Semen est Sanguis” Yahudilikte Kan 1

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Ortadoğu kökenli din ve inanışlar içinde kan fenomenine sıkça rastlanmakta, bazı hallerde bu fenomenin söz konusu din ve inanışların odağına kadar taşındığı görülmektedir.1 Örneğin Eski Mısır mitolojisinde kan, gök tanrıçası Nuth’un her sabah güneş tanrısı Re’yi doğurmasına eşlik eden tan kızıllığı olarak yorumlanmaktaydı. Güneşin doğuşu sırasındaki kızıllık, Re’nin doğumu sırasında akan kan olarak görülüyordu.

Öte yandan Sümer yaratılış mitosu Enûma Eliş’te tanrı kanının, insanın yaratılışında temel öğe olarak kullanıldığı görülmektedir: Yarattıklarından sıkılarak onları yok etmek isteyen “ilk öncel” tanrı Apsu’nun, tanrı Ea tarafından öldürülmesi üzerine Apsu’nun eşi Tiamat, Ea’ya karşı gelecek, Ea’nın Apsu’dan olan oğlu Marduk bunun üzerine Tiamat’ı öldürerek onun bedeninden yeri ve göğü yaratacaktır. Bunun üzerine Marduk, insanoğlunun yaratılması için, Tiamat’a bağlı olup da artık köle durumuna düşmüş olan tanrılardan birinin kurban edilmesini isteyecektir. Kurban edilmesine karar verilen ve Ea’nın hükmüyle damarları kesilerek öldürülen tanrı Kingu’dur: “Bağladılar Kingu’yu,Ea’nın önünde tuttular; ceza verdiler ona, keserek kanını(n ana damarlarını).
Kanından yarattılar insan soyunu” (Tablet VI)
Destanda ifade edildiği şekliyle “insan soyu”nun tanrı kanından, yerin ve göğünse tanrı bedeninden yaratılması, dünyevi ve insani varoluşun tanrısal özünü yansıtması bakımından son derece dikkat çekicidir.4 Özellikle insanın kandan yaratılmış olması, nakledilmiş en eski Ortadoğu mitoslarından birisi olan Enûma Eliş’te dahi “kan” fenomeninin insan varlığıyla ne kadar özdeş tutulduğunun bir göstergesidir. İnsan-kan ya da varlık-kan özdeşliğinin özellikle Yahudilikte dini akide noktasına kadar çıkartılması, bu açıdan bakıldığında şaşırtıcı gelmemektedir.

Yahudilikte Kan


Yahudilikte “kan”ın (dam) fıtri öncelliği, Enûma Eliş’teki kadar aşikâr bir metin/ayet halinde nakledilmemişse de İbrani Kitabı Mukaddesi’nde (Tanah) kanla ilgili hükümler, bu öncelliğin önemini gayet açık biçimde ortaya koymaktadır. Bubağlamda Tevrat’ta (Tora) kan, canlılara yaşam veren öğe olarak ifade edilmektedir: “Çünkü canlılara yaşam veren kandır. Bundan dolayı İsrail halkına, hiçbir etin kanını yemeyeceksiniz, dedim. Çünkü her canlıya yaşam veren kandır.Onu yiyen halkın arasından atılacaktır” (Levililer/Vayikra 17: 14).5 Bu hükmü tamamlayan ikinci bir emir, Yasa’nın Tekrarı/Devarim’de yer almaktadır: “Ama kan yememeye dikkat edin. Çünkü ete can veren kandır. Etle birlikte canı yememelisiniz” (Yasa’nın Tekrarı/Devarim 12: 23).

Bu iki emirden elde edilebilecek dinsel doktrini şu şekilde özetlemek mümkündür:

• Tüm canlılara yaşam veren kandır.
• Ete can veren kandır.
• Etle birlikte can yenmemelidir.
• Et (beden) ile can (kan) arasında fıtri bir fark, varlıksal bir ayrım vardır.
• Fıtri ayrımın yaratıcısı Tanrı’dır.
• Kanın ve canın sahibi Tanrı’dır.

Çıkarsanan bu son akide, Kayin ve Evel/Habil anlatısında bir hüküm şeklinde ifade edilmiştir: “Kayin, kardeşi Evel’e (bir şey) söyledi. Sonra, kırdayken Kayin, kardeşi Evel’e karşı kalktı ve onu öldürdü. Tanrı Kayin’e ‘Kardeşin Evel nerede?’ diye sordu. ‘Bilmiyorum’ diye cevap verdi (Kayin). ‘Kardeşimin bekçisi miyim ben?’ Tanrı ‘Ne yaptın?’ dedi. ‘Kardeşinin kanının sesi topraktan Bana doğru haykırıyor. Şimdi sen, kardeşinin kanını senin elinden almak için ağzını açan topraktan daha da lanetlisin. Toprağı işlediğin zaman, artık sana kuvvetini vermeyecek. Dünyada göçebe ve yalnız olacaksın’ ” (Yaratılış/Bereşit 4: 8-12).
Buna ek olarak: “Diğer yandan; kendi yaşamınızın kanının hesabını soracağım. [Ayrıca bu tür bir] Hesabı her vahşi hayvanın elinden soracağım. [Her bir] İnsan hayatının hesabını, insanın elinden – [hatta] insanın kendi kardeşinin [bile] elinden – soracağım. İnsan kanı döken kişinin kanı, [yine] insan tarafından dökülecektir, çünkü Tanrı, insanı Kendi görüntüsünde yapmıştır” (Yaratılış/Bereşit 9: 5-6).

Tanrı’nın insanı kendi suretinde yaratması ile kardeş kanı dökmenin, yani insan öldürmenin, cezasının ölüm olması arasındaki ilişki, Yaratan ile Yaratılan arasındaki ousia (töz) özdeşliğine işaret etmektedir ki, bu özdeşliği en ileri noktasına kadar götürüp işleyen Hıristiyanlıktaki homoousia (eştözlülük) akidesi olacaktır. Bu konuya Hıristiyanlık bahsinde geri dönülecektir. Kayin ile Evel anlatısından çıkarsanabilecek inanç akideleri, teolojik açıdanson derece yoğundur. Yukarıdaki dinsel doktrin sıralamasının sonuncusu olan kanın ve dolayısıyla canın sahibi Tanrı’dır” hükmü, bu anlatının birinci ve doğrudan sonucudur. Ancak anlatıdaki vurgular ve sözcük seçimleri bu sahnenin önem ve ciddiyetini bir o kadar artırmaktadır. Göze çarpan ilk husus, Kayin’in Evel’i öldürmesinden sonra Tanrı’nın Kayin’e yönelttiği sorudur: “Kardeşin Evel nerede?” (4: 9). Evel’in katledilmiş olduğunu bilememe gibi bir durum olamayacağına göre Tanrı, burada Kayin’den âdeta hesap sormaktadır. Buradan çıkarsanacak olan, Tanrı’nın her şeyi bilmesine karşın, insan edim ve davranışlarının hesabını sorması, insanı edimlerinden sorumlu tutmasıdır.
Kayin’in bu soru karşısındaki cevabı kaçamak ve yalandır: “Bilmiyorum” (4: 9). Oysa Kayin, Evel’e ne yaptığını pekâlâ bilmektedir, çünkü onu kasten öldürmüştür. Buradan çıkarsanak diğer bir nokta, her edim ve davranışın kaydedileceği, hesap vermekten kaçınmanın imkânsız olacağıdır.

Bu kısa sorgulama faslından sonra Tanrı’nın verdiği tepki son derece ilginç ve önemlidir: “Ne yaptın?” (4: 10). Sorunun içerdiği dehşete düşmüşlük ve inanamama duygusu, Kayin’in işlediği günahın boyutlarını yansıtır niteliktedir. Kardeş katili Kayin’in yaptığı, Tanrı’nın dahi dehşete düşmesine neden olmaktadır. Çünkü insanın insanı öldürmesi, tüm yaratılış planına ters olduğu gibi,
yaratılış içerisinde böyle bir seçeneğin bulunması ve Âdem’in oğullarından birinin diğerini öldürmesi, yani bir katlin “daha” ikinci insan neslinde gerçekleştirilmesi, bu planda hesap vermenin de bulunması gerektiğinin göstergesidir. Zaten bunun özetini, Tanrı’nın sarf ettiği ikinci cümle vermektedir: “Kardeşinin kanının sesi topraktan Bana doğru haykırıyor” (4: 10). Tanrı’nın bedene can vermesi için yarattığı ve Kayin’in akıttığı kan, insan fıtratının bir diğer öğesi olan toprak (“Tanrı, adamı toprağın tozundan şekillendirdi”; 2: 7a) tarafından kabul edilmemekte ve buradan Tanrı’ya haykırmaktadır. Buradan çıkan sonuç, yaratılan her şeyin bir ahenk içinde olduğu, bu ahenk ya da bütüne ters bir edim veya harekette, yaratılanın buna karşı Tanrı’ya haykırdığı, ona “ses”lendiğidir. Buradaki ses, ontolojik bütünlüğün ahenginin çağrısıdır. Bu açıdan bakıldığında, “toprağın seslenişi” ve kanın sesinin topraktan haykırması” imgesi son derece çarpıcı bir metafordur. İnsan kanının toprağa akıtılmasıyla toprağa ve Tanrı’ya karşı işlenen suç dolayısıyla toprak insanoğlu için artık lanetlenmiştir.

Anlatıda bunun ifadesi,
“Şimdi sen, kardeşinin kanını senin elinden almak için ağzını açan topraktan daha da lanetlisin”dir (4: 11). Toprağın “ağzını açması” çarpıcı bir imgedir: Toprak yutucudur, ama yuttuğu şey, ete can veren kan olduğu için insanoğlu lanetlenecektir. Toprağın yutuculuğu, kayıtsız bir emicilik değildir. Yukarıda sözü edilen öğelerin ahengi dikkate alınacak olursa, insan kanının toprağa karışması, toprağın ve dolayısıyla Tanrı’nın lanetini doğurmaktadır. Bu lanetiki boyutludur: Birincisi, insanın topraktan elde ettiği geçiminin artık zorlaşmasıdır (“Toprağı işlediğin zaman, artık sana kuvvetini vermeyecek”; 4:12). Bilindiği gibi, Adam ile Hava anlatısında “Eden Bahçesinden Kovulma”yla sonuçlanan “Yasak Meyveden Yeme Edimi”, beraberinde insanoğlunun geçimini zorlaştıran bir laneti de getirmişti: “Adam’a ise ‘Eşini dinlediğin ve sana özellikle emrederek Ondan Yeme! dediğim ağaçtan yediğin için, toprak senin
yüzünden lanetli olacak’ dedi. ‘Hayatının tüm günlerinde ondan (topraktan) ıstırapla yiyecek çıkartacaksın. Senin için diken ve çalı yeşertecek ve sen yabani ot yiyeceksin. Toprağa geri dönene kadar ekmeğini alnının teriyle yiyeceksin; çünkü sen ondan (topraktan) alınmıştın; çünkü tozsun sen ve toza geri döneceksin’ ” (Yaratılış/Bereşit 3: 17-19). Kayin’in kardeşini öldürmesiyle toprak bir kez daha lanetlenmiş, babası Adam’ın lanetlenmesine ek olarak daha şiddetli bir cezaya mahkûm edilmiştir. Bu ceza, toprakla insanoğlu arasındaki ilişkinin tamamıyla yabancılaşması anlamına gelecektir.

Kayin’in işlediği cinayet dolayısıyla toprağın lanetlenmesinin ikinci boyutu, insanoğlunun dünyadaki durumunu özetleyen yine son derece çarpıcı bir imgeyle sunulmaktadır: “Dünyada göçebe ve yalnız olacaksın” (4: 12). Buradaki “göçebe ve yalnız olacaksın” ifadesi, daha sonraları insanoğlunun “yersiz/yurtsuz”luğu üzerinde duran çağdaş felsefi analizlerin söylemini (özellikle de Heidegger’in
unheimisch ve unheimlich kavramlarını ya da Deleuze/Guattari’nin “Kapitalizm ve Şizofreni” çalışmasındaki “göçebebilim” çözümlemelerini) önceler niteliktedir.Göçebe ve yalnız” ifadesi, yerleşeceği sabit bir yurdu olmamak, yapacağı bir
şeyi olmamak, amaçsızca dolanmak, boş olarak dolaşıp durmak, yanında kimsenin olmaması gibi anlamları dile getirdiğinden, kardeşi Evel’i öldürmesinden sonra Kayin’in lanetlenen toprak üzerinde (yeryüzünde, dünyada) yaratılış amacından
çıkmış bir varoluşu sürdürmesi, savrulmuş bir oyalanma olarak burada var olması ve vaktinin (ömrünün) geçmesini ve belki de tükenmesini beklemekten başka bir çaresi olmamasını yansıtmaktadır.

İki cümle sonra Kayin’in “İşte bugün beni toprağın üzerinden sürdün ve ben Yüzünden gizlenmek durumundayım” (4: 14a) diye
şikayet etmesi, dünyadaki yaşamda Tanrı’nın Yüzünden (iki anlamda: hem verdiği huzur, dinginlik; hem de huzurda bulunmak, Tanrı’nın yanında olmak) uzak olduğunu dile getirmektedir.6 Tanrı’nın Kayin’in bu yersiz/yurtsuzluğunu ortadan kaldırmaması için onun öldürülmesini (ve belki de kendi canına kıymasını) önlemek amacıyla sarf ettiği hüküm de, dünyadaki “lanetlenme sonrası varlığın” bir ceza olarak korunmasına yöneliktir: “Tanrı ona ‘Bu yüzden Kayin’i her kim öldürürse …! (Kayin) Yedinci nesilde cezalandırılacaktır” (4: 15a).

Kayin ve Evel anlatısındaki kan dökme hadisesinin arka planında, Yahudilikte kan konusunun dini akidelere nasıl işlendiği, neden bu kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Canı Tanrı bahşettiğinden can O’nundur (“Yüzünü gizleyince dehşete kapılırlar, soluklarını kesince ölüp toprak olurlar. Ruhunu gönderince var olurlar, yeryüzüne yeni yaşam verirsin”; Mezmurlar/Teilim 104: 29-30). Kanın özü can olduğuna göre, kanın herhangi biçimde tüketilmesi (örneğin yenmesi ya da gıda ürünü haline getirilmesi) yasaktır. Tora’da bunlarla ilgili hükümler açıktır:
Hareketli her canlı size yiyecek olacaktır. [Artık] Size her şeyi, tıpkı yeşillik ve bitkiler gibi verdim. Ancak yine de bir hayvanın etini, o hayattayken yiyemezsiniz” (Yaratılış/Bereşit 9: 3-4). Buradaki “hayattayken” ifadesinin karşılığı “kanı canında bulunan et” olduğundan, dünya üzerindeki varoluşta etin nasıl yeneceğine dair bir sınırlama getirilmektedir. Etin yenilebilir olması için, hayvan belli biçimde kesilip kanından arındırılması gerekir (kaşer). Eti kandan arındırma tekniklerine (kaşerut) aşağıda değinilecektir.


Kaşer etle ilgili emrin ne kadar ciddi olduğu, İsrailoğulları’nın (Bene-Yisrael) Filistinliler’i savaşta yenmesinden sonra onların tüm hayvanlarını kanlarını akıtmadan yemesi üzerine Saul’ün Birinci Samuel/Şemuel’de aktarılan tepkisinden de görülebilir: “O gün İsrailliler, Filistliler’i Mikmas’tan Ayalon’a kadar yenilgiye uğrattılar. Ama İsrail askerleri o kadar bitkindi ki, yağmaladıkları mallara saldırdılar; davarları, sığırları, buzağıları yakaladıkları gibi hemen
oracıkta kesip kanını akıtmadan yediler. Durumu Saul’a bildirerek, ‘Bak, askerlerin kanlı eti yemekle RAB’be karşı günah işliyor!’ dediler. Bunun üzerine Saul, ‘Hainlik ettiniz!’ dedi, ‘Hemen büyük bir taş yuvarlayın bana.’ Sonra ekledi: ‘Halkın arasına varıp herkesin öküzünü, koyununu bana getirmesini söyleyin. Onları burada kesip yesinler. Eti kanıyla birlikte yiyerek RAB’be karşı günah işlemeyin.’ O gece herkes öküzünü getirip orada kesti” (Birinci Samuel/Şemuel 14: 31-34). Birkaç cümle sonra Saul, söz konusu emrin ne kadar
ciddi olduğunu bir kez daha vurgular: “İsrail’i kurtaran yaşayan RAB’bin adıyla derim ki, bu günaha yol açan oğlum Yonatan bile olsa kesinlikle öldürülecektir” (Birinci Samuel/Şemuel 14: 39). Yasa’nın Tekrarı/Devarim’de, etin nasıl yenmesi gerektiğine ilişkin hükümler açıkça sıralanmıştır. Bunlar şöyledir:

•Tanrınız RAB’bin sizi kutsadığı ölçüde, yaşadığınız kentlerde dilediğiniz kadar hayvan kesip etini yiyebilirsiniz. Dinsel açıdan temiz ya da kirli kişi, bu eti ceylan ya da geyik eti yer gibi yiyebilir. Ancak kan yemeyeceksiniz. Kanı su gibi toprağa akıtacaksınız” (Yasa’nın Tekrarı/Devarim 12: 15-16).
Ama kan yememeye dikkat edin. Çünkü ete can veren kandır. Etle birlikte canı yememelisiniz. Kan yememelisiniz; kanı su gibi toprağa akıtacaksınız. Kan yemeyeceksiniz. Öyle ki, size ve sizden sonra gelen çocuklarınıza iyilik gelsin. Böylece RAB’bin gözünde doğru olanı yapmış olursunuz” (Yasa’nın Tekrarı/Devarim 12: 23-25).

• Sığır ve davarlarınızın içinde ilk doğan her erkek hayvanı Tanrınız RAB’be ayıracaksınız. Sığırınızın ilk doğan öküzüyle iş yapmayacak, sürünüzün ilk doğan koyununu kırkmayacaksınız. Siz ve aileniz her yıl Tanrınız RAB’bin önünde, O’nun
seçeceği yerde onları yiyeceksiniz. Bir hayvanın özürü varsa, topal ya da körse, herhangi bir ciddi sakatlığı varsa, onu Tanrınız RAB’be kurban etmeyin. Bu durumdaki hayvanları kentlerinizde yiyebilirsiniz. Dinsel açıdan temiz ya da kirli kişi bunların etini ceylan ya da geyik eti yer gibi yiyebilir. Ancak kanyemeyeceksiniz. Kanı su gibi toprağa akıtacaksınız” (Yasa’nın Tekrarı/Devarim15: 19-23).

Yasa’nın Tekrarı/Devarim’in yanı sıra Levililer/Vayikra’da da bu hususta açık hüküm ve emirler bulunmaktadır:
• “Hayvan yağı ve kan yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca bu kural hep geçerli olacak” (Levililer/Vayikra 3: 17).

•İsrail halkına de ki, ‘İster sığır, ister koyun ya da keçi yağı olsun, hayvan yağı yemeyeceksiniz. Kendiliğinden ölen ya da yabanıl hayvanların parçaladığıbir hayvanın yağı başka şeyler için kullanılabilir, ama hiçbir zaman yenmemeli.
Kim yakılan ve RAB’be sunulan hayvanlardan birinin yağını yerse, halkımın arasından atılacak. Nerede yaşarsanız yaşayın, hiçbir kuşun ya da hayvanınkanını yemeyeceksiniz. Kan yiyen herkes halkımın arasından atılacak’ ” (Levililer/Vayikra 7: 23-27).

•İsrail halkından ya da aralarında yaşayan yabancılardan kim kan yerse, ona öfkeyle bakacağım ve halkımın arasından atacağım. Çünkü canlılara yaşam veren kandır. Ben onu size sunakta kendinizi günahtan bağışlatmanız için verdim. Kan yaşam karşılığı günah bağışlatır. Bundan dolayı İsrail halkına, sizlerden ya da aranızda yaşayan yabancılardan hiç kimse kan yemeyecek, dedim. İsrail halkından ya da aralarında yaşayan yabancılardan kim eti yenen bir hayvan veya kuş avlarsa, kanını akıtıp toprakla örtecektir. Çünkü canlılara yaşam veren kandır.Bundan dolayı İsrail halkına, hiçbir etin kanını yemeyeceksiniz, dedim. Çünkü her canlıya yaşam veren kandır. Onu yiyen halkın arasından atılacaktır. Yerli olsun, yabancı olsun ölü bulduğu ya da yabanıl hayvanların parçaladığı bir
hayvanın leşini yiyen herkes giysilerini yıkayacak, kendisi de yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır. Ancak bundan sonra temiz sayılacaktır. Eğergiysilerini yıkamaz ve yıkanmazsa suçunun cezasını çekecektir” (Levililer/Vayikra17: 10-16).

Tüm bu hüküm ve emirler, yaşanan Yahudi dininde kaşerut’a, yani “Tora’ya ve dinsel esaslara göre saptanmış çerçevede yer alan kurallara göre Museviler için yenmesi mübah olan yemeklerin hazırlanmasında göz önünde tutulması gereken hüküm ve gelenekler sistemi”ne8 dönüşmüştür. Kaşerut’a uygun olan gıdalara kaşer gıdalar denmekte olup, kaşerut’un temelinde bulunan ve yenmesi yasaklanan hayvanlar şunlardır:

Tüm sürüngen ve yumuşakçalar (suda ve karada);
•Pulsuz ve yüzgeçsiz balıklar;
•Kabuklu su hayvanları (ıstakoz ve karides gibi);
•Yırtıcı vahşi hayvanlar ve bunların öldürdüğü hayvanlar;
•Ayak toynakları yarık olan ve geviş getirmeyen hayvanlar (özellikle domuz);
•Geviş getiren fakat toynakları yarık olmayan hayvanlar (özellikle tavşan);
•Kaşer dahi olsa, hayvanların siyatik damarı gibi çıkarılması güç olan
damarlarına sahip olan arka bölümleri (bu nedenle bonfile kaşer değildir);
•Kanatlı hayvanların yirmi dört çeşidi (akbaba, kartal, kuzgun, baykuş, yarasa
gibi) ve bunların yumurtaları;
•Kan içeren her türlü yumurta;
•Kanatlı kanatsız tüm böcekler (sinek, arı, karınca gibi; çekirgeyle ilgili
bazı farklı uygulamalar söz konsudur);
•Kurtlanmış, böceklenmiş meyve, sebze, tahıl, bakliyat.

Şehita olarak anılan hayvan kesme işlemiyle et, kaşer hale gelir. Şehita’nın belirli kuralları vardır. Şohet olarak isimlendirilen kasap, kalaf denilen çelikbıçakla hayvanı gereksiz acı çekmemesi için tek darbede şah damarından boğazlar ve damarlarındaki tüm kanın akıp toprağa karışmasını sağlar. Kesim sırasında şohet, şehita duası okur. Kesilen hayvanın iç organları hastalıklı olup olmadığını kontrol amacıyla incelenir. Sağlıklı bulunan hayvanların tüm kanı, yağı, damarları ve bazı organları ayıklanarak kaşer damgası basılır. “Tora’ya
göre hayvanın kanı ‘can’ olarak sayıldığından, kaşer etin dahi yenmeden evvel kandan arındırılması gereklidir. Bunun için et önce yarım saat suya batırılır.Sonra tuzlanarak bir süre bırakılır ve daha sonra tekrar yıkanır. Et yanlışlıkla 24 saat kadar suda kalırsa, kanla pişmiş olur ve kullanılamaz. Keza, kesimden üç gün içerisinde suya batırılmadıysa, et tuzlamayla kaşerleştirilemez. Bu durumda
doğrudan ateş üzerinde yakılarak kandan arındırılır.”
Öte yandan etli ve sütlü yiyeceklerin birlikte yenmemesi de kaşerut’un önemli bir özelliğidir. Tora’da üç kez etli ve sütlülerin birlikte yenmemesi gerektiğihükmünün bulunduğu göze çarpmaktadır: “Oğlağı anasının sütünde haşlamayacaksınız” (Mısır’dan Çıkış/Şemot 23: 19b – Mısır’dan Çıkış/Şemot 34: 26b – Yasa’nın Tekrarı/Devarim 14: 21b).
Kan içeren etin yenmemesine ilişkin bu hüküm ve emirlere koşut olarak, kurban olarak kesilen hayvanların kanının ritüel amaçlarla kullanılmasına yönelik de çok sayıda emir bulunmaktadır. Örneğin kurban kanı:Tanrı’ya adanabilir (sunağa kan serpiştirilmesiyle: “Musa kanın yarısını leğenlere doldurdu, öbür yarısını sunağın üzerine döktü”; Mısır’dan Çıkış/Şemot
24: 6); Bağışlanma ve günahtan aklanma için kullanılabilir (“Nitekim Kutsal Yasa uyarınca hemen her şey kanla temiz kılınır, kan dökülmeden bağışlama olmaz”;İbranilere Mektup 9: 22);
•
Bir antlaşmanın tasdik edilmesi amacıyla ve bu sayede tarafların “kan kardeşi” olması için kullanılabilir (“Musa gidip RAB’bin bütün buyruklarını, ilkelerinihalka anlattı. Herkes bir ağızdan, ‘RAB’bin her söylediğini yapacağız’ diye karşılık verdi. Musa RAB’bin bütün buyruklarını yazdı. Sabah erkenden kalkıp dağın eteğinde bir sunak kurdu, İsrail’in on iki oymağını simgeleyen on iki taş sütun dikti. Sonra İsrailli gençleri gönderdi. Onlar da RAB’be yakmalık sunular sundular, esenlik kurbanları olarak boğalar kestiler. Musa kanın yarısını leğenlere doldurdu, öbür yarısını sunağın üzerine döktü. Sonra antlaşma kitabını alıp halka okudu. Halk, ‘RAB’bin her söylediğini yapacağız, O’nu dinleyeceğiz’ dedi. Musa leğenlerdeki kanı halkın üzerine serpti ve, ‘Bütün bu sözler uyarınca, RAB’bin sizinle yaptığı antlaşmanın kanı budur’ dedi”; Mısır’danÇıkış/Şemot 24: 3-8).

Kan kardeşliği, İsrailoğullarının insanlar arasında tahayyül edebilecekleri en derin ilişkiyi temsil ediyordu.11 “Kan kardeşliği” konusunda İsrailoğulları’nınkendi kavmine mensup herkesi kardeş sayması önemlidir.Bu noktada kan, ayrıca nesep ve akrabalık kavramıyla da yakından ilgilidir.Nesep ve akrabalık, ortak bir kana sahip olma olarak anlaşılmıştır. Evlenmeyle ya da eş seçmeyle ilgili kuralların ve ensesti önlemeye yönelik uygulamaların da söz konusu kan bağı dolayısıyla açıklanması gerekir. Genel bir kural olarak, doğrudan kan bağı bulunanlar ve yakın akrabalar birbirleriyle evlenemezler:
“Hiçbiriniz cinsel ilişkide bulunmak için yakın akrabasına yaklaşmayacak. RAB benim. Annenle cinsel ilişkide bulunarak babanın namusuna dokunmayacaksın. O senin annendir. Onunla ilişki kurmayacaksın. Babanın karısıyla cinsel ilişki
kurmayacaksın. Babanın namusudur o. Annenden ya da babandan olan, ister seninle aynı evde doğmuş olsun, ister olmasın üvey kız kardeşlerinden biriyle cinsel ilişki kurmayacaksın. Kızının ya da oğlunun kızıyla cinsel ilişki kurmayacaksın.
Çünkü onların namusu senin namusundur. Babanın evlendiği kadından doğan kızla cinsel ilişki kurmayacaksın. Çünkü o babandan olmadır, senin kız kardeşin sayılır.

Halanla cinsel ilişki kurmayacaksın. Çünkü o babanın yakın akrabasıdır.Teyzenle cinsel ilişki kurmayacaksın. Çünkü o annenin yakın akrabasıdır. Amcanınnamusuna dokunmayacaksın. Karısına yaklaşmayacaksın, çünkü o senin yengendir.Gelininle cinsel ilişki kurmayacaksın. Çünkü oğlunun karısıdır. Onunla ilişkikurmayacaksın. Kardeşinin karısıyla cinsel ilişki kurmayacaksın. Çünkü o
kardeşinin namusudur.Bir kadının hem kendisiyle, hem kızıyla cinsel ilişki kurmayacaksın. Kadının kızının ya da oğlunun kızıyla cinsel ilişkikurmayacaksın. Çünkü onlar kadının yakın akrabasıdır. Onlara yaklaşmak alçaklıktır. Karın yaşadığı sürece onun kız kardeşini kuma olarak almayacak veonunla cinsel ilişki kurmayacaksın” (Levililer/Vayikra 18: 6-18).

Görüldüğü gibi, doğrudan kan bağı (nesep) olmadığı halde, akrabalık ve evlenme dolayısıyla kurulan ilişkilerde bile (gelin, yenge, baldız gibi) evlenmeyasaklarının getirilmiş olması, “kan bağı” ve “kan kardeşliği” kavramının ne kadar geniş biçimde anlaşıldığının göstergesidir.

Yine kan bağı kavramının bir uzantısı olarak “kan davası” (go’el ha-dam) konusu da, İsrailoğullarının titizlikle koruduğu bir husus olmuştur. Buna göre,öldürülen akrabanın kanı “yerde kalmayacak”, bunun intikamı alınacaktır. Çünkü bir canı alan kimsenin canı mutlaka alınmalıdır, bu Tanrı hükmüdür. O halde go’el ha-dam’ın icra edilmesi Tanrı’nın isteğini yerine getirmek anlamındadır.

Örnek olarak: “Avner Hevron’a dönünce, Yoav onunla özel bir görüşme yapmak bahanesiyle, onu kent kapısına çekti. Kardeşi Asahel’in kanını döktüğü için, Avner’i orada karnından vurup öldürdü” (İkinci Samuel/Şemuel 3: 27). Öte yandan dökülen kanının intikamını almamak, Tanrı’nın gazabını beraberinde getirmektedir: “Davut’un döneminde, üç yıl art arda kıtlık oldu. Davut RAB’be
danıştı. RAB şöyle yanıtladı: ‘Buna kan döken Saul ile ailesi neden oldu. Çünkü Saul Givonluları öldürdü’ ” (İkinci Samuel/Şemuel 21: 1). Buna göre, Givonluların akan kanı yerde kaldığı için Tanrı, İsrail halkına üç yıl art arda
kıtlık belasını göndermiştir.12

“Kan parası” kavramının da yine aynı çerçeve içinde ele alınması gerekmektedir.
Ancak adam öldürmenin cezası ölüm olduğu için, adam öldürme karşılığında kan parası ödenmesi gibi bir yola gidilememektedir: “Ölümü hak etmiş katilin canı için bedel almayacaksınız; o kesinlikle öldürülecektir. Sığınak kente kaçmış olan birinin başkâhinin ölümünden önce toprağına dönüp yaşaması için bedel almayacaksınız” (Çölde Sayım 35: 31-32). Öte yandan örneğin azgın bir boğanın saldırısına maruz kalıp ölen birisi için boğanın sahibi, eğer öldürülen tarafın yakınları isterse kan parası ödeyebilmektedir: “Ama saldırganlığı bilinen bir boğanın sahibi uyarılmasına karşın boğasına sahip çıkmazsa ve boğası bir erkeği ya da kadını öldürürse, hem boğa taşlanacak, hem de sahibi öldürülecektir.Ancak, boğanın sahibinden para cezası istenirse, istenen miktarı ödeyerek canını kurtarabilir” (Mısır’dan Çıkış/Şemot 21: 29-30). Yine başkasına bir kaza sonucu zarar verilmesi durumunda kan parası ödenebilmektedir: “İki kişi kavga ederken gebe bir kadına çarpar, kadın erken doğum yapar ama başka bir zarar görmezse, saldırgan, kadının kocasının istediği ve yargıçların onayladığı miktarda para cezasına çarptırılacaktır” (Mısır’dan Çıkış/Şemot 21: 22).

Kanla ilgili bu hüküm ve emirlerin yanı sıra kanın “aklayan” ve “kirleten” bir unsur olarak erkek (berit mila) ve kadınlara (nida) ilişkin Yahudi dininin önemli bir veçhesini meydana getirdiği görülmektedir.
Yahudi erkek çocuklarında doğumu izleyen sekizinci gün icra edilen dinsel bir ritüel ve bedensel bir müdahale olan berit mila (“sünnet akdi”, kısaca berit), tarihte ilk kez İbrahim/Avraam’a Tanrı akdinin bir nişanesi olarak emredilmiştir: “Sizinle ve ardından gelecek çocuklarınla aramdaki, korumanız gereken Antlaşmam şudur: İçinizdeki her erkeği sünnet edeceksiniz. Fazlalık derisini keseceksiniz. [Bu,] Sizinle aramdaki antlaşmanın işareti olacak. Nesilleriniz boyunca, içinizdeki her erkek, [ayrıca] senin soyundan olmayıp, gerek evde doğmuş, gerekse de bir yabancıdan parayla satın aldığın [her köle], sekiz günlükken sünnet edilecek. İster evinde doğmuş, isterse de parayla satın aldığın [her köle] kesinlikle sünnet edilmelidir. [Böylelikle] Antlaşmam vücudunuzda, ebedi bir antlaşma olarak bulunacaktır. Fazlalık derisini kesmeyen sünnetsiz bir erkeğin canı, halkının arasından kesilecektir – [çünkü] antlaşmamı ihlal etmiştir” (Yaratılış/Bereşit 17: 10-14). “Avraam, oğlu Yitshak’ı, Tanrı’nın kendisine emretmiş olduğu üzere sekiz günlükken sünnet etti” (Yaratılış/Bereşit 21: 4). “Çocuk sekizinci gün sünnet edilmeli” (Levililer/Vayikra 12: 3).

Tora’daki bu açık hükümler çerçevesinde berit, İsrailoğulları ile Tanrı arasındaki antlaşmanın bir işareti olup, sünnetsizlik (arel) dine ve Tanrı’yakarşı geliş kabul edilmektedir. Sünnetsiz bir erkek kirli kabul edilir. Aynı şekilde bir ağacın ilk üç yılında verdiği meyve de arel’dir ve bu yüzden yenmez:Kenan ülkesine girdiğinizde bir meyve ağacı dikerseniz, ilk üç yıl meyvesini kirli ve yasak sayın, yemeyin. Dördüncü yıl ağacın bütün meyvesi şükran sunusu olarak RAB için kutsal sayılacak. Beşinci yıl ağacın meyvesini yiyebilirsiniz” (Levililer/Vayikra 19: 23-25a).

Öte yandan sünnet ile kan arasındaki ilişki, oldukça karmaşık bir görünüm arz etmektedir. Esasen sünnetin “kan dökme” anlamına gelmemesi, ancak sünnet derisinin kesilmesi sırasında akan az miktarda kanın kutsal sayılması, berit sırasında meydana çıkan kanla ilgili tartışmaların karmaşık olmasına neden olmuştur. Sünnet, İsrailoğullarının milli şuurunun oluşmasının yanı sıra, berit’in aklanma ritüeli olarak da görülmesi, tartışmanın boyutlarını daha dagenişletmektedir.13

Sünnet edimi ile sünnet sırasında akan kan arasındaki ilişkinin ne olduğuna ilişkin eldeki en çarpıcı metinsel kaynak, Mısır’dan Çıkış/Şemot’taki şu sünnet sahnesidir: “RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa’yla karşılaştı, onu öldürmek istedi. O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa’nın ayaklarına dokundurdu. ‘Gerçekten sen bana kanlı güveysin’ dedi. Böylece RAB
Musa’yı esirgedi. Sippora Musa’ya sünnetten ötürü ‘kanlı güveysin’ demişti” (Mısır’dan Çıkış/Şemot 4: 24-26). Bu sahnede, Sippora’nın Musa/Moşe’nin ayağına oğlunun sünnet derisini değdirmesi ve derideki kanı onun ayağına sürmesi
sayesinde Tanrı’nın Musa/Moşe’nin canını esirgemesi, “kanlı güvey” olması, sünnet sırasında meydana çıkan kanın kurtarıcı, aklayıcı, esirgetici bir niteliği olduğunu göstermektedir. Burada akan kan, Yahudiliğin başlangıcı olarak kabul edilir. Örneğin daha önce sünnet olmuşken Yahudilik dinine geçen erkeklerin sünnet yerinden bir damla kanın akıtılması âdettir. Berit’te kanın az da olsa akması esastır. Ayrıca sünnet derisinin kesilmesini bir tür kurban olarak da değerlendirmek mümkündür.

Kanın kurtarıcı bir görev görmesi, yine Mısır’dan Çıkış/Şemot’ta anlatılan Fısıh hadisesinde de açıkça görülmektedir. İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkmalarına izin vermeyen Firavun’u cezalandırmak için bütün ilk doğanların öldürüleceği gece, Musa/Moşe’nin Tanrı’nın emriyle kurban ettiği hayvanların kanını kapıların yan ve üst sövelerine sürdürmesi, buradaki İsrailoğullarının canını
esirgetecektir: “Musa İsrail’in bütün ileri gelenlerini çağırtarak onlara şöyle dedi: ‘Hemen gidin, aileleriniz için kendinize davarlar seçip Fısıh kurbanı olarak boğazlayın. Bir demet mercanköşküotu alın, leğendeki kana batırıp kanı kapılarınızın yan ve üst sövelerine sürün. Sabaha kadar kimse evinden çıkmasın. RAB Mısırlıları öldürmek için gelecek, kapılarınızın yan ve üst sövelerindeki
kanı görünce üzerinden geçecek, ölüm saçanın evlerinize girip sizi öldürmesine izin vermeyecek” (Mısır’dan Çıkış/Şemot 12: 21-23).

Kanın söz konusu aklayıcı ve kurtarıcı rolünün yanı sıra, onun kirli ve sakınılması gereken bir niteliği bulunduğu da açıktır. Örneğin Tanrı’nın, Firavun’un üzerine saldığı dokuz bela arasında kan belasının da bulunması bunun bir göstergesidir: “Harun firavunla görevlilerin gözü önünde değneğini kaldırıp ırmağın sularına vurdu. Bütün sular kana dönüştü. Irmaktaki balıklar öldü, ırmak
kokmaya başladı. Mısırlılar ırmağın suyunu içemez oldular. Mısır’ın her yerinde kan vardı” (Mısır’dan Çıkış/Şemot 7: 20b-21).

Öte yandan kanın kirlilik olarak değerlendirilmesi en çok kadınların âdet günleri açısından önemli olmuştur. Âdet gören kadınların “soyutlanması” anlamına gelen nida, “kadının âdet döneminde kocasından ayrı olma durumunu ifade eder. Bu durum, âdet süresinin bitiminden sonraki temiz yedi günü de içerdiğinden, takriben on iki gün boyunca sürer ve kadının mikve’ye girişi ve tevilla yapılmasıyla son bulur.”14 Nida’nın kökünde Levililer/Vayikra 15: 19 ve 15: 24 yatmaktadır: “Âdet gördüğü için kan kaybeden kadın yedi gün kirli sayılacak. Ona dokunan da akşama kadar kirli sayılacak” (15: 19). “Âdet gören kadının kirliliği onunla yatan adama da bulaşır. Adam yedi gün kirli kalır ve yattığı her yatak kirli sayılır” (15: 24). Nida kadının sadece kocasından ayrı durması değil, Bet-Amikdaş (Mabet) ve ritüel temizlik gerektiren diğer nesne ve gıdalardan da ayrı durması anlamındadır. Levililer/Vayikra’nın on beşinci bölümü, âdet gören kadınlarla ilgili olup, “ritüel kirliliğe” yol açan normal ve anormal genital akıntıları ve arınmak için anormal vakalarda yapılması gereken, (takdimeler dahil) işlemleri ele almaktadır. Âdet dönemleri arasında kanamalar ve normalden uzun kanama dönemleri geçiren kadın, olağandışı bir durum yaşamaktadır.

Kadındaki anormal akıntıya (zava) karşın; erkekteki anormal akıntıyı (zav) ise, Septuagint
(Tevrat’ın en eski Yunanca tercümesi) frenginin işareti olarak nitelendirmektedir. Kullanılan lisanın linguistik tahlili, kadının normal âdet akıntısı ile erkeğin normal boşalması arasında bir paralellik olduğunu ortaya
koymuştur. Levililer Kitabı’nda âdet akıntısı, dişilik tohumu olarak görülmektedir. Cinsel birleşme neticesinde bulaşmış olan erkeklik tohumunun yarattığı kirlilik hali, yıkanmak ve günün doğuşuna dek beklemek suretiyle giderilebilir. Ancak gene aynı şekilde bulaşmış olan kadının âdet kanaması durumunda hem erkek, hem de kadın için yedi gün geçmesi gerekir. Âdet halindeki bir kadının yatağına veya oturduğu yere temas eden kişinin ise, sadece yıkanması ve günbatımına dek beklemesi yeterlidir. [...] Kirli olma hali bir günah olarak addedilmektedir.15 Günümüzde bu kuralların icrası açısından farklı uygulamalara rastlanmaktadır. Örneğin hem muhafazakâr ve hem de reform Yahudilerinin çoğu artık bunları tatbik etmemektedir.



Kaan H. Ökten -Cogito 37.sayı-Damarda,kan giriş bölümü

2.Bölüm'de Hristiyanlıkta Kan konusu işlenecek / alıntıdır
 
Üst