bilinir. Yalnızca tarikatların liderleriyle görüşür. 'Zaman ve mekân dışında' telepatik konferanslar yönetir. 'Vuslata Eren' sufi liderlerinin, diledikleri zaman hücrelerine kapanarak kilometrelerce ötede ortaya çıktıkları söylenir.

Kutub'un dört yardımcısına "Evtad" (sütunlar) denir. Bunların görevi, dünyanın dört bir yanında bilgi toplayıp duruma egemen olmak ve her ülkede olup bitenleri zaman yitirmeden Kutb'a bildirmektir. Evtâd'ın her biri kırk "abdalla (ruhça olgunlaşmış olan) çalışır. Hor Abdal'a yetmiş Ebrâr, her Ebrâr'a da üçyüz Ahyâr yardım eder. Bu hiyerarşik yapıda yeri olmayan sufi erenlerine yalnızca 'aziz' anlamına gelen "Velî" sıfatıyla hitap edilir.



Giriş ve inisiyasyon (Kabul edilme süreci) (S.76-77)
Tarikatlara giriş, tüm Doğu dünyasına yayılmış bulunan halkalar'dan birinin yardımıyla gerçekleşir. Tarikatın daha gizli etkinliklerine ilişkin bilgiler dışarı sızdırılmaz; ancak tarikat üyeleri genellikle kimliklerini saklamazlar.

Kimi yörelerde babalar, tarikat ritüellerine oğullarını da götürürler; böylece pek çok kişi küçük yaşta sufi göreneklerini tanır ve benimser. Sufilerin oğulları da çoğunlukla babalarının tarikatına katılır.

En alt basamak olan salikliğe kabul edilen aday, kabul töreninden önce bir süre toplantılara katılır. Pîr'in, adayın başvurusunu kabul etmesiyle, aday bir üst mertebeye yükselmiş sayılmaz; sufıliğın diğer ta rikat ve kültlerde rastlanmayan, kendine özgü kurallarından biri de budur. Mertebeler ve gizli bilgiler adaya, ancak hazır olduğu zaman verilir.

Aday 'olgun'laşmadan hiçbir konuda ilerleyemez, înisiye olduktan [kabul edildikten] sonra tarikatın ritüellerini uygular, yükümlülüklerini layıkıyla yerine getirirse olgunlaşma şansı da artacaktır. Başka bir deyişle sufi olmayan bin, bir sufi halkası'na katılabilir, tüm toplantıları izleyebilir, kutsal sözcükleri söyleyebilir, hatta kutsal törenlere katılabilir; ancak tarikattan olmadığı için tüm bu eylemlerden bir yarar sağlayamayacak, hiçbir mertebeye hak kazanmayacaktır.

Türkiye'de Mevlevi tarikatının sema ayinlerine Müslüman olan ve olmayan herkes katılabilir. Ancak, bu törenlerden, zikirlerden yalnızca tarikata kabul edilenlerin yararlanacağına inanılır.

ilahiler, dualar, danslar her tarikatta farklı yorumlanır. Yeni katılanlar tarikatın göreneklerine uyarak bir süre bu etkinliklerde rol alırlar. Kimi tarikatlarda ilahiler ve şarkılar söylemek önemli bir etkinlik sayılırken başkalarında dua bile, mırıldanarak söylenir.

Törenin uygun bir anında sufi adayı, halka'nın liderine, (akdini edilir. Adayı sınamak için bazı sorular sorulur. Kabul edilirse, lider ona "el verir" ve kulağına kabul edildiğini fısıldar. Aday artık bir salik 'tir, bundan sonra yapacağı tek iş, tarikata bağlılık yeminini etmektir. Salik bu yeminle, Pîr'ine kayıtsız şartsız uymaya söz verir.

Sufiliğin bir kolu dışında tüm tarikatlarda salikler, kendi tarikatlarına bağlı kalacaklarına yemin ederler. Yemin töreni olmayan bu tarikat, Peygamber'le aynı çağda yaşayan ve hiç karşılaşmadığı halde onunla ruhsal iletişim kurduğu söylenen Veysel Karanfilin kurucusu olduğu Üveysîlik'tir.

Üveysî öğretisinde sufizmin iki öğesi öne çıkar. Bunlardan ilki, ruhsal ve telepatik iletişimdir. Sufi için alışılmış zaman kavramının hiçbir anlamı olmadığı gibi, çok uzaklarda bulunan, hatta hayatta olmayan biriyle de iletişim kurulabilir. Kimi sufi erenleri hiç karşılaşmadıkları ya da çok önceleri ölmüş biriyle konuştuklarını ve onlardan talimat aldıklarını öne sürmüşlerdir.

ikinci olarak, sufilikte bir Pîr ya da üstadın yardımı olmadan da çeşitli mertebelere ulaşılacağı kabul edilir. Ancak genel kanı, böyle bir aşamayı başarabilen güçlü kişilerin çok az olduğu yolundadır.



Sufi Yolu (S.77-78)
Halka'nın lideri tarafından kabul edilen Yolcu, mürid ('öğrenci') sıfatını alır. Bundan sonra ikinci mertebeye erişmek, tarikat ehli olmak için zorlu bir hazırlık dönemi başlar. Bu ikinci aşama, sufiliğin ilk gerçek mertebesidir ve ruhsal gelişmenin kanıtıdır.

Birinci ve ikinci aşamalar sırasında öğrenci, ritüelleri kaçırmamalı, îslam dininin tüm gereklerini yerme getirmeli, gösterilen kitapları okumalı ve zikirler(66) için yeterince zaman ayırmalıdır. Bu uygulama, Pîr'in gözünden kaçan eksiklerini tamamlamak ve inancını güçlendirmek için gereklidir. 'Dünyada olmak, ama dünyadan olmamak' kuralı ancak böyle bir eğilimle yerleşir. Her yolcu bu süreçte Pîr'inin düşüncelerini ve kişiliğini özümsemeye çalışır. Buna karşılık Pîr de dikkatini öğrenciye çevirerek onun manevi gücünün artmasını, 'Ben'e karşı savaşta güçlü olmasını sağlar. 'Ben', ruhsal gelişmeyi önleyen bedensel düşkünlüklerdir.

Mürid'lik aşamasında Yolcu, Dervişlerin (Sufilerin) Halka'larmda düzenledikleri gece toplantılarına katılır. Bu toplantılarda birlikte zikir yapan sufiler farklı aşamalarda olabilir. Bu durum zikr'in ve toplantıya katılanların gücünü etkilemez; zikr'in her aşamadaki sufi için yararlı olduğuna inanılır. Zikr, Pîr'in gözetimi altında söylenir.

Öğrenci, mürid olmaya hak kazandığında Pîr'in kararıyla ya da kendisi gerekli aşamayı gösterdiği için- düşüncelerini Pîr'den tarikatın kurucusuna çevirir. Pîr bu aşamada da dikkatini öğrenciye vererek onun ruhsal yapısını güçlendirmeye çalışır.

Sufi artık seferullah (bilgiye yolculuk) aşamasındadır. Artık üstadı yerine tarikatın kurucusuyla özdeşleşmeye çalışır. Bu aşamadan sonra lidere Şeyh ya da Mürşid diye hitap eder. Öğrenciler, Mürşid'in isteğine bağlı olarak, çok uzak ülkelere gidebilirler. Kendilerinden istenmemişse, tarikatlarını yaymazlar. Mekke, Medine, Kudüs gibi kutsal yerleri ziyaret ederler. Bu aşama, öncekinden daha uzundur.

Mürşidin katkısı olmadan birinci aşamadan sonuncu aşamaya dek yükselenlere de rastlanır.

Tarikat Ehli'nden sonra üçüncü mertebe Arifliktir. Bu aşamada yolcu, tarikatın kurucusuyla birlikteliğini tamamlamış, artık düşüncesini Muhammed Peygamber'in düşünceleri üzerinde yoğunlaştırmaya başlamıştır. Yolun bu bölümüne Seferli-Allah (Unutulmuşluktan Öteye Yolculuk) denir.

Ariflik mertebesinde okült ve doğaüstü güçler belirginleşir. Ruh, eksikliklerden ve tutkulardan arınmıştır. 'Ben' denetim altındadır. Geriye en yüksek aşama olan Fena (yok olma) kalmıştır. Bu aşamada yolcu, kendisini mutlak bilgiden uzaklaştıran tüm düşünceleri yok eder. Artık başkalarına yol göstermek için ilgisini günlük yaşama çevirebileceği Beşinci Aşama dışında, bundan yüksek bir aşama yoktur.

Sufilerin mucizeleri (S.78-79)
Tanınmış sufi tarihçilerinden Kemaleddin, Nakşibendi tarikatına özgü bir 'ölü canlandırma' olayını nakleder:

Nakşibendi liderlerinden Kayyum, üç gün önce öldüğü bildirilen torununu yaşama döndürdü. Kayyum, küçük kızın canlı olduğunu öne sürüyordu. Kızcağızın bedeninde çürüme belirtilerine rastlayınca
(sıcak Hint ikliminin etkisiyle), Kayyum, ona adıyla seslendi... Küçük kız derhal ayağa kalktı.

Sufı kadın evliyalarının en tanınmışı olan ve 8. yüzyılda yaşayan RabiaülAdvıye'nın mucizeleri de pek çok öyküye konu olmuştur. Yakın çevresinin bildirdiğine göre bu kadın evliyanın öğretisi, çeşitli dualara ve bazı kutsal formüllere dayanıyordu. Bu duaları okuyanlara Bilgi'nin (dolayısıyla Gücün) kapıları açılıyordu. Bu evliya, bağışlanmak ve selamete çıkmak için dua okunmasına karşıydı.

La ilahe illallah (Allah'tan başka tanrı yoktur) formülü ile ödünsüz ateş yaktığı, evinden dışarı adımını atmadan yiyecek ve gereksinmelerine yetecek kadar altın bulduğu anlatılır.

Rabia küçük yaşta esir pazarına düşmüştü. Bir gün başının üstünde aydınlık bir hâle gören efendisi o kadar şaşırdı ki, kimseye söylemeden Rabia'yı azad etti.

Sufi erenleri dua ve ibadetten başka çeşitli zikir'lerle düşüncelerini yoğunlaştırarak, hemen her türlü okült olayı gerçekleştirebilirler. Bu mucizelerden en yaygın olanları hastalıkların sağaltılnıası, ağrıların dindirilmesi, göz açıp kapayana dek yapılan yolculuklar, geleceği görme, düşünceyi, hatta başka yerde bulunan kimselerin düşüncesini okumaktır.



Sufi zikirler (S.79-82)
Tüm ilahi ve dualardan sonra abdest alınır. Yolcu son zikrinden sonra uyumuşsa tüm bedenini yıkamalı, üstünde başında hiçbir pislik olmamalıdır.

Zikir genellikle gece geç saatlerde çekilir. Doğaüstü bir amaç güdülüyorsa, ilâhi gücün sıfatlarından biri zikirde kullanılır. Bir hastalığın iyileşmesini isteyen sufı, Tanrı'nın iyileştirici yönüne seslenen bir sıfatla zikir eder. Sufı bu yolla, sağaltıma yönelik muazzam bir enerjiyi düşüncesinde yoğunlaştırır. Sonra bu enerjiyi, iyileşmesi arzulanan kişiye yöneltir.

Herhangi bir işte başarı kazanmak için yardımına başvurulan sufi, perşembe akşamına kadar üç gece, Tanrı'nın sıfatlarından biri olan 'Ya Fatih' zikrini yineler. Perşembe gecesi (Haftanın en 'güçlü' gecesi), düşüncesinde büyük bir güç birikmiş olacaktır. Sufı kendisine başvuran kişiye, üzerinde zikrin yazılı olduğu bir tılsım, muska ya da benzeri bir şey verip üzerinde taşımasını isteyebilir.

Bugün de tüm Müslüman dünyasında her sınıftan insan bu muskalardan taşır. Kimi zaman, tarikatın büyükleri gençleri ziyaret ederek, belirsizliğe düştükleri konularda onlara nasihat ederler.

Eğitimin ilk aşamalarında Yolcu, sufizmin gizemli yönleriyle pek ilgilenmez; kültün kendine özgü formülleriyle kendini geliştirmeye çalışır. Bu formüllerin en önemlisi zikir'dır. Bir şeyhin gözetimi altındaysa, onun verdiği zikir'leri; ereğine yalnız başına ulaşmaya çalışan bir Üveysî ise kendi seçtiği bir zikri büyük bir dikkatle ve sabırla yineler.

Zikir sessizce, fısıldayarak söylenecekse (zikr-i hafi), her tanesine bir zikrin söylendiği doksandokuzluk bir teşbih kullanılır; sesli söylenecekse (zikr-i cali) genellikle teşbih kullanılmaz. Bir halka toplantısında bulunmuyorsa, yolcu, bulunduğu odanın sessiz bir köşesine, ya da yalnızca bu amaçla kullanılan bir odaya çekilip zikrini tamamlar.

Zikirle birlikte yürütülen bir uygulamada da, bir tür meditasyon olan fikirdir. Fikir'le evrenin sonsuzluğu ya da arzulanan bir güç üzerinde düşünce yoğunlaştırılır. Zikir ve fikir düşünceye işleyip günlük yaşamın bir parçası olunca, sıra Zikir'itı bir üst aşamasına, nefesin denetimine gelmiştir. Tüm dikkat bir düşünce üzerinde yoğunlaştırılır; zikir bu kez nefesle birlikte, belirli bir ritimle yinelenir.

Zikir düşünceyle bütünleşip, güç harcamaksızın, otomatik olarak ağızdan çıkmaya başlayınca, 'Yüksek Zikir' aşamasına gelinmiş demektir. Sufi öğretisine göre düşünce ve beden ikilemi aşılmıştır.

Zikir, sufiyi bir sonraki aşama olan coşku haline hazırlar. Sufizmde özel bir yeri olan bu aşamaya zikir olmadan da erişilebileceği kabul edilmekle birlikte, en kestirme yolun zikir olduğuna inanılır. Coşku ve kimi zaman bunu izleyen bilinçsizlik halinde ruh, sözle açıklanamayan bir değişime uğrar. Gerçek coşkunluk olan Vecd hali, Hatrat (aydınlanma) yolunu açar. Ruh ve düşünce, bedenin sınırlamalarından kurtulur; bilgi ve güç, aklı meşgul eden gereksiz düşüncelerin yerini alır. Çişti tarikatında coşku halini yaratmak için müzikten yararlanılır. Kimi tarikatlarda Şeyh'in gözüne bakanların trans haline geçtikleri öne sürülür. Türkiye'nin en popüler tarikatı Mevlevilik'le sema yapan dervişler tekdüze dönüşlerle coşku ve trans haline ulaşmaya çalışırlar. Coşku halindeki sufilerin zaman, mekân ve düşünce sınırlarını aştıklanna inanılır. Sıradan insanların karşılaştıkları engelleri aşabildikleri için, olanaksız görünen işleri başarabilirler. Sufilerin, açıklaması çok zor ya da olanaksız doğaüstü eylemlerine ilişkin kayıtlar vardır. Tüm dinsel ve okült uygulamalar ana hatlarıyla birbirine çok benzer. Liderlik makamı, çömezlik süreci, disiplin, tefekkür ve tekçilik, dünyanın her yanında rastlanan gizli tarikatların, pek o kadar gizli olmayan kurumlarıdır.

Sufilerin, Hindu Guruların, Afrikalı ve Amazonlu büyücü hekimlerin mucizeleri gerçekten bilimsel bir anlayışla incelenirse inanmak - inanmamak ikileminden kurtulabiliriz. Bu ritüellerin, doğa karşısında aciz kalan insanın üstünlük arayışının simgesi olduğu gibi kestirmeci açıklamalar yetersiz kalmakladır. Gizli, ezoterik bir kültürün varlığım yadsıyamayız. Öte yandan, bu tür inanışları, sembolik olarak bireyin büyüklük kompleksine dayandırarak açıklayan psikolojik yaklaşımlarla da açıklayanlayız.


SUFI YOLUNUN ŞEMASI (TARİKAT-I SUFİYYE)



Sufi yolunun çeşitli aşamalardaki okült olaylar:

1. Mucize.

5. Aşama / - Beka
Yalnızca 'Sefer-BiIIah' aşaması: peygamberlere özgüdür. / Velilik mertebesi
Sufi, dünya yaşamına dönerek insanlara 'iki Güç arasında yol gösterir. Müsaviyel-Tarafeyn, ya da Eşit durumda olma'


• Keramet

4. Aşama / - Fena hali: Yok oluş. Doruk.
('Harikalar') 'Seferli-Allah' / Gerçeğe ve Fenaya inziva ve tefekkürle ulaşılır.
Örn.: Su üzerinde yürümek aşaması: Salik, peygamberle gönül birliği kurmaya çalışır. Geleceği bilmek. uzağa yolculuk /

• Mu 'avenet

3. Aşama / - Arif ('Bilgi') hali:
'Doğaüstü işler'. Seferullah: / Ruhsal ve okült güçlere ulaşma.
Örn.: Uçmak, 'Bilgiye / Yolcu ile Pîr'in gönül birliği,
uzun mesafeleri bir anda aşmak. Yolculuk' / Yolcu'nun zihnine Şeyhi / Şeyh (tarikatın kurucusu) tarafından ruhsal güç yansıtılır.

2. Aşama - Tarikat (Yol). Sufizmin ilk gerçek aşaması. Şeyh ve Mürşidin gönül birliği. Bu aşamada Salik, Şeyhinin tüm isteklerini ve ruhsal deneyimleri yasal 'ak' büyü sorgusuz yerine getirir. 'Dünyada olmak, dünyadan şeyhin izniyle yana olmamak ' kuralı iyice yerleşir, yapılabilir.)

1. Aşama / - Müridlik (Öğrencilik). Üstad tarafından sufi yoluna kabul edilme aşaması. Salik Sufizm yolunda sufi yolcu.

Çetin Bal

(alıntıdır)
devamı gelecek
 

Similar Threads

Üst